Olgu
[Alm. Faktum ]
[Fr. fait ] [İng. fact ] [Lat. factum = yapılmış olan ] [es.t. vakıa ]:
Düşünülmüş olanın karşıtı, olmuş olan, gerçek olan, gerçekleşmiş olan.
Olgu [İng.fact, Fr.fait, Alm.fakt, tatsache, Lat.factum, es.t. vakıa ]
Düşünülmüş olana karşıt olarak yapılmış olan, olmuş olan; duyularımızla ulaştığımız verilerin ya da düşüncelerimizin dayandığı verili gerçeklik, gerçek olan bir olay ya da gerçekleşmiş olan olaylar dizisi. Genellikle olguların dünyada düşünce ve dilden bağımsız bir varoluşa sahip olduğu, nesneler ve ilişkilerin bileşiminden oluşan içsel bir yapısı bulunduğu kabul edilir.
Gerek varoluşları gerekse doğası günümüz felsefesinde de önemli tartışma konularından biri olmayı sürdüren olguların felsefede önemli bir kuramsal rolü bulunmaktadır. Felsefe açısından olguların gözlemlenmesi olgusal önermeyi doğrulamaya yarayan kuramsal bir sürecin olmazsa olmaz bileşenidir. Nitekim olgular doğru olgu önermelerinin (olgusal ifadelerin) göndergesidir. Olgulara dayanan en bildik dizgeli felsefelerden biri her türden bilgi araştırmasının kayıtsız koşulsuz olgulara ya da gerçeklere dayandırılması gerektiğini savunan olguculuk ise bir diğeri de Wittgenstein’ın “önceki dönem”ini yansıtan Tractatus Logico-Philosphicus (1922) adlı yapıtında geliştirdiği, olguları mantıksal bir uzamdaki yalın mantıksal yapılar diye tanımlayan “olgular felsefesi”dir. Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosphicus ortaya koyduğu varolan dünya tasarımını göre, dünya birbirinden bağımsız sayısız olgudan, bu olguların her biri de yalın nesnelerin birbirleriyle değişik kombinasyonlar yoluyla girdikleri ilişkilerden oluşmaktadır. Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları |
Olgu/değer ayrımı
Şeylerin gerçekte nasıl oldukları
(olgular) ile nasıl olmaları gerektiği (değerler) arasında, ilk kez İngiliz
deneyciliğinin en önemli filozoflarından Hume tarafından yapılan, ahlaksal
zorunluluk bildiren savların salt olgu önermelerinin doğruluklarından hiç bir
biçimde geçerli olarak çıkarsanamayacakları düşüncesi üstüne kurulu, usa dayalı
her türden ahlak felsefesi girişimini olanaksızlaştıran felsefe ayrım. Olgu önermelerinin
(olgusal ifadelerin) değer yargısı içeren ya da değer biçici önermelerden
(değer yargılarından) farklı türden önermeler olduklarını, bu nedenle de olgu
önermelerinden değer yargısı bildiren önermelere hiçbir biçimde geçilemeyeceğini
savunan ahlak felsefesi görüşü.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Olgusallık
Düzanlamı bir olgu olmanın
ayırdedici niteliği ya da koşulu olan terim, varoluşçu felsefede, özellikle de
Heidegger ile Sartre’da, insan yaşamının olumsal koşullarının, varoluşun insanın
özgür seçimine olumsal yönünü dile getirmek için kullanılır.
Olgusallık Heidegger ile
Sartre’ın insan varoluşunun kendisini içinde bulduğu koşullar ya da karşı
karşıya bırakıldığı olgular tarafından belirlenip tanımlanan boyutuna
verdikleri addır.
Olgusallık, bir yandan üzerinde
hiçbir denetimimizin bulunmadığı olgusal ayrıntıları—doğum
tarihi ve yeri, ebeveynlerimizin
kimler olduğu, yeteneklerimiz vb— içerirken bir yandan da insan olmanın
doğasını ve sınırlılığını, Heidegger’in dramatik bir biçimde ‘ölüm-için-Varlık”
(“ölüme doğru Varlık”/Sein zum Tode) diye adlandırdığı şeyi, yani bütün insanların
bir gün ölecekleri olgusunu içerir.
Olgusallığın Sartre ile
Heidegger’de önemli bir yeri vardır çünkü onlara göre olgusallık bütün eylemlerimizin
zorunlu zeminini oluşturur. Sartre yalnızca durumlar içerisinde özgür
olabileceğimizi söyler. Eylem özgürlüğümüz, koşullarımızı aşma yeteneğimiz
-aşkınlığımız-- olgulardan oluşan bir ardyöreye karşı verilen bir savaşımdır.
Başka bir anlatımla, olgusallık Sartre’da “kendisi için-varlık”ın (être
pour-soi) dünya ve kendi geçmişiyle, yani bir anlamda “kendinde-varlık”la (être
en-soi) kurduğu zorunlu bağıntıdır. Heidegger ise varoluşumuzu tanımlayan
kişisel çözümümüzü, bir kimlik ve bir değerler dizgesi aracılığıyla, kendi
seçimimiz olmayan toplumsal olgusallığın içinde uygulamaya koyduğumuzu ileri
sürer.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Olumsal(lık) [İng. contingent,
contingancy, Fr. contingent, contincense, Alm. Contingent, kontingenz, Yun.
endekhomenos, Lat. contingens, contingentia]
En genel anlamda, zorunluluk ile
olanaklı olmayanın karşıtı olarak, olması da olmaması da olanaklı olan şeyin
durumu. Başka türlü söylendikte, gerek varlığa gelmede gerekse eyleme geçmede
zorunlu olmama, değişimin ve özgür istencin etkilerine açık olma durumu; değişime
ve rastlantıya tabi olan, rastlantıların insafına kalmış varlığın durumu ya da
niteliği. Mantık diliyle söylendikte, önermelerin zorunlu olarak doğru ya da
yanlış olmaması durumu; hem kendisi hem de değillemesi olanaklı olan önermelerin
niteliği.
Bir şeyin olumsal olarak meydana
geldiğini söylemek, onun meydana gelmeyebileceğini de söylemektir; dünyayı olumsal
olarak düşünmekse onun varolmayabileceğini de düşünmektir. Felsefede, özellikle
de mantıkta, ne zorunlu olarak doğru ne de zorunlu olarak yanlış olan
önermelere olumsal önermeler denir. Olumsal bir önerme doğru olabileceği gibi yanlış
da olabilir. Başka bir deyişle, olumsal önermeler zorunlu değildir ama olanaklıdır.
O halde bunların karşıtları da olanaklıdır.
Zorunlu bilimsel yasalarla açıklanabilen dünyanın bilimsel olarak zorunlu
olduğunu düşünen kimi felsefeciler, bilimsel zorunluluk ile mantıksal zorunluluğun
birbiriyle karıştırılması nedeniyle dünyanın olumsal gözüktüğünü
savunmaktadırlar.
Öte yandan mantıkçı deneycilerin,
zorunlu doğruların mantıksal bakımdan analitik ve totolojik (eşsözlü; genellemeli)
olmalarından ötürü dünya hakkında yeni
bilgiler verip veremeyeceği konusunda kuşkuları bulunmaktadır. Bütün bunlar,
bize neredeyse tüm deneyim ve bilgimizin olumsal türden olduğunu düşündürtebilir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder