J.G.Fichte


Fichte’nin ilkesi.
Fichte'inin temel öngörüsü, özgürlük kavramıdır, bu eleştirel felsefenin anahtar noktası olarak düşünülmektedir, istenç ya da egoyu, şeyler arasında bir şey değil, yalnızca nedensel zincirindeki bir bağ, fakat özgür ve kendini-belirleyen bir etkinlik olarak ele alır. Yalnızca böyle bir etkinlik doğru  olarak gerçektir, bütün diğerleri ölü edilgen varlıklardır: bu yaşam ve zihin ilkesidir. Bu belgenin bulunduğu bir zemindir, kuramsal anlayışın bileşik ilkesinin bulunduğu zemindir. Kant'ın üstü kapalı olarak belirttiği, Reinhold'un aradığı ilkedir. Kuramsal ve pratik us’da ortak bir köke sahiptir. Bu durumda bilgi çalışması, onun felsefe araştırmasının en önemli konusu olduğunu ortaya koyacaktır. Fichte ömrünü bu konunun araştırmasına adayacaktır. Wissenschaftslehre (Bilim öğretisi) tüm bilgilerin anahtarıdır: o, hem kuramsal hem de pratik us alanındaki koşulların, ilkelerin ya da öngörülerin ayrıntılı ve kapsamlı bir değerlendirilmesini sunmaktadır.

Bilgi biliminin amaç ve yöntemi

Fichte'ye göre Kant, kategorileri deneyimden soyutlamıştır, fakat onların zihinselliğinin zorunlu kanunlarını gösterilmemiştir: ilkelerini kanıtlamamıştır. Fichte'nin belirttiğine göre bu, yalnızca onların ortak bir kökten kaynaklanması ile ortaya konabilir. Bu da sadece kesin olarak bilimsel bir oluşumun araçlarıyla olacaktır. Her bilim, bilim olabilmek için önermelerin bitişik bir yapısına sahip olmalı, bir ilk ilke tarafından birarada bulunmalıdır; o, önermelerin etkileşimli bir dizgesi, her bir önermenin belli bir yeri olan ve bütün ile belli bir ilintide olan organik bir bütün içinde olmalıdır. Bu durumda, geometride uzay kapsamı, merkez düşüncedir. Farklı bilimler, herşeyi kuşatan bir bilimin, bülümlerin biliminin bir Wissenschaftslehre'nin arayışı içindedir. Ve bu evrensel bilim ya da felsefe tüm diğer bilimlerin kesinliğinin kaynağı­dır ve bir kendini-tanıtlayan ya da zorunlu önermeden ortaya çıkmıştır. Ona bilimsel yapısını kazandıran kendi yargılarını ortaya koyan mutlak bir ilkeden kaynaklanmaktadır. Aynı za­manda tüm diğer araştırma alanlarının kapsamına sahiptir.

Bu merkezi bilim, bu özelliklerine karşın, bir kanun koyu­cu değildir, yalnızca bilginin tarihsel görünümünü ortaya koyar: o, zihinin zorunlu edimlerinin dizgesinin bilincidir, yaratım oluşumu içindeki zihini gözlemler ve izler. Ancak olanları kaydetmekle yetinmeyecektir. O, bu edimlerin zorun­luluğunun anlaşılması arayışı içinde olacaktır, çeşitli bilgi bi­çimlerinin mantıksal önermelerini ya da zeminlerini keşfet­mek ister. "Eğer uzun zincirde tek bir halka bile eksik kalır­sa, sonuç olarak zincirin yapısında bir bozulma meydana ge­lecektir, bu durumda bilim herhangi bir iddiasını kanıtlama yeterliliğine sahip olmayacaktır.  Zihinin kendisinin ussal bir dizge olduğu ve organik us olarak edimde bulunduğu düşünülür. Her ne kadar zihinselliğin farklı işlevleri birbirle­rinden bağlantısız olsa da ve anlamsız edimde bulunsalar da, onların hepsi ortak bir sonuca katkıda bulunacaktır; eğer bu ussal işlevler—yani kendi-bilinçliliğin evrimi—tam olarak anlaşılamazsa, usun amacı tam olarak belirlenemeyecektir. Bu durumda felsefeci, bir tümdengelim görevini üzerine al­madan önce, tüm bilinçliliğin amaç ve anlamını kavramalıdır. Tıpkı bir saatte olduğu gibi, eğer bütünün amacını, onun yapısını, boyutunu ve benzeri olguları biliyorsak, oluşumun tümünü zihnimizde canlandırabiliriz.

Hegel adeta yukarıda belirtilen, zihnin (usun) yolculuğunun dizgesini ortaya koymuştur.(BBerksan)

Wissenschaftslehre’nin yöntemi, bize öz-bilinçliliğin evrimine katkıda bulu­nan çeşitli edimleri göstermeyi üzerine almaktadır. Bu, belir­li anlık ediminin olmaması durumunda, zihin özgür ve kendi bilinçliliğine sahip olmayacaktır. Fichte, daha önceki ve daha teknik çalışmalarında, temel ilkeden kaynaklanan bilgi dizgesini geliştirecektir; daha bilinen sunumlarında ilkenin bilgisinin gözleminden yola çıkacaktır. Fichte yönetimini, genellikle genetik bir yöntem olarak adlandırır; ancak bilginin ilkelerinin psikolojik yaratılışını betimleme amacında değildir fakat onların zorunlu önermelerinin nasıl ortaya çıktığını ya da usun nasıl onların içinde bulunduğunu ortaya koyma amacı taşımaktadır.

Ussal düşünmenin yaratılışı üzerinde çalışma yapabilmek için, felsefecinin düşüncesini, istencin bir edimi tarafından devim içinde yerleştirmesi gerekmektedir: bu durumda, felsefe bir olgu ile değil, bir edim ile başlar. Bilgi, tek, edilgen bir yansıma ya da dünya düşüncesi değil, yaşayan oluşumun bir kendini belirlenimidir—bir sahip olma değil, bir ilerlemedir. Gerçek bilgi yalnızca, bir özgürlük edimi ile olanaklıdır. Ben yalnızca düşünce içinde özgür olarak yaratabildiğim şeyi anlayabilirim: yaratamadığım şeyi, anlayamam. Bilinçlilik, kendinin dışında hiçbir şey tarafından açıklanamaz; onun için dışsal olan herhangi bir şey tarafından üretilemez, Yaratım edimi içinde kendinden haberdar olan düşünce bir edim ya da yaratımdır. Bilgi, diğer bir deyişle, zorunlu olarak, kendi aracı zemininde, kendini-belirleyen etkinlik olarak belirlenir. Bilgi, zihin, düşünce özgürdür. Böyle bir etkinlik olmadan hiçbir duyum dünyası, hiçbir deneyim, hiçbir düşünüş olmayacaktır; bu düşünce etkinliği, aradığımız temel ilkedir. Arı (saf) ego, beniçincilik ilkesi, kendietkin us, Wisenschaftslehre'nin başlangıç noktasıdır, tüm bilgilerin kendini-tanıtlayan önermesidir: o, aynı zamanda bilimimizin sonu ve amacıdır. Wissenschaftslehre, tüm bilginin anlamını kavrayan tam bir öz-bilinçlilik ve bilinçlilik olgusuna ulaşılmasıdır.

(...)

Eğer bilimsel bilgi ile sınırlanırsak, hiçbir zaman nedensel düzenin üzerine yükselemeyiz, ve doğanın mekanikliğinden kendimizi kurtaramayız. Ancak bir çıkış yolu vardır. Biz zihinsel sezgi edimi içinde, özgür istencin kendisinin bir edimi olarak, görev kanununun ya da bizi özgür insanlar haline getiren, bizi doğanın gerekirciliğinden özgür kılan evrensel amacın bilincinde oluruz. 

Böylece ne­densel bir zincir içinde yalnızca bir halka olmayı reddetmiş olacağızdır. Görev ve özgürlük kanununun kabul edilmesi, bizim yaşantımıza bir değer ve anlam kazandıracaktır; bu, bizi dünyayı evrensel bir amacın aracı olarak anlamamızı sağlayacaktır. Artık, özgürlüğün elde edilmesinin pratik bir aracı olan duyum algılaması ile elde edilen sıradan bilgileri­miz bizim için daha belirgin olacaktır; o, bize istence karşı bir direnç sağlar; çaba göstermeden ondan özgür olamayız çün­kü ona karşı savaşmak ve onun üstesinden gelebilmek için bir dünyaya gereksinim duyarız. Bunun olmaması duru­munda dünya hiçbir anlama sahip olmayacaktır.Fakat bu an­cak ahlak bilinçliliğinin dağılımı ışığında yetkin bir şekilde gerçekleştirilebilir.

Dışsal Dünya
Fichte, tüm gerçekliği, ego (ben) üzerine temellendirir; çünkü ego her şeydir, onun dışında hiçbir şey olamaz, bağımsız bir extra-mental nesnenin içinde hiçbir kendinde şey yoktur.

"Doğa"yı ben'in kendiliğinden bir etkinliği oluşturur. Buradaki "ben", hepimiz için geçerliliği olan bir varlığı kuran "salt ben" dir. Bu "ben"in öz niteliği  de etkinliktir, eylemdir. M.Gökberk

Bu durumda idealizmin yapmak istediği şey, yalnızca öznel olarak görünen nesnel gerçekliğin nasıl olduğunu ortaya koymaktadır. Fichte bize onun, kendisini sınırlamak için kendi etkin ilkesinin doğasına ait olduğunu söyleyecektir: o, kendi varlığını ortaya koyarken aynı zamanda kendisini de sınırlamaktadır. Ben kırmızı, tatlı ve soğuk duyumlarımda kendi sınırlandırma deneyiminde bulunurum: duyum nitelikleri onları benim üzerimize zorlar ve bunun sonucunda beni sınırlar. Dogmatikler böylesine özgün duyumları ya da duyguları açıklama girişiminde bulunacaklardır; ancak Fichte aşkınsal bir nesne ile tüm duyum açıklamalarını reddeder. Nesnel dünya ego tarafından kendisi için oluşturulmuştur. Zihin, bilinçliliğin öznel dönüşümlerini ortaya koyacaktır. Eğer o duyumlar için değilse ve egonun zorunlu işlev ya da edimleri uzam, zaman ve nedensellik içermiyorsa, biz algıladığımız fenomenal dünyayı hiçbir zaman oluşturamayız. Duyumların nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyoruz. Bu, fenomenal  dünya bilgimizin hiçbir nesnel geçerliliğe sahip olmadığı anlamına gelmemektedir. Fenomenal nesneler dünyası, yanılsamanın ötesinde, yalnızca doğruluk bölgesidir. O, yal­nızca, bizden bağımsız olarak varolan kendinde-şeylerin ol­duğu durumda yanılsamacıdır. Kendinde-şey, kurgusal bir sanıdır, bir yanlış felsefenin keşfidir; ortak duyum onun hiç­bir bilgisine sahip değildir. Bu dünyayı olduğu gibi kabul edip onu anlamaya ve onun üzerinde edimde bulunmaya çalış­mak gerekmektedir bu bir eleştirel idealizm tutumudur. Biz, kuramsal us ile bilinçliliği aşamayız. Bilebildiğimiz tek şey, egonun kendisini belirlediği ve kendisini ego-olmayan ile sınırladığıdır; fakat o neden kuramsal olarak açıklana­maz. Fichte bu sorunu pratik olarak çözer: biz usun çıkış noktasını ve bilgiyi sınırlandırmasını açıklayamayız, fakat onun görünümü ya da etik değerini mükemmel bir şekilde açık ve belirgin olarak ortaya koyabiliriz. Bilgi alanı, tam ola­rak belirlenmiş sınırları ile, şeylerin ahlak düzeni içinde be­lirli bir işleve sahiptir. Bizim gerçekliğe sahip us ile algıladı­ğımız şey bizi ilgilendiren ya da bizim için varolan tek ger­çekliktir. Bizim dünyamız "görevlerimizin duyumlu özdeği"dir; dünya içinde varolan şeyler aracılığı ile kendi ahlak ideallerimizi gerçekleştirebiliriz ve gerçekleştirmemiz gerek­mektedir. Dünya ahlak amaçlarının gerçekleştirilmesinin bir aracıdır: çünkü o, ahlaksal bir çaba alanıdır, onun gerçek olup olmamasının bu açıdan hiçbir önemi yoktur. Ego, bir kendi-etkin varlık olarak bir karşıtlıklar dünyasına gereksi­nim duymaktadır. Onun, kendisinin ve özgürlüğünün bilincinde olacağı bir savaşım dünyası olmalıdır. Kişi, özgürlüğü­nü ancak bu şekilde gerçekleştirebilir. O, kanunlara göre dü­zenlenmiş bir dünya talebinde bulunmaktadır, bu kesin ola­rak belirlenmiş bir dünyadır. Kişi kendisini özgür kılabilmek için amaçlarını bu konular ile belirlemelidir. Ego, hangi bek­lenti içinde olduğunu bilmelidir, böyle olmaması durumun­da ussal amaç edimi olanaksız olacaktır.

Nesnel idealizm

Öznel idealizm konusundaki görüşleri sıraladıktan ve Fichte'nin çağdaşlarının onu nasıl yorumladıklarını açıkla­dıktan sonra, nesnel idealizm üzerine düşüncelere geçilebilir.

Fichte, felsefesinin temelini oluşturan ego terimi ile, ortak duyumun bireysel egosunu değil, arı ego, arı etkinlik, evren­sel us, zihinselliği kastetmektedir. Mutlak ego (egoity ya. da Ichheit) ve bireysellik birbirlerinden farklı kavramlardır. Arı ego, mantıksal olarak, kişisel egoya önceldir. O, bireysel ego­nun bir koşulu ya da mantıksal bir zeminidir. Tüm aynı usu onlar üzerine belirlemeden bireysel kendileri düşünemeyiz. Mantıksal prius, Fichte'de yalnızca mantıksal bir prius ola­rak kalmaz; daha önce görmüş olduğumuz gibi, mutlak ego, bir soyutlamadan daha fazlasına dönüşür. O, bir gerçekliktir, tüm insanların üzerinde, birey-üstüdür; o, evrensel etkin us-dur, tüm insanlarda aynıdır; bireysel ego, onun bir görünü­müne sahip olacaktır. Kendi-bilinçliliğin en yüksek derecesi, felsefeci bilincidir; o, egosu zihinsel bir sezgiye sahiptir. Ego, kendisine dönüşür ve etkinliğinin bilincidir. Ego, kendi et­kinliğini sezerek, daha yüksek bir uzam ve zaman algılama­sına yükselir; o, artık fenomenal bir nedensel düzeni göster­mektedir ancak onu kendi içinde belirler, kendisine bakar ve kendisini bilir.

Sezgisel kendi-bilgisi, Fichte'nin felsefesine kendi açısından bir kesinlik verecektir; ego yalnızca bir ilkeyi kuşatmakla ya da ona mantıksal soyutlama ile ulaşmakla kalmaz, aynı zamanda onun içinde deneyimde bulunur. Bu, Kant'ın çözümlemesindeki gibi olmaktadır. Fichte, daha ön­ceki yazılarında, her birimizin içinde edimde bulunan evren­sel us olarak bu ilkeden bahsetmiştir; bu, evrensel terimlerle düşünen kendinin boyutudur, evrensel doğruları bilir ve ev­rensel amaçlara ya da ideallere sahiptir. O, doğalcılığın, mekanikçi ve gerekirci gerçeklik düşüncesinin çürütülmesi ile ilgilidir; ve tüm deneyimin idealistik karakteri bu şekilde vurgulanır. Onun, düşüncesini kesin olarak tanımlamadaki başarısızlığı, oluşturduğu dizgenin öznel idealizm olarak yanlış bir şekilde anlaşılmasına neden olacaktır. Bu yanlış an­laşılma nedeniyle başlangıçtan itiberen ona karşı bir karşıçıkış yaşanmıştır. Dizgesi geliştikçe, kendisini daha belirgin olarak ifade etmiş ve karşıtlarının kişisel öznel ego olarak yanlış yorumladıkları ilkesinin mutlak ego, ya da Tanrı oldu­ğunu ortaya koyacaktır. Ancak o ister us, isterse mutlak ego ya da Tanrı olarak adlandırılsın, ilke tüm bireysel bilinçliliği egemenliği altında tutan evrensel bir ussallık olarak kavranmıştır. Benim kişisel egomun dışında, başka ussal oluşlar vardır. Onlar hem fenomenal dünya üzerinde edimde bulu­nacak hem de bizimle aynı şekilde mutlak egoyu temsil ede­cektir; ussallığın aynı evrensel ilkesi, tüm egolarda etkindir. Doğa, belli bir egonun yaratımı değil, evrensel tinsel ilkenin bir bireyseli içindeki yansıma ya da fenomenal ifadedir.

Ev­rensel ego, bireysel kendilerin ürünleri ya da görünümleri­nin doğru gerçekliğidir. Fichte bir mutlak idealisttir ve öznel idalist değildir, çünkü yalnızca bireysel bir bilinçliliğin değil, aynı zamanda gerçekliğin evrensel bir ilkesinin olduğunu sa­vunmaktadır; ancak o, bu ilkeyi durağan bir töz olarak algı­lamayı reddeder. Bu töz, ister özdeksel isterse tinsel olsun, statik tözü kabul etmemektedir: o, canlı, gelişen, kendini-belirleyen tinsel bir oluşumdur, bireysel kendiler içinde kendi­sini ortaya koyar. Ve bu onların doğasının kanunudur. Düşünceninin zorunlu kanunları olmasının yanı sıra, onların du­yumsal ve fenomenal yaşamının ortak zeminidir. O, bizim içi­mizde yaşayan ve düşünen edimde bulunan evrensel yaşam yada usdur: biz onun içinde yaşar ve hareket eder ve varlığı­mıza sahip oluruz.

(...)

Çağdaş Felsefe- Frank Thilly- İzdüşüm Yayınları-2002




Fichte Kant’ın özgürlük kavramını radikalleştirir. “Bilim kuramı”nın ilk defa Jena’da sunduğu ve orada çığır açan türevinde, Fichte Kant’ın ‘düşünüyorum’ ifadesi bütün tasavvurlarıma eşlik edebilmelidir cümlesinden, dünyayı hantal bir direnç veya edimsel davranışlarının olası bir malzemesi olarak deneyimleyen, gücü her şeye yeten bir ‘ben’ kavramını çıkarır.
....
Ben, yaygın olarak ‘nesnellik’ adı verilen ben-olmayanda saklanamayacağını kavradığında kendini yakalamış olur. Ben-olmayanın dünyası, özgürlüğümü yadsıyan her şey olabilir: mekanik ve belirlenimci olarak anlaşılan bir dışsal doğa; arzular ve içgüdüler, insanın söz dinletemediği, kendi bedenimizdeki bu doğa; toplumsal özgürlüksüzlük sistemi; Tann’mn yarattıklarına tahakküm ettiği
bir din. Bu ben-olmayan dünyaları vardır, bundan kim kuşkulanabilir ki. Ancak Fichte bundan kuşkulanır, dahası bunlara asla pabuç bırakmaz.

....

Kant sanki verili bir şeymiş gibi ‘düşünüyorum’dan yola çıkmıştır, diye öğretir Fichte; ama bu böyle yapılamaz, tersine ‘düşünüyorum’u düşündüğümüzde içimizde neler olup bittiğini bir gözlemlemek gereklidir. Ben ilk önce düşünmede meydana getirdiğimiz bir şeydir ve aynı zamanda da meydana getirici güç, kendi içimizdeki öncesi düşünülemeyen benliktir. Düşünen ve düşünülen ben gerçekten de bir döngüde devinir, ama önemli olan, Fichte’de etkin, üretken bir döngünün söz konusu olduğunu kavramaktır. Söz konusu olan, bir benin kendini sadece gözlemleyerek temellendirdiği değildir, tersine ben yine bir etkinlik olan tefekkürde kendi kendini meydana getirir; kendini ortaya koyar. Demek ki bu ben bir olgu, bir şey değil, tersine bir olaydır. Ben hareket halindedir, yaşamaktadır, onu içimizde hissederiz.
.....

Dış dünyayı ilk önce sadece kendi iç dünyamız olarak tanıdığımız temel ilkesinden sadece radikal sonuçlar çıkarmakla kalır, örneğin ancak benin kendini kavradığı anda aksinin, ben-olmayanın da ortaya çıktığı sonucu gibi. Bu ölçüde direngen nesne ilk olarak, benin de kendini koyduğu anda konmuş olur. Ben sadece ben-olmayanın aksi olarak fark edilebilir hale gelir. Ama bu yüzden bu ben-olmayan ben tarafından mı meydana getirilir, yoksa daha ziyade dışarıdan mı verilmiştir? Kesinlikle ‘verilmiştir’ ama sadece benin çevresinde verilmiştir ve ben-olmayan buradan asla çıkamaz, bu ölçüde de ben-olmayan bu benin bir yönüdür. Ben-olmayan, ben tarafından kendi kendini sınırlama olarak üstlenilen bir sınırlamadır. Ancak ben bu kendi kendini sınırlamayı, sınırlamada kendinin payını gizleyecek boyutlara vardırabilir. O zaman kendi kendini sınırlama, kendi kendini şeyleştirme halini alır. Dışsal şeylere, eğer ben kendinin bilincinde kalsa bu şeylerin elinde olmayan bir güç verir. Fichte için her şey, benin kendi payına, yani dünya oluştururken kendi etkinliğine duyarlılığı keskinleştirmeye bağlıdır. Dünya sadece dışarıdan karşımızda duran bir şey, bitmiş, yabancı bir nesne değildir, tersine beni içine çekmiştir.

Dış dünya kendini benin çevresinde gösterir. Ama nasıl? Üzerimize etki eden her gerçeklik, olasılıklara gömülmüştür. En yakınımızdaki dış dünya olan kendi bedenimizdeki duyumlar bize zorla
kendini dinletir, ama bunlara karşı bile bir serbestlik alanımız vardır: Bunlarla başa çıkabiliriz. Duyular düşünmeye ve fanteziler kurmaya doğru zarifleştikçe bütün olasılıklar ‘alanıyla’ o kadar içten bağlantılı olur. O zaman neyin gerçekten var olduğunu sadece düşünülebilen birçok olasılık arasından ‘uyan’ olasılığı bularak saptayabiliriz. Basitçe ‘gereklilik’ diye bir şey yoktur, daha ziyade bunun olasılıklar arasından bulunması gerekir. Gerekliliği keşfeden özgürlüktür. Fichte, gereklilik duygusunun eşlik ettiği tasavvurlara ‘gerçek’ der. Bu duygu sesini duyurur, ama alternatifsiz değildir: Durum hâlâ bundan farklı olabilir. Olasılıklara duyarlılık olarak özgürlük, sözde katı gerçeklerde bile işin içinde kalır. İnsan sadece eylemde değil, bilmede de daima başka türlü de edebilen; sadece başka türlü eylemekle kalmayıp şeyleri farklı görebilen bir varlıktır, insan olasılıklar içinde yaşar. Gerçeklik bir olasılık ufkunda kurulur. Özgürlük budur.

Alıntılar: Romantik, Bir Alman Sorunsalı, Rüdiger Safranski, Kabalcı Yayıncılık








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder