Akragaslı Empedokles ile Klazomenaili Anaxagoras’ın,
bu iki düşünürün kişilikleri her ne kadar farklı da olsa dünya görüşleri yine
de ortaktır; ikisi de Elea Okulu ontolojisini temel
alarak varolanı olmamış, değişmez ve ebedi
diye kabul etmiştir, ancak —duyusal deneyimler ve Herakleitosun sürekli oluş
öğretisi nedeniyle— şeylerin çokluğunu ve hareketini, Parmenidese karşılık,
gerçek diye varsaymış ve hareket ettiren nedeni yalıtlanmış bir ilke olarak
karşısına çıkardıkları varolanların çokluğunu kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Demek ki, farklı açıklık ve anlayışa karşın, her iki düşünür de birer ikicidir
(dualist).
Ancak Empedokles’in genellikle fantastik de olsa görkemli doğa
spekülasyonlarına karşılık Anaxagoras’ın düşünceleri büyük bir ölçülülük,
belirgin bir akılcılık anlamına geliyorsa, o zaman Parmenidesçi ontolojinin
özünü Herakleitos’un öğretisiyle uyumlu hale getirmek için girişilen Üçüncü ve
sonuncu büyük deneyin de bir diğer ölçülülük ve klasik Antikçağın yarattığı
tutarlı bir tekçilik (monizm) olarak görülmesi gerekir. Bu tekçiliğin kurucusu,
etkileri modern doğabilimlerin yakın evrelerine kadar ikibin yıldan fazla
sürmüş atom kuramının kurucusu olan Leukippos’tur; bu düşünürün yaşamı hakkında kesin
olarak bildiklerimiz, gençlik günlerini yurdu Miletos’ta geçirdikten sonra
—Xenophanes ile Pythagoras gibi—deniz yoluyla batıya gitmiş, güney İtalya’daki
Grek kenti Eleada Zenondan ders almış ve felsefi düşüncesi üzerinde derin izler
bırakacak şekilde ondan etkilenmiş olduğudur. Daha sonra, ama kesinlikle
olgunluk çağında, Trakya’daki Abdera kentine göç ederek MÖ. 450 yılından, hatta
olasılıkla bundan on yirmi yı1 sonra orada bir felsefe okulu kurmuştur.
Ne var ki, Leukippos’un öğretisini ele
almadan önce tarihsel varoluşu hakkında birkaç söz söylemek gerekiyor Tannery,
Erwin Rohde ve son olarak Nestle gibi önde gelen çağdaş kimi, araştırmacılar
Leukippos’un varlığını yadsımanın gerekli olduğuna inanıyorlardı Buna
Epikuros’un düşüncesizce sarfettiği sözler neden olmuş, izleyicisi Hermarchos gibi,
o da Leukipposun hiç yaşamadığını iddia etmiştir. Epikuros’un bu garip
iddiasını en iyi şekilde açıklayan büyük araştırmacı Hermann Diels olmuştur, bu
yüzden sözlerini olduğu gibi buraya alıyoruz “Eski Abderalıların, yani
Leukippos ile Demokritos’un eserleri daha 4. Yüzyılda, yazarları arasında fark
gözetmeden, a potiori denen bir corpus Democriteumda bir araya gelmiş olması
gerekir. Makedonya ve Assos’ta Abdera Okulu ile ilişkiye geçmiş olması gereken
Aristoteles ve Theophrast, bu okulun kurucusu Leukippos ve eserleri hakkında
eksiksiz bilgilere sahiptiler. Bu yüzden Leukippos’ ile Demokritos’un
eserlerini onlar, neredeyse yalnız onlar belirgin şekilde birbirinden
ayırırlar. Bu durumda büyük bir olasılıkla Leukippos’un eserleri, kendisini
gölgede bırakan ve doğa felsefesine ilişkin öğretisi tüm önemli noktalarda
hocasının öğretisiyle uyum gösteren büyük öğrencisi Demokritos’un sayılamayacak kadar
çok eseriyle birlikte Abdera Okulu’nun genç kuşaklarına kalmıştır; ama daha
önce Leukippos’un, eserlerinin başında ya da başlangıcında yazar olarak yer
alan adı kaybolmuş ve bunlar, bir araya getirilmiş olan Demokritos’unkilerle
birlikte, Demokritos’un eserleri sayılmıştır, böylece, Aristoteles 40 yıl sonra
dünyaya gelmiş olan Epikuros, —bütün eski düşünürler gibi eserlerinin ardına
gizlenen ve o günlerin edebi görenekleri gereği öğrencisi Demokritos tarafından
da eserlerinde adı geçmeyen— Leukipposun kişiliği ve varlığı hakkında güvenilir
hiçbir iz bulamamış ve bu yüzden, en zayıf yanı tarihsel eleştiri olduğu için
biraz aceleci davranarak onu yadsımıştır.
Ama Epikurosun bu düşüncesiz iddiasına
karşılık Aristoteles’in ve ünlü öğrencisi Theophrast’ın, otoritesi o denli ağır
basmaktadır ki, Leılkippos hakkında verdikleri bilgilerden asla kuşku
duyulmaması gerekir. Aristoteles eserlerinin en azından on yerinde Leukippos’u
belirli öğretilerin temsilcisi, özellikle de atom kuramının kumcusu diye
tanımlar, bunların dokuzunda adını, bir defasında açık açık Leukippos’un
öğrencisi olarak söz ettiği Demokritos’la birlikte anar. Sokrates öncesi
felsefenin ünlü tarihçisi ve Demokritos’u aynı şekilde Leukippos’un öğrencisi
diye tanımlayan Theophrast, daha sonraki İskenderiyelilere karşılık,
Demokritos’a atfedilen ‘Makro Kozmos adlı eserin Leukippos’a ait olduğunu
açıkça ifade eder. Aristoteles’in ve Theophras’ın bu tanıklıkları tarafımızdan
varılacak tarihsel yargı açısından tamamen belirleyicidir. Bu yüzden bir
‘Leukippos sorunu” söz konusu olamaz, tıpkı Sokrates öncesi filozofların (biri
istisna olmak üzere) eserlerini araştırmış, yaşayan gerçek uzman kişilerin
haklı olarak Leukippos’un tarihsel varoluşundan kuşku duymamaları gibi.
Atom kuramı
Şimdi Leukipposun çığır açan öğretisinin,
Herakleitos ile Parmenides arasındaki metafizik temel çelişki karşısında
tamamen yeni ve hiç kuşkusuz dahicesine bir çözüm denemesi olan atom kuramının
nasıl meydana çıktığını görelim. Leukippos’u atom kuramına götüren ne olmuştu?
Aristoteles de, birçok bakımdan açıklanması ve tamamlanması gereken bir atom
kuramını ana hatlarıyla tasarlamıştı. Empedokles ise mikroskopik küçük
kırıntılar halinde yan yana duran ve cisimler dünyasının temelini oluşturan en
küçük öğe parçacıklarından söz etmişti —ki bu, atom kuramının doğuşunda
taşıdığı önemi ilk kez Walter Kranz tarafından belirtilen bir görüştür—, ama bu
kuramın meydana çıkmasının asıl nedeni, ‘öğrencisi Leukippos’un düşüncesini
derinden ve belirgin şekilde etkilemiş olan Zenondur: Şeylerin çokluğuna ve
hareketine karşı, dichotomie ilkesine, yani cismin, sonsuza kadar devam ettiği
düşünülen ikiye bölünmesi ilkesine dayanarak öne sürdüğü zekice kanıtlar
Elealıyı sonsuz küçük madde parçacıkları kavramına götürmüştür; Zenon’un
argümanlarının etkisiyle Anaxagoras da kendi madde öğretisinde sonsuz küçük
olan kavramını kullanmış, tamamen Elealıların tarzında şeylerin sonsuza kadar
bölünebilirliğini büyük bir güvenle öne sürmüştür. Zenonun bu öğretisi
Leukippos’ta ters bir etki yaratmıştır. Zira üzerinde uzun uzun kafa yorduğu bu
sonunun çekiciliğine kapılarak Zenonun savına tamamen zıt kendi atom kavramını
keşfetmiştir. Burada şu soruyu soralım: Leukippos yaşlı çağdaşı Anaxagoras gibi
niçin aynı yolu izlememiştir? Onu, hocasının çürütülmez gibi görünen elitini
(cismin sonsuza kadar mümkün olan bölünebilirliğini) zorunlu olarak reddetmeye,
böylece atom kavramını bulmaya götüren ne olmuştur? Görünüşe göre bunda, önce
Aristoteles’in sonra da Simplicius’un meydana çıkardığı şu düşüncelerin rolü
vardı: Şeylerin katı, daha fazla bölünmeyen ilk parçacıklarının’ olması
gerekir. Zira onları sonsuza kadar parçalara ayırabilmek için, içlerinde sonsuz
küçüklükte boş mekanların bulunması gerekir, çünkü bir cismin içinde bir
‘boşluk” yoksa onu parçalara ayırmak mümkün
Zenonun iddia ettiği gibi maddeleri bu şekilde sonsuza kadar parçalara
ayırmak mümkün olsaydı, o zaman görünen tüm şeylerin yalnızca birbirine değen boş
mekanlardan meydana gelmiş olması gerekirdi, ki bu durumda boş mekanların dışın
da katı hiçbir şey bulunmaz, her şey tamamen tözden yoksun olurdu. Zenon’un,
tamamen soyut, yani matematiksel düşünülmüş, şeylerin sonsuza kadar ikiye bölünebilirliğini,
demek ki, gerçeklikte, yani fiziksel olarak gerçekleştirmek mümkün değildir. Bu
durumda cisimle kütlesinin ilişki sağlayan madde parçacıklarında herhangi bir
boşluğun bulunmaması, yani “tamamen dolu” olması ve bu yüzden başka parçalara ayrılmaması
gerekir. Zira bir cismi parçalara ayırmak, yani bölmek sadece içindeki bir boş
mekana dayanarak mümkündür. Hiçbir boş mekan içermeyen bir şeyi yalnız bölmek
değil, üstelik zedelemek bile mümkün değildir. Bileşimlerinin tarzına göre ilk
oluşturucu öğeleri, yani atomları arasında az ya da çok boş mekan bulunan tüm
görünür cisimler, artık başka parçası olmayan işte bu tür atomlardan meydana
,gelirler, tıpkı tersi durumda bir maddeyi bölmeye devam ederek sonuçta onun
görünmez küçük ve artık bölünemeyen, yani ‘atom” olan ilk oluşturucu öğelerine
ulaşılması gibi.
Bu atomlar birbirlerinden üç şekilde
ayrılırlar: Biçimleri, konumları ve düzenleri (tasnifleri bakımından. Leukippos
ile Demokritos duyulan dünyasının yalnız görünüş olmadığını, üstelik gerçekliklere
de dayandığını varsaydıkları için, bu dünya sayısız biçim, renk, tat vs.
çeşitliliği göstermektedir, böylece onlara göre sayısız çeşitlilikte atom
biçimi de mevcuttur. Maddi tözleri hepsinde tek ve aynı olan atomlar arasında
ki bu üç temel farkı duyusal olarak algılanabilen şeylerin çeşitliliğine temel
oluşturur, tıpkı aynı sözcük öğelerinden, yani yani harflerden nasıl bir
tragedya metni yazılıyorsa aynı şekilde bir komedya metninin de yazılması gibi.
Oluş ve bozuluş nasıl ki atomların bir araya gelmesine ya da ayrılmasına
dayanıyorsa —ki Leukippos bu temel görüşü Empedokles ve Anaxagoras’la
paylaşır—, böyle bir şeyin değişikliğe uğraması da yalnızca atomlarının değişen
düzenine ve konumuna dayanır. Bu yüzden ‘doluluk —sayısız, görünmez küçüklükte
atomlar— ve boşluk görünen dünyanın ilk nedenidirler. Zira atom fiziğinin ikinci temel koşulu işte bu boş mekan
varsayımıdır (ancak boşluk deyince havayla dolu mekan anlaşılmaktadır). —Büyük
bir olasılıkla Parmenidesten önce Pythagorasçılardan birkaçının da savunduğu—
bu varsayım Leukipposa göre kesinkes zorunludur, çünkü boşluk olmadan ne
hareketi ne de cisimlerin çokluğunu kavramak mümkündür. Bazı cisimlerin
yoğunlaşması ve aynı şekilde (organizmaların) büyümesi de yalnız bu koşul
altında açıklanabilir. Göreceğimiz gibi atomcular, olasılıkla Leukippos da, boş
mekanın varlığını deneysel yoldan kanıtlamaya çalışmışlardır.
‘Dolu olana, yani mekan doldurana,
“varolan”a karşılık ‘varolmayan’ diye de tanımladığı bu boşluk Leukippos’un
kanısınca ‘dolu olan, “varolan” gibi aynı şekilde mevcuttur. Leukippos’un
öncelleri, özellikle bir başka yönden kendine temel aldığı Elealılar
“varolmayan” olarak boş mekanın mevcudiyetini kesinkes reddetmişlerdi. Ama
Leukippos bo ol madan ne hareketin ne de çokluğun düşünülemeyeceğini farkederek
ikinci belirleyici adımı atmış ve boşluğu, her ne kadar dolu olana, yani
cisimsel olana, asıl anlamda varolan”a karşılık “varolmayan” diye tanımlasa
bile, gerçek saymış, “varolmayan”ın, yani boş mekanın varolan gibi aynı şekilde
mevcut olduğunu cesaretle öne sürmüştür. Bu gerçekliğinin Leukippos tarafından
kabul edilişi; cisimsel nitelikte olmayan, ne görülen ne de elle tutulan,
sadece düşüncede kavranabi len bir şey ilk kez gerçek diye açıklandığı için de,
düşün tari hinde çok önemli bir yer tutar: Böylece tamamen yeni bir gerçeklik
kavramına yoi açılmaktadır (ayrıca, her ne kadar başka yönden de olsa, bu
kavramı Anaxagorasda kendi nous öğretisinde ortaya çıkarmıştı). Zira bununla
eski ionya materyalizmi, Antikçağın en güçlü materyalist felsefe sisteminin kurucusu sayılan düşünür vasıtasıyla da ilkesel olarak aşılmış oluyordu.
Görünür dünyadaki şeylerin değişimi nasıl
ki hiç sona ermiyorsa, atomların hareketi de aynı şekilde sonsuza kadar devam
etmektedir. Dolu olanın, yani atomlar bütününün daima, ebediyetten bu yana
mevcut olması gibi, hareketleri de başlangıçsız ve sonsuzdur. Madde ve hareket
birbirinden ayrılmaz. Atomların hareketi, Leukippos’a göre, başka bir türeme
ihtiyaç duymamaktadır. Görünüşe göre bu konuda onu Miletoslu canlı
maddecilerin, öğrencileriyle aynı kentin çocuğu olarak batıya gitmeden önce
olası kişisel ilişkiler kurduğu bir Anaximandrosun ve bir Anaximenes’in temel
görüşü etkilemiştir. Zira her biri tek başına alınırsa Leukipposçu atomların
milyonlarca parçaya ayrılmış da olsalar, Parmenidesçi .“varolanlar”ın yetkin
birer kopyası olduğu nasıl kuşku götürmüyorsa, başlangıçsız ve nedensiz bir
hareket varsayımının da eski İonya tekçiliğinden kaynaklanan son derece garip bir sonuç olduğuna hiç kuşku yoktur. Çünkü, tarihsel-eleştirel yönden ele
alınırsa, bu atom kuramının yalınlığından dolayı eski Miletosluların
görüşleriyle atom kuramı-nın kurucuları arasında yalnız tam bir yüzyılın
değil, üstelik felsefi düşüncede kaydedilen muazzam bir gelişmenin de bulunduğu
gözden kaçırılmamalıdır.
Sonsuz maddeyi, canlı, ya ratıcı bir birlik olarak
gören bir Anaximandros’a göre canlı maddeci tekçilik kendi çocuksu, ama
görkemli spekülasyonlarının doğal bir sonucuydu; öğelerde dolaşan sevgi ve
çatışma öğretisinin sahibi Empedokles ile evreni harekete geçi ren nous
öğretisinin kurucusu Anaxagorasın, maddeyi ve onu harekete geçiren gücü ilkesel
olarak birbirinden ayıran bu iki düşünürün çağdaşı olan Leukippos’a göreyse
durum tama men farklıydı. Ve bundan da öteye o evrenin bağlantılı bir kütleden
değil de, sayısız, birbirlerinden mekansal olarak ayrı atomlardan meydana
geldiğini öne sürdüğü zaman, bu atomları aktif ve bu yüzden kendilerine
özgü bir amaca yönelik diye değil, tersine plansız, başıboş bir hareket halinde
—bel ki bizce ‘güneş tozları” diye tanımlanan cisimciklere benzer şekilde—
düşünmüştür. Bu bakımdan Aristoteles atomla nn ilk hareketi, yani ilk
hareketlerinin kaynağı sorusuna or taya attığı zaman, bunun kendi görüş
açısından yerinde bir soru olduğunu görmekte, onun ve Theophrastın serzenişi ni
anlayışla karşılamaktayız. Leukipposçu atomların ilk hare keti tamamen
metafizik bir belirtidir; bu yüzden atomların ilk hareketini anlaşılır duruma
getiren bir gerekçe gösteri memiştir. Burada şu soruyu soracak olursak:
‘Empedokles ile Anaxagoras’ın ikici öğretilerini çok iyi tanımasına karşın
Leukippos’un neredeyse şırf mekanik bir dünya görüşünü ileri sürmesi nasıl
mümkün olmuştur?”, o zaman cevabı aşağı yukarı şöyle olmalidır: Şeylerin
hareketini gerçek saydığı için, özellikle hareketin gerçekliği Elealılarca
kesinkes reddedildiğinden, bu gerçekliği hareketi açıkla üzere de geçer li
saymıştır. Evrenin meydana gelmesine neden olduktan sonra faaliyetine hemen,
son veren, böylece her şeyi sırf mekanik şekilde gelişmeye bırakan
Anaxagoras’ın “nous”u ise Leukippos’a, bağımsız kozmik ilk güç olarak, tıpkı
Empedokles evrensel güçleri “sevgi” ile ‘çatışma gibi, olasılıkla mitsel
görünmüştür. Peki ama madde kütlesinin dışında bir ilk hareket ettirici nasıl
bulunacaktır? O günün felsefi dü şünce düzeyinde bu soruya cevap vermek ona
oldukça zor gelmiştir. Evrendoğumun bu temel sorunu üzerinde düşünür ken
görünüşe göre aklına günün birinde şöyle bir düşünce gelmiştir: İyi ama, ya ilk
hareket madde dışı bir nedene sahip değil de, maddenin kendi özgün özelliği
ise? O zaman evreni açıklamak için “ilk hareket ettirici” olarak etkinlikte
bulunan özel bir faktöre hiç gerek yoktur. İşte bu nokt mad deyi kendinden hareketli
sayan büyük Miletoslu öncellerinin, temel görüşü etkisini açıkça duyurmaktadır.
Böylece sorun şaşkınlık uyandıracak kadar basit bir tarzda çözülmüş
görünmektedir: Atomlar kendinden sürekli bir hareket içindedirler.
Leukippos’un, atomlar kütlesinden evrenin
ya da daha doğrusu sayısız dünyaların meydana gelişini nasıl düşündüğü nü
izleyen sayfalarda yer alan doksograflardan öğreneceğiz, bu durum aynı şekilde,
atom öğretisinden çıkardığı duyular dünyasının idrak edilişiyle ilgili gerçek
devrimci’ sonuçlar için ve yine atom öğretisine dayanan ruh ile yüzdeki duyu
organlarının fizyolojisine ilişkin tasarımları için de söz konusudur.
Leukippos’un mekanik ve materyalist dünya
görüşü özellikle ünlü öğrencisi Abderalı Demokritos tarafından benimsenmiş,
birçok yönden genişletilmiş ve felsefenin öteki alanlarının da katılmasıyla
önemli ölçüde tamamlanmıştır.
120
yıl sonra Epikuros atomculuğu toplam felsefesinin temeli haline getirmiş,
böylece —özellikle Lucretius, sonra Cicero, Seneca vs. tarafından genç
kuşaklara aktarılarak_.. Rönesans düşünürlerini, hatta sonrakileri bile —ki
yalnız Descartes ile Galilei’nin adını anmak yeter— derinden etkilemesine neden
ol muştur. Ne ki, bu öğreti klasik dönemin büyük Grek felsefesini ayni’ şekilde
etkileyememiştir. Düşünceleri insanların manevi-ahlaksal özü sayılan Sokrates
gibi bir filozof için atomculuk yalnız hiçbir anlam ifade etmemekle kalmamış,
üstelik Demokritosun öğretilerinden bazılarını zaman zaman göz önüne almalarına
karşın Platon ile Aristoteles tarafından da kesinlikle reddedilmiştir. Platona
ve ünlü öğrencisi Aristoteles’e göre atom kuramı insanın manevi yaşamını, ona
bir hedef göstermek ve yön vermek bir yana, açıklamaktan bile çok uzaktır, ve
Aristoteles’e ‘göre bu öğreti, özellikle son dönemlerinde düşüncelerini
üzerinde yoğunlaştırarak araştırdığı organik dünyanın sırları karşısında
başarısızlığa uğramıştır.
Sokrates’ten
Önce Felsefe II-Hazırlayan Wilhelm Capelle-Kabalcı Yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder