Kültür Felsefesi II

1- SİSTEMATİK KÜLTÜR FELSEFESİ

A) "KÜLTÜR" Ü DIŞTAN BELİRLEME

"Kültür" teriminin kökeninde içerilmiş olan yapma, işleme, insan eliyle meydana getirme, yetiştirme, geliştirme vb. anlamlar, onu "doğa" kavramı ile belirli bir karşıtlık içine sokar. Karşıtlık, "doğa"nın kendiliğinden oluşan ve gelişip değişen nesne ve olgular alanı sayılmasına karşılık; "kültür"ün daima "doğa"da sonradan belli yarar, niyet ve amaçlar doğrultusunda insan eliyle oluşturulan bir alan olmasında kendini gösterir. Çoğu filozof doğada kendiliğinden oluşan hâlleri belirtmek için fakt (faktum, fact) terimini kullanırken, insan düşüncesi ve insan emeği ile oluşturulan haller için artefakt terimini kullanmaya özen göstermiştir. Artefakt terimindeki arte, yine Latince ars sözcüğünden gelir ki, yapma, işleme, becerme, zanaat ve sanat (Art) vb. anlamlara sahiptir. Öyleyse "kültür" ile "doğa" arasındaki karşıtlığı, birbirini dışta bırakan, olumsuzlayan iki şey arasındaki karşıtlık olarak görmek yanıltıcı olur. Karşıtlık, "kültür"ün insanın doğa". içinde ve doğayı dönüştürerek sadece kendisine ait yapay (sun'î, artificial_)  bir dünya yaratması ile "doğa"nın kendiliğindenliği arasındadır.

Öbür yandan, "doğa" kavramının yukarıda anılan anlamı, yani onun "kendiliğinden oluşan nesne ve olgular dünyası" olma anlamının yanında (ki, bu anlamda doğaya maddî doğa denebilir), formel bir anlamı da vardır. Formel anlamıyla "doğa", herhangi bir şeyin özbelirleniminin, neliğinin (mâhiyetinin) kavramı olarak da kullanılır. Örneğin "masanın doğası", "dinin doğası", "sanatın doğası" vb. terimlerde, "doğa" böyle bir form, nelik bildiren bir anlamda kullanılmıştır. Buna formel doğa kavramı denebilir ve örneğin bu bakımdan "kültürün doğası"ndan da pekala sözedilebilir. O hâlde "kültür"ün karşıt kavramının "formel doğa" değil "maddî doğa" olacağı açıktır. Bu terminolojik belirlemeler, öbür yandan, "kültür"ün "doğa dışı" veya "doğa üstü" olmadığını, ancak doğa içerisinde ama doğadan farklılaşmış bir alan olduğunu gösterir.

Kültür-doğa (maddî doğa) karşıtlığı, çok çeşitli terimlerle ifade edilmek istenmiştir. Örneğin bir doğa varlığı olarak insana "zoon", "anima", "can", "doğanın çocuğu" gibi terimlerle işaret edilirken; kültür yaratan ve kültür içinde yaşayan insan için "human", "beşer" gibi terimler kullanılmıştır. Bunun gibi, maddî doğayı belirtmek için "işlenmemiş doğa" terimine başvurulurken, kültürü belirtmek için "işlenmiş doğa", "ikinci doğa" gibi terimlere başvurulmuştur

Örneğin H. Rickert, hayvan ve insan topluluklarını ayırmak üzere "doğal topluluk" ve "kültürel topluluk" terimlerini önermiştir. Tüm bu ayırımlar kültür-doğa karşıtlığını belirginleştirmek için yapılmışsa da, "kültürel" olanı "doğal" olandan ayırmak konusunda güçlüklerle karşılaşılmıştı.

Bazı filozof ve sosyal bilimciler, örneğin kültür öğeleri arasında saydığımız bilim, teknik ve ekonomiyi "kültürün doğal tabanı" sayarlarken; diğerleri bu öğelerde de insan düşüncesinin ve yaratıcılığının belirleyiciliğine dikkati çekerek, bunları saf kültür fenomenleri ve öğeleri saymışlardır. Bu konuda, ileride "kültür kuramları" başlığı altında değineceğimiz gibi, filozofların ve sosyal bilimcilerin değişik eğilim ve inançlarının etkili olduğu görülür

B) "KÜLTÜR" Ü İÇTEN BELİRLEME

"Kültür"ü "doğa" karşısında dıştan belirleme denemelerinde ortaya çıkan ve yukarıdaki paragrafın son satırlarında değindiğimiz tartışma, yani bilim, teknik ve ekonomiyi kültürün doğal tabanı sayanlarla bunları saf kültür fenomenleri ve öğeleri sayanlar arasındaki görüş farklılıkları, geçen yüzyıldan beri devam ede gelen uygarlık-kültür ayırımının da kaynağıdır.

Bazı filozof ve sosyal bilimciler, bilim, teknik ve ekonomiyi toplumların duyuş, düşünüş, değer ve inanç formlarından göreli olarak bağımsız değişkenler saymışlar ve bu değişkenlerin oluşturduğu tabanı uygarlık olarak tanımlamışlardır. Bu filozof ve sosyal bilimcilerin bir bölümü, "kültür"ü, "uygarlık" tabanında farklı olarak gelişen duyuş, düşünüş, değer ve inanç formları olarak görmüşler ve bunların somutlaşmalarını birbirinden farklı dinlerde, dillerde, sanat anlayışlarında, dünya görüşlerinde, felsefelerde bulmuşlardır. Bu doğrultudaki uygarlık-kültür ayırımının yüzyılımızda daha çok Anglosakson ülkelerinde genişliğine benimsendiği görülür. Buna karşılık Alman felsefe geleneğinde bu ayırıma kötü ve uygunsuz bir ayırım olarak bakılmış, uygarlık öğeleri olarak ayırt edilen bilim, teknik ve ekonominin bağımsız değişkenler olmadığı, dil, din;sanat ve felsefe öğeleriyle içten ve karşılıklı bir etkileşim içinde bağımlı değişkenler olarak görülebilecekleri vurgulanmıştır. Bilim, teknik ve ekonominin de kültür öğeleri arasına alınmasıyla, sadece "kültür" terimine başvurulmasını gerekli ve yeterli olduğu belirtilmiştir.

Uygarlığa maledilen öğeleri de kültür öğeleri sayan anlayış doğrultusunda, kültür filozofları ve kültür kuramcılarının kültürü içten belirleme, kültür öğelerini ayırt etme konusunda farklı yaklaşımları vardır. Bu farklı yaklaşımların hemen hepsinde şu veya bu şekilde yer alan kültür öğelerini çok global bir biçimde şöylece sıralamak olanaklıdır:

1-Demografik taban: Her kültür, çok çeşitli insan gruplarından, birliklerinden oluşan bir demografik tabana dayanır.
2. Dil: Demografik olarak kümeleşmiş in- san grupları arasındaki temel iletişim formu. Dil, demografik kümeleri "toplum" kılan en temel öğedir.
3. Ekonomi: Toplumun yaşaması ve doğal ihtiyaçlarının (gelişmiş toplumlarda mânevî ihtiyaçlar da devreye girer) karşılanması için başvurulan araçsal ve ilişkisel düzenlerin tümü.
4. Bilim ve Teknik: Doğal çevreyi insan ve toplumun yararına dönüştürmek üzere başvuru- lan düşünce, yöntem, üretim tarzları ve organizasyon araçlarının tümü.
5. Tarih: Bir kültürün geleneklerle oluşan formu (ki, bu geniş tanımı ile tarih ve kültürü özdeşleştirenler vardır).
6. Din ve Kült: Bir kültürün gelenekle gelişen, fakat diğer geleneklere göre daha kalıcı ve sürekli olan doğaüstü inanç formlarının tümü.
7. Sanat: Bir kültürün dil, ses, renk gibi araçlarla ve mekâna biçim verme edimleriyle (heykel, mimarî) gerçekleştirdiği biçim verici ve ifade edici etkinliklerinin tümü.
8. Devlet ve Siyaset: Toplumsal yaşamın; tüm kültür öğelerini gözeten bir tutum- la grup ve sınıflar arasındaki güç dengelerine göre dıştan düzenleniş formu.
9. Felsefe: Öbür kültür öğelerinin tümünden beslenen, ama aynı ölçüde bu öğelere göreli olarak en az bağımlı, kuşatıcı ve organize düşünce etkinliklerinin tümü.

Yukarıda da belirtildiği gibi, bu öğelerden bazıları çeşitli felsefi ve bilimsel görüşler altında kültür öğesi sayılırlar veya sayılmazlar. Burada yine uygarlık-kültür ayırımını benimseyen filozof ve bilim adamlarını anabiliriz. Öbür yandan uygarlık- kültür ayırımını reddetmekle birlikte, "devlet" ve "din"i kültür öğesi saymayan, hattâ bunları "kültür"e karşıt bir konuma yerleştiren filozoflar da vardır.

Örneğin J. Burckhardt, "kültür"ü sadece bilim, sanat ve felsefe ile sınırlar ve bu daraltılmış anlamı ile "kültür"ü "devlet" ve "din"in karşısına koyar. Ona göre "devlet" ve "din", insanlığın tutucu güçlerini, bilim, sanat ve felsefe ise aynı insanlığın özgürleştirici güçlerini temsil ederler.

Alfred Weber, uygarlık-kültür ayırımıyla da yetinmez, bir üçlü ayırıma başvurur. Ona göre her organize insan topluluğunda şu üç yön vardır:
 l. toplum yapısı,
2. uygarlık,
3. kültür.
 H. Freyer, bu tür ayırımları yapay bulur ve insana ait herşeyi "kültür" kavramı altında toplar. Ona göre "kültür"ü oluşturan beş temel form vardır: l. kurumlar (devlet, hukuk kurumları), 2. araçlar (teknik ve teknoloji), 3. semboller (dinsel, sanatsal, felsefî sembol ve değerler), 4. toplum formları (göçebe, kırsal, kentsel), 5. eğitim ve formasyon.

Buna karşılık T. Veblen, "kültür"ü sadece kurumlarla sınırlar ve kültür öğeleri sayılan herşeyin kendilerini topluca kurumlarda (başta devlet olmak üzere) gösterdiklerini ileri sürmekle Hegelci bir anlayışa yaklaşır.

G. Gurvitch, kültürü "sosyal totalite" olarak görür ve onda şu yönleri ayırır: 1. demografik, morfolojik, ekolojik temel, 2. kollektif davranış tarzları, 3. sosyal modeller, değerler, semboller ve kurallar, 4. düzenleyici davranış kalıplan (ideoloji ve dünya görüşlerinin buyurduğu ve benimsettiği kalıplar), 5. sosyal roller örgüsü, 6. yaratıcı etkinlikler (mevcut davranış kalıplarına uymayan ve zamanla onlarda değişmelere yol açan etkinliklerin tümü), 7. kollektifleşen duygular (İngiliz soğukkanlılığı, Çinli uysallığı vb.)

Kroner kültürde dört yön sayar: 1. vital/doğal yön: ekonomi ve teknik, 2. rasyonel yön: bilim ve siyaset, 3. sezgisel ve irrasyonel yön: sanat ve din, 4. düşünsel/refleksif yön: tarih ve felsefe.

E. Rothacker, kültürde iki temel yönden sözeder: 1. yaşama düzenleri (ekonomi, teknik, hukuk, ahlâk, eğitim, devlet), 2. sembolik düzenler (dil, mitos, sanat, bilim, din, felsefe). Rothacker'e göre sembolik düzenler yaşama düzenleri için modellerdir , fakat ne var ki sembolik düzenlerle yaşama düzenleri hiçbir zaman tam olarak örtüşmezler. Yaşamanın kendisi, sembolik düzenleri daima zorlayan, kalıplaşmalara izin vermeyen, her an yeni atılım ve açılımlara gebe bir kaotik niteliğe sahiptir. Bu konu- da Nietzsche'den etkilenen Rothacker'e göre, kültür, insanın düzenleştirici, biçim verici etkinliklerinin alanı olduğu kadar, düzen karşıtı ve yeni düzen arayıcı etkinliklerinin de alanıdır ve bu nedenle onda daima bir kaotik yan bulunur.



KÜLTÜR BİLİMLERİ VE KÜLTÜR FELSEFESİ
Doğan ÖZLEM
İnkılap-2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder