Siyaset Felsefesi (21.yy.)

21.yüzyıl siyaset felsefesi, modern çağın anahtar kavramları olan devlet, ulus ve egemenlikin artık tek başına yeterli olmadığını fark ederek köklü bir dönüşüm geçiriyor. Küreselleşme, dijitalleşme, ekolojik krizler ve kontrolsüz finansal sistemler gibi yeni dinamikler, geleneksel siyaset felsefesinin kalıplarını zorluyor. Artık sadece "ideal bir devleti" veya "adil bir toplumu" aramakla yetinmiyoruz. Bunun yerine, siyasetin çok katmanlı ve karmaşık yapısını anlamaya çalışıyoruz.

Günümüz siyaset felsefesi, iktidarın sadece devletin tekelinde olmadığını, aynı zamanda algoritmalar, dev şirketler, uluslararası finans kuruluşları ve hatta doğanın kendisi gibi ulusötesi aktörler tarafından paylaşıldığını kabul eder. Bu yeni durum, bizi siyaseti yeniden düşünmeye zorlar:

  • Egemenlik Kimde? Ulus-devletler gücünü yitirirken, paranın ve bilginin kontrolsüz dolaşımı, yeni bir egemenlik biçimi mi yaratıyor?
  • Adalet Ne Anlama Geliyor? Adalet artık sadece ekonomik veya hukuki eşitlikle sınırlı değil; aynı zamanda dijital hakları, ekolojik sorumlulukları ve temsilin yeni biçimlerini de kapsıyor.
  • Sivil Toplumun Rolü Ne? Sivil toplum, hem dijital çağın sunduğu küresel ağlarla güçleniyor hem de devletlerin ve şirketlerin gözetim mekanizmalarıyla baskı altında kalıyor. Bu ikilem, sivil toplumun geleceğini belirsiz kılıyor.

Bu yeni manzara, siyaset felsefesini sadece geçmişin klasik metinlerini okumak değil, aynı zamanda günümüzün hızlı değişen gerçekliklerini analiz etmek zorunda bırakıyor. Artık felsefe, sokaktaki protestodan veri merkezlerinin işleyişine kadar her yerde siyasetin izini sürüyor ve bizi bu yeni karmaşıklıkla yüzleşmeye davet ediyor.

Giriş metninde bahsettiğimiz bu yeni bağlam, siyaset felsefesinde birkaç temel ana başlığı öne çıkarıyor. Bu başlıklar, hem geleneksel siyaset felsefesinin konularını yeniden ele alıyor hem de dijital çağın getirdiği yeni sorunları inceliyor.

Dijital Çağın Sosyo-Ekonomik Coğrafyası: Yeni Kategoriler

Dijital çağda küremiz, iki ana eksen etrafında kategorize edilebilir: Bağlantı ve Kontrol. Bu eksenler, yeni bir sosyo-ekonomik coğrafya haritası çıkarır.

1. Ağlar ve Merkezler: Yeni Bir Hiyerarşi

  • Bağlı Olanlar (The Networked): Küresel sermayenin, bilginin ve dijital teknolojilerin merkezinde yer alan, birbirine bağlı şehirler ve topluluklar. Bu bölgeler, küresel finans, teknoloji ve kültür akışını kontrol eder. Londra, New York, Tokyo gibi metropoller bu kategoriye girer. Bu merkezler, coğrafi olarak birbirlerinden uzak olsalar bile, dijital ağlar sayesinde birbirlerine sıkıca bağlıdır.
  • Bağlı Olmayanlar (The Un-Networked): Dijital ağların dışında kalan veya marjinalize olan bölgeler. Bu bölgeler, küresel ekonomiden dışlanmış, sınırlı dijital altyapıya sahip ve veri akışının pasif alıcılarıdır. Kırsal bölgeler veya yoksul mahalleler gibi alanlar bu kategoriye girer.

Bu ayrım, coğrafi yakınlığın yerini **"ağlara erişim"**in aldığı yeni bir hiyerarşi yaratıyor.

2. Kontrol Edenler ve Edilenler: Gücün Yeni Yüzü

  • Gözetim Altındakiler (The Surveilled): Dijital platformlar, yapay zeka ve algoritmalar aracılığıyla davranışları sürekli izlenen ve veri üreten bireyler ve toplumlar. Bu veriler, reklam, siyasi kampanya veya sosyal kontrol amacıyla kullanılır. Gözetim kapitalizmi, bu kategoriyi en iyi tanımlayan yaklaşımdır.
  • Gözetleyenler (The Surveillors): Veriyi toplayan, analiz eden ve kontrol eden devletler, teknoloji devleri ve ulusötesi şirketler. Bu aktörler, dijital egemenliği ellerinde tutar ve bu veriyi ekonomik ve siyasi güçlerini pekiştirmek için kullanır.

Bu ayrım, geleneksel siyasi otoritenin ötesine geçen, bilgi ve veri akışının kontrolüne dayanan yeni bir güç dengesi oluşturuyor.

3. Kültürel Farklılaşma ve Kimlikler

Dijital çağ, kültürel farklılaşmayı da dönüştürür.

  • Küresel-Yerel Hibritler (Glocal): Küresel kültürün (Hollywood filmleri, popüler müzik) yerel unsurlarla harmanlanarak yeni ve melez kimlikler oluşturduğu bölgeler. Bu, küresel ve yerel olanın iç içe geçtiği bir durumu ifade eder.
  • Radikal Ayrılıkçılar: Dijital araçları, küresel kültüre karşı direniş göstermek ve yerel kimlikleri radikal bir şekilde savunmak için kullanan gruplar. Bu gruplar, küresel ağları kullanarak kendi cemaatlerini güçlendirir ve küresel normlara meydan okur.

Bu kategoriler, küremizdeki farklılaşmanın sadece ekonomik veya siyasi olmadığını, aynı zamanda kültürel ve kimlik temelli olduğunu gösteriyor.

Bu bağlamda, dijital çağın sosyo-ekonomik coğrafyasını tek bir ana başlık altında toplayan bir sentez sunabiliriz: Dinamik Eşitsizlikler Coğrafyası.

Bu yeni coğrafya, geleneksel ayrışmaların üzerine eklenen ve sürekli olarak değişen dinamiklerle oluşur.

1. Ağın İçindekiler ve Dışındakiler

Bu, temel bir ekonomik ve sosyal ayrımdır.

  • Ağın İçindekiler: Küresel finansın ve teknolojinin merkezleridir. Bu bölgeler, para, bilgi ve yetenek akışını kontrol eder. Ancak bu kontrol, aynı zamanda büyük bir rekabeti de beraberinde getirir.
  • Ağın Dışındakiler: Dijital altyapının sınırlı olduğu, küresel ekonomiden dışlanmış bölgelerdir. Bu bölgeler, küresel ağlardan kopuk oldukları için ekonomik ve sosyal fırsatlara erişimde ciddi zorluklar yaşar.

2. Gözetim ve Algoritmik Sınıflandırma

Bu, gücün ve kontrolün yeni bir ayrışmasıdır.

  • Veri Üretenler: Gündelik hayatları dijital platformlar üzerinden sürekli olarak izlenen, tüketim alışkanlıkları ve siyasi tercihleri algoritmalarla sınıflandırılan bireylerdir.
  • Veriyi Kontrol Edenler: Dijital platformları ve algoritmaları tasarlayan ve yönetenlerdir. Bu aktörler, sadece veriyi depolamakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal davranışları şekillendirme gücüne de sahiptir.

3. Kimliklerin Çarpışması ve Yeni Kültürler

Bu ayrım, küreselleşmenin getirdiği kültürel ve kimliksel gerilimleri gösterir.

  • Küresel Hibritler: Farklı kültürlerin dijital platformlarda birleşerek yeni ve melez kimlikler oluşturmasıdır.
  • Radikal Olanlar: Küresel akışa direnen, dijital araçları kullanarak kendi kimliklerini ve kültürlerini radikal bir şekilde savunan gruplardır.

Bu kategoriler, küremizin "bütünleşik ama parçalanmış" bir yapıda olduğunu gösterir. 


1. Yeni İktidar ve Egemenlik Biçimleri

Geleneksel siyaset felsefesi iktidarı devletin tekelinde görürken, çağdaş düşünce iktidarın çok merkezli ve dağınık olduğunu savunur.

  • Biyopolitika ve Kontrol Toplumu: İktidar, sadece yasalarla değil, aynı zamanda bireylerin biyolojik yaşamı ve davranışları üzerinde kurulan kontrolle (gözetim teknolojileri, veri analizi, sağlık politikaları) işler. Foucault ve Agamben gibi düşünürler, iktidarın bu yeni biçimlerini inceler.
  • Algoritmik Yönetişim: Yapay zeka ve algoritmalar, kamu hizmetlerinden sosyal yardımlara kadar pek çok alanda karar verme süreçlerine dahil olur. Bu, görünmez ve sorgulanamaz bir iktidar biçimi yaratır.
  • Neoliberal Yönetişim: Devletin, piyasa mantığını benimseyerek vatandaşlarını birer **"insan sermayesi"**ne dönüştürmesi ve yönetmesi. Wendy Brown bu konunun en önemli temsilcisidir.

2. Adalet, Eşitlik ve Kimlik Tartışmaları

Adalet kavramı, sadece ekonomik dağılım veya hukuki eşitlikle sınırlı kalmaz, yeni boyutlar kazanır.

  • Dijital Haklar ve Adil Erişim: İnternet erişimi, veri gizliliği ve algoritmik ayrımcılık gibi konular, adalet ve eşitliğin yeni alanları haline gelir.
  • Çevresel Adalet ve Antroposen: İnsan eylemlerinin gezegenin jeolojik süreçlerini etkilediği Antroposen çağında, adalet sadece insanlar arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda insan ile doğa arasındaki ilişkiyi de kapsar.
  • Tanınma ve Çokkültürlülük: Kimlik siyaseti, farklı toplumsal grupların tanınma ve temsil taleplerini dile getirirken, bu taleplerin neoliberal politikalarla nasıl iç içe geçtiği de tartışılır.

3. Demokrasinin Geleceği

Dijitalleşme ve küreselleşme, demokrasinin geleceğini hem tehdit eder hem de yeni olanaklar sunar.

  • Popülizm ve Demokrasi: Popülist hareketlerin yükselişi, mevcut demokratik kurumları zorlar. Ernesto Laclau gibi düşünürler, popülizmin sadece bir tehlike olmadığını, aynı zamanda demokrasinin kendi mantığının bir parçası olduğunu savunur.
  • Sivil Toplum ve Kamu Alanı: Sivil toplum, hem dijital araçlarla güçlenerek küresel bir aktör haline gelir hem de otoriter rejimlerin ve gözetim kapitalizminin baskısı altında kalır.
  • Post-Hakikat ve Siyaset: Nesnel gerçeklerin ve uzmanlığın sorgulandığı, duyguların ve algıların siyaseti şekillendirdiği bir dönemde demokrasinin nasıl işleyeceği önemli bir soru haline gelir.

Bu ana başlıklar, 21. yüzyıl siyaset felsefesinin en canlı ve en tartışmalı alanlarını oluşturuyor.

Elbette. 21. yüzyılın en etkili ve güncel tartışmalarına yön veren, kamuoyunda da tanınan bazı önemli siyaset felsefecileri şunlardır:


1. Jürgen Habermas

Kimdir: Almanya'daki Frankfurt Okulu'nun son büyük temsilcisi olarak kabul edilir. Kamuoyunun oluşumu, iletişimsel eylem ve müzakereci demokrasi üzerine teorileriyle tanınır. Neden Önemli: Demokrasinin, özgür ve rasyonel tartışma ortamı olan kamusal alan aracılığıyla kurtarılabileceğini savunur. Günümüzde sosyal medya ve dezenformasyonun kamusal alanı nasıl yozlaştırdığına dair tartışmalarda en çok referans verilen isimlerden biridir.


2. Chantal Mouffe

Kimdir: Ernesto Laclau'nun entelektüel partneri olarak, radikal demokrasi ve agonistik siyaset teorisinin kurucusudur. Neden Önemli: Siyasetin özünde bir çatışma olduğunu savunur ve popülizmin, demokrasinin kaçınılmaz bir parçası olduğunu ileri sürer. Demokrasinin, bu çatışmayı "düşman"ları yok ederek değil, "rakip"lerle mücadele ederek sürdürmesi gerektiğini savunur. Günümüzdeki siyasi kutuplaşmaları ve popülist hareketleri anlamak için temel bir referans noktasıdır.


3. Michael Sandel

Kimdir: Harvard Üniversitesi'nde siyaset felsefesi dersleri veren ve bu dersleri yüz binlerce kişiye ulaşan çevrimiçi bir fenomene dönüştüren bir filozoftur. Komüniteryanizm akımının en önemli temsilcilerindendir. Neden Önemli: Siyaset felsefesini soyut tartışmalardan çıkarıp, somut ve gündelik ahlaki ikilemler (adil fiyatlar, eşitlik, etik sorunlar) üzerinden ele alır. Kapitalizmin ahlaki sınırları ve bireyciliğin toplumsal bağları nasıl zedelediği üzerine yaptığı eleştirilerle tanınır.


4. Wendy Brown

Kimdir: Neoliberalizm ve onun siyaset, demokrasi ve birey üzerindeki etkileri üzerine yaptığı eleştirel analizlerle öne çıkan Amerikalı bir siyaset teorisyenidir. Neden Önemli: Neoliberalizmi sadece bir ekonomik sistem olarak değil, aynı zamanda devletin rolünü ve bireyi yeniden tanımlayan bir yönetişim biçimi olarak analiz eder. Sizin de belirttiğiniz gibi, kimlik siyasetinin neoliberalizm tarafından nasıl manipüle edildiğini ve devletin piyasanın bir aracı haline geldiğini gösteren çalışmalarıyla tanınır.


5. Martha Nussbaum

Kimdir: Aristotelesçi gelenekten gelen ve duyguların, ahlakın ve adalet teorisinin siyaset felsefesindeki rolüne odaklanan Amerikalı bir filozoftur. Yetkinlikler Yaklaşımı (Capabilities Approach) adlı teorisiyle bilinir. Neden Önemli: Adaleti, sadece hukuki veya ekonomik dağılım olarak değil, aynı zamanda bireylerin insanca bir yaşam sürebilmeleri için sahip olmaları gereken temel yetkinlikler (sağlık, eğitim, siyasi katılım gibi) olarak tanımlar. Küresel adalet ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularda önemli bir ses olmuştur.

Bu düşünürler, siyaset felsefesini sadece akademik bir disiplin olmaktan çıkarıp, güncel sorunlara yönelik canlı ve eleştirel bir diyalog alanı haline getiriyorlar.

Büyük küresel sorunlar ve teknolojideki gelişmelere rağmen artmayan mutluluk, çağdaş siyaset felsefesinin en temel meselelerinden biri. Siyaset felsefecileri, bu karmaşık duruma karşı doğrudan "tek bir çözüm" sunmaktan ziyade, sorunun kökenlerine inerek ve farklı düşünce paradigmaları önererek bir yol haritası çizmeye çalışırlar. Bu öneriler genellikle üç ana başlık altında toplanır.


1. İletişim ve Demokrasiyi Yeniden Canlandırmak

Bu yaklaşım, sorunların kaynağını, ortak akıl ve müzakere alanının zedelenmesinde görür.

  • Jürgen Habermas, bu konuda en öne çıkan isimdir. O, küresel sorunların çözümünün, farklı kültür ve coğrafyalardan gelen insanların birbirlerini dinleyebilecekleri, özgür ve rasyonel bir **"kamusal alan"**ı yeniden inşa etmekten geçtiğini savunur. Habermas'a göre, teknoloji şirketleri ve siyasetin yaydığı dezenformasyon, bu alanı parçalıyor. Çözüm, iletişimsel eylem yoluyla ortak bir anlayışa ulaşmak ve bu yolla küresel sorunlara karşı ortak bir irade oluşturmaktır.

2. Adaleti Yeniden Tanımlamak ve Eşitliği Savunmak

Bu yaklaşım, küresel sorunların temelinde yatan eşitsizlik ve adaletsizlikleri ele alır.

·        Martha Nussbaum ve Amartya Sen gibi düşünürler, sadece ekonomik eşitliğin yeterli olmadığını belirtirler. Onların **"Yetkinlikler Yaklaşımı"**na göre, bir toplumda adaletin sağlanması için bireylerin temel yetkinliklere (sağlık, eğitim, siyasi katılım, kişisel güvenlik gibi) erişimlerinin güvence altına alınması gerekir. Küresel sorunlara karşı çözüm, bu yetkinliklere evrensel olarak erişimi sağlayacak uluslararası politikaların geliştirilmesidir.

·        Nancy Fraser ise adaleti, hem ekonomik yeniden dağıtım hem de kültürel tanınma boyutunda ele alır. Neoliberalizmin ekonomik eşitsizlikleri derinleştirirken, kimlik siyasetinin de bu eşitsizlikleri gizlediğini savunur. Çözüm, hem ekonomik adaleti (gelir dağılımı gibi) hem de kültürel hakları (kimliklerin tanınması gibi) bir arada talep eden yeni bir sosyal hareket yaratmaktır.


3. Siyasetin Kendisini Dönüştürmek

Bu yaklaşım, mevcut siyasi sistemin sorunları çözemediğini, dolayısıyla siyasetin mantığının değişmesi gerektiğini ileri sürer.

  • Jacques Rancière ve Chantal Mouffe, bu alandaki öncü isimlerdir. Onlara göre, mevcut siyasi sistemler, toplumsal çatışmaları (uyuşmazlıkları) bastırmaya çalıştığı için krize girmiştir. Oysa çözüm, "radikal ve çoğulcu demokrasi" ile siyasi çatışmayı meşru bir şekilde ifade etmektir. Toplumda dışlanan, sesi duyulmayan grupların (ekolojik aktivistler, dijital hak savunucuları vb.) siyasetin içine dahil olması ve adil bir şekilde çatışması, sorunların çözümü için bir başlangıç noktasıdır.
  • Bruno Latour ise sorunun, sadece insan merkezli siyasetten kaynaklandığını savunur. Çözüm, insan olmayan aktörleri (iklim, virüsler, teknoloji gibi) de siyasi kararların bir parçası olarak görmek ve onlarla birlikte bir "eyleyici ağları" oluşturmaktır. Bu, insanlığın doğayı kontrol etme çabasından vazgeçerek, onunla birlikte hareket etmesini gerektirir.

Bu filozoflar, basit bir reçete sunmuyor; aksine, bizden içinde bulunduğumuz krizi daha derinlemesine düşünmemizi ve bu krizi aşmak için yeni düşünce biçimleri geliştirmemizi istiyorlar.

"İlerleme" Kavramının Çifte Yüzü

Modernite'nin ruhunda yatan "ilerleme" fikri, bize teknolojinin, bilimin ve insan haklarının sürekli olarak daha iyiye gittiğini söyler. Bu açıdan bakarsak, evet, mevcut koşulların geçmişe oranla birçok alanda daha iyi olduğunu söyleyebiliriz:

  • Sağlık ve Ortalama Yaşam Süresi: Küresel olarak ortalama yaşam süresi uzadı, çocuk ölümleri azaldı ve birçok hastalık kontrol altına alındı.
  • Eğitim ve Okuryazarlık: Dünya genelinde okuryazarlık oranları yükseldi ve daha fazla insan temel eğitim olanaklarına erişebiliyor.
  • İnsan Hakları: Kölelik gibi temel insanlık dışı uygulamalar yasal olarak sona erdi ve cinsiyet, ırk gibi konularda yasal eşitlikler sağlandı.

Ancak, modernite'nin bu ilerleme vaadi, aynı zamanda yeni ve karmaşık sorunları da beraberinde getirdi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder