Zihin Felsefesi

Z
i
h
i
n

F
e
l
s
e
f
e
s
i

Felsefenin konuları başlığı altında, zihin felsefesinin sorun edindiği alan ve kavramlara değinilmişti.

En genel anlamda;

zihnin özünü, doğasını, varoluşunu, kapsamını ve içeriğini araştıran

zihnin dünyayla ilişkisinin nasıl kurulduğunu zihnin kendi dışındaki nesnelerle ilişkiye nasıl geçtiğini temellendiren

"anımsama", "anlama", "acı çekme" gibi zihinle bir biçimde ilişkisi olan birtakım yaşantıları

ya da zihin durumlarını inceleyen;


 zihin durumlarının ya da bilinç yaşantılarının birbirleriyle olan ilişkilerini olduğu denli, zihinler arasındaki ilişkileri ya da zihnin başka zihinler ile olan ilişkisini de çözümleyen;


zihin ile beden arasındaki ilişkiyi kimileyin zihin-beden ayrımını olurlayarak kimileyin de zihin-beden ayrımını olumsuzlayarak temellendiren

kişinin kendi zihnine ya da bir başkasının zihnine ilişkin bilgisinin sınırlarını ve koşullarını soruşturan
 ya da;
"iç dünya/dış dünya" "zihin/zihindışı" gibi birtakım temel ayrımların dayanaklarım ve felsefi bakımdan geçerliliklerini sorgulayan

"amaçli eylem", "yönelmişlik", "özel deneyim" gibi doğrudan zihnin işleyişini belirlediği düşünülen temel görüngülerin anlamlarını çözümleyen
zihin ile zihinsel etkinliğin insan varoluşundaki yerini bütün yönleriyle dizgeli bir biçimde ele alan felsefe dalı.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları  

Bu sayfada, zihin felsefesinin araştırma alanlarına yönelik farklı düşünceleri meraklılarına sunmaya çalışacağız.

Aslında zihin felsefesinin bir çok konusu tanıdık.
“Zihin” ontolojik olarak oldukça sorunsal bir alan . Düşünürler onu , bileşenlerine ayırarak alt kavramlarıyla; betimlemeye/anlamlandırmaya/yorumlamaya/sezmeye çalışıyorlar.

“Beyin” konusundaki bilimsel çalışmaların da, zihin felsefesiyle yakın ilgisi var. (Ayrı bir sayfada “beyin” başlığında , karşılaştığım bilimsel yorumları(popüler düzeyde) aktarmaya çalışacağım.)

Zihin felsefesinin temel konularından biri “zihin-beden sorunu”.

Zihin felsefesinin “dil felsefesi “ ile de ilişkisi var.

Hangi konuyu ele alsak, karşımıza “kuramlar çokluğu” çıkmaktadır. Sonuçta biz farkında olduğumuz olmadığımız felsefi duruşumuzla, bu kuramlara yakınlık uzaklık temelinde bir görüşe sahip oluyoruz. Önemli olanın bu görüşlerimize eleştirel olarak yaklaşarak sürekli “düşünüm” içinde olmamızdır . 

İnsana dair tüm düşünmelerde aynı sorunla karşı karşıyayız . Bu sorun epistemolojiktir. Kendi (insan) üzerimize, kendi “zihnimiz”le düşünerek çıkarımlarda bulunmanın  ne kadar “doğru” olacağı...

Düşünmelerimizi “dil” in sınırları içinde aktarıyor olmak da , yine başka bir engel. Ancak insanın elindeki olanaklarla sınırlı olduğumuza göre başka bir yol da yok gibi.

Birbirlerinden ayrılması güç kavramlar alanındayız. Düşünme, dil, akıl, bilinç, duygu, hayal, yönelim, irade v.d. Fil’i tanımlayan körlere ne kadar yakın olduğumuzu da bilemiyoruz. B.Berksan

Başlangıç için yararlanacağımız kaynak; Zihin Felsefesi –Şeref Günday-Asa Yayınları – 2002.

Andığım yapıtın Zihin Felsefesi Nedir? bölümünden bazı soru ve değinmeleri sunuyorum.
Düşünme zihnin aktivitesidir.
Düşünme bir şeye yönelmişliktir.
Akıl, düşüncenin bir yöntemi gibidir. Zihin akıldan daha çok kaplamı olan bir kavramdır.
Zihin kavramının içine, şuur(bilinç), duygu , hayal, içe bakış, yönelim, düşünme, irade kavramları da girmekte.
Zihin mental fonksiyonlarımızın tümünü içine alan bir kavram.
Zihin nedir? Evrende kaç çeşit töz vardır? Maddeyi bir töz olarak kabul edersek zihinle ilişkisi nedir? Bir başka deyişle, eğer bedenim zihnimden farklı bir töz isebu ayrı iki tözün ilişkisi nasıl açıklayabiliriz.
Biz zihinli beden miyiz, yoksa bedenli bir zihin mi? ( Forumda bu soru bağlamında bir çok tartışma ve yorum yer alıyor)
Şu anda bedenime bakıyorum, hatta onu kullanıyorum, “ben” onun neresindeyim? Yoksa ben bedenimin uzantısı mıyım?
Ben, benim beynim miyim? Gri bir madde olan beyin, bu yaşadığımız duygu ve düşünceleri nasıl üretebiliyor.
Mental ve fiziksel (madde ve zihin) iki ayrı töz ise , iki ayrı unsurun ilişkisini nasıl açıklayabiliriz?
Günümüzde aynı soruları konu alan veya benzer problemlerle uğraşan başka, felsefe dışı girişim alanları vardır. Bunlar , psikoloji felsefesi, biliş bilimi ( cognitive science) ve yapay zekâ (artifical intelligence) çalışmalarıdır.
Zihin felsefesi ontoloji ile yakından ilgilidir. Çünkü , zihnin karakteri ve varlık statüsü zihin felsefesinin önemli bir sorusudur ve bu soru ontoloji içinde tartışılabilir.
Çağdaş ontoloji çalışan felsefeciler, çalışmalarını, yakından bilimsel çalışma sonuçları ile ilgilenmektedirler. Bu felsefeciler bilimsel çalışmaların neyi “var” kabul ettiklerini yakından takip ederler.
Zihin kavramına, günümüzde sadece felsefe ve cognitive bilimler açısından değil , nöroloji açısından da yaklaşılmaktadır. Çünkü , zihni proses aynı zamanda, beyin seviyesinde, neural bir prosestir de.Bihevyorist yaklaşım biçimi oldukça önemsenmektedir.

proses: süreç

d
ü
a
l
i
z
m

i
k
i
c
i
l
i
k

Descartes
Sorular:
Eğer zihin bir şeyse, zihin nasıl bir şeydir?: Zihin immateryal (maddi olmayan) bir sübtanz’dır, töz’dür. Zihin, uzayda yer kaplamaz ve özü düşünmektir. Zihnin yanında bir de beden vardır. Beden, maddedir, düşünemez ve uzayda yer kaplar.

Zihinle fiziki dünyanın ilişkisi nedir?
Zihinsel alanın karakteristiği nedir? Düşünme. Descartes der ki: Ben düşünce kavramından içinde  olup, bilincinde olduğum bir şeyi anlarım.
Hiçbir zihinsel olan maddesel, hiçbir maddesel olan zihinsel olamaz. Bu durumda kişinin bedensel varlığı ortadan kalksa bile , zihinsel varlığı devam edebilir.

Eğer zihin ve beden farklıysa bunlar nasıl temasa gelir?
Bu soru aslında Kartezyen düalizminin temel eleştiri noktalarından biridir.
Örneğin: Yazmaya karar veriyorum ve yazıyorum. Yazma kararım zihinseldir. Yazmam ise fiziki bir eylemdir. Diğer yandan , tuttuğum kalemin parmaklarımda oluşturduğu bir his var. Böyle bir etkileşimi nasıl açıklayabiliriz? Olayın bu boyutunda zihinsel etki ve bedensel bir sonuç var. Olayın diğer boyutunda, bedensel bir etki ve zihinsel bir sonuç var. Ortada nedenselliğe  dayalı bir iletişim ağı var. Olayın içinde fizik kurallar var, enerji transferi var. Aynı şekilde olayın içinde maddi olmayan unsurlar var.

Bu olay Descartes tarafından açıklanamamış. Etkileşim problemi
Descartes için tüm bireysel zihinler “kendi kendine yetendir” ve hiçbir şeyle bağlantılı olmak zorunda değildir. Çünkü zihnin özü düşünmektir ve varolmak için hiçbir şeye  ihtiyacı yoktur.

Gerçek anlamda yalnızca iki enson gerçeklik ya da töz bulunduğunu, gerçekliğin iki varolma kipinden oluştuğunu savunan ikici felsefelerin bütününde en iyi temsil eden örnek, ilk olarak Descartes’in 1641 tarihli Meditationes de prima philosophia (İlk Felsefe Üzerine Derindüşünmeler) adlı yapıtında ortaya koyduğu, ilki uzamlı düşünmeyen res extansa, ikincisi uzamsız, düşünen res cognitas olmak üzere iki ayrı töz olduğunu savunan, zihin/beden ikiliğine dayalı Kartezyen ikicilik anlayışıdır.

İkici felsefelerin en kırılgan yanı, bir birini dışlayan iki öğe arasındaki birarada olma ilişkisini açıklamada yetersiz kalmalaradır. Sözgelimi. zihin ile bedenin özünde birbirinden ayrı iki töz olduğunu, zihinsel olaylarla fiziksel olayların birbirinden saltık bir biçimde ayrıldığını savunan Descartesçı ikiciliğın önünde, “Öyleyse zihin-beden ikilisi birbirleriyle nasıl ilişkiye girmektedir?” sorusu durmaktadır.

Zihin ile beden arasında, ilkinden kaynaklanan nedensel bir ilişkinin varolduğunu düşünen Descartes, söz konusu soruya  işlevi tam olarak bilinemeyen bir iç salgıbezi olan beyin epifizinin bedenle zihin arasında ilişkiyi kuran bölge olduğu varsayımıyla geçiştirmeye çalışır. Ancak bu varsayım zihinsel olayların nasıl olup da fiziksel olaylara (ya da başka zihinsel olaylara) yol açtığı konusunda yeterince açık değildir.
---Felsefe Sözlüğü---




Zihin Felsefesi- Descartes


Not: Aksi belirtilmedikçe metin, “Zihin Felsefesi –Şeref Günday-Asa Yayınları” temel alınarak aktarılmaktadır.

Ancak zihnin maddesel olmaması onun kendi kendine yeten olduğu sonucunu doğurmaz . Çünkü , maddesel olmayan zihin olsa bile bir şekilde beyinle olan ilişkisini açıklamak gerekir.
Sonra, düşüncenin zihnin zorunlu özelliği olduğunu nasıl söyleyebiliriz?
Eğer zihin, beyin olmadan da var olabiliyorsa, düşünce olmadan da var olabilir.
Diğer yandan, Descartes’ta duyu olguları bedende değil ruhtadır. Bu durumda, vücut olmadan da duyu algılarının olması gerekir.

Şöyle bir düşünce deneyi yapabiliriz: Böyle hissetmem gerektirecek bir ortam olmadığı halde, şimdi benim soğukluk hissettiğimi düşünelim. Böyle bir yaşantı bana, benim çevrem hakkında bilgi verir mi?

Görüldüğü gibi, zihin, dünyanın dışında, kendi kendine yeten olunca, çok ciddi problemler doğmaktadır. Dile getirdiğimiz durumlar, en azından, mantıken mümkündür.

Duruma diğer bir açıdan bakarsak, eğer zihin, dünya dikkate alınarak, kendi kendine yetense, o zaman, dünya ve şeyler zihnin dışındadır. Böyleyse, zihin, dışarıdaki şeylere nasıl ulaşacaktır? Çünkü, şeyler, ulaşacağımız yerin ötesindedir. Bu durumda da bilgimiz, dış dünyadan tamamen kopmuş oluyor.


Hilary Putnam da bu duruma benzer bir düşünce deneyi yapar. Farzedin ki, sizin beyniniz bedeninizden çıkarılıp onu canlı tutacak bir tüpün içine konuldu. Beyindeki sinir uçları çok geliştirilmiş bir bilgisayara bağlandı. Bu bilgisayar sayesinde, sinirler o şekilde uyarılmaktadır ki, siz her şeyin normal olduğunu düşünmektesiniz. Ancak gerçekle, sinir gördüğünüzü sandığınız her şeye dış dünya değil, bir bilgisayar neden olmaktadır. (matrix tam da bu düşünceye göre kurgulanmıştı)

Putnam, kendisi böyle bir durumda olduğumuzu ileri sürmüyor. Ancak, yaptığı düşünce deneyi, Descartes’ın probleminin çağdaş ele alınış şeklidir.

Bu düşünce deneyine Descartes’ı haklı çıkaracak şekilde de bakabiliriz. Eğer, beyin ve zihin iki ayrı unsur değil de birbirine özdeş ise yukarıdaki düşünce deneyine göre dış dünyayı temsil etmem olası değildir. Çünkü, algılayan ve algılanan özdeştir.

Eğer zihin ve beyin özdeş ise benim tüm zihni karakteristiklerim beynimin ve sinir sistemimin karakteristikleridir. Bu durumda dış dünya (eğer varsa), sinir uçlarıma bağlı bilgisayarın yerini almaktadır. Bu durumda da dış dünya ile zihnim arasındaki şüphecilik ortaya çıkar. Benim yaşantılarım, gerçekte, benim çevrem hakkında hiçbir şey söylemez.

Putnam’ın bu düşünce deneyi Descartes’ın aldatan şeyden benzetmesi ile aynı şeyleri söylemektedir.

Yukarıda Descartes yaklaşımını hem olumlayabilen hem de olumsuzlayabilen çağdaş bir yaklaşıma işaret ettik.


Şunu da söyleyelim, düalizme göre, zihni fenomen doğal bilimlerin araştırma alanının dışındaki iki tür düalizmden söz edilebilir:

Şunu da söyleyelim, düalizme göre, zihni fenomen doğal bilimlerin araştırma alanının dışındaki iki tür düalizmden söz edilebilir:
1. Substanz (töz) düalizmi
2. Nitelik (property) düalizmi.
Substanz düalizmine Descartes’ı örnek verebiliriz. Yani, zihin fiziki olmayan bir entitidir(kendilik) ve bedenden tamamiyle farklıdır.
Nitelik düalizmi daha çağdaş bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, zihnin nonfizikal olması doğru değildir, ancak zihnin bazı nitelikleri maddenin niteliklerinden farklıdır.
Elbette, en çok bilinen ve yaygın olan substanz düalizmidir.
Descartes’ın yaklaşımı halk arasında öylesine yaygınlaşmıştır ki alternatifleri pek düşünülmemiştir.

Aslında, zihin ve bedenin tamamiyle farklı olduğu fikri Aristoteles’e çok yabancıdır. Aristoteles, objeleri, içsel karakterlerinin ne olduğu açısından değil, ne yaptıkları açısından sınıflandırıyordu. Aristoteles’in objesinde madde ve form vardır. Maddeden oluşan obje formuna göre hareket eder. Aristoteles maddeden ziyade form üzerinde duruyordu. Bir objeyi onun formu karakterize etmektedir. Aristoteles için yaşayan varlıkların formu “psyche” veya “ruh”tur. Ancak, Aristoteles’te ruh, yaşayan organizmaların farklı bir parçası değildir. Aristoteles için canlı ve cansız tüm objelerin formları onların gösterdikleri aktivitelere bakılarak bulunabilir.

Aristoteles, üç çeşit organizma aktivitesinin, dolayısıyla, üç çeşit ruhun var olduğunu düşünüyordu:
1. Bitkilerde bitkisel ruh (Besin alma),
2. Hayvanlarda hayvansal ruh (Çevreyi algılama ve hareket),
3. İnsanlardaki ruh (Akıl).
Aristoteles’te ruhu organizmanın kalan kısmından ayırmak gibi bir eğilim yoktur. (Ancak, bu yargının ne kadar doğru olduğu tartışılmaktadır. Çünkü, sanki Aristoteles’te düşünen akıl vücudun yok olmasından sonra da varlığını koruyabilmektedir.)


16. ve 17. yy’lardaki bilimsel gelişmeler Aristoteles’in yaklaşımını oldukça problemli hale getirdi. Özellikle, 16. ve 17. yy’lardan sonra gelişmeye başlayan yeni fiziğe göre, madde cansız ve pasifti. Maddeye ancak, dışarıdan bir kuvvet uygulayabilirdi. Fiziğin görevi objelerin birbirlerine etkilerini ve buna yön veren unsurları bulmaktı. Bu dönemde şu soru soruldu:
Fizik kuralları insan ve hayvanlara uygulanabilir mi? Bazı araştırmacılar evet uygulanmalı dediler.

17. yy’da Thomas Hobbes bu yaklaşıma bir örnektir. Hobbes, insan için tümel bir açıklama istiyordu, bu tümel açıklamaya düşünce de dahildi. Yani, fiziki objelere uygulanan kurallar insana da uygulanmalıydı.


Bu yaklaşım Descartes’ın bile ilgisini çekmişti. Descartes hidrolik sistemlere büyük ilgi duyuyordu. Benzeri bir prosesin aynı zamanda Harvey’in kan dolaşımı çalışmasından da haberi vardı. Harvey’ in çalışmasında bir tür hidrolik pompalama vardı. Descartes benzeri bir durumu sinir sistemi için düşündü. Siste min içinde hayvansal ruhun dolaştığı kanallar vardı. Bu sistemin bizzat vücudun mekanizmasından kaynaklandığını düşünüyordu.

Ancak, bu mekanistik açıklama biçimi insandaki aklı ve dil kullanımını açıklayamıyordu. Descartes düşündü ki, bu iki olgu doğanın geri kalanında bulunan tüm olgulardan farklıdır. Yani, doğadaki olgulara getirilen açıklama biçimleri bu iki olguya getirilemezdi.

Demek ki, insan doğanın geri kalanından farklıydı. Bu farkın kaynağında, insanın sahip olduğu farklı substanz, zihin yatıyordu. Zihnin temel niteliği düşünme, fiziki objelerin temel niteliği ise uzamdı.
Daha önce de söylediğimiz gibi, Descartes’a yapılan karşı koymalardan en önemlisi bu iki farklı tözün ilişkisi ile ilgilidir. Bu iki töz birbirlerinden bu kadar farklı iseler birbirlerine nasıl etki edebilirler? Düşünce, nasıl vücudun hareketine neden olabilir?

Descartes bu ilişkiyi beyindeki “ the pineal gland ” ile açıkladı. Bu nokta da zihin, vücuda isteklerini iletmektedir, yani, bir tür tercüme olmaktadır. İstekler, sinir kanallarıyla bir tür hayvani ruh olarak vücuda akmaktadır.

Bu çözüm pek kabul görmedi. 1643’te Prenses Elisabeth aynı soruyu Descartes’a sordu: “Sadece düşünen bir şey olan insan ruhu bedenimize nasıl etki ediyor?
Descartes’a göre ilişkiyi fiziki bir nedensellikmiş gibi düşünmemek gerekir. Burada farklı bir ilişki vardır. Descartes daha sonra, zihin ve bedenin bazen çift bazen de tek olarak düşünülmesini önerdi.

Descartes’ın cevapları pek ciddi kabul görmedi. Fakat, Richardson (1982) bu cevapları yeterli bulmuştu. Descartes’ın zihin-beden ilişkisini uçak ve pilot ilişkisine benzetti. Richardson’a göre sorunu “iki doğalı entitiler” ile çözebiliriz. Bazı zihni ifadeleri iki doğalı kabul edersek bu ifadelerin bir yönünün vücuda etki ettiğini söyleyebiliriz. Açlık ve susuzluk gibi hisleri bunlara örnek verebiliriz. Bu hisler her iki tarafa da etki edebilir.

Descartes’tan sonra Brentona ve William James 19. yy’ın iki düalistiydi. Günümüzde Karl Popper ve nörofizyolojist John Eccels düalizmin değişik versiyonlarını geliştirdiler. Bu filozoflar da zihin aktiviteleri üzerine konsantre oldular ve zihnin farklılığına dikkat çektiler. Zihni faaliyet, düşüncede “soyut objeler” yaratmaktadır. Bunlara, matematiğin, bilimin ve edebiyatın kavramlarını örnek verebiliriz.

 Popper bu tür objelerin ait olduğu yere “world 3” (3. dünya) dedi. World 3, world 1 (fiziki dünya) ve world 2 (zihinsel aktiviteler) den tamamen farklıdır.

World 3 mantık kuralları tarafından yönetilir. Popper’a göre, bir kimse takip etse de, mantık kuralları objektif bir gerçekliğe sahiptir. Bu objektif gerçeklik fiziki dünyadan tamamiyle farklıdır. “Objektifliği” world 3’ü zihinden de ayırır.

Popper’a göre hiçbir saf fiziki sistem world 3’ün soyut muhtevasını kavrayamaz. Ancak, world 3’ün aktivitelerini kavrayan ve world 1’ deki olaylara uygulayabilen zihni aktiviteler vardır. World 1 hiçbir zaman soyut objelere temasa gelemez.

Düalizme karşı çıkanlar diyorlar ki, fiziki bilgisayarlar o şekilde düzenlenebilir ki, hem mantığın kurallarını takip ederler, hem de bilimsel teoriler hakkında akıl yürütme yapabilirler.
Popper’a göre, sadece “interactionizm” (zihinle bedenin etkileşimini kabul etmek) world 3’ün world l’deki aktiviteleri nasıl düzenlediğinin yetkin bir açıklamasını verebilir.

Poper diyor ki; fizikalistler için bir çıkış yolu varsa o da “epifenomenalizm”dir. Epifenomenalizme göre zihinsel aktiviteler beyinden kaynaklanır, ancak zihinsel ifadelerin beyin üzerinde bir etkisi yoktur.

Epifenomenalizmi anlamak için bir çiçekle çiçeğin kokusu arasındaki ilişkiye bakabiliriz. Koku çiçekten farklı bir şeydir ve çiçek üzerinde etkisi yoktur. Ancak, kokunun nedeni de çiçekteki biyolojik olaylardır. Bu benzetmeye göre, çiçeği beyin, kokuyu da zihin olarak düşünebiliriz.
Popper’in epifenomenalizmi eleştirdiği bir başka nokta da, onun evrim teorisi ile tutarlı olmayışıdır. Evrim teorisine göre gelişimin temelinde doğal ayıklama vardır. İlkel türlerin tek amacı hayatta kalmaktır. Epifenomenalizme göre zihnin hayat mücadelesinde bir yeri yoktur, çünkü, beyin aktivitelerine bir etkisi yoktur. Eğer böyleyse, etkisi olmayan zihin unsuru evrim süreci içinde neden ortaya çıksın? Canlının hayatta kalması için hiçbir etkisi yoktur. Evrim teorisi zihni ifadelerin orijinini açıklamada zorluk çeker. Ancak, yetenekleri (traits) açıklayabilir.


Fizikalistler, Popper ile hemfikir değillerdir. Onlara göre, savundukları görüşler, onları zorunlu olarak epifenomenalizme götürmez. Fizikalistlere göre, zihni olgular ve ifadeler, basitçe, fiziki ifadelerdir (Mortensen 1978).

Popper’ın evrimle epifenomenalizmi çeliştirmesi de eleştirilmektedir. Derler ki: Doğal açıklamayı temel olarak alsak da itiraz geçersizdir. Örneğin: Yeşil olmak bitkilerin bir avantajı değildir, ancak, klorofil ihtiyaçları yüzünden yeşil olmaya mecburdurlar. Yani, her zaman bir avantaj sağlamak söz konusu olmayabilir. Evrimcilerin açıklamak zorunda kaldığı şey “neden klorofil bitki için gereklidir?” sorunudur. Bu yüzden, zihni ifadeler beyne epifenomenal olsa bile evrim teorisi açısından açıklanabilir. Çünkü, bir şekilde, zihin olgusunun, hayatta kalmaya katkısı vardır.
Bu yüzden, fizikalistlere göre, fizikalizm ve evrim teorisi çelişmez ve interartionism’i (zihin ve bedenin karşılıklı etkileşimi) alternatif olarak göstermek bir zorunluluk değildir.

Düalizmi savunanların en çok söylediği şudur: “Bizim içe bakışla elde ettiğimiz zihinsel özelliklerimizi fiziki nitelikler cinsinden açıklamak imkansızdır.” İçe bakışla, biz, zihni hayatımızın nitelikli taraflarını görebilmekteyiz. Duygularımız, imgelerimiz gibi. Bu özellikler bir fiziki sistemde olabilir mi? Beynimizde olan şey herhangi bir objenin faaliyeti midir?

Bazı insanlar da gayet farklı nedenlerle düalizmi desteklerler. Bunlar ahlaki ve dini nedenlerdir. Ahlak, özgür seçimi ve iradeyi gerektirir. Oysa, fizikalizm’in insan özgürlüğünü elinden almaktadır.
Skinner (1948) gibi bazıları der ki, ahlak ile özgürlük arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Diğer yandan, hem fizikalist hem de özgürlükçü olabiliriz.

Felsefede “week determinism” (zayıf belirlenmişlik) diye bir yaklaşım var. Buna göre; hür irade ve determinizm bağdaşabilir. Bunlara göre seçimlerimizin belirlendiği doğrudur. Ancak, belirlenmiş seçimler arasından en uygun olanına yönelebiliriz. Bu mümkünse, davranışlarımızdan sorumlu olabiliriz. Seçimle ulaştığımız sonucun tüm adımlarının özgür olması gibi bir zorunluluk yoktur (Dennett, 1984). Buraya kadar Substanz düalizmi üzerinde durduk. Bunun daha zayıf formu nitelik düalizmidir.

Nitelik düalizmi

Nitelik düalizmine göre, bazı objeler(nesneler), hem zihinsel hem de fiziksel niteliklere sahiptirler. Zihinsel niteliklerin tamamiyle farklı olduğunu kabul ederler, ancak bu niteliklerin tamamiyle farklı bir töz’e ait olduğunu kabul etmezler.

Aralarında farklılıklar da vardır. Bir yaklaşıma göre, her zihinsel niteliği karşılayan bir fiziksel nitelik vardır. Bu yaklaşıma Token Identity Theory (bire bir özdeşlik teorisi) denir.

Bir de 19. yy’da Huxley’in ortaya koyduğu Dual Aspect Theory (iki yönlü yaklaşım teorisi) vardır. Huxley’e göre, bazı olayların iki yönü vardır. Ancak, olayların zihinsel yönünün fiziksel yönü üzerinde etkisi yoktur. Bu görüş epifenomenalizme çok benzemektedir. Zihinsel olayların fizyoloji üzerinde hiçbir etkisi yoktur.

Kimi de nitelik düalizmini savunmaktadır. Kim (1982), zihinsel ve fiziksel arasındaki ilişkiyi Supervenlence tezi ile açıklar. Bu kavram, aslında, ahlaki olanda, fiziki olanın ilişkisini açıklamak için geliştirildi. 20. yy’da ahlak felsefecileri G.E. Moore ve R.M. Hare ahlaki kavramların ahlaki olmayan kavramlarla açıklanmasına karşı çıktılar. Bunlara göre, iki farklı kişi, aynı şartlar altında aynı davranışı yapıp biri iyi biri kötü olabilir. Supervenience tezi bu durumu ortadan kaldırmak için kullanıldı. Buna göre, eğer iki kişi fiziksel nitelikler yönünden aynıysa moral nitelikler yönünden de aynıdır. Kim’e göre bu yaklaşım, zihinsel ile fiziksel arasında bir bağ oluşturmaktadır. Aynı fiziksel nitelikleri paylaşan iki kişi aynı zihinsel nitelikleri de paylaşır.

Burada söylenmek istenen iki tür niteliğin olduğudur. Örneğin, yazdığım kalemi düşünelim, kalemin mikro nitelikleri vardır ki bu nitelikler yazma şekline etki etmektedir. Ancak, her ne kadar, mikro niteliklerle ilgili olsa da “iyi yazan bir kalem” diyebilmekteyim. Burada “iyi yazma” farklı bir niteliktir. Mikro yapının içinde “iyi”, “kötü” kavramları yoktur.

Düalizme en büyük eleştiri Occam’s Razor (Occam’ın usturası) kavramı ile birlikte gelir: “Evrenin sayıda n elemanla açıklayabiliyorsak n+1 unsurla açıklamaya çalışmamalıyız”. Bilimsel açıklamalarda zorunlu olmayan unsurları kullanmamalıyız.

Şunu demek istiyorlar: Zihni bir unsur olmadan evreni açıklayabiliyorsak, böyle bir unsur ilave etmeye kalkışmak gereksizdir. Yani, gereksiz unsurlar traş edilmiştir.

Ortaçağ filozoflı Ockham’lı William şöyle demişti: “Olayları açıklamada zorunlu olmadıkça, unsurları çoğaltmayın” (Do not multipiy entities beyond what is strictly necessary to explain the phenomena).  

Materyalistler için bu prensip oldukça çekici gelmektedir. Çünkü, onlar sadece madde unsuru ile evreni açıklayabileceklerini iddia ederler.

Biz dualizmin temel temsilcisi olarak Descartes’ı aldık. Bu eğilim, hemen hemen tüm felsefeciler arasında ortaktır. Ancak felsefe tarihi içinde düalizmin hem ön hazırlıkları hem de başka temsilcileri de vardır.

Bunlardan ilk ve en sistemlilerinden biri Platon’dur. Platon’a göre, biz doğmadan önce ruhumuz vardır. Bu durumda, ruh ve beden birbirine özdeş olamaz ve düalizm doğrudur. Platon, bu görüşünü Menon diyaloğunda ortaya koyar. Aynı mantıkla Sokrates bir köleye geometri problemi çözdürmüştür. Sokrates’in yaklaşımıyla, bazı bilgileri onlara ilişkin yaşantımız olmadan bildiğimize göre bir doğum öncesi dünyanın var olması gerekir. Bilgilerimizin çoğu yeniden hatırlamadır. Hatırlayan bir ruh vardır ve dolayısıyla ölümsüzdür.
Düalizm, Platon’un “idealar teorisi” ile de uyumludur. Platon’a göre ruh, doğumdan önce idealar alemiyle doğrudan ilişkidedir. Ölümden sonra da ruh bu lemle temasa gelecektir.

Platon’un metafiziği doğrudan zihin-beden düalizmini gerektirir. Çünkü, bu hayatta olmak, bir bedene bağlı olmaktır. Ona göre bedende öyle özellikler vardır ki ruhta yoktur ve ruhta öyle özellikler vardır ki bedende yoktur. İkisi aynı nitelikleri paylaşmadığına göre ruh ve beden aynı şeyler olamaz. “Eğer, X’de Y’de olmayan nitelikler varsa ve eğer Y’de, X’de olma- yan nitelikler varsa X, Y değildir.” Bu düşünme şekline Leibniz kanunu (Leibniz ‘s law) denmektedjr.

Platon’da Sokrates’in bir tartışması vardır. Bu, bölünebilirlik veya ayrışabilirlik tartışmasıdır. Platon, Phaidon diyaloğunda diyor ki; parçalardan oluşan şeyler ayrışabilir, bileşik olmayan şeyler ayrışamaz. Onda, “kendinde şeyler”, “evrensel mükemmel formlar”, yani “idealar” değişmezler ve bölünemezler. Ruh da bölünemezlere örnektir. Oysa, beden ölümlüdür ve dağılabilir. Bu açıdan, Leibniz kanunu gereği, Platon’u düalist kabul edebiliriz.

sÄAcaba, ruhun bedenden farklı niteliklere sahip olması, onun ölümsüz olduğunu gösterir mi?
Sokrates’e göre karşıtların bir arada olması mümkün değildir. Örneğin: Bir rakam çift ise tek olamaz. Bir şey tam ise eksik olamaz. Bir şey kendisine karşıt olamaz. Bir şeyin bir niteliğe hem sahip olması hem de olmaması mümkün değildir. Vücudu yaşamda tutan şey ruhtur. 0111m yaşamın zıddıdır. Bu durumda, ölüm ve yaşam karşıttırlar. Böyleyse, ölümün karşıtı olarak ruh ölümsüzdür. Demek ki, zihin ve beden düalizmi doğrudur.

Batıda, felsefe tarihinde, düalist geleneğin iki büyük temsilcisi Platon ve Descartes’tır. Bu demek değildir ki düalizm, günümüzde önemini kaybetmiştir. Daha önce de söylediğimiz gibi, günümüzde, Sir John Eccles, Sir Karl Popper, Richard Swinburne düalizmin önemli temsilcilerindendir.
Çoğu kez din ile düalizmin arasında bir bağlantı kurulur. Ancak, bu doğru değildir. Tanrının var olduğu doğru olmasa bile düalizmin doğru olması mümkündür. Aynı şekilde, Tanrı varolduğu halde, düalizm yanlış olabilir. Descartes Hristiyan dır, ancak, Platon’un yaşadığı dönemlerde Hristiyanlık yoktur.
Eccles ve Swinburne’nin Hristiyan olmasına karşın Popper Agnostiktir.
  • Platon, Descartes ve Swinburne için, “zihin”, “ölümsüz ruh” ile özdeştir.
  • Aristoteles ‘te ruh vücudun formudur ve ölümden sonra devam etmez. Ancak, Aristoteles’te zihin, “intellect” (idrak, algı, anlık) anlamında ölümsüzdür.
  • Aristotelesçi felsefeci St. Thomas Aquinas’a göre ölümden sonra ruh varlığını sürdürmeye devam eder. Aquinas’ta zihin, ruh gibidir ve ölümsüzdür. Bu anlamda, Aquinas da düalisttir.
  • Descartes, Popper ve Eccles “interactionist “tirler. Yani, ruhta olanlar bedene, bedende olanlar ruha etki eder. Ruh ile beden arasında iki yönlü bir ilişki vardır.
  • Daha önce de bahsettiğimiz, epifenomenalizmde (Huxley) tek yönlü bir ilişki vardır. Fiziki olaylar zihne etki eder, ancak tersi olamaz. Örneğin: Bir fabrikanın dumanı (zihin), fabrikanın çalışmasına (beden) etki edemez.


Epifenomenalistler de dualisttir, çünkü, zihni olaylar fiziki olaylar değildir.






Beyinde Düşüncenin Oluşum Anı Görüntülendi





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder