Z
|
i
|
h
|
i
|
n
|
F
|
e
|
l
|
s
|
e
|
f
|
e
|
s
|
i
|
Felsefenin
konuları başlığı altında, zihin felsefesinin sorun edindiği alan ve kavramlara
değinilmişti.
En
genel anlamda;
zihnin |
özünü, doğasını, varoluşunu, kapsamını ve içeriğini |
araştıran |
zihnin |
dünyayla ilişkisinin nasıl
kurulduğunu |
zihnin |
kendi dışındaki nesnelerle |
ilişkiye nasıl geçtiğini
temellendiren |
"anımsama", "anlama",
"acı
çekme" gibi |
zihinle bir biçimde
ilişkisi olan birtakım yaşantıları |
ya da zihin durumlarını inceleyen; |
zihin durumlarının ya da bilinç yaşantılarının birbirleriyle olan ilişkilerini olduğu denli, zihinler arasındaki ilişkileri ya da zihnin başka zihinler ile olan ilişkisini de çözümleyen;
zihin
ile beden arasındaki
ilişkiyi |
kimileyin zihin-beden
ayrımını olurlayarak |
kimileyin de zihin-beden
ayrımını olumsuzlayarak |
temellendiren |
kişinin kendi zihnine ya da
bir başkasının zihnine ilişkin |
bilgisinin sınırlarını ve
koşullarını |
soruşturan |
"iç dünya/dış dünya" |
"zihin/zihindışı" |
gibi birtakım temel
ayrımların dayanaklarım ve felsefi bakımdan geçerliliklerini sorgulayan |
"amaçli eylem", "yönelmişlik", "özel
deneyim" gibi |
doğrudan zihnin işleyişini
belirlediği düşünülen |
temel
görüngülerin
anlamlarını çözümleyen |
Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Bu sayfada, zihin felsefesinin araştırma
alanlarına yönelik farklı düşünceleri meraklılarına sunmaya çalışacağız.
Aslında zihin felsefesinin bir çok konusu
tanıdık.
“Zihin” ontolojik olarak oldukça sorunsal bir
alan . Düşünürler onu , bileşenlerine ayırarak alt kavramlarıyla;
betimlemeye/anlamlandırmaya/yorumlamaya/sezmeye çalışıyorlar.
“Beyin” konusundaki bilimsel çalışmaların da,
zihin felsefesiyle yakın ilgisi var. (Ayrı bir sayfada “beyin” başlığında ,
karşılaştığım bilimsel yorumları(popüler düzeyde) aktarmaya çalışacağım.)
Zihin felsefesinin temel konularından biri
“zihin-beden sorunu”.
Zihin felsefesinin “dil felsefesi “ ile de
ilişkisi var.
Hangi konuyu ele alsak, karşımıza “kuramlar
çokluğu” çıkmaktadır. Sonuçta biz farkında olduğumuz olmadığımız felsefi
duruşumuzla, bu kuramlara yakınlık uzaklık temelinde bir görüşe sahip oluyoruz.
Önemli olanın bu görüşlerimize eleştirel olarak yaklaşarak sürekli “düşünüm”
içinde olmamızdır .
İnsana dair tüm düşünmelerde aynı sorunla
karşı karşıyayız . Bu sorun epistemolojiktir. Kendi (insan) üzerimize, kendi
“zihnimiz”le düşünerek çıkarımlarda bulunmanın
ne kadar “doğru” olacağı...
Düşünmelerimizi “dil” in sınırları içinde
aktarıyor olmak da , yine başka bir engel. Ancak insanın elindeki olanaklarla
sınırlı olduğumuza göre başka bir yol da yok gibi.
Birbirlerinden ayrılması güç kavramlar
alanındayız. Düşünme, dil, akıl, bilinç, duygu, hayal, yönelim, irade v.d.
Fil’i tanımlayan körlere ne kadar yakın olduğumuzu da bilemiyoruz. B.Berksan
Başlangıç için yararlanacağımız kaynak; Zihin
Felsefesi –Şeref Günday-Asa Yayınları – 2002.
Andığım yapıtın Zihin Felsefesi Nedir? bölümünden bazı soru ve değinmeleri sunuyorum.
Düşünme zihnin aktivitesidir.
Düşünme bir şeye yönelmişliktir.
Akıl, düşüncenin bir yöntemi gibidir. Zihin akıldan daha çok kaplamı olan
bir kavramdır.
Zihin kavramının içine, şuur(bilinç), duygu , hayal, içe bakış, yönelim,
düşünme, irade kavramları da girmekte.
Zihin mental fonksiyonlarımızın tümünü içine alan bir kavram.
Zihin nedir? Evrende kaç çeşit töz vardır? Maddeyi bir töz olarak kabul
edersek zihinle ilişkisi nedir? Bir başka deyişle, eğer bedenim zihnimden
farklı bir töz isebu ayrı iki tözün ilişkisi nasıl açıklayabiliriz.
Biz zihinli beden miyiz, yoksa bedenli bir zihin mi? ( Forumda bu soru
bağlamında bir çok tartışma ve yorum yer alıyor)
Şu anda bedenime bakıyorum, hatta onu kullanıyorum, “ben” onun neresindeyim?
Yoksa ben bedenimin uzantısı mıyım?
Ben, benim beynim miyim? Gri bir madde olan beyin, bu yaşadığımız duygu ve
düşünceleri nasıl üretebiliyor.
Mental ve fiziksel (madde ve zihin) iki ayrı töz ise , iki ayrı unsurun
ilişkisini nasıl açıklayabiliriz?
Günümüzde aynı soruları konu alan veya benzer problemlerle uğraşan başka,
felsefe dışı girişim alanları vardır. Bunlar , psikoloji felsefesi, biliş
bilimi ( cognitive science) ve yapay
zekâ (artifical intelligence) çalışmalarıdır.
Zihin felsefesi ontoloji ile yakından ilgilidir. Çünkü , zihnin karakteri ve
varlık statüsü zihin felsefesinin önemli bir sorusudur ve bu soru ontoloji
içinde tartışılabilir.
Çağdaş ontoloji çalışan felsefeciler, çalışmalarını, yakından bilimsel
çalışma sonuçları ile ilgilenmektedirler. Bu felsefeciler bilimsel çalışmaların
neyi “var” kabul ettiklerini yakından takip ederler.
Zihin kavramına, günümüzde sadece felsefe ve cognitive bilimler açısından
değil , nöroloji açısından da yaklaşılmaktadır. Çünkü , zihni proses aynı
zamanda, beyin seviyesinde, neural bir prosestir de.Bihevyorist yaklaşım biçimi
oldukça önemsenmektedir.
proses: süreç
d
|
ü
|
a
|
l
|
i
|
z
|
m
|
|
i
|
k
|
i
|
c
|
i
|
l
|
i
|
k
|
Descartes Sorular: Eğer zihin bir şeyse, zihin nasıl bir şeydir?: Zihin immateryal (maddi olmayan) bir sübtanz’dır, töz’dür. Zihin, uzayda yer kaplamaz ve özü düşünmektir. Zihnin yanında bir de beden vardır. Beden, maddedir, düşünemez ve uzayda yer kaplar. Zihinle fiziki dünyanın ilişkisi nedir? Zihinsel alanın karakteristiği nedir? Düşünme. Descartes der ki: Ben düşünce kavramından içinde olup, bilincinde olduğum bir şeyi anlarım. Hiçbir zihinsel olan maddesel, hiçbir maddesel olan zihinsel olamaz. Bu durumda kişinin bedensel varlığı ortadan kalksa bile , zihinsel varlığı devam edebilir. Eğer zihin ve beden farklıysa bunlar nasıl temasa gelir? Bu soru aslında Kartezyen düalizminin temel eleştiri noktalarından biridir. Örneğin: Yazmaya karar veriyorum ve yazıyorum. Yazma kararım zihinseldir. Yazmam ise fiziki bir eylemdir. Diğer yandan , tuttuğum kalemin parmaklarımda oluşturduğu bir his var. Böyle bir etkileşimi nasıl açıklayabiliriz? Olayın bu boyutunda zihinsel etki ve bedensel bir sonuç var. Olayın diğer boyutunda, bedensel bir etki ve zihinsel bir sonuç var. Ortada nedenselliğe dayalı bir iletişim ağı var. Olayın içinde fizik kurallar var, enerji transferi var. Aynı şekilde olayın içinde maddi olmayan unsurlar var. Bu olay Descartes tarafından açıklanamamış. Etkileşim problemi Descartes için tüm bireysel zihinler “kendi kendine yetendir” ve hiçbir şeyle bağlantılı olmak zorunda değildir. Çünkü zihnin özü düşünmektir ve varolmak için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
|
Zihin Felsefesi- Descartes
Not: Aksi belirtilmedikçe metin, “Zihin
Felsefesi –Şeref Günday-Asa Yayınları” temel alınarak aktarılmaktadır.
Ancak zihnin maddesel olmaması onun kendi kendine yeten olduğu sonucunu
doğurmaz . Çünkü , maddesel olmayan zihin olsa bile bir şekilde beyinle olan
ilişkisini açıklamak gerekir.
Sonra, düşüncenin zihnin zorunlu özelliği
olduğunu nasıl söyleyebiliriz?
Eğer zihin, beyin olmadan da var olabiliyorsa, düşünce olmadan da var
olabilir.
Diğer yandan, Descartes’ta duyu olguları bedende değil ruhtadır. Bu durumda,
vücut olmadan da duyu algılarının olması gerekir.
Şöyle bir düşünce deneyi yapabiliriz: Böyle hissetmem gerektirecek bir ortam
olmadığı halde, şimdi benim soğukluk hissettiğimi düşünelim. Böyle bir yaşantı
bana, benim çevrem hakkında bilgi verir mi?
Görüldüğü gibi, zihin, dünyanın dışında, kendi kendine yeten olunca, çok
ciddi problemler doğmaktadır. Dile getirdiğimiz durumlar, en azından, mantıken
mümkündür.
Duruma diğer bir açıdan bakarsak, eğer zihin, dünya dikkate alınarak, kendi
kendine yetense, o zaman, dünya ve şeyler zihnin dışındadır. Böyleyse, zihin, dışarıdaki şeylere nasıl ulaşacaktır? Çünkü,
şeyler, ulaşacağımız yerin ötesindedir. Bu durumda da bilgimiz, dış dünyadan
tamamen kopmuş oluyor.
Hilary
Putnam da bu duruma benzer bir düşünce deneyi yapar. Farzedin ki,
sizin beyniniz bedeninizden çıkarılıp onu canlı tutacak bir tüpün içine konuldu.
Beyindeki sinir uçları çok geliştirilmiş bir bilgisayara bağlandı. Bu
bilgisayar sayesinde, sinirler o şekilde uyarılmaktadır ki, siz her şeyin
normal olduğunu düşünmektesiniz. Ancak gerçekle, sinir gördüğünüzü sandığınız
her şeye dış dünya değil, bir bilgisayar neden olmaktadır. (matrix tam da bu düşünceye göre kurgulanmıştı)
Putnam, kendisi böyle bir durumda olduğumuzu ileri sürmüyor. Ancak,
yaptığı düşünce deneyi, Descartes’ın probleminin çağdaş ele alınış şeklidir.
Bu düşünce deneyine Descartes’ı haklı çıkaracak şekilde de bakabiliriz.
Eğer, beyin ve zihin iki ayrı unsur değil de birbirine özdeş ise yukarıdaki
düşünce deneyine göre dış dünyayı temsil etmem olası değildir. Çünkü,
algılayan ve algılanan özdeştir.
Eğer zihin ve beyin özdeş ise benim tüm zihni karakteristiklerim beynimin
ve sinir sistemimin karakteristikleridir. Bu durumda dış dünya (eğer varsa),
sinir uçlarıma bağlı bilgisayarın yerini almaktadır. Bu durumda da dış dünya
ile zihnim arasındaki şüphecilik ortaya çıkar. Benim yaşantılarım, gerçekte,
benim çevrem hakkında hiçbir şey söylemez.
Putnam’ın bu düşünce deneyi Descartes’ın aldatan şeyden benzetmesi ile
aynı şeyleri söylemektedir.
Yukarıda Descartes yaklaşımını hem olumlayabilen hem de olumsuzlayabilen
çağdaş bir yaklaşıma işaret ettik.
|
Şunu da söyleyelim, düalizme göre, zihni fenomen doğal bilimlerin araştırma
alanının dışındaki iki tür düalizmden söz edilebilir:
Şunu da söyleyelim, düalizme göre, zihni fenomen doğal bilimlerin araştırma
alanının dışındaki iki tür düalizmden söz edilebilir:
1. Substanz (töz) düalizmi
2. Nitelik (property) düalizmi.
Substanz düalizmine Descartes’ı
örnek verebiliriz. Yani, zihin fiziki olmayan bir entitidir(kendilik) ve
bedenden tamamiyle farklıdır.
Nitelik düalizmi daha çağdaş bir
yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, zihnin nonfizikal olması doğru değildir, ancak
zihnin bazı nitelikleri maddenin niteliklerinden farklıdır.
Elbette, en çok bilinen ve yaygın olan substanz düalizmidir.
Descartes’ın yaklaşımı halk arasında öylesine yaygınlaşmıştır ki
alternatifleri pek düşünülmemiştir.
Aslında, zihin ve bedenin tamamiyle farklı olduğu fikri Aristoteles’e
çok yabancıdır. Aristoteles, objeleri, içsel karakterlerinin ne olduğu
açısından değil, ne yaptıkları açısından sınıflandırıyordu. Aristoteles’in
objesinde madde
ve form vardır.
Maddeden oluşan obje formuna göre hareket eder. Aristoteles maddeden ziyade
form üzerinde duruyordu. Bir objeyi onun formu karakterize etmektedir.
Aristoteles için yaşayan varlıkların formu “psyche” veya “ruh”tur.
Ancak, Aristoteles’te ruh, yaşayan organizmaların farklı bir parçası
değildir. Aristoteles için canlı ve cansız tüm objelerin formları onların gösterdikleri
aktivitelere bakılarak bulunabilir.
Aristoteles, üç çeşit organizma aktivitesinin, dolayısıyla, üç çeşit ruhun
var olduğunu düşünüyordu:
1. Bitkilerde bitkisel ruh (Besin alma),
2. Hayvanlarda hayvansal ruh (Çevreyi algılama ve hareket),
3. İnsanlardaki ruh (Akıl).
Aristoteles’te ruhu organizmanın kalan kısmından ayırmak gibi bir eğilim
yoktur. (Ancak, bu yargının ne kadar doğru olduğu tartışılmaktadır. Çünkü,
sanki Aristoteles’te düşünen akıl vücudun yok olmasından sonra da varlığını
koruyabilmektedir.)
|
16. ve 17. yy’lardaki bilimsel gelişmeler Aristoteles’in yaklaşımını oldukça
problemli hale getirdi. Özellikle, 16. ve 17. yy’lardan sonra gelişmeye
başlayan yeni fiziğe göre, madde cansız ve pasifti. Maddeye ancak, dışarıdan
bir kuvvet uygulayabilirdi. Fiziğin görevi objelerin birbirlerine etkilerini ve
buna yön veren unsurları bulmaktı. Bu dönemde şu soru soruldu:
Fizik kuralları insan ve hayvanlara
uygulanabilir mi? Bazı araştırmacılar evet uygulanmalı dediler.
17. yy’da Thomas
Hobbes bu yaklaşıma bir örnektir. Hobbes, insan için tümel bir
açıklama istiyordu, bu tümel açıklamaya düşünce de dahildi. Yani, fiziki
objelere uygulanan kurallar insana da uygulanmalıydı. |
Bu yaklaşım Descartes’ın bile ilgisini çekmişti. Descartes hidrolik sistemlere
büyük ilgi duyuyordu. Benzeri bir prosesin aynı zamanda Harvey’in kan dolaşımı
çalışmasından da haberi vardı. Harvey’ in çalışmasında bir tür hidrolik
pompalama vardı. Descartes benzeri bir durumu sinir sistemi için düşündü. Siste
min içinde hayvansal ruhun dolaştığı kanallar vardı. Bu sistemin bizzat vücudun
mekanizmasından kaynaklandığını düşünüyordu.
Ancak, bu mekanistik açıklama biçimi insandaki aklı ve dil kullanımını açıklayamıyordu. Descartes düşündü ki, bu
iki olgu doğanın geri kalanında bulunan tüm olgulardan farklıdır. Yani, doğadaki
olgulara getirilen açıklama biçimleri bu iki olguya getirilemezdi.
Demek ki, insan doğanın geri kalanından farklıydı. Bu farkın kaynağında,
insanın sahip olduğu farklı substanz, zihin yatıyordu. Zihnin temel niteliği düşünme, fiziki objelerin temel
niteliği ise uzamdı.
Daha önce de söylediğimiz gibi, Descartes’a yapılan karşı koymalardan en
önemlisi bu iki farklı tözün ilişkisi ile ilgilidir. Bu
iki töz birbirlerinden bu kadar farklı iseler birbirlerine nasıl etki edebilirler?
Düşünce, nasıl vücudun hareketine neden olabilir?
Descartes bu ilişkiyi beyindeki “ the pineal gland ” ile açıkladı. Bu nokta
da zihin, vücuda isteklerini iletmektedir, yani, bir tür tercüme olmaktadır. İstekler,
sinir kanallarıyla bir tür hayvani ruh olarak vücuda akmaktadır.
Bu çözüm pek kabul görmedi. 1643’te Prenses Elisabeth aynı soruyu
Descartes’a sordu: “Sadece düşünen bir şey olan insan ruhu bedenimize nasıl
etki ediyor?
Descartes’a göre ilişkiyi fiziki bir nedensellikmiş gibi düşünmemek gerekir.
Burada farklı bir ilişki vardır. Descartes daha sonra, zihin ve bedenin bazen
çift bazen de tek olarak düşünülmesini önerdi.
Descartes’ın cevapları pek ciddi kabul görmedi. Fakat, Richardson
(1982) bu cevapları yeterli bulmuştu. Descartes’ın zihin-beden ilişkisini
uçak ve pilot ilişkisine benzetti. Richardson’a göre sorunu “iki doğalı
entitiler” ile çözebiliriz. Bazı zihni ifadeleri iki doğalı kabul edersek bu
ifadelerin bir yönünün vücuda etki ettiğini söyleyebiliriz. Açlık ve susuzluk
gibi hisleri bunlara örnek verebiliriz. Bu hisler her iki tarafa da etki
edebilir. |
Descartes’tan sonra Brentona ve William James 19. yy’ın iki
düalistiydi. Günümüzde Karl Popper ve nörofizyolojist John Eccels
düalizmin değişik versiyonlarını geliştirdiler. Bu filozoflar da zihin
aktiviteleri üzerine konsantre oldular ve zihnin farklılığına dikkat
çektiler. Zihni faaliyet, düşüncede “soyut objeler” yaratmaktadır. Bunlara,
matematiğin, bilimin ve edebiyatın kavramlarını örnek verebiliriz. Popper bu tür objelerin ait olduğu yere “world 3” (3. dünya) dedi. World 3, world 1 (fiziki dünya) ve world 2 (zihinsel aktiviteler) den tamamen farklıdır. World 3 mantık kuralları tarafından yönetilir. Popper’a göre, bir kimse takip etse de, mantık kuralları objektif bir gerçekliğe sahiptir. Bu objektif gerçeklik fiziki dünyadan tamamiyle farklıdır. “Objektifliği” world 3’ü zihinden de ayırır. Popper’a göre hiçbir saf fiziki sistem world 3’ün soyut muhtevasını kavrayamaz. Ancak, world 3’ün aktivitelerini kavrayan ve world 1’ deki olaylara uygulayabilen zihni aktiviteler vardır. World 1 hiçbir zaman soyut objelere temasa gelemez. Düalizme karşı çıkanlar diyorlar ki, fiziki bilgisayarlar o şekilde düzenlenebilir ki, hem mantığın kurallarını takip ederler, hem de bilimsel teoriler hakkında akıl yürütme yapabilirler. Popper’a göre, sadece “interactionizm” (zihinle bedenin etkileşimini kabul etmek) world 3’ün world l’deki aktiviteleri nasıl düzenlediğinin yetkin bir açıklamasını verebilir. Poper diyor ki; fizikalistler için bir çıkış yolu varsa o da “epifenomenalizm”dir. Epifenomenalizme göre zihinsel aktiviteler beyinden kaynaklanır, ancak zihinsel ifadelerin beyin üzerinde bir etkisi yoktur. Epifenomenalizmi anlamak için bir çiçekle çiçeğin kokusu arasındaki ilişkiye bakabiliriz. Koku çiçekten farklı bir şeydir ve çiçek üzerinde etkisi yoktur. Ancak, kokunun nedeni de çiçekteki biyolojik olaylardır. Bu benzetmeye göre, çiçeği beyin, kokuyu da zihin olarak düşünebiliriz. Popper’in epifenomenalizmi eleştirdiği bir başka nokta da, onun evrim teorisi ile tutarlı olmayışıdır. Evrim teorisine göre gelişimin temelinde doğal ayıklama vardır. İlkel türlerin tek amacı hayatta kalmaktır. Epifenomenalizme göre zihnin hayat mücadelesinde bir yeri yoktur, çünkü, beyin aktivitelerine bir etkisi yoktur. Eğer böyleyse, etkisi olmayan zihin unsuru evrim süreci içinde neden ortaya çıksın? Canlının hayatta kalması için hiçbir etkisi yoktur. Evrim teorisi zihni ifadelerin orijinini açıklamada zorluk çeker. Ancak, yetenekleri (traits) açıklayabilir. |
Fizikalistler,
Popper ile hemfikir değillerdir. Onlara göre, savundukları görüşler, onları
zorunlu olarak epifenomenalizme götürmez. Fizikalistlere göre, zihni olgular ve ifadeler, basitçe, fiziki
ifadelerdir (Mortensen 1978).
Popper’ın evrimle epifenomenalizmi çeliştirmesi de eleştirilmektedir. Derler
ki: Doğal açıklamayı temel olarak alsak da itiraz geçersizdir. Örneğin: Yeşil
olmak bitkilerin bir avantajı değildir, ancak, klorofil ihtiyaçları yüzünden
yeşil olmaya mecburdurlar. Yani, her zaman bir avantaj sağlamak söz konusu
olmayabilir. Evrimcilerin açıklamak zorunda kaldığı şey “neden klorofil bitki
için gereklidir?” sorunudur. Bu yüzden, zihni ifadeler beyne epifenomenal olsa
bile evrim teorisi açısından açıklanabilir. Çünkü, bir şekilde, zihin
olgusunun, hayatta kalmaya katkısı vardır.
Bu yüzden, fizikalistlere göre, fizikalizm ve evrim teorisi çelişmez ve
interartionism’i (zihin ve bedenin karşılıklı etkileşimi) alternatif olarak
göstermek bir zorunluluk değildir.
Düalizmi savunanların en çok söylediği şudur: “Bizim içe
bakışla elde ettiğimiz zihinsel özelliklerimizi fiziki nitelikler cinsinden
açıklamak imkansızdır.” İçe bakışla, biz, zihni hayatımızın nitelikli
taraflarını görebilmekteyiz. Duygularımız, imgelerimiz gibi. Bu özellikler bir
fiziki sistemde olabilir mi? Beynimizde olan şey herhangi bir objenin faaliyeti
midir?
Bazı insanlar da gayet farklı nedenlerle düalizmi desteklerler. Bunlar
ahlaki ve dini nedenlerdir. Ahlak, özgür seçimi ve iradeyi gerektirir. Oysa,
fizikalizm’in insan özgürlüğünü elinden almaktadır.
Skinner
(1948) gibi bazıları der ki, ahlak ile özgürlük arasında zorunlu bir ilişki
yoktur. Diğer yandan, hem fizikalist hem de özgürlükçü olabiliriz.
Felsefede “week
determinism” (zayıf belirlenmişlik) diye bir yaklaşım var. Buna göre; hür
irade ve determinizm bağdaşabilir. Bunlara göre seçimlerimizin belirlendiği
doğrudur. Ancak, belirlenmiş seçimler arasından en uygun olanına yönelebiliriz.
Bu mümkünse, davranışlarımızdan sorumlu olabiliriz. Seçimle ulaştığımız sonucun
tüm adımlarının özgür olması gibi bir zorunluluk yoktur (Dennett, 1984). Buraya
kadar Substanz düalizmi üzerinde durduk. Bunun daha zayıf formu nitelik
düalizmidir.
Nitelik düalizmi
Nitelik düalizmine göre, bazı objeler(nesneler),
hem zihinsel hem de fiziksel niteliklere sahiptirler. Zihinsel niteliklerin
tamamiyle farklı olduğunu kabul ederler, ancak bu niteliklerin tamamiyle farklı
bir töz’e ait olduğunu kabul etmezler.
Aralarında farklılıklar da vardır. Bir yaklaşıma göre, her zihinsel niteliği
karşılayan bir fiziksel nitelik vardır. Bu yaklaşıma Token Identity Theory
(bire bir özdeşlik teorisi) denir.
Bir de 19. yy’da Huxley’in ortaya koyduğu Dual Aspect Theory (iki yönlü yaklaşım
teorisi) vardır. Huxley’e göre, bazı olayların iki yönü vardır.
Ancak, olayların zihinsel yönünün fiziksel yönü üzerinde etkisi yoktur. Bu
görüş epifenomenalizme çok benzemektedir. Zihinsel olayların fizyoloji üzerinde
hiçbir etkisi yoktur.
Kimi de nitelik düalizmini savunmaktadır. Kim (1982), zihinsel ve fiziksel
arasındaki ilişkiyi Supervenlence tezi ile açıklar. Bu kavram, aslında, ahlaki
olanda, fiziki olanın ilişkisini açıklamak için geliştirildi. 20. yy’da ahlak
felsefecileri G.E.
Moore ve R.M. Hare ahlaki kavramların ahlaki olmayan kavramlarla
açıklanmasına karşı çıktılar. Bunlara göre, iki farklı kişi, aynı şartlar
altında aynı davranışı yapıp biri iyi biri kötü olabilir. Supervenience tezi bu
durumu ortadan kaldırmak için kullanıldı. Buna göre, eğer iki kişi fiziksel
nitelikler yönünden aynıysa moral nitelikler yönünden de aynıdır. Kim’e göre bu
yaklaşım, zihinsel ile fiziksel arasında bir bağ oluşturmaktadır. Aynı fiziksel nitelikleri paylaşan iki kişi
aynı zihinsel nitelikleri de paylaşır.
Burada söylenmek istenen iki tür niteliğin olduğudur. Örneğin, yazdığım
kalemi düşünelim, kalemin mikro nitelikleri vardır ki bu nitelikler yazma
şekline etki etmektedir. Ancak, her ne kadar, mikro niteliklerle ilgili olsa da
“iyi yazan bir kalem” diyebilmekteyim. Burada “iyi yazma” farklı bir
niteliktir. Mikro yapının içinde “iyi”, “kötü” kavramları yoktur.
Düalizme en büyük eleştiri Occam’s Razor
(Occam’ın usturası) kavramı ile birlikte gelir: “Evrenin sayıda n elemanla
açıklayabiliyorsak n+1 unsurla açıklamaya çalışmamalıyız”. Bilimsel açıklamalarda
zorunlu olmayan unsurları kullanmamalıyız.
Şunu demek istiyorlar: Zihni bir unsur olmadan evreni açıklayabiliyorsak,
böyle bir unsur ilave etmeye kalkışmak gereksizdir. Yani, gereksiz unsurlar
traş edilmiştir.
Ortaçağ filozoflı Ockham’lı William şöyle demişti: “Olayları açıklamada
zorunlu olmadıkça, unsurları çoğaltmayın” (Do not multipiy entities beyond what
is strictly necessary to explain the phenomena).
Materyalistler için bu prensip oldukça çekici gelmektedir. Çünkü, onlar
sadece madde unsuru ile evreni açıklayabileceklerini iddia ederler.
Biz dualizmin temel temsilcisi olarak Descartes’ı aldık. Bu eğilim, hemen
hemen tüm felsefeciler arasında ortaktır. Ancak felsefe tarihi içinde düalizmin
hem ön hazırlıkları hem de başka temsilcileri de vardır.
Bunlardan ilk ve en sistemlilerinden biri Platon’dur. Platon’a göre, biz
doğmadan önce ruhumuz vardır. Bu durumda, ruh ve beden birbirine özdeş olamaz
ve düalizm doğrudur. Platon, bu görüşünü Menon diyaloğunda ortaya koyar. Aynı mantıkla
Sokrates bir köleye geometri problemi çözdürmüştür. Sokrates’in yaklaşımıyla,
bazı bilgileri onlara ilişkin yaşantımız olmadan bildiğimize göre bir doğum
öncesi dünyanın var olması gerekir. Bilgilerimizin çoğu yeniden hatırlamadır.
Hatırlayan bir ruh vardır ve dolayısıyla ölümsüzdür.
Düalizm, Platon’un “idealar teorisi” ile de uyumludur. Platon’a
göre ruh, doğumdan önce idealar alemiyle doğrudan ilişkidedir. Ölümden sonra
da ruh bu lemle temasa gelecektir.
Platon’un metafiziği doğrudan zihin-beden düalizmini gerektirir. Çünkü, bu
hayatta olmak, bir bedene bağlı olmaktır. Ona göre bedende öyle özellikler
vardır ki ruhta yoktur ve ruhta öyle özellikler vardır ki bedende yoktur.
İkisi aynı nitelikleri paylaşmadığına göre ruh ve beden aynı şeyler olamaz.
“Eğer, X’de Y’de olmayan nitelikler varsa ve eğer Y’de, X’de olma- yan
nitelikler varsa X, Y değildir.” Bu düşünme şekline Leibniz kanunu (Leibniz
‘s law) denmektedjr.
Platon’da Sokrates’in bir tartışması vardır. Bu, bölünebilirlik veya
ayrışabilirlik tartışmasıdır. Platon, Phaidon diyaloğunda diyor ki; parçalardan
oluşan şeyler ayrışabilir, bileşik olmayan şeyler ayrışamaz. Onda, “kendinde
şeyler”, “evrensel mükemmel formlar”, yani “idealar” değişmezler ve
bölünemezler. Ruh da bölünemezlere örnektir. Oysa, beden ölümlüdür ve
dağılabilir. Bu açıdan, Leibniz kanunu gereği, Platon’u düalist
kabul edebiliriz.
sÄAcaba, ruhun bedenden farklı niteliklere sahip olması,
onun ölümsüz olduğunu gösterir mi?
Sokrates’e göre karşıtların bir arada olması mümkün değildir. Örneğin: Bir
rakam çift ise tek olamaz. Bir şey tam ise eksik olamaz. Bir şey kendisine
karşıt olamaz. Bir şeyin bir niteliğe hem sahip olması hem de olmaması mümkün
değildir. Vücudu yaşamda tutan şey ruhtur. 0111m yaşamın zıddıdır. Bu
durumda, ölüm ve yaşam karşıttırlar. Böyleyse, ölümün karşıtı olarak ruh
ölümsüzdür. Demek ki, zihin ve beden düalizmi doğrudur.
|
Batıda, felsefe tarihinde, düalist geleneğin iki büyük temsilcisi Platon ve
Descartes’tır. Bu demek değildir ki düalizm, günümüzde önemini kaybetmiştir.
Daha önce de söylediğimiz gibi, günümüzde, Sir John Eccles, Sir Karl Popper, Richard Swinburne düalizmin
önemli temsilcilerindendir.
Çoğu kez din ile düalizmin arasında bir bağlantı kurulur. Ancak, bu doğru
değildir. Tanrının var olduğu doğru olmasa bile düalizmin doğru olması
mümkündür. Aynı şekilde, Tanrı varolduğu halde, düalizm yanlış olabilir.
Descartes Hristiyan dır, ancak, Platon’un yaşadığı dönemlerde Hristiyanlık
yoktur.
Eccles ve Swinburne’nin Hristiyan olmasına karşın Popper Agnostiktir.
- Platon, Descartes ve Swinburne için, “zihin”, “ölümsüz ruh” ile özdeştir.
- Aristoteles ‘te ruh vücudun formudur ve ölümden sonra devam etmez. Ancak, Aristoteles’te zihin, “intellect” (idrak, algı, anlık) anlamında ölümsüzdür.
- Aristotelesçi felsefeci St. Thomas Aquinas’a göre ölümden sonra ruh varlığını sürdürmeye devam eder. Aquinas’ta zihin, ruh gibidir ve ölümsüzdür. Bu anlamda, Aquinas da düalisttir.
- Descartes, Popper ve Eccles “interactionist “tirler. Yani, ruhta olanlar bedene, bedende olanlar ruha etki eder. Ruh ile beden arasında iki yönlü bir ilişki vardır.
- Daha önce de bahsettiğimiz, epifenomenalizmde (Huxley) tek yönlü bir ilişki vardır. Fiziki olaylar zihne etki eder, ancak tersi olamaz. Örneğin: Bir fabrikanın dumanı (zihin), fabrikanın çalışmasına (beden) etki edemez.
Epifenomenalistler de dualisttir, çünkü, zihni olaylar fiziki olaylar
değildir.
Beyinde Düşüncenin Oluşum Anı Görüntülendi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder