19.YÜZYIL
|
|||
HİPOTETİK TARİH
|
KANT
|
* Historik bilgi akıl bilgisi değildir.*tarihe ilerleme idesi
altında bakabilemek için, insani yaşamda bir ereklilik tasarlamak
kaçınılmazdır.*tarih felsefesi tarihteki legal ilerlemeyi değil, ahlaksal
ilerlemeyi, bazı etik postulatlar altında izleyen bir çaba olabilir.
Tarihe karmakarışık ve düzensiz bir gidiş olarak bakan teorik akıl ile değil, yargı gücünün ürettiği ereklilik idesi altında çalışan pratik akıl ile eğildiğimizde tarihte böyle bir ereğe doğru bir ilerleme görebileceğimizi belirtir. Tarihte onu ancak kendi aklımıza dayanarak kurduğumuz ölçüde bir rasyonalite yani tamamen bizim özgürlüğümüze göre şekillenen bir rasyonalite arayabiliriz. Bir "tarih felsefesi" , ancak ve ancak , insanın daha fazla özgürlüğe doğru ilerlediği düşüncesi olmadan yapılamaz. |
|
ALMAN TARİH FELSEFESİ
|
A.WEISHHAUPT
|
Fizik doğada olduğu gibi , politik ve ahlaksal dünyada da aynı
yasalar hüküm sürer.
|
|
Fr.ANCILLON
|
Tarih felsefesi ,tüm insani olup bitmeler hakkında akılcı bir yanı
arama girişimidir.
|
||
D.JENITSCH
|
Ahlaklılık, yetkinleşmiş sanat duygusu , bilgelik ve akılcı mutluluk gibi
hedefler gözetilmeden tarihe anlam verme olanağı yoktur.
|
||
ESTETİK TARİH
|
SCHILLER
|
Alman İdealizminde özellikle Schelling'i ve Schelling üzerinden de
Romantizm akımını etkilemiş olan Fr. Schiller, Kant'ın bir tarih felsefesinin
olabilirliğini teorik akıl ile değil, ancak pratik akıl ile
onaylayabileceğimiz hakkındaki görüşünü benimser.
|
|
ALMAN İDEALİZMİ
|
FICHTE
|
'Ben' doğayı "sonsuz bir zaman tasarımı altında kendi içinde
bütünlüğü ve belirlenmişliği olan mekanik bir süreç olarak kavrarken
;tarihsel olayları zaman halkaları içinde tek tek,bireysel ve raslantısal
oluşa sahip olaylar olarak kavrar.
|
|
SCHLEIERMACHER
|
Tarihsel empri adını verdiği anlama sayesinde ise ,tarihin emprik
malzemesini daima her dönemin yazılı yapıtları ve bu yazılı yapıtların dili
oluşturacaktır.çünkü o dönemde egemen olan ahlaksal ölçütler ,o dönemin
yazılı yapıtlarının dili filolojik yoldan çözümlenerek açığa çıkarılabilir.
|
||
SCHELLING
|
Evrende her şeyi başlatan, aynı zamanda yarattığı evrenle birlikte
gelişen bir bilinçsiz tin,tek bir şey,bir birlik, kendine özdeş güç..
|
||
HEGEL
|
*Aklın dünyaya egemen olduğu,öyleyse buna göre dünya tarihinde akıl'a
uygun bir süreçleşme bulunduğu...
*Tarih felsefesi tarihin düşünsel yoldan incelenmesinden başka bir şey
değildir.
*Kendini tarihte açan tin tanrısal akıldan başka bir şey değildir ve
tarihe tanrının aklı egemendir.
Hegel’e göre, tarih felsefesi, salt spekülatif bir bilgi içinde, yani
mantıkça onaylanan tasarımlar altında yapılabilir. Çünkü tarihte de aynı akıl
hüküm sürmektedir. Tarihte de salt düşünmenin konusu olarak aynı akıl, aynı
tin vardırve bu tini felsefe kendi özü olarak bilir. Öyleyse Tarih felsefesi
de ,tarihin içeriğindeki akıl’ın gelişim basamaklarını ve kendisini gösterme
tarzlarını izleyecektir.
Öyle ki, Greklerin «kendini tanı» buyruğunu, insan ancak, tam da bu
basamak ve tarzları kavrayarak yerine getirebilir. Çünkü tarih « kendi eylemi
olarak kendi öz bilgisine doğru ilerlemesinden başka bir şey değildir .
Bu ,ise özgürlüktür ve dünya tarihi «özgürlük bilinci içinde ilerleme
süreci» dir .
Tarih, «tinin kendi özünü açtığı, kendini dışa vurduğu yer» olarak, asla
bir doğal oluş da değildir . Çünkü bu kendini açan öz, özgürlükten başka bir
şey değildir, doğada ise tin kendini bir zorunluluk olarak açar. Bu yüzden
tarihin özü insanın özgürlük bilinci ile yaptığı eylemdir çünkü o ancak
eylediği şeydir ve o kendisi için eyler ki, kuşkusuz burada tin kendini,
kendi bilincinin objesi yapmakta, kendini bizzat kendi için açımlayarak
kavramaktadır» . Çünkü tin, kendisini sanatta seyir, dinde öngörü ve duygu
felsefede ise düşünce olarak oluşturur. O aynı zamanda ve
son olarak, özünü devlet içinde evrensel varoluşa taşıyan “güç” tür de.
Çünkü devlet, tüm tinsel etkinliklerin organize olmuş bir görünümüdür Bu
yüzden tarih felsefesi,aynı zamanda tinin gelişim basamaklarının
taşıyıcıları olarak görür. Öyle ki, böylece tarih felsefesi nin gelişim
basamaklarını, bir bütüne doğ üzere birbirine bağlanan halkalar» olarak
halkla gelişiminde, onların geliştirsdikleri “devlet tipleri” nde izler
.
Bu açıdan bakıldığında Hegel’e göre, dünya tarihine malolmuş dört «
- tarihsel devlet vardır : 1.Doğulu 2.Grek 3.Roma 4.Hıristiyan -Cermen Bu
sıralama içinde o, bir üçlü diyalektik basamak içinde tam bir ilerleme görür:
Doğuda tek kişi (hükümdar) özgürdür; Grek ve Roma dünyasında ise bir kaç
kişi. Oysa Hıristiyan-Cermen dünyasında herkes özgürdür. Çünkü bu dünyada
«tüm insanların kendi başlarına oldukları, yani insanın insan olarak özgür
Olduğu bilinci» vardır
Bu gelişme ve ilerleme içinde Hegel, özellikle «dünya tarihine
malolmuş bireyler»in rolü üzerinde durur. Bu bireyler, bu büyük insanlar»,
kendilerinde dünya tininin yeni bir çağa yön verdiğini hisseden, bunun
bilincinde olan, ama aynı zamanda dünya tarihinin de kendileriyle yeni bir
gelişim basamağına geçtiği kişilerdir. Ama bu kişiler bile, aslında rollerinin
ne olduğunu bilmezler ve sadece kendilerine ait amaçları
gerçekleştirmeye tutkularını doyurmaya çalıştıklarını sanırlar.
Oysa aslında onlar dünya tininin kullandığı araçlardırlar. Dünya
tini kendi amacına ulaşmak için, «insani amaç v tutkulara hileli bir şekilde
yerleşmiştir» , bu se «akıl’ın hilesi>, (List der Vernunft) nden başka bir
şey değildir.
Dünya tininin tek tek «halk tinlerinde, uluslarda çeşitli biçimlerde ve
özellikle büyük insanların, bu halkların yöneticilerinin katkılarıyla
gerçekleştirme ye doğru gittiği amaç ise, belirtildiği gibi, «özgürlük
bilinci içinde ilerleme»dir ve bu ilerlemenin sonunda dünya tininin «kendini
bulma» sından başka bir şey de yoktur Hegel, bu özgürlüğü ancak toplum içinde
gerçekleşecek bir özgürlük olarak konumlamakla, c tam anlamıyla bir «politik
özgürlük» olarak görmüş olur. Hegel’e göre Özgür olmak, «başkaları
arasında kendinde olmak» dır, mevcut durum içinde kendini bulmaktır (58).
Özgür insan, Kant’da olduğu gibi, bir hukuk devletinde, bu devletin kurumları
ve yasala rıyla kendini bağımlı kılan, bu yasalara uymayı sadece kendi
aklıyla onaylayan insan olarak « yurttaş» dır. Bu aynı zamanda doğa için de
geçerlidir. Özgür insan, karşısındaki gerçekliği, doğa yı kavrarken, o bu
doğayı, tinin kendisinden çıkan, ama kendisine yabancılaştığı bir şey olarak
kavrar ve onün «üstüne yükselir» . Hegel’e göre «bu maddi-nesnel doğadan
başka olan şeye yükselme» sırasında, doğa da kendiliğinden özgürleşir. Onu
kavrayan akıl, onda,ki sınırsız görünüşleri aşmış, onun özgürlüğünü yeniden
ger çekleştirmiş olur. Çünkü spekülatif düşünme, evrenin gerçekliğine, onu
akıl yoluyla kavrayarak yönelir ki, bu «akılsallaşmış doğa» ar tık aynı
zamanda «özgürleşmiş doğa» dır . Çünkü tüm gerçeklik tinden çıkar ve fln de
aslında «tanrısal logos dan başka bir şey değildir.
|
||
ROMANTİK TARİH
ANLAYIŞI |
NOVALIS
|
Gerçek tarih, insanın kendini tarih içinde gözlemesiyle kavranabilir bir
bütün.
|
|
ALMAN TARİH OKULU
|
SYBEL
|
Devletlerin ve halkların sürekli bir ilerleme içinde oldukları savı
"somut tarih araştırması"ile asla doğrulanamaz.somut tarih
araştırması, tarihte akıl'a uygun bazı gelişmeler saptansa da, bunun
yanısıra, akıl dışı motiflerin bazan çok daha fazla olduğunu, hatta bu
motiflerin akılcı motiflere daha ağır bastığını gözlemektedir.
|
|
RANKE
|
Tarihin her dönem ya da çağın bireyselliğine yönelirken , bu
bireyselliğe, doğabilimsel anlamda genelgeçer yasalar altında
eğilemiyeceğini, çünkü tarihte böyle yasalar bulunmadığını , tam tersine
tarihin amacının bu bireyselliği"olduğu gibi" görmek olduğunu
belirtir.
|
||
W.v.HUMBOLDT
|
Tarih araştırması ulusal tarihçilik yanında ,bir de , dünya tarihine
hümanite açısından eğilip , "insani genel"in ortaya çıkarılmasına
da yönelmelidir.burada tarihin görevi, "insani yaşamın derinliğine
araştırılması yoluyla , en yüksek insanlığa ulaşmaktır"
|
||
DROYSEN
|
"Tarih bilimi"nin malzemesi ,empirik -doğabilimsel
olguların dışında kalan bir alana aittirler.bu malzeme, her dönem ve her
çağda insan eylemlerine yön veren ide , norm, ahlaksal ve estetik
değer, hukuksal, ekonomik.ve politik düzen v. b. türünden şeyler olup ,
mekanik doğabilimlerinin açıklayamıyacağı bir olgu türü oluştururlar.
|
||
GEÇ İDEALİZM
|
|||
POZİTİVİST TARİH ANLAYIŞI
|
Xıx.yy. Pozitivizminde, bir yandan Comte'da olduğu gibi tüm tarihi
evrelere bölen ve ilerleme düşüncesinin egemen olduğu bir bütüncü
tarih felsefesine rastlanırken , öbür yandan tarihi doğabilim örneğine
göre bir yasa bilimi olarak kurma eğilimi ağır basar.ama her iki
durumda da , yani hem tarih felsefesi düzleminde ,hem de tarih biliminin
felsefi düzleminde , XIX.yy. Pozitivizminin de , Almanya da olduğu gibi,
başlıca sorununun theoria-historia karşıtlığını aşmak olduğu söylenebilir.
|
||
H.SPENCER
|
Biyolojik evrim kuramını tarihe uygulayarak,tarih hakkında da bir
evrensel ilkeye varılabileceğini söyler.
|
||
CH.DARWIN
|
Doğa tarihinden çıkarılan gözlem yardımıyla ,insanlık tarihinin
geleceğine de ışık tutulabileceğini söyler.
|
||
MARKSİST TARİH
ANLAYIŞI |
Hegel'in tarih felsefesini bir dönüştürme işlemine tabi tutarak ve
bambaşka içerikle ele alıp buradan etkileri son derece geniş olmuş birtarih
felsefesi çıkaran filozoflar K. Marx ve F.Engels olmuşlardır.
|
||
K.MARKS
|
Tarihi belirleyen şey tinsel bir töz değil, maddi ilişkiler ağı olarak
toplumun sosyo ekonomik yapısıdır.Maddi ilişkiler de birbirlerine bağlı iki
ögeye dayanılarak anlaşılabilir
1. Üretim araçlarının oluşturduğu üretim güçleri, 2. Üretim ilişkileri. Üretim güçleri (iş aygıtları, makineler, insani beceri ve teknikler), bir felaket olmadığı sürece, sü ekli gelişirler. Buna karşılık üretim ilişkileri (üreten ve tüketen in sanlar arasındaki toplumsal ilişkiler), uzun süreler değişmeden kalabilirler. Ama üretim güçlerinin gelişimine her zaman belirli bir üretim ilişkisi biçimi karşılık gelir. Örneğin modern fabrikasyon üretim tarzı, feodalizmin egemen olduğu üretim ilişkileriyle bağdaşmaz. Üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki bu bağdaşmazlık çok üst düzeylere çıktığında, ancak bir «devrim» yoluyla giderilebilecek olan antagonizmalara yol açar. Öbür yandan, üretim ilişkilerini her zaman ilk planda etkileyen şey, ilkel toplum dışında,daima «özel mülkiyet» olagelmiştir. Böylece üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanlar arasındaki üretim ilişkileri sınıflaşmayı doğu agelmiştir. Bu yüzden, toplumsal düzeni de, her zaman, üretim araçlarına sahip olan egemen sınıf ya da sınıflar ile bu araçlara sahip olmayan sınıf ya da sınıflar arasındaki ilişkiler belirler. Işte, üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasında antagonizmalara, sert karşıtlıklara varan bağdaşmazlığın olduğu zamanlarda, sınıflar arası ilişkiler de tam bir karşıtlığa dönüşür ve bu noktada artık bir devrim» kaçınılmaz hale gelir. Öbür yandan, zaten özel mülkiyetin ortaya çıktığı andan beri, yani toplumsal sınıfların oluşmasından beri, tarih, kesintisiz bir sınıf savaşları süreci olagelmiştir. İşte üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki bağdaşmazlığın doruğa çıktığı anlarda bu sınıf savaşları «devrim» lerle sürer. Ama bu süreç, yine Hegel’de olduğu gibi, «dünya halklarının birliği» ne doğru ilerlemektedir. Bu yüzden bu ilerleme süreci içinde sınıfların yerlerinde de, niteliklerinde de boyuna değişmeler olur. Sınıfların yerlerindeki ve niteliklerindeki değişmeyi de, üretim güçlerindeki değişme ve farklilaşmalar belirler. Örneğin burjuva sınıfmın geliş tirmiş olduğu endüstriyel üretim tarzı, zorunlu olarak ‘ denen sınıfı doğurmuştur. Bu açıdan akildığmda, Marx ve Engels, nasıl ki Hegel tarihte tinin taşıyıcısı olarak bir kaç önemli halk (Grek, Roma, Hristiyan-Cermen) saymışsa, tarihte «dünya tarihine geçmiş sınıflar» dan söz ederler. Önce «köle sahipleri sınıf ı» gelir; bu sınıf, köleler üzerinde tam bir bedensel tasarrufa sahiptirler. Bunun gibi, Ortaçağda «feodal egemen», Yeniçağda ise «burjuva» ya da «kapitalist» sınıf vardır. Marx’a göre bu üç sınıf da, baskıcı, öz ürlükten yoksun toplumsal düzenlerin egemenidirler. Son sınıf olarak « proletarya» ise, kendi gücüyle, s toplumu ve özgürsüzlüğü ortadan kaldıracak olan sınıf tır. Hegel’de Hristiyan-Cermen halkın tini, nasıl ki, en sonunda evren tiniyle özdeş kılınıyorsa, şimdiye kadar kendisi hakkında sağlam bir bilince erişememiş olan insanlık da, Marx’a göre, proletaryanın gücü sayesinde özgürlüğe ulaşacaktır. |
||
F.ENGELS
|
Tarih olsa olsa farklılaşmış bir doğal süreçtir.bu yüzden tarihte
"ide'ler" "tanrısal güçler"değil gerçek insanların emeği
ile oluşturulmuş bir süreç söz konusudur.insanlar kendi tarihlerini kendileri
yaparlar.
|
||
S.KIERKEGAARD
|
Gelecek, tarihsel değildir o henüz olmamıştır
|
||
A.SCHOPENHAUER
|
Tarihin malzemesi , rüzgara tutulmuş bulutlar misali hareket eden ve çoğu
kez tümüyle nemsiz rastlantılıklarla dolu olan insani evrenin gelip geçici
ilişkileridir.
|
||
F.NIETZSCHE
|
Tarihte erek ve yasa arayan aydınlanmacı tin , tarihte
rastlantısallıkların anlamsız gücünü görememiş, bu konuda tam bir körlüğe
düşmüştür.
Nietzsche için kendi çağı «taşkın, sersemletecek kadar gürültücü ve şamatacı bir tarihçilik hastalığı»na tutulmuş, bir «tarih humması.na yakalan rrnştır (. Nietzsche bu tarihe düşkünlüğün, «yaşama» ve «kültür»açısından büyük ‘tehlikeler taşıdığını ve bizzat «yaşamayı zehirlediğini ve kültürel yaşamı barbarlaştırdığını» belirtir . Nietzsche’ ye göre bu tarihçilik, herşeyi tarihselleştirmek için «çırpınan» bu anlayış, bizzat dayanmak istediği şeyi, yani «yaşama» yı, insani ve toplumsal varoluşu «boğazlamaktadır» . Çünkü bu anlayış, insan yaşamındaki herşeyi tarihselleştirmekle, insani ve toplumsal olan herşeyi tarihe «tutsak kılmıştır» . Bunun sonucu ise, insandaki eğilim, şevk ve eylem gücünü, kısacası insandaki «güç istemi» ni baltalamak olmuştur, «insan binyılların kamçısı altına sokulmuştur» ; ona, kendisinin «tarihin ürünü» olduğu öğretilmiş ve böylece o, kendini edilgin hissetmeye, «yapılmış bir eşya» olarak görmeye başlamıştır . Bu insan kendisini «herkesce paylaşılan değer ve ülkülerin mirasçısı»olarak görmeye itilmiştir Nietzsche’ye göre bunun doğurduğu sonuç ise, insani ve toplumsal bir «kalın kafalık»tan başka bir şey değildir ). Çünkü geleneklerin ve tarihin belirleyiciliğine böylesine sarılınırsa, insanın eğilimleri, tutkuları, güdüleri ve yaratıcı etkinliği zincire vurulmuş olur. Öyle ki, Nietzsche için herşeyi tarihselleştirmek, insana saygısızlığın tiksinti verici» bir örneğidir ; insanın güç istemini, yaratıcılığını hiçe saymaktır. Oysa Nietzsche’ye göre «bugün» ve «yaşama», geleneğe ve gelenekten gelen ölçütlere göre değerlendirilmez. Tam tersine, tarihe bir «içerik» kazandırılacaksa, bu içeriği gerekli kılacak olan tek şey, bugünkü «gerçek yaşam»dır. Bugünkü yaşam ise geçmişe tutsak kılınamaz; çünkü insanın ilgi merkezi geçmişte değil, bugündedir. «Doğru olan, geçmişi yaşam için geçerli kılacak bir güçle, bugün olup bitmekte olanlardan tarihi yeniden yapmak tır» . Bu konuda Nietzsche’nin Feuerbach’ın tarihin «geçmişin tarihi» değil, «bugünün tarihi» olması, insanın «yazılan tarih» den «yapılan tarih>’e geçmesi gerektiği hakkındaki düşüncelerine benzer düşünceler ileri sürdüğü saptanabilir. |
Tarih Felsefesi, Doğan Özlem, Ege Üniversitesi Yayınları, 1984
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder