Tüten
ANĞ
Felsefe
Söyleşileri I-II
Maltepe
Üniversitesi
Yayına
Haz: Betül Çotuksöken.
İstanbul
Marmara Eğitim Vakfı Yayını
Alwin
Diemer “Ontoloji” başlığını taşıyan yazısına şu sözlerle başlıyor: “Doğal ve
gündelik yaşamımızda, önümüzde duran bir şeyin gerçek birşey olduğunu, onun
tıpkı kendimiz gibi varolduğunu söyler ve bunu kendiliğinden apaçık anlaşılır
sayarız. Öyle ki bu durumda gerçek olmanın ve genellikle varlığın ne ifade ettiği
gibi bir soruyla pek ilgilenmeyiz. Bu, bilimler için de böyledir. Örneğin,
organik alanın bilgisi olan biyoloji canlılarla, anorganik alanın bilgisi olan
fizik cansız maddeyle. böyle bir tavır içinde ilgilenir. Kısacası onlar gerçek
olmanın ve varlığın ne olduğu gibi bir soruyla doğrudan ilgilenmezler.” (Alvin
Diemer, Günümüzde Felsefe Disiplinleri: Çev. ve Der. Doğan Özlem (2.bs.),
İnkılap Kitabevi, Istanbul, 1997, s.97)
Oysa
felsefe, günlük yaşamımızda ve bilimde güçlü ve doğal olarak kabul gören bu
tavra zıt bir tavır takınıyor. Çünkü varlığın, varolanın kendisi doğrudan
felsefenin temel konusudur. Bu konu ile ilgili soru ve sorunları, fenomenleri
araştıran felsefe disiplini ontolojidir, varlık felsefesidir. Bir başka deyişle
varlık felsefesi, ontoloji varolanların ortak olan, birleştirici olan
niteliğini araştıran bir felsefe disiplinidir. Bu bağlamda Takiyettin Mengüşoğlu için ontolojinin problem alanı, varolanın temel
yapısını, varolanı belirleyen determinasyon ilkelerini (kategoriler) ve
varolanın türlerini ve tarzlarını (modus) içermektedir.
Ontolojinin,
varlık felsefesinin tarihi Aristoteles’e kadar geri götürülebilir. Aristoteles,
ontolojiyi bir prote philosophia olarak tanımlayan ilk filozoftur. Aristoteles,
ontolojiyi “varolanı varolan olarak” inceleyen, araştıran, irdeleyen bir
disiplin olarak tanımladı. Onun kendi diliyle söylemek istersek “on he on.”
Aristoteles’in
ontolojiyi “varolanı varolan olarak” inceleyen bir bilgi dalı biçiminde tanımlamasının
haklı bir nedeni var. Çünkü varlık metafiziği anlamında varlık felsefesi,
ontoloji, varlığı ya oluş ya da görünüş olarak değerlendiriyordu. Varlık; oluş
ve görünüşten başka birşey değildi. Oysa bugünün ontolojisi için gerek oluş ve
gerek görünüş (varolanın görünmesi anlamında) kuşkusuz varolanla ilişkilidir;
özellikle oluş varolanda ortaya çıkan, onu belirleyen bir ilke, bir kategoridir
ama asla varolanın kendisi değildir.
Hem
son şey, hem de ilk şey olarak varlığı tanımlamak mümkün değildir. Belki de
iddiasız bir biçimde şöyle diyebiliriz: varlık
derken dile gelen şey,sonsuz çeşitlilik gösteren varolanların
birleştirilmesidir.
Aynı
şey hakikat ve gerçeklik için de söz konusudur. Hakikat olan ve gerçek olan pek
çok olay, olgu, bilgi vardır. Fakat bu pek çok olay, olgu ve bilgi de hakikat
olma ve gerçek olma niteliği bir ve aynıdır. Bu nedenle varlık, hakikat ve
gerçeklik kavramlarını felsefe açısından çoğul olarak kullanmak doğru değildir.
Ontolojinin
Aristoteles’ten Nicolai Hartmann’a gelinceye kadar varlık felsefesi olarak
değil de varlık metafiziği olarak değerlendirilmesinin, anlaşılmasının nedeni,
bu süreç içindeki bütün filozofların asıl amaçları, onların varlığı varolanı
tanımlamak istemeleridir. Bu süreç içinde yer alan bütün filozoflar varlığın
arkasında ona temel olan şeyi aradılar ve onunla varlığı tanımlamak istediler.
Örneğin Platon’da idea, Kant’ta ding an sich. Hegel’de mutlak
Geist, Husserl’de saf ben, Schopenhauer’de irade v.b. gibi. Oysa günümüz
ontolojisi varlığın tanımlanamayacağını kabul ediyor. Onda görünüş alanına
çıkamayan metafizik bir temelden söz etmiyor. Kendisini fenomenlerle ortaya koyan varolanı incelemek, araştırmak
istiyor günümüz ontolojisi.
Günümüz
ontolojisi Husserl’in “fenomenlere,
şeylere dönelim” çağrısına kulak vererek, varlığın, varolanın kendisini
fenomenlerde gösterdiği, açığa çıkardığı gerçeğine dayanarak, sadece
fenomenlerin kendisinden hareket etmektedir. Dolayısıyla ontolojinin hareket
noktasını da varolanın kendisini gösterdiği fenomenler oluşturmaktadır.
Günümüz
ontolojisi için “Varolan ve varlık bir bütün oluşturur ve varolan, varlık daima
ye heryerde “kendi başına” olan bir varlıktır. Bunun manası şudur: varolan ve
varlık, süjenin, insanın veyahut insan-üstü bir varlığın herhangi bir aktı veya
hareketi sayesinde meydana gelmez; varolan süjeye, insana veyahut insan üstü
bir varlığa bağlı kalmadan vardır. Varolan, insanın onu bilip bilmemesine
kayıtsızdır”. (Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş 2. bs., Edebiyat
Fakültesi Yayınları, Istanbul, 1968, s. 105)
Varolana,
varlığa ilişkin bu değerlendirmesiyle, günümüz ontolojisi, felsefe tarihinde
ağırlığını günümüze kadar sürdüren idealizm ve realizme karşı olduğunu açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Burada
şu önemli noktayı da dile getirmek gerekir. Şöyle ki varolan daima
bilinirliğin, bilinebilirliğin sınırını aşar. Bir başka deyişle varolana
ilişkin edindiğimiz bilgi asla varolanın kendisiyle tıpatıp örtüşmez. Böyle bir
ön kabul bilim ve felsefede problem bilinci ve problem araştırması için olmazsa
olmaz bir koşuldur.
Burada
şimdi gündeme gelmesi gereken soru şudur: ?varolana nasıl yönelmeliyiz? Bu bağlamda Ortaçağ
felsefesinin iki terimini kullanacağız; intentio
recta ve intentio obliqua. Bu
iki terim Nicolai Hartmann tarafından yeniden
felsefede ontolojinin kullanımına sunuluyor. Varolana doğrudan ya da dolaysız
yönelen tavra biz intentio recta
diyoruz. İkinci tür yaklaşımda, yani intentio
obliqua ’da süje bilmek istediği şeye, varolana, bir başka şeyden, örneğin
bu bir kavram, bir tanım v.b. olabilir, adeta ondan ve onun üzerinden yönelir.
Biz buna refleksiyonlu tavır da diyebiliriz. Burada genellikle süjenin kendisi
üzerine katlanması söz konusudur.
Ontoloji
varolanın temel yapısını araştırırken, varolanı belirleyen ilkelerin de (kategoriler)
neler olduğunu araştırıyor. Ontolojiye göre kategori Aristoteles’ in ve Kant’
ın kategori anlayışından bütünüyle farklı, varolanı belirleyen ve varolanın
kendisinde varolan varlık ilkeleridir. Ontoloji açısından varolanı belirleyen
ve varolanın kendisinde olan kategoriler sayısını önceden tespit etmek mümkün
değildir. Oysa biliyoruz ki farklı bir anlam taşısa da Aristoteles için
kategorilerin sayısı on ile, Kant için de on iki ile sınırlandırı1mıştır.
Ontoloji
için her fenomen alanının kendine özgü kategorileri vardır. Belli fenomen
alanının kategorileri bir başka alana olduğu gibi aktarılamaz. Bir başka alana
taşınmış olsa bile yeni bir anlam kazanarak o fenomen alanını belirler.
èZaman, mekan, substans (töz), nedensellik,
karşılıklı tesir
gibi kategoriler kozmolojik
kategorilerdir.
èTürün değişmesi, mutasyon, seleksiyon,
organik gayelilik
vb. kategoriler, organik kategoriler
grubunu oluşturur.
è Önceden görme, önceden belirleme, aktif ve
pasif olma, değerler, eğitim, özgürlük v.b. kategoriler de tarihsel varlık alanını
ve insanı belirleyen antropolojik
kategoriler grubunu oluştururlar.
Söylediklerimizin
ışığı altında günümüz ontolojisinin
görevi belki de kısaca varolanın varlık yapısını, varolanı kategorilerle
açıklayan bir “kategoriler bilgisi”ni ortaya koymaktır.
Aristoteles'ten Heidegger'e Varlığın Çok Anlamlılığı ve Pratik Bağlamdaki Önemi
Varlık Felsefesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder