Fichte'inin temel öngörüsü, özgürlük kavramıdır, bu eleştirel felsefenin anahtar noktası olarak düşünülmektedir,
istenç ya da egoyu, şeyler arasında bir şey değil, yalnızca nedensel
zincirindeki bir bağ, fakat özgür ve kendini-belirleyen bir etkinlik olarak ele
alır. Yalnızca böyle bir etkinlik doğru olarak gerçektir, bütün diğerleri ölü
edilgen varlıklardır: bu yaşam
ve zihin ilkesidir. Bu belgenin bulunduğu bir zemindir, kuramsal anlayışın
bileşik ilkesinin bulunduğu zemindir. Kant'ın üstü kapalı olarak belirttiği,
Reinhold'un aradığı ilkedir. Kuramsal ve pratik us’da ortak bir köke sahiptir. Bu
durumda bilgi çalışması, onun felsefe araştırmasının en önemli konusu
olduğunu ortaya koyacaktır. Fichte ömrünü bu konunun araştırmasına adayacaktır.
Wissenschaftslehre (Bilim öğretisi) tüm bilgilerin anahtarıdır:
o, hem kuramsal hem de pratik us alanındaki koşulların, ilkelerin ya da
öngörülerin ayrıntılı ve kapsamlı bir değerlendirilmesini sunmaktadır.
Bilgi biliminin amaç ve yöntemi
Fichte'ye
göre Kant, kategorileri deneyimden soyutlamıştır, fakat onların zihinselliğinin
zorunlu kanunlarını gösterilmemiştir: ilkelerini kanıtlamamıştır. Fichte'nin
belirttiğine göre bu, yalnızca onların ortak bir kökten kaynaklanması ile
ortaya konabilir. Bu da sadece kesin olarak bilimsel bir oluşumun araçlarıyla
olacaktır. Her bilim, bilim olabilmek
için önermelerin bitişik bir yapısına sahip olmalı, bir ilk ilke tarafından
birarada bulunmalıdır; o, önermelerin etkileşimli bir dizgesi, her bir
önermenin belli bir yeri olan ve bütün ile belli bir ilintide olan organik bir
bütün içinde olmalıdır. Bu durumda, geometride uzay kapsamı, merkez
düşüncedir. Farklı bilimler, herşeyi kuşatan bir bilimin, bülümlerin biliminin bir Wissenschaftslehre'nin arayışı içindedir. Ve bu evrensel
bilim ya da felsefe tüm diğer bilimlerin kesinliğinin kaynağıdır ve bir
kendini-tanıtlayan ya da zorunlu önermeden ortaya çıkmıştır. Ona bilimsel
yapısını kazandıran kendi yargılarını ortaya koyan mutlak bir ilkeden
kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda tüm diğer araştırma alanlarının kapsamına
sahiptir.
Bu merkezi bilim, bu özelliklerine karşın,
bir kanun koyucu değildir, yalnızca bilginin tarihsel görünümünü ortaya koyar:
o, zihinin zorunlu edimlerinin
dizgesinin bilincidir, yaratım oluşumu içindeki zihini gözlemler ve izler.
Ancak olanları kaydetmekle yetinmeyecektir. O, bu edimlerin zorunluluğunun
anlaşılması arayışı içinde olacaktır, çeşitli bilgi biçimlerinin mantıksal
önermelerini ya da zeminlerini keşfetmek ister. "Eğer uzun zincirde tek
bir halka bile eksik kalırsa, sonuç olarak zincirin yapısında bir bozulma
meydana gelecektir, bu durumda bilim herhangi bir iddiasını kanıtlama yeterliliğine
sahip olmayacaktır. Zihinin kendisinin
ussal bir dizge olduğu ve organik us olarak edimde bulunduğu düşünülür. Her ne
kadar zihinselliğin farklı işlevleri birbirlerinden bağlantısız olsa da ve
anlamsız edimde bulunsalar da, onların hepsi ortak bir sonuca katkıda
bulunacaktır; eğer bu ussal işlevler—yani kendi-bilinçliliğin evrimi—tam olarak
anlaşılamazsa, usun amacı tam olarak belirlenemeyecektir. Bu durumda felsefeci,
bir tümdengelim görevini üzerine almadan önce, tüm bilinçliliğin amaç ve
anlamını kavramalıdır. Tıpkı bir saatte olduğu gibi, eğer bütünün amacını, onun
yapısını, boyutunu ve benzeri olguları biliyorsak, oluşumun tümünü zihnimizde
canlandırabiliriz.
Hegel adeta yukarıda belirtilen, zihnin (usun) yolculuğunun dizgesini ortaya koymuştur.(BBerksan)
Hegel adeta yukarıda belirtilen, zihnin (usun) yolculuğunun dizgesini ortaya koymuştur.(BBerksan)
Wissenschaftslehre’nin
yöntemi, bize öz-bilinçliliğin evrimine
katkıda bulunan çeşitli edimleri göstermeyi üzerine almaktadır. Bu, belirli
anlık ediminin olmaması durumunda, zihin özgür ve kendi bilinçliliğine sahip
olmayacaktır. Fichte, daha önceki ve daha teknik çalışmalarında, temel ilkeden
kaynaklanan bilgi dizgesini geliştirecektir; daha bilinen sunumlarında ilkenin
bilgisinin gözleminden yola çıkacaktır. Fichte yönetimini, genellikle genetik
bir yöntem olarak adlandırır; ancak bilginin ilkelerinin psikolojik
yaratılışını betimleme amacında değildir fakat onların zorunlu önermelerinin
nasıl ortaya çıktığını ya da usun nasıl onların içinde bulunduğunu ortaya koyma
amacı taşımaktadır.
Ussal düşünmenin yaratılışı üzerinde
çalışma yapabilmek için, felsefecinin düşüncesini, istencin bir edimi
tarafından devim içinde yerleştirmesi gerekmektedir: bu durumda, felsefe bir
olgu ile değil, bir edim ile başlar. Bilgi, tek, edilgen bir yansıma ya da dünya
düşüncesi değil, yaşayan oluşumun bir
kendini belirlenimidir—bir sahip olma değil, bir ilerlemedir. Gerçek bilgi yalnızca, bir özgürlük edimi
ile olanaklıdır. Ben yalnızca düşünce içinde özgür olarak yaratabildiğim
şeyi anlayabilirim: yaratamadığım şeyi, anlayamam. Bilinçlilik, kendinin
dışında hiçbir şey tarafından açıklanamaz; onun için dışsal olan herhangi bir
şey tarafından üretilemez, Yaratım edimi içinde kendinden haberdar olan düşünce
bir edim ya da yaratımdır. Bilgi, diğer bir deyişle, zorunlu olarak, kendi
aracı zemininde, kendini-belirleyen etkinlik olarak belirlenir. Bilgi, zihin,
düşünce özgürdür. Böyle bir etkinlik olmadan hiçbir duyum dünyası, hiçbir
deneyim, hiçbir düşünüş olmayacaktır; bu düşünce etkinliği, aradığımız temel
ilkedir. Arı (saf) ego, beniçincilik ilkesi, kendietkin us, Wisenschaftslehre'nin
başlangıç noktasıdır, tüm bilgilerin kendini-tanıtlayan önermesidir: o, aynı
zamanda bilimimizin sonu ve amacıdır. Wissenschaftslehre, tüm bilginin anlamını
kavrayan tam bir öz-bilinçlilik ve bilinçlilik olgusuna ulaşılmasıdır.
(...)
Eğer bilimsel bilgi ile sınırlanırsak, hiçbir zaman nedensel düzenin
üzerine yükselemeyiz, ve doğanın mekanikliğinden kendimizi kurtaramayız. Ancak
bir çıkış yolu vardır. Biz zihinsel sezgi edimi içinde, özgür
istencin kendisinin bir edimi olarak, görev kanununun ya da bizi özgür insanlar
haline getiren, bizi doğanın gerekirciliğinden özgür kılan evrensel amacın
bilincinde oluruz.
Böylece nedensel bir zincir içinde yalnızca bir halka
olmayı reddetmiş olacağızdır. Görev ve özgürlük kanununun kabul edilmesi, bizim
yaşantımıza bir değer ve anlam kazandıracaktır; bu, bizi dünyayı evrensel bir
amacın aracı olarak anlamamızı sağlayacaktır. Artık, özgürlüğün elde
edilmesinin pratik bir aracı olan duyum algılaması ile elde edilen sıradan bilgilerimiz
bizim için daha belirgin olacaktır; o, bize istence karşı bir direnç sağlar;
çaba göstermeden ondan özgür olamayız çünkü ona karşı savaşmak ve onun
üstesinden gelebilmek için bir dünyaya gereksinim duyarız. Bunun olmaması durumunda
dünya hiçbir anlama sahip olmayacaktır.Fakat bu ancak ahlak bilinçliliğinin
dağılımı ışığında yetkin bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Dışsal Dünya
Fichte, tüm gerçekliği, ego (ben) üzerine
temellendirir; çünkü ego her şeydir, onun dışında hiçbir şey olamaz, bağımsız
bir extra-mental nesnenin içinde hiçbir kendinde şey yoktur.
"Doğa"yı ben'in kendiliğinden bir etkinliği oluşturur. Buradaki "ben", hepimiz için geçerliliği olan bir varlığı kuran "salt ben" dir. Bu "ben"in öz niteliği de etkinliktir, eylemdir. M.Gökberk
Bu durumda idealizmin yapmak istediği şey, yalnızca öznel olarak görünen nesnel gerçekliğin nasıl olduğunu ortaya koymaktadır. Fichte bize onun, kendisini sınırlamak için kendi etkin ilkesinin doğasına ait olduğunu söyleyecektir: o, kendi varlığını ortaya koyarken aynı zamanda kendisini de sınırlamaktadır. Ben kırmızı, tatlı ve soğuk duyumlarımda kendi sınırlandırma deneyiminde bulunurum: duyum nitelikleri onları benim üzerimize zorlar ve bunun sonucunda beni sınırlar. Dogmatikler böylesine özgün duyumları ya da duyguları açıklama girişiminde bulunacaklardır; ancak Fichte aşkınsal bir nesne ile tüm duyum açıklamalarını reddeder. Nesnel dünya ego tarafından kendisi için oluşturulmuştur. Zihin, bilinçliliğin öznel dönüşümlerini ortaya koyacaktır. Eğer o duyumlar için değilse ve egonun zorunlu işlev ya da edimleri uzam, zaman ve nedensellik içermiyorsa, biz algıladığımız fenomenal dünyayı hiçbir zaman oluşturamayız. Duyumların nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyoruz. Bu, fenomenal dünya bilgimizin hiçbir nesnel geçerliliğe sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Fenomenal nesneler dünyası, yanılsamanın ötesinde, yalnızca doğruluk bölgesidir. O, yalnızca, bizden bağımsız olarak varolan kendinde-şeylerin olduğu durumda yanılsamacıdır. Kendinde-şey, kurgusal bir sanıdır, bir yanlış felsefenin keşfidir; ortak duyum onun hiçbir bilgisine sahip değildir. Bu dünyayı olduğu gibi kabul edip onu anlamaya ve onun üzerinde edimde bulunmaya çalışmak gerekmektedir —bu bir eleştirel idealizm tutumudur. Biz, kuramsal us ile bilinçliliği aşamayız. Bilebildiğimiz tek şey, egonun kendisini belirlediği ve kendisini ego-olmayan ile sınırladığıdır; fakat o neden kuramsal olarak açıklanamaz. Fichte bu sorunu pratik olarak çözer: biz usun çıkış noktasını ve bilgiyi sınırlandırmasını açıklayamayız, fakat onun görünümü ya da etik değerini mükemmel bir şekilde açık ve belirgin olarak ortaya koyabiliriz. Bilgi alanı, tam olarak belirlenmiş sınırları ile, şeylerin ahlak düzeni içinde belirli bir işleve sahiptir. Bizim gerçekliğe sahip us ile algıladığımız şey bizi ilgilendiren ya da bizim için varolan tek gerçekliktir. Bizim dünyamız "görevlerimizin duyumlu özdeği"dir; dünya içinde varolan şeyler aracılığı ile kendi ahlak ideallerimizi gerçekleştirebiliriz ve gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Dünya ahlak amaçlarının gerçekleştirilmesinin bir aracıdır: çünkü o, ahlaksal bir çaba alanıdır, onun gerçek olup olmamasının bu açıdan hiçbir önemi yoktur. Ego, bir kendi-etkin varlık olarak bir karşıtlıklar dünyasına gereksinim duymaktadır. Onun, kendisinin ve özgürlüğünün bilincinde olacağı bir savaşım dünyası olmalıdır. Kişi, özgürlüğünü ancak bu şekilde gerçekleştirebilir. O, kanunlara göre düzenlenmiş bir dünya talebinde bulunmaktadır, bu kesin olarak belirlenmiş bir dünyadır. Kişi kendisini özgür kılabilmek için amaçlarını bu konular ile belirlemelidir. Ego, hangi beklenti içinde olduğunu bilmelidir, böyle olmaması durumunda ussal amaç edimi olanaksız olacaktır.
"Doğa"yı ben'in kendiliğinden bir etkinliği oluşturur. Buradaki "ben", hepimiz için geçerliliği olan bir varlığı kuran "salt ben" dir. Bu "ben"in öz niteliği de etkinliktir, eylemdir. M.Gökberk
Bu durumda idealizmin yapmak istediği şey, yalnızca öznel olarak görünen nesnel gerçekliğin nasıl olduğunu ortaya koymaktadır. Fichte bize onun, kendisini sınırlamak için kendi etkin ilkesinin doğasına ait olduğunu söyleyecektir: o, kendi varlığını ortaya koyarken aynı zamanda kendisini de sınırlamaktadır. Ben kırmızı, tatlı ve soğuk duyumlarımda kendi sınırlandırma deneyiminde bulunurum: duyum nitelikleri onları benim üzerimize zorlar ve bunun sonucunda beni sınırlar. Dogmatikler böylesine özgün duyumları ya da duyguları açıklama girişiminde bulunacaklardır; ancak Fichte aşkınsal bir nesne ile tüm duyum açıklamalarını reddeder. Nesnel dünya ego tarafından kendisi için oluşturulmuştur. Zihin, bilinçliliğin öznel dönüşümlerini ortaya koyacaktır. Eğer o duyumlar için değilse ve egonun zorunlu işlev ya da edimleri uzam, zaman ve nedensellik içermiyorsa, biz algıladığımız fenomenal dünyayı hiçbir zaman oluşturamayız. Duyumların nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyoruz. Bu, fenomenal dünya bilgimizin hiçbir nesnel geçerliliğe sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Fenomenal nesneler dünyası, yanılsamanın ötesinde, yalnızca doğruluk bölgesidir. O, yalnızca, bizden bağımsız olarak varolan kendinde-şeylerin olduğu durumda yanılsamacıdır. Kendinde-şey, kurgusal bir sanıdır, bir yanlış felsefenin keşfidir; ortak duyum onun hiçbir bilgisine sahip değildir. Bu dünyayı olduğu gibi kabul edip onu anlamaya ve onun üzerinde edimde bulunmaya çalışmak gerekmektedir —bu bir eleştirel idealizm tutumudur. Biz, kuramsal us ile bilinçliliği aşamayız. Bilebildiğimiz tek şey, egonun kendisini belirlediği ve kendisini ego-olmayan ile sınırladığıdır; fakat o neden kuramsal olarak açıklanamaz. Fichte bu sorunu pratik olarak çözer: biz usun çıkış noktasını ve bilgiyi sınırlandırmasını açıklayamayız, fakat onun görünümü ya da etik değerini mükemmel bir şekilde açık ve belirgin olarak ortaya koyabiliriz. Bilgi alanı, tam olarak belirlenmiş sınırları ile, şeylerin ahlak düzeni içinde belirli bir işleve sahiptir. Bizim gerçekliğe sahip us ile algıladığımız şey bizi ilgilendiren ya da bizim için varolan tek gerçekliktir. Bizim dünyamız "görevlerimizin duyumlu özdeği"dir; dünya içinde varolan şeyler aracılığı ile kendi ahlak ideallerimizi gerçekleştirebiliriz ve gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Dünya ahlak amaçlarının gerçekleştirilmesinin bir aracıdır: çünkü o, ahlaksal bir çaba alanıdır, onun gerçek olup olmamasının bu açıdan hiçbir önemi yoktur. Ego, bir kendi-etkin varlık olarak bir karşıtlıklar dünyasına gereksinim duymaktadır. Onun, kendisinin ve özgürlüğünün bilincinde olacağı bir savaşım dünyası olmalıdır. Kişi, özgürlüğünü ancak bu şekilde gerçekleştirebilir. O, kanunlara göre düzenlenmiş bir dünya talebinde bulunmaktadır, bu kesin olarak belirlenmiş bir dünyadır. Kişi kendisini özgür kılabilmek için amaçlarını bu konular ile belirlemelidir. Ego, hangi beklenti içinde olduğunu bilmelidir, böyle olmaması durumunda ussal amaç edimi olanaksız olacaktır.
Nesnel idealizm
Öznel idealizm konusundaki görüşleri sıraladıktan ve Fichte'nin
çağdaşlarının onu nasıl yorumladıklarını açıkladıktan sonra, nesnel idealizm
üzerine düşüncelere geçilebilir.
Fichte, felsefesinin temelini oluşturan ego terimi ile, ortak duyumun
bireysel egosunu değil, arı ego, arı etkinlik, evrensel us, zihinselliği
kastetmektedir. Mutlak ego (egoity ya. da Ichheit) ve
bireysellik birbirlerinden farklı kavramlardır. Arı ego, mantıksal olarak,
kişisel egoya önceldir. O, bireysel egonun bir koşulu ya da mantıksal bir
zeminidir. Tüm aynı usu onlar üzerine belirlemeden bireysel kendileri
düşünemeyiz. Mantıksal prius, Fichte'de yalnızca mantıksal bir prius
olarak kalmaz; daha önce görmüş olduğumuz gibi, mutlak ego, bir
soyutlamadan daha fazlasına dönüşür. O, bir gerçekliktir, tüm insanların
üzerinde, birey-üstüdür; o, evrensel etkin us-dur, tüm insanlarda aynıdır;
bireysel ego, onun bir görünümüne sahip olacaktır. Kendi-bilinçliliğin en
yüksek derecesi, felsefeci bilincidir; o, egosu zihinsel bir sezgiye sahiptir.
Ego, kendisine dönüşür ve etkinliğinin bilincidir. Ego, kendi etkinliğini
sezerek, daha yüksek bir uzam ve zaman algılamasına yükselir; o, artık
fenomenal bir nedensel düzeni göstermektedir ancak onu kendi içinde belirler,
kendisine bakar ve kendisini bilir.
Sezgisel kendi-bilgisi, Fichte'nin felsefesine kendi açısından bir kesinlik verecektir; ego
yalnızca bir ilkeyi kuşatmakla ya da ona mantıksal soyutlama ile ulaşmakla
kalmaz, aynı zamanda onun içinde deneyimde bulunur. Bu, Kant'ın
çözümlemesindeki gibi olmaktadır. Fichte, daha önceki yazılarında, her
birimizin içinde edimde bulunan evrensel us olarak bu ilkeden bahsetmiştir;
bu, evrensel terimlerle düşünen kendinin boyutudur, evrensel doğruları bilir ve
evrensel amaçlara ya da ideallere sahiptir. O, doğalcılığın, mekanikçi ve
gerekirci gerçeklik düşüncesinin çürütülmesi ile ilgilidir; ve tüm
deneyimin idealistik karakteri bu şekilde
vurgulanır. Onun, düşüncesini kesin olarak tanımlamadaki başarısızlığı,
oluşturduğu
dizgenin öznel idealizm olarak yanlış bir şekilde
anlaşılmasına
neden olacaktır.
Bu yanlış anlaşılma nedeniyle başlangıçtan
itiberen ona karşı
bir karşıçıkış yaşanmıştır. Dizgesi geliştikçe,
kendisini daha belirgin olarak ifade etmiş ve
karşıtlarının kişisel
öznel ego olarak yanlış yorumladıkları
ilkesinin mutlak ego, ya da Tanrı
olduğunu ortaya koyacaktır. Ancak o ister us, isterse mutlak ego ya
da Tanrı olarak adlandırılsın, ilke tüm bireysel bilinçliliği
egemenliği altında
tutan evrensel bir ussallık
olarak kavranmıştır. Benim kişisel egomun dışında, başka ussal oluşlar vardır. Onlar hem fenomenal dünya üzerinde
edimde bulunacak hem de bizimle aynı şekilde mutlak egoyu temsil edecektir;
ussallığın aynı
evrensel ilkesi, tüm
egolarda etkindir. Doğa,
belli bir egonun yaratımı değil,
evrensel tinsel ilkenin bir bireyseli içindeki
yansıma ya da fenomenal ifadedir.
Evrensel ego, bireysel kendilerin ürünleri
ya da görünümlerinin doğru gerçekliğidir.
Fichte bir mutlak idealisttir ve öznel
idalist değildir, çünkü
yalnızca bireysel bir bilinçliliğin
değil, aynı zamanda gerçekliğin
evrensel bir ilkesinin olduğunu
savunmaktadır;
ancak o, bu ilkeyi durağan
bir töz olarak algılamayı reddeder. Bu töz, ister özdeksel isterse tinsel olsun, statik tözü
kabul etmemektedir: o, canlı,
gelişen, kendini-belirleyen tinsel bir oluşumdur, bireysel kendiler içinde kendisini ortaya koyar. Ve bu onların doğasının
kanunudur. Düşünceninin
zorunlu kanunları
olmasının
yanı sıra,
onların duyumsal ve fenomenal yaşamının ortak zeminidir. O, bizim içimizde yaşayan ve düşünen edimde bulunan evrensel yaşam yada usdur: biz onun içinde yaşar ve hareket eder ve varlığımıza
sahip oluruz.
(...)
Fichte Kant’ın özgürlük kavramını radikalleştirir. “Bilim kuramı”nın ilk defa Jena’da sunduğu ve orada çığır açan türevinde, Fichte Kant’ın ‘düşünüyorum’ ifadesi bütün tasavvurlarıma eşlik edebilmelidir cümlesinden, dünyayı hantal bir direnç veya edimsel davranışlarının olası bir malzemesi olarak deneyimleyen, gücü her şeye yeten bir ‘ben’ kavramını çıkarır.
....
Ben, yaygın olarak ‘nesnellik’ adı verilen ben-olmayanda saklanamayacağını kavradığında kendini yakalamış olur. Ben-olmayanın dünyası, özgürlüğümü yadsıyan her şey olabilir: mekanik ve belirlenimci olarak anlaşılan bir dışsal doğa; arzular ve içgüdüler, insanın söz dinletemediği, kendi bedenimizdeki bu doğa; toplumsal özgürlüksüzlük sistemi; Tann’mn yarattıklarına tahakküm ettiği
bir din. Bu ben-olmayan dünyaları vardır, bundan kim kuşkulanabilir ki. Ancak Fichte bundan kuşkulanır, dahası bunlara asla pabuç bırakmaz.
....
Kant sanki verili bir şeymiş gibi ‘düşünüyorum’dan yola çıkmıştır, diye öğretir Fichte; ama bu böyle yapılamaz, tersine ‘düşünüyorum’u düşündüğümüzde içimizde neler olup bittiğini bir gözlemlemek gereklidir. Ben ilk önce düşünmede meydana getirdiğimiz bir şeydir ve aynı zamanda da meydana getirici güç, kendi içimizdeki öncesi düşünülemeyen benliktir. Düşünen ve düşünülen ben gerçekten de bir döngüde devinir, ama önemli olan, Fichte’de etkin, üretken bir döngünün söz konusu olduğunu kavramaktır. Söz konusu olan, bir benin kendini sadece gözlemleyerek temellendirdiği değildir, tersine ben yine bir etkinlik olan tefekkürde kendi kendini meydana getirir; kendini ortaya koyar. Demek ki bu ben bir olgu, bir şey değil, tersine bir olaydır. Ben hareket halindedir, yaşamaktadır, onu içimizde hissederiz.
.....
Dış dünyayı ilk önce sadece kendi iç dünyamız olarak tanıdığımız temel ilkesinden sadece radikal sonuçlar çıkarmakla kalır, örneğin ancak benin kendini kavradığı anda aksinin, ben-olmayanın da ortaya çıktığı sonucu gibi. Bu ölçüde direngen nesne ilk olarak, benin de kendini koyduğu anda konmuş olur. Ben sadece ben-olmayanın aksi olarak fark edilebilir hale gelir. Ama bu yüzden bu ben-olmayan ben tarafından mı meydana getirilir, yoksa daha ziyade dışarıdan mı verilmiştir? Kesinlikle ‘verilmiştir’ ama sadece benin çevresinde verilmiştir ve ben-olmayan buradan asla çıkamaz, bu ölçüde de ben-olmayan bu benin bir yönüdür. Ben-olmayan, ben tarafından kendi kendini sınırlama olarak üstlenilen bir sınırlamadır. Ancak ben bu kendi kendini sınırlamayı, sınırlamada kendinin payını gizleyecek boyutlara vardırabilir. O zaman kendi kendini sınırlama, kendi kendini şeyleştirme halini alır. Dışsal şeylere, eğer ben kendinin bilincinde kalsa bu şeylerin elinde olmayan bir güç verir. Fichte için her şey, benin kendi payına, yani dünya oluştururken kendi etkinliğine duyarlılığı keskinleştirmeye bağlıdır. Dünya sadece dışarıdan karşımızda duran bir şey, bitmiş, yabancı bir nesne değildir, tersine beni içine çekmiştir.
Dış dünya kendini benin çevresinde gösterir. Ama nasıl? Üzerimize etki eden her gerçeklik, olasılıklara gömülmüştür. En yakınımızdaki dış dünya olan kendi bedenimizdeki duyumlar bize zorla
kendini dinletir, ama bunlara karşı bile bir serbestlik alanımız vardır: Bunlarla başa çıkabiliriz. Duyular düşünmeye ve fanteziler kurmaya doğru zarifleştikçe bütün olasılıklar ‘alanıyla’ o kadar içten bağlantılı olur. O zaman neyin gerçekten var olduğunu sadece düşünülebilen birçok olasılık arasından ‘uyan’ olasılığı bularak saptayabiliriz. Basitçe ‘gereklilik’ diye bir şey yoktur, daha ziyade bunun olasılıklar arasından bulunması gerekir. Gerekliliği keşfeden özgürlüktür. Fichte, gereklilik duygusunun eşlik ettiği tasavvurlara ‘gerçek’ der. Bu duygu sesini duyurur, ama alternatifsiz değildir: Durum hâlâ bundan farklı olabilir. Olasılıklara duyarlılık olarak özgürlük, sözde katı gerçeklerde bile işin içinde kalır. İnsan sadece eylemde değil, bilmede de daima başka türlü de edebilen; sadece başka türlü eylemekle kalmayıp şeyleri farklı görebilen bir varlıktır, insan olasılıklar içinde yaşar. Gerçeklik bir olasılık ufkunda kurulur. Özgürlük budur.
Alıntılar: Romantik, Bir Alman Sorunsalı, Rüdiger Safranski, Kabalcı Yayıncılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder