Öncesizlik (sonrasızlık)
En genel anlamıyla bir şeyin
zamansız, zamanın dışında ya da ötesinde olduğunu, zamana bağlı olmadığını,
zamana ve koşullara göre değişmediğini, sonsuz, ölümsüz, ebedi, sürekli, bengi
olduğunu imleyen kavram:“başsızsonsuzluk”
Öncesizlik sonrasızlık ilkçağ
Yunan felsefesinde bir yanıyla da “çokluktaki birlik”e göndermede bulunuyordu.
Nitekim Sokrates öncesi felsefenin doğa filozoflarının öncesiz sonrasız bir
“ilk madde” olarak arkhe arayışı çoklukta birlik arayışının doğal bir
sonucuydu.
Öncesizlik sonrasızlık deyişi,
ortaçağ felsefesinde dünyanın başı sonu olup olmadığına ilişkin yürütülen
tartışmalarda “başlangıcı olmayan zamansal varoluşu” imlediyse de günümüze
ulaşan daha başka bir anlam da kazanmıştır. Öncesizlik sonrasızlık kavramına bu
anlamını kazandıran, öncesizlik sonrasızlığı Tanrı’nın bir varoluş kipi olarak
görüp onu “sınırsız yaşama bir kerede bütünüyle sahip olma” diye tanımlayan
Boethius olmuştur. Boethius’ un tanımında öncesiz sonrasız olan bir şey sınırlandırılamaz
bir yaşama sahiptir; yaşamı sınırsız olduğundan zorunlu olarak başlangıcı da
yoktur; başlangıcı olmadığından sonu da yoktur, bitimsizdir. Demek ki sonsuza
dek sürdüğünden ötürü öncesiz sonrasız şey hiçbir biçimde sınırlandırılamaz.
Yaşama bir kerede eksiksiz sahip
olma, Boethius’un öncesizlik sonrasızlık tanımının diğer bir önemli öğesidir.
Zamana bağımlı yaşayan varlıkların yaşamlarına bir ölçüde sahip oldukları
söylenebilirse de bütünüyle, eksiksiz sahip oldukları söylenemez; hiçbir kopma
olmaksızın yaşamlarını başından sonuna dek ardışık bir biçimde yaşayamazlar:
yaşamlarının bir parçası olan geçmiş geçmişte kaldığından artık onların
değildir; gelecek ise kendileri için belirsiz olduğundan henüz onların
değildir. Sonuç olarak Boethius’un tanımında öncesiz sonrasız olan şöyle ya da
böyle zamanın içinde değildir. Nitekim öncesiz sonrasızlığın’ Tanrı’ya özgü
öznitelikler den biri olduğunu savunan tektanrıcı din öğretilerinde öncesizlik
sonrasızlık, Tanrı’nın zamandan bağımsız
olarak evrenin her yerinde hazır bulunduğunu, sonsuz gücüyle etkisini evrenin
her bir köşesin de duyumsattığını vurgulamak için kullanılmaktadır.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Önerme [ proposition,
sentence, statement, Fr. préposition, énoncé, Alm. aussage, satz es. t. kaziye]
Mantıkta kendisiyle iş görülecek
en küçük birim önermedir. Bir savı dile getiren deyime, söz ya da imge dizisine
önerme adı verilir. Daha inceltilmiş bir dile getirişle söylenirse. belli bir
yorumda, belli bir doğruluk değeri taşıyan düzgün tamdeyime önerme denir. Belli
bir yorum, belli bir zaman belli bir durum demektir. Belli bir doğruluk değeri
taşıyor olmak, yorumlanan önermenin doğru ya da yanlış olması demektir. Düzgün
tamdeyim olmak da, önermenin, kurulduğu dildeki anlam kurallarına, sözdizim
kurallarına uygun olması demektir. Önermeler çeşidi noktalara dayanılarak başka
başka biçimlerde sınıflandırılırlar. Bir önerme, herhangi bir önerme eklemiyle
başka bir önermeye bağlanmıyorsa yalın bir önermedir. Böyle bir yalın önerme,
önerme eklemleri mantığında “p”yle, yüklemler mantığında da “Fa”yla gösterilir.
Bir önerme herhangi bir önerme
eklemiyle başka bir önerme ye ya da önermelere bağlanıyorsa bileşik bir
önermedir. Yine böyle bir önerme, önerme eklemleri mantığında “-p”, “pvp”;
yüklemler mantığında da “—Fa”, “Fa v Ga”yla gösterilir.
Bir önerme aldığı doğruluk değerine göre de
doğru ya da yanlış önerme diye ayrılır. Nicel olarak da tümel, tikel, tekil
olarak ayrılır. Bir önerme, bir kümenin bütün öğelerine ilişkin bir özellik
dile getiriyorsa —“bütün insanlar ölümlüdür” gibi— tümeldir. Bir kümenin kimi
öğelerinin bir özelliğini dile getiriyorsa .-“kimi kuşlar uçar” gibi— tikeldir.
Belirli bir teke ilişkin bir özellik dile getiriyorsa —“Sokrates ölümlüdür”
gibi— tekildir.
Başka bir ayırım da tutarlı, geçerli, tutarsız
önerme ayırımıdır. Bir önermenin bütün yorumları doğruysa o önerme geçerli bir
önermedir. Bir önermenin en az bir tane doğrulayıcı yorumu varsa o önerme
tutarlıdır. Doğrulayıcı yorumu yoksa, yani bütün yorumlan yanlışsa o önerme
tutarsızdır. Önermeler kendileriyle dile getirilen bilgilerin kaynağı
bakımından da a priori ile a posteriori diye ikiye ayrılırlar. Bilgi deney
kaynaklı değilse a priori, deney kaynaklıysa a posteriori dir.
Yüklemler mantığında, içerisin de
x gibi bir değişkenin olduğu önerme açık
önermedir —“x filozoftur” gibi. x değişkeninin yerine bir ad simgesi konduğunda
bu önerme özellenmiş bir önerme olur —“Sokrates filozoftur” gibi.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Orta-çağda yaşamış Aristoteles
yorumcularının, varlığın zamandan bağımsız, değişmez biçimde varolan bölümünü
betimlemek üzere onun yapıtlarından türettikleri kavram. Aristoteles’e göre bir
varlığın tanımı, o şeyin özünü, o şeyi o şey yapan nitelikleri ortaya koyar.
Ancak XVII. yüzyıldan başlayarak felsefedeki deneyci gelenek, bir şeyin
doğasının doğru çözümlemesinin onun eksiksiz bir biçimde tanımlanması olmadığı;
daha çok tanımın belli bir şeyi nasıl gösterdiğinin incelenmesi gerektiği
görüşüne yakınlaşır. Böylelikle, öz konusunun soruşturulması en azından bu
geleneği savunan düşünürler arasında dilbilim alanına giren bir edim haline
gelir.
Sözgelimi, Locke özleri gerçek ve
sözde (nominal) özler olmak üzere ikiye ayırarak, bunlardan ilkinin
bilinemeyeceğini, ikinci kümedekilerin ise dillendirildiklerinde ilgili nesnenin
sahip olduğu özellikleri ortaya koyduklarını ileri sürer. Öte yandan felsefece
düşünmenin tarihinde “öz” kav ramı “ilinek”, “ “görüngü”, “görünüş” gibi
kavramlarla karşıtlık oluşturacak biçimlerde ele alınıp işlenmiştir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Özcülük
Varoluşun karşısında her zaman öze
öncelik veren, gerçekliğe ulaşma yolunda özün varoluşu kat kat aşan bir değeri
olduğunu savlayan, bu nedenle de varlıkların varoluşlarını değil de özlerini
soruşturmayı öneren öğreti. Felsefece temellendirilmiş ilinek-öz ayrımının
gelişigüzel yapılmış bir ayrım olmadığını, doğruluk ya da hakikatin kendisinde
kökleşmiş bir ayrım olduğunu savunan görüş. Böylece, bir nesnenin özü sayılan
özellikler, o nesne değişse de aynı kalan, o nesnenin olmazsa olmaz niteliği
kabul edilir. Sözgelimi, Sokrates’ in insan olması ile kel olması arasındaki
fark, ilk özelliğin Sokrates’in ayrılmaz bir parçası iken ikincinin böyle bir
yönünün olmamasıdır. Dolayısıyla, bir şeyin özü o şeyin ne olduğuna
ilişkin ilişkin bir bilgi sağlarken,
ilineği ise nasıl olduğuna
anlatmaktadır. Tarihi Aristoteles’e dek uzanan bu görüş, günümüzde de
güncelliğini belli bir oranda korumaktadır. G. W. Leibniz başta olmak üzere
usçu geleneğin özcülük düşüncesini geliştirmeye yönelik çabalarına karşılık
İngiliz deneycileri özcülüğe karşı eleştirel bir tutum alacaktır. Sözgelimi
‘Thomas Hobbes, öz kavramının felsefeye bir yararının olmadığını söyler. John
Locke, nesnelerin —bilinemeseler de— bir özü olması gerektiğini savlar. David
Hume, nesnelerin birtakım algılanabilir idealardan (tasarımlardan/kavramlardan)
oluştuğunu benimsemesine karşın, altta yatan bir öz olduğuna karşı çıkar. XX.
yüzyılda ise Saul Kıipke ile Hilary Putnam’m kipler mantığı ve kipsel
önermelerin anlamlan konusunda ortaya attıkları bir dizi soruyla alevlenen
tartışmalar, özcülüğü yeniden canlandırır.
Özcülük terimi çağımızdaki
yaygınlığını büyük ölçüde Karl Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları (The Open
Society and it, Enemies, 1945) adlı yapıtıyla kazanır. Popper, Platon’un ve
Aristoteles’in bilgi kuramlarını alttan alta destekleyen özcülüğü şiddetle
eleştirir. Felsefi insanbilim ya da insan felsefesi açısından özcülük, insanın
bir doğası, bir özü olduğu anlamına gelir. Feminist felsefedeyse özcülük,
dişiliğin birtakım toplumsal gelenek ve göreneklerin sonucu olmaktan çok
doğuştan geldiğini öne sürmesi nedeniyle eleştirilir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Kişinin kendisini başka bir
kişinin ya da bir şeyin yerine koyarak onunla özdeşleşme durumu
ya da yaşantısı; kişinin kendini
başka bir varlığın duyumsadıklarını duyumsamak için onun iç dünyasına yerleştirmesi
“içinde duyumsama”.
İnsanın kendisini bir başkası
olarak imgeleme gücü anlamında özdeşleyim, kişiye başkalarının duygularını ve
düşüncelerini anlama becerisi, diğer insanların durumlarını kavrama yetisi
kazandırır. Felsefesini, özellikle de de estetik kuramının (Einfüchlungästhetik)
kendi ürettiği “özdeşleyim” kavramına dayandıran Alman düşünürü Thedor Lipps’in
(1851- 1914) terime yüklediği anlam oldukça ses getirmiştir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Bir şeyin başka bir şey değil de
zorunlu olarak kendisi olması; bir şeyin kendisiyle bir ve aynı olması,
kendisinden başka bir şey olamaması; bir şeyin durumlar, koşullar değişse de
kendi kendisiyle bir ve aynı kalması. Özdeşlik ilişkisi, tam bir benzerlik
ilişkisi olan “niteliksel özdeş karıştırılmaması için çoğunlukla “sayısal
özdeşlik” diye de adlandırılmaktadır. ‘özdeş’ ikizler, bire bir benzerliklerinden
ötürü niteliksel olarak özdeş olsalar da, bir tane değil ild tane olduklarından
sayısal olarak özdeş değildirler. Buna göre, Arda Denkel’in Bilginin Temelleri
(1984) adlı yapıtında belirtildiği üzere, niteliksel özdeşlik iki nesnenin
niteliklerinin tümüyle bir ve aynı olmasına göndermede bulunur. Ayrı ayrı
olmalarına, uzay ile zamanda ayrı ayrı yerler kaplamalarına karşın tam olarak çakışan,
tümüyle benzeşen nesneler niteliksel olarak özdeştirler. Diğer yandan, sayısal
özdeşlikse niteliksel özellikleri yanısıra uzay ile zamanda kaplanan yerde özdeş
ise özdeş oldukları söylenen nesnelerin sayısal olarak özdeş olduklarına, başka
bir deyişle tek bir nesne olduklarına göndermede bulunur. Bu anlamda her nesne
kendisiyle özdeştir; sayısal özdeşlik de bir şeyin kendisiyle bir ve aynı
olması demeye gelir. Öte yandan farklı türden nesnelerin farklı türden özdeşlik
ilişkileri vardır. Sözgelimi nehirler için saptanan bir özdeşlik ölçütüne göre,
eğer x bir nehir ve y bir nehir ise z ve y ancak ve ancak aynı kaynaktan
doğuyorlarsa ve aynı yatağı izlemekteyseler bir ve aynı; özdeş nehirdirler.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Özgür istenç
İnsanın kendi istencinin
buyruklarına göre seçimde bulunup eyleyebilmesinin, böylelikle de tüm
sonuçlarıyla birlikte seçimleri ile eylemlerinden ahlaken sorumlu olması
gerektiğini dile getiren felsefe kavramı; insanın tüm istemelerinde, tüm
yeğlemelerinde, tüm kararlarında özgürce yol alabileceğini, bu yolda
yürümesinin önkoşulu olan istenç özgürlüğüne sahip olduğunu dillendiren felsefe
tasarımı.
Özgür istenç tasarımı çevresinde yürütülen
tartışmaların merkezinde “İnsanlar özgür eyleyenler midir?”, “Özgür eylemde (ya
da seçimde) bulunmak ne demektir?”, “Yaptıklarımızdan ahlaken sorumlu olabilir
miyiz?”, “Eylemlerinden (ya da seçimlerinden) ahlâken sorumlu olmak ne
demektir?”, “Evren önceden belirlenmiş bir dizgeye göre hareket etmekteyse
insanın özgürce eylemde bulunması olanaklı mıdır?”, “Eğer yapıp ettiğim her şey
daha önceki olaylar tarafından belirleniyorsa, eylemim nasıl benim özgür
seçimim olabiliyor?”, “Şu ya da bu davranışım ben doğmadan çok önce meydana
gelen şeyler tarafından düzenlenmişse, eylemlerimi denetlemekte dilediğimce
özgür olduğum düşünce sinin kesinlikle bir tür yanılsama olması gerekmez mi?”
türünden sorular yer al maktadır. Felsefeciler de bu sorulara ver dikleri yanıtlara
göre çeşitli öbeklere ayrılmaktadırlar.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Özne
[Alm. Subjekt ]
[Fr. sujet ] (İng. subject ] [Lat. subjectum ] [Yun. hypo- keimenon = alta düşen, altta bulunan ] [es. t. fail, mevzu ]: Hypokeimeno- non-subject terimi Aristoteles'te, sonra da ortaçağda töz anlamına kullanılır; ancak 17. yüzyıldan beri bugünkü anlamını kazanır, ruhbilim ve bilgi kuramı açısından "ben" anlamını alır: kendini ben-olmayanın, nesnenin (object'in ) karşısında bulan, karşısına koyan; ya da karşısına konduğu, kendini karşısında bulduğu nesneye bilme ve eyleme ereği ile yönelen birey. Ruhbilim açısından: ruhsal yaşantıların taşıyıcısı, düşünen, tasarımlayan, bilen, duyan, isteyen ben. Bilgi kuramı açısından: Bilen, bilmeye yönelen, ama kendisi bilgi nesnesi olmayan varlık. Mantık-dilbilgisi açısından: Yüklemin taşıyıcısı = özne; kendisi üzerine bir şey söylenen = konu. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder