P.Ricoeur

Paul Ricoeur (1913-2005) Fransız felsefeci, yorumbilimci, göstergebilimci, yazın eleştirmeni ve kuramcısı. 1930’lu yıllarda Fransa’da aldığı felsefe eğitimi süresince daha çok felsefe tarihine, özellikle Eski Yunan filozoflarına odaklanmıştır. Kant ile Hegel’in Fransa’da en etkili iki filozof olduğu bu dönemde, II. Dünya Savaşı patlak vermeden hemen önce Gabriel Marcel ile karşılaşmış, onun büyük etkisi altında kalmıştır.

II. Dünya Savaşı boyunca Alman savaş tutukluları kampındayken düşünsel gelişiminde derin izleri olacak Husserl, Heidegger ve Jaspers’in yapıtlarını okumuştur. 1945 yılında savaşın sona ermesiyle birlikte ülkesine dönerek Karl Jaspers ile Gabriel Marcel üzerine çeşitli çalışmalar yapmış; bu çalışmaların yanında Husserl’in ünlü yapıtı İdeen’i Fransızca’ya çevirerek açıklayıcı çıkmalar ve açımlamalarla birlikte yayımlamıştır. 1950 yılında, büyük ölçüde etkilendiği Husserl’in ”eidetik” yönteminin ışığı altında ilk büyük yapıtı olarak gösterilen Le Volontaire et i’involonlaire’i (İstençlilik ile İstençsizlik) yazmıştır. Söz konusu yöntem, varolan bütün deneysel bilgileri ya da varsayımları askıya (“ayraç içine”) alarak istencin, istenç görüngü sünün kendisini kavramaya odaklanan titizlikle yürütülen bir kavramsal çözümlemeden oluşmaktadır. Ricoeur’ün araştırmasına özellikle istenci konu etmiş olması bir rastlantı olmayıp doğrudan Gabriel Marcel’in üzerindeki etkisinin bir göstergesi olarak görülebilir. Kitapta ortaya konan ana sava göre, istencin bütün yönlerinin istençsizlikle birebir karşılıklı ilişki içinde ele alınması gerekmektedir. Bu ise doğrudan Sartre’ın dünya tarafından ya da herhangi bir zorunlulukça koşullandırılmamış saltık özgürlük tasarımına karşı geliştirilmiş gibidir. 

“Eidetik” istenç çözümlemesi ortaya üç “an” koyar:
1. karar anı;2. istenç deyinisi anı; 3. rıza gösterme anı. Bu anların her biri ancak istençsizlikte karşılık geldikleri anlarla olan ilişkileriyle kavranabilir anlardır. Bunların dışında “güdülenim anı” ile “direniş olarak beden anı” ise kişinin karakterince, bilinçdışınca ve ölüm ile doğum olarak kendini gösteren yaşamın kendisince dayatılan zorunluluklarla karşılaşma sularıdır.
Ricoeur’ün uyguladığı Husserl’in “eidetik” yöntemi özü gereği hem aşkın hem de kötülüğü “ayraç içine alma”yı gerektirdiğinden, bir başka yapıtı Finitude et culpbilite (Sorumluluk ile Suçluluk, 1960) “Yanılabilir İnsan” başlıklı ilk cildinde “Kötülük nasıl olanaklıdır?” sorusuyla ilgilenirken, “Kötülüğün Simgeselliği” başlığını taşıyan ikinci cildinde kötülüğün insanlarca nasıl dışavurulup nasıl  betimlendiği sorusuna odaklanır. Ricoeur, Kant’tan da esinlenerek ilk soruya aşkınsalcı bir yanıt verir. Buna göre, insanda olanakları ile gerçekleri arasındaki uçurumun kapanmadan sürmesine olanak tanıyan bir oransızlık vardır. Söz konusu oransızlık kötülüğü olanaklı kılan bir “kırılganlık” yaratır. İnsanlık durumumuz hep daha çok şey elde etmeyi, daha güçlü olmayı, daha çok beğenilmeyi, daha fazla saygı duyulmayı arar. Bu yöndeki arzular hiçbir zaman doyuma ulaşmazlar.

Ricoeur, ikinci soruyu ise kötülüğün insanlarca her zaman simgesel olarak ya da eğretilenerek dışavurulduğunu söyleyerek yanıtlar. “Kirlenmişlik”, “kaybolmuşluk”, “batmışlık” ifadeleri söz konusu simgesel dışavurumun yalnızca birkaç örneğidir. Dünyanın başlangıcına yönelik söylenler, özellikle Eski Ahit’te anılan Adem’in işlediği İlk Günah söyleni, kötülüğün dünyaya nasıl geldiğine yönelik ilk elden açıklamalardır. Kötülüğün simgeselliği üzerine yaptığı açıklamalar Ricoeur’ü felsefi insanbilimden 1960’lı yıllardan 1990’lı yıllara gelinene değin çalıştığı ana felsefe çizgisi yorumbilgisine yöneltmiştir. (…)

Felsefe Sözlüğü- Bilim ve Sanat Yayınları




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder