1. Doğanın Değerinin Saptanması: Korumadan Etiğe
Çevre felsefesi, başlangıçta doğayı yalnızca bir kaynak deposu olarak gören faydacı yaklaşıma bir tepki olarak ortaya çıktı. Bu dönem, doğanın kendi başına bir değeri olduğu fikrini temellendirme çabalarıyla karakterizedir.
İnsan-Merkezcilikten Yaşam-Merkezciliğe: Geleneksel olarak doğa, insanlığın hizmetinde görüldü. Çevre etiği, bu görüşü sarsarak, canlıların ve hatta ekosistemlerin kendi içsel değerleri olduğunu savundu. Peter Singer hayvanların acı çekme kapasitelerine vurgu yaparak, Arne Næss ise "Derin Ekoloji" ile doğayı bir "bütünlük" olarak görerek bu dönüşüme öncülük ettiler. Bu yaklaşımlar, etik sorumluluğu sadece insanlara değil, tüm yaşam formlarına yaymayı hedefledi.
Doğalcı Etik ve Nesnel Değer: Bu dönemin en radikal isimlerinden biri olan Holmes Rolston III, doğanın ahlaki değerinin insan atfından bağımsız olarak, bizzat doğanın kendisinde bulunduğunu savundu. Ona göre, bir ağacın hayatta kalma çabası veya bir türün evrimsel başarısı, kendi içinde ahlaki bir değer taşır. Bu görüş, doğa etiğine bilimsel ve nesnel bir temel oluşturma amacı taşıyordu.
2. Doğa Felsefesinden Ontoloji ve Politikaya Geçiş
yüzyılın çevre felsefesi, doğayı sadece "korunması gereken bir şey" olarak görmeyi bıraktı. Artık felsefe, "biz neyiz ve doğayla olan ilişkimiz nasıl varoluşsal bir problemdir?" sorusuna odaklandı.
Antroposen ve Varoluşsal Kriz: Antroposen kavramı, insanlığın gezegenin jeolojik bir gücü haline geldiği gerçeğini ortaya koydu. Bu durum, çevre felsefesini sadece "zarar vermeme" etiğinden çıkararak, insan eylemlerinin tüm gezegenin geleceği üzerindeki sorumluluğunu düşünmeye itti. Bu, Timothy Morton gibi düşünürlerin, çevresel krizi bir varoluş krizi olarak görmelerine yol açtı.
Yeni Materyalizm ve Karanlık Ekoloji: Bu akımlar, doğayı pasif bir nesne olarak gören geleneksel ontolojiyi reddederek, cansız maddenin bile kendi eyleyiciliğine sahip olduğunu ileri sürdü. Bu görüş, "Bir doğa kültürü" metninde yer alan "unsurlardaki emeğe direnen 'varlıksız varoluş'u" ve "arzunun önceliği" gibi ifadelerde de görülebilen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, doğayı homojen bir bütün olarak kavrama çabasının imkânsızlığını vurgular ve çevre etiğinin, sadece yasa ve kurallar koymak yerine, dünyayla daha duyarlı ve karmaşık bir ilişki kurmayı öğrenmemiz gerektiğini savunur.
Çevre Adaleti ve Eşitsizlik: Felsefi teorilerin soyutluğuna bir tepki olarak, çevre adaleti kavramı, çevresel zararların (kirlilik, atık, iklim felaketleri) dezavantajlı ve marjinal gruplar üzerinde orantısız bir şekilde yoğunlaştığını vurgular.
3. Teknolojiden "Birlikte-Varoluşa"
Teknolojinin çevre sorunlarını çözebileceği inancı (jeomühendislik, sentetik biyoloji), felsefeyi bu gücün etik sonuçlarını sorgulamaya zorladı.
Teknoloji Etiği ve Kontrol İllüzyonu: Çevre felsefesi, teknolojinin sunduğu "hızlı çözümlerin" etik sonuçlarını sorgular. Gezegenin iklimini veya genetik yapısını manipüle etmenin ahlaki riskleri nelerdir? Bu, doğayı kontrol edebileceğimiz yanılsamasına karşı bir duruş geliştirir.
İnsan-Dışı Aktörler ve Birlikte-Varoluş: Felsefe, teknolojik çözümlere odaklanmak yerine, doğayı ve insanı bir arada düşünen yaklaşımlar geliştirmiştir. Donna Haraway'in "Sympoiesis" (Birlikte-Yapma) kavramı, gelecekteki yaşamın sadece insan türü tarafından değil, tüm türlerin ve cansız maddelerin bir araya gelmesiyle inşa edileceğini savunur. Bu, ekolojik krizi aşmak için "yoldaş türlerle" birlikte çalışmaktan geçtiğini belirtir.
Özet
- yüzyıl çevre felsefesi, doğanın değerine odaklanan daha "ontolojik" bir yaklaşımdan, Antroposen çağında insanın eylemlerinin etik ve politik sonuçlarına odaklanan daha "pratik" bir yaklaşıma evrilmiştir. Bu yeni alan, sadece ekolojiyi değil, aynı zamanda adalet, teknoloji ve küresel yönetişim gibi konuları da kapsayan daha geniş bir düşünsel çerçeveye sahiptir.
Çevre adaleti, çevresel faydaların (temiz hava, parklar) ve yüklerin (kirlilik, atık tesisleri) ırk, gelir, sınıf veya coğrafi konum gibi faktörlerden bağımsız olarak adil bir şekilde dağıtılmasını savunan hem bir hareket hem de bir düşünce alanıdır.
Temel İlkeleri
- Dağıtım Adaleti: Bu ilke, çevresel zararların (örneğin, zehirli atık sahaları, termik santraller) tarihsel olarak azınlık ve düşük gelirli toplulukların yaşadığı bölgelerde orantısız bir şekilde yoğunlaşmasını ele alır. Çevre adaleti, bu yüklerin adil bir şekilde dağıtılmasını veya tamamen ortadan kaldırılmasını hedefler.
- Prosedürel Adalet: Çevreyle ilgili kararların alınma süreçlerinde, bu kararlardan etkilenecek tüm insanların anlamlı bir şekilde yer alma hakkına sahip olmasıdır. Bu, bilgilendirilme, görüş bildirme ve itiraz etme haklarını içerir.
- Tanınma Adaleti: Marjinalleştirilmiş toplulukların çevresel deneyimlerinin, bilgi birikimlerinin ve kültürel değerlerinin tanınmasını ve saygı görmesini savunur. Bu, baskın, bilimsel veya ekonomik söylemin bu toplulukların sesini bastırmasını engellemeyi amaçlar.
Felsefi Bağlamı ve İlişkileri
- Klasik Çevre Felsefesinden Farkı: Holmes Rolston'ın doğanın içsel değerine odaklanan felsefesinin aksine, çevre adaleti insan-merkezlidir. Sorun, doğanın kendi başına değeri değil, insanların eşit ve adil bir çevreye sahip olma hakkıdır. Bu, çevre etiğini, doğrudan sosyal adalet ve insan hakları konularıyla birleştirir.
- Siyaset Felsefesiyle Bağlantısı: David Estlund'ın prosedürel adalet ve demokratik katılım vurgusu, çevre adaletinin prosedürel boyutuna doğrudan bir felsefi zemin sağlar.
- Tanınma Felsefesiyle Bağlantısı: Axel Honneth'in "tanınma mücadelesi" teorisi, çevre adaleti hareketinin, sadece somut kirlilikle değil, aynı zamanda aşağılanma ve tanınmama duygusuyla da mücadele ettiğini anlamak için güçlü bir araç sunar.
Çevre adaleti, 21. yüzyıl felsefesinin, gezegen krizi karşısında sadece "doğa"ya değil, aynı zamanda "insanlığa" dair etik sorular sormaya başladığının bir kanıtıdır.
Prosedürel Adalet: Tanım ve Anlamı
Prosedürel adalet, bir kararın içeriğinden ziyade, o kararın alınma sürecinin adil, şeffaf ve katılımcı olmasını temel alır. Çevre adaleti bağlamında bu, bir topluluğun sağlığını veya çevresini etkileyecek herhangi bir kararın (yeni bir fabrika, atık tesisi veya otoyol projesi gibi) alınmasında, ilgili tüm paydaşların, özellikle de dezavantajlı grupların, anlamlı bir şekilde yer alma ve seslerini duyurma hakkıdır.
Bu, sadece kararın nihai sonucuyla değil, aynı zamanda karara giden sürecin adilliğiyle ilgilidir.
Neden Önemli?
Prosedürel adaletin eksikliği, genellikle çevresel adaletsizliklerin ana nedenidir. Bir topluluğun karar alma süreçlerinin dışında bırakılması, o topluluğun çevresel risklere karşı savunmasız kalmasına yol açar. Örneğin, bir sanayi tesisinin kurulacağı bölgeye dair kararlar, o bölgede yaşayanların katılımı olmaksızın alındığında, ortaya çıkacak kirlilik ve sağlık sorunları o topluluğun üzerine kalabilir.
Felsefi Bağlamı ve İlişkileri
Prosedürel adalet, atlasınızda konuştuğumuz bazı temel düşüncelerle doğrudan bağlantılıdır:
- John Rawls: Rawls'ın adalet teorisi, kaynakların adil dağıtımına (dağıtım adaleti) odaklanırken, prosedürel adalet, adaletin ancak adil bir süreçle elde edilebileceğini savunur.
- David Estlund: Estlund'ın demokratik otorite teorisiyle güçlü bir ilişkisi vardır. Estlund'a göre, bir demokratik karar, ancak hakkaniyetli bir süreçle alındığında meşruiyet kazanır. Prosedürel adalet de bu ilkeyi çevre kararlarına uygulayarak, bir kararın otoritesinin, etkilenen herkesin katılımından geldiğini öne sürer.
Kısacası, prosedürel adalet, soyut adalet ilkelerini somut çevresel kararlara bağlayan köprüdür. Bu, sadece "ne elde ettiğimize" değil, "nasıl elde ettiğimize" de odaklanmayı gerektirir.
Çevre Felsefesi Sözlüğü
- Antroposen: İnsan faaliyetlerinin gezegenin ekosistemleri ve jeolojik süreçleri üzerinde baskın bir güç haline geldiği, önerilen yeni bir jeolojik çağdır. Bu kavram, insanları, gezegenin geleceğinden sorumlu küresel bir aktör olarak konumlandırır.
- Biyoçeşitlilik: Doğada var olan tüm canlı organizmaların çeşitliliği. Çevre felsefesi, biyoçeşitliliğin sadece insanlara sağladığı faydalar nedeniyle değil, aynı zamanda kendi başına sahip olduğu içsel değeri nedeniyle korunması gerektiğini savunur.
- Çevre Adaleti: Çevresel faydaların (temiz hava, doğal alanlar) ve yüklerin (kirlilik, atık sahaları) ırk, gelir veya coğrafi konumdan bağımsız olarak adil bir şekilde dağıtılmasını savunan bir harekettir.
- Derin Ekoloji: Ekolojik krizin temel nedeninin, insanlığın kendisini doğadan ayrı ve üstün gören "insan merkezci" dünya görüşü olduğunu iddia eden felsefi bir harekettir. İnsanlığın, ekosistemin sadece bir parçası olduğunu vurgular.
- Eko-Feminizm: Doğanın tahakküm altına alınması ile kadınların ve diğer marjinal grupların sömürülmesi arasında derin bir bağ kuran bir düşünce akımıdır.
- İnsan Merkezcilik (Antroposentrizm): İnsanları, ahlaki olarak tüm diğer canlılardan daha üstün gören ve doğayı sadece insan ihtiyaçları için bir kaynak olarak gören felsefi bir görüştür.
- Metabolik Yarık: Karl Marx tarafından ortaya atılan bu kavram, John Bellamy Foster tarafından modern ekolojik krizi açıklamak için kullanılır. Kapitalizmin, doğanın döngüsel süreçlerini (toprağın besin değerini kaybetmesi gibi) bozarak, insan ile doğa arasında yarattığı kopukluğu ifade eder.
- Pragmatizm: Çevre sorunlarına, ideolojik dogmalardan ziyade, pratik çözümler ve sonuçlar üzerinden yaklaşan felsefi bir duruştur.
- Tanınma Adaleti: Çevre adaleti bağlamında, marjinalleştirilmiş toplulukların çevresel bilgi ve deneyimlerinin saygı görmesini ve tanınmasını savunan bir ilkedir.
- Teknolojik Determinizm: Teknolojinin, toplumsal gelişimi ve kültürel değerleri kaçınılmaz bir şekilde belirlediğini savunan bir görüştür. Çevre felsefesi bu görüşü sorgulayarak, teknolojiyi etik ve politik bir tercih alanı olarak görür.
Kaynaklar
Kitaplar ve Kitap Bölümleri
Naomi Klein – Bu Her Şeyi Değiştirir: Kapitalizm vs. İklim (2014, çev. Barış Engin Aksoy, Agora Kitaplığı) → İklim krizini ekonomik sistem eleştirisiyle birleştiren güçlü bir politik ekofelsefe metni.
Bruno Latour – Yeryüzünde Siyaset (2018, çev. Ferit Burak Aydar, Metis) → Antroposen çağında insan–doğa–teknoloji ilişkilerini yeniden düşünmeye çağırıyor. Timothy Morton – Karanlık Ekoloji (2019, çev. Ebru Kılıç, Kolektif Kitap) → Ekolojik düşünceyi estetik, felsefe ve kültür kuramıyla harmanlayan posthumanist bir yaklaşım.
Donna Haraway – Belirsizliğe Tutunmak (Staying with the Trouble, 2021, çev. Başak Ertür, Metis) → İnsan-merkezli olmayan, çok-türlü bir gelecek tahayyülü.
Kate Raworth – Simit Ekonomi (2018, çev. Ebru Kılıç, Tellekt) → Ekolojik sınırlar ve sosyal adalet çerçevesinde yeni bir ekonomik model önerisi.
Jason W. Moore – Kapitalizmin Yedi Yaş Krizi (2020, çev. Barış Engin Aksoy, Sel Yayıncılık) → Dünya-ekonomi ve ekoloji ilişkisini “dünya-ekoloji” kavramıyla yeniden kuruyor.
- Recep Ardoğan, “Çevre Felsefesi”, Felsefeye Giriş: Sistematik Düşüncenin Kodları, ed. Fatih Özkan & İlyas Altuner, fklm Yayınları, 2018. → Çevre felsefesinin temel kavramları, tarihsel gelişimi ve etik yaklaşımlar.
- Zeynep Süheyla Karataş, İnsan ve Doğa: Çevreye Felsefi Yaklaşımlar (çevre etiği, ekofeminizm, ekososyalizm, gelecekçi etik yaklaşımlar).
- Kıvılcım Ertan, Çevre Felsefesi ve Çevre Etiği Yaklaşımları (Ankara Üniversitesi Açık Ders materyali).
📝 Makaleler ve Çevrimiçi Kaynaklar
FelsefeLog blogunda yayımlanan “İnsan ve Doğa: Çevreye Felsefi Yaklaşımlar” yazısı — insan merkezci, çevre merkezci, canlı merkezci ve ekofeminist perspektifler.
Ankara Üniversitesi Açık Ders: “Çevre Felsefesi ve Çevre Etiği Yaklaşımları” dersi, haftalık konu başlıkları ve kaynak önerileri içerir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder