Platon


Bir çağdaş felsefe yapıtında dahi Platon’un ismine sık sık rastlanır. Tıpkı Aristoteles gibi... Bu iki filozof felsefenin ya da hayatın her alanında düşünerek dizgesel felsefenin başlatıcıları olmuşlardır.

Her ikisi de Yalnız Batı Ortaçağ Felsefesi değil, İslam Felsefesi’ni de etkilemişlerdir.
Platonizm erken ortaçağdaki etkisini daha sonra Aristoteles ‘e bırakmıştır. Platon İslam dünyasında “Eflatun” adıyla bilinir.

Başlangıçta hayatına kısaca değinelim isterseniz:

Platon M.Ö. 427 yılında Atina’nın seçkin ailelerinden birinin oğlu olarak dünyaya geldi. 

Atina Yunan dünyasının en güçlü kentiydi. Ancak Peloponnesos Savaşı sonucunda üstünlüğünü Sparta’ya kaybetti. Tarih kitaplarından biliriz, Sparta katı yönetimin , Atina ise demokrasinin simgesiydi. Tabi kölelerin bir sınıf olduğu, kadınların ikincil sayıldığı bir demokrasi. Konumuz bu değil, ancak Platon’un yaşama dünyasında önemli bu bir olguydu Atina ‘nın Sparta karşısında çökmesi.

Daha yirmi yaşına gelmişken , Platon Sokrates’in derslerini izlemeye başladı. Bu sıralarda Atina’da “otuzlar” rejimi vardı. Bu otuzlar arasında, Platon’un dayısı,Harmides ve annesinin yeğeni olan Kritias vardı. Bu kişilere şunun için değindim. Hem Platon’un ne kadar etkin bir aileden geldiğini göstermek, hem de diyaloglarından ikisinin bu adları taşıması.

M.Ö 403 de demokrasi yeniden kurulunca , Sokrates oligarşi yönetimine olan sempatisinden dolayı yeni rejimle sorunlar yaşamaya başladı. Bildiğiniz gibi baldıran zehiri içmek zorunda bırakıldığı yargılama süreci sonunda öldü. Platon hocasının savunmasını “Sokrates’in Savunması “ adlı yapıtta günümüze ulaştırdı.

Sokrates’in ölümü Platon’u politikadan uzak yaşamaya itti. 389 yılında o zaman “Büyük Yunanistan” denen Güney İtalya’ya gitti. Daha sonra Sicilya, Atina’ya dönüş ve Akademi’yi kurması... Hayatının son 20 yılı boyunca ders verdi. 347 de 80 yaşında öldü. 

Platon, Epiktetos ve Plotinos ile birlikte, eserleri bize hemen hemen tümüyle ulaşmış olan üç Yunan filozofundan biridir. Ancak Platon adı altında günümüze kadar gelmiş olan metinlerin hepsi (kırk iki diyalog, on üç mektup ve bir tanımlar derlemesi) ona ait değildir.(Umarım hayalkırıklığına uğramadınız) Uzmanlar yirmi altı otantik diyalog ile Platon'a ait oluşu şüpheli (kuşkusuz Platoncu okula yakın olanlar tarafından yazılmış) diyaloglar ve bazıları ölümünden çok sonra yazılmış apokrif (düzmece) diyaloglar arasında bir ayırım yapmışlardır.

Otantik diyalogların yazılış sırasına gelince, kesinlikle bilinen tek şey Platon'un Yasalar (Nomoi) başlıklı bir diyaloga son şeklini verirken öldüğüdür. XIX. yy'ın sonundan beri, bu son diyalogun üslubu üzerine yapılan oldukça titiz bir inceleme sonucunda, Platon'un eserlerinin kronolojik bir sıralaması yapılabilmiştir. Böylece ilk diyalogların açıkça Sokrates'in düşüncesinin etkisi altında oldukları tespit edilebilmiştir. Buna karşılık, daha sonra (yazarın olgunluk veya ihtiyarlık döneminde) yazıldıkları anlaşılan diyaloglarda sadece Platon'a özgü bir felsefenin bulunduğu görülmüştür.

Böylece Platon'un düşünce dünyasında bir gençlik dönemi (399-390), bir geçiş dönemi (390-385) ve bir olgunluk dönemi (385-370) ayırt edebiliriz.

Gençlik dönemi diyaloglarını hocası Sokrates'in ölümünden hemen sonra ve onun derslerini örnek alarak yazmıştır (özellikle Protagoras ve Sokrates'in Savanması). Geçiş döneminde, hâlâ Sokrates'in etkisine rastlanmakla beraber, Platon'un kendi öz düşüncesinin temalanna da rastlanır (Gorgias ve Menon) . Olgunluk dönemi ise büyük diyaloglannı kapsar (Faidon, Şölen, Devlet, Faidros) . Nihayet, hayatının son yıllarına tekabül eden dönem (370-348) en zor diyaloglarını (Parmenides, Teaitetos, Sofıst, DevletAdamı, Timaios Filebos ve Yasalar) içerir.

Platon diyaloglarının hepsi birer felsefi «dram» biçimindedir ve belirli bir sorunun incelenmesi üzerinde odaklaşır. Söz konusu sorun ya bir çözüme bağlanır veya çözümü olmadığı sonucuna ulaşılır ki Platon buna «aporia» der. Platon'un her diyaloğu özel bir konuya tahsis edilmiştir (Eutifron adli diyaloğunda dindarlık, Gorgias'ta retorik, Şölen'de aşk, Devlet'te adalet, Filebos'ta haz konusu), fakat bunların yanı sıra birçok başka konulardan da bahsedilmiştir. Sokrates genellikle tartışmaların yöneticisi rolündedir, sorular sorar, cevapları eleştirir ve Platon'un «diyalektik» adını verdiği diyalog sanatında ustalığını gösterir. Son diyaloglarda Sokrates ikinci planda kalır ve yerini ya Elealı Yabancı (Sofist ve Devlet Adamı'nda) ya da Atinalı ( Yasalar da) alır. Ancak felsefi diyalog Platon'da, XVIII. yy yazarlarında olduğu gibi, basit bir açıklama aracı veya oyunu değildir. Hakikati araştırma kaygısının rehberliğinde, dolambaçli bir yol izler; bazen konu dışına çıkılarak hızı kesilir ve zaman zaman Sokrates 'e özgü ironi yüzünden belirsizleşir.

Kaynak: Axıs 2000 Milliyet/Hachette




Platon’un diyaloglarını tematik olarak bir tabloda gösteren kaynağı(ingilizce) burada sunuyoruz.
Diyalogların tematik düzeni

Platon’un yapıtlarının çok büyük kısmı dilimize çevrilmiştir.

Platon’un eserleri

Sokrates'in MÔ 399'daki yargılanması sırasında sunduğu savunma söylevlerinin aktarıldığı Sokrates'in Savunması dışında Platon'un eserlerinin tamamı diyalog şeklindedir. Platon'a atfedilen 40 diyaloğun on kadarı sahte sayılır. Bu metinlerde yer alan ve bir tür "diyalog toplumu" oluşturan çok sayıda karakterin çoğu, Atina'nın siyasi ve entellektüel hayatında rol almış şahsiyetlerdir, bir kısmı ise yazarın kurguladığı karakterler olup yine tarihe mal olmuş kültürel ve ideolojik konumları temsil ederler.

Bu diyalogların baş kahramanı, neredeyse hep Sokrates'tir; Sokrates bir tek Platon'un son diyaloğu olan Yasalar'da yer almaz ve geç tarihli diyaloglardan Politikos'ta [Devlet Adamı] ve Sofist'te ikincil rol oynar. 

Kesin olarak tarihlenebilecek dış olaylara hemen hiçbir referansın olmamasından dolayı diyalogların yazılış kronolojisini belirlemek çok zordur. Öte yandan stilometrik bir dizi araştırma sayesinde, kesin olmasa da oldukça memnun edici sonuçlar elde edilmiştir (Platon'a ait olduğu tartışmasız olan Yasalar eserinin üslup özelliklerini temel alan bu incelemelerde diyaloglar bu özelliklere rastlanma sıklığına göre kronolojik bir skalaya yerleştirilir; bu durumda bu özelliklerin daha az rastlandığı diyalogların Platon'un gençlik dönemine, daha çok rastlanan eserlerin daha geç döneme ait olduğu düşünülür).

Araştırmacılar arasında diyalogları üç kronolojik gruba bölmek konusunda genel bir fikir birliği söz konusudur, ama bu gruplar içerisinde kesin sıralama belirlemek neredeyse imkansızdır. Platon' un gençliğine ait ilk grupta Kriton, Kharmides, Lakhes, Lysis, lan, Protagoras, Küçük Hippias, Alkibiades I, Euthyphron ve Meneksenos yer alır. Bu diyaloglar genel anlamda çürütmeye yönelik bir seyir (Sokrates'in ünlü elenkhosu) ve aporetik sonuçlar sunar; dolayısıyla geleneksel olarak bu eserlerin doğrudan Sokratesçi eğitime daha yakın olduğuna inanılır. 

Euthydemos, Menon ve Gorgias adlı diyaloglarınsa birinci ile ikinci grup arasındaki geçiş dönemine ait olduğu düşünülür. Platon'un olgun dönemine ait olan ikinci grup, Phaidön, Şölen, Phaidros, Devlet, Kratylos, Theaitetos ve Philebos'u içerir: Çürütme yönüne ve aporetik özelliğine daha güçlü bir kuramsallığın eşlik ettiği bu diyaloglar, son derece ayrıntılı ve dahiyane bir edebi biçimde yazılmıştır. 

Platon'un yaşlılığına ait olan üçüncü gruba, diyalog biçiminin yerini büyük ölçüde monolog şeklinde bir anlatıma bırakma eğilimi gösterdiği ve Sokrates'in önemsiz bir rol oynadığı, hatta tamamıyla kaybolduğu metinler dahildir: Sofist, Politikos, Parmenides, Timaios!Kritias (günümüzde tek bir diyalog olduğuna inanılır), Yasalar. Bu kronolojik ayrım akla yatkın ve temel yaklaşım açısından faydalı ise de, Platon'un düşüncesinin gençliğindeki Sokratesçilikten yaşlılığındaki dogmatizme doğru sözde “evrimini" (veya gerilemesini) doğrusal şekilde yeniden kurgulamak için yeterli değildir. Aslında kronolojik açıdan birbirine yakın olan diyaloglar arasında, kuramsal açıdan farklılıklar (örneğin Phaidön'daki ruh anlayışı, Devlet'tekinden çok farklıdır, halbuki Devlet'inki, daha geç tarihe ait olan Timaios'a daha yakındır) veya biçimsel devamlılıklar (Theaitetos, gençlik dönemine ait diyaloglar gibi aporetiktir) söz konusudur. Bütün bunlara Sokrates figürünün diyaloglarda tekdüze şekilde tasvir edilmediğini, hatta savunduğu düşüncelerin bile bir diyalogdan diğerine büyük farklılık gösterdiğini eklemek gerekir. Bu durum, yöntem konusunda önemli bir kuralın belirlenmesini gerektirir: Diyaloglar arası farklılıklar sadece doğrusal bir "evrim" sürecinin sonuçları olarak değil, konuşmacılar, şartlar ve tartışılan meseleler açısından farklar temelinde yorumlanmalıdır. 

Ayrıca diyalogların Akademeia içerisindeki tartışmaları hem teşvik ettiğini hem de kayıt altına aldığını ve bazen önemli konuşmacıların konumlarını göz önüne almalarının muhtemel olduğunu unutmamak gerekir (örneğin Philebos'ta Eudoksos, Yasalar'da Aristoteles, Sofist ve Parmenides'te başka Akademeia üyeleri). Öte yandan bu büyük çeşitliliğin içerisinde bile diyalogların tek bir yazarın eseri olduğunu, sistematik olmasa da bütüncül bir düşünce şeklinin ifadesi olduklarını, dolayısıyla da bu düşüncenin özelliklerini keşfedebilmek için bu eserleri sorgulamanın meşru olduğunu göz önüne almak gereklidir.

Antik Yunan, Ed: Umberto Eco, Platon, Mario Vagetti

İDEALAR KURAMI

Felsefe tarihinde aklımızda kalan anlatılardan biri de, “Mağara Benzetmesi”
dir. Bugün Platon ’un düşüncesinin ana temasını oluşturan “İdealar” dünyasına girmeye çalışacağız.

“İdeal İnsan” deyince, ulaşılması güç bir mükemmellik , tamlık akla gelir. Günlük konuşma dilinde sık sık kullanırız.

“İdealizm” kavramı da , “Maddeciliğin” karşıtı anlamında felsefenin kutuplarından birini oluşturuyor.

Dünya görüşümüze göre , olumsuz ve olumlu anlamlandırılan bir kavram :İdealizm.

Şimdi Platon’a dönelim yeniden.

Felsefe ilk maddeyi aramakla başlamıştı. Varlığı oluşturan ilk madde sorusuna bir çok yanıt verildi. (Bu konuda Sitenin “Felsefe Dersleri” 2 de bir özet bulabilirsiniz.)

Empedokles ve Demokritos, doğadaki her şey “akar” demekle beraber , hiçbir zaman değişmeyen bir şeyler de (4 ana madde ve atomlar) olması gerektiğini söylüyordu.

Platon ise, doğadaki her şeyin “değişken” olduğunu ileri sürdü. “Duyular dünyası” na ait olan her şey, zamanın yok edeceği maddelerden oluşmuştur. Ama her şey , aynı zamanda “mutlak” ve “değişmez” bir biçimden doğmuştur. Platon  “duyular dünyası”nın arkasında bir başka gerçeklik olması gerektiğine inanıyordu. Bu gerçekliği “idealar dünyası” olarak tanımladı.. Anlayacağınız “İdeal İnsan” yaşadığımız dünyada değil “İdealar Dünyası”nda.

Mağara benzetmesini, idealar kuramını daha iyi açıklamak için tasarlamıştı. Şöyle diyordu: 

 -İnsanlar bir mağarada zincirlenmişlerdir. Yalnızca mağara duvarına vuran gölgeleri görür ve bunları gerçek zanneder.
-Aralarında biri zincirlerinden kurtulmayı başarır. Mağaranın dışına çıkıp gerçek dünyayı görür.

-Geri döndüğünde , ışıktan gözleri kamaştığı için , eskisinden daha aptal gözükmektedir.

-Sanırım tahmin ettiniz, bizler dünyada bir mağarada gibiyiz. Şeylerin gerçeğini değil ancak gölgelerini görebiliyoruz. 

Bu yaklaşım gerçekliğin asıl özünün; değişmez olan, zaman dışı olan idealarda ya da ideaların nesnel alanında araştırılması gerektiğini dile getiriyordu.

Bilgi duyuların algısı ile mi edinilir?
Yanıtı “hayır” dı. 
Bilgi “idealar” dünyasından derlenirdi.
Ama “idealar “  duyu”larla kavranamazdı. İdeaları akıl yoluyla , akıl gözüyle görüp bilgilerini edinebilirdik.
Bunu için de mağaradan kurtulmak gerekiyordu.
Gördüğünüz gibi gerçeklik bilgisini aramak her zaman insanın sorunu olmuş. Hala da sorun olmaya devam ediyor...

Heidegger olayın tek tek aşamalarını ayrıntılı olarak resmeder ve yorumlar.


Birinci perde: Mağara sakinleri karşıdaki duvarda gölge oyununu izlemektedir.

İkinci Perde: Bunlardan biri zincirlerinden kurtulur, özgürleşir.

Üçüncü Perde: Arkasına dönebilir, nesneleri, arkalarındaki ateşi görür; gün ışığına çıkarılır. Işık gözünü aldığı için ilk başta hiçbir şey görmez, ama sonradan önündeki nesneler ışık içinde parlar, daha da varolurlar ve sonunda her şeyi aydınlatmakla kalmayan, aynı zamanda her şeyin büyümesini ve serpilmesini sağlayan güneşe bakar.

Dördüncü Perde: Özgürleşmiş kişi, yoldaşlarını da özgürleştirmek için tekrar mağaraya iner, ama onlar alışkanlıklarından koparılmaya karşı direnir. Özgürleştiren kişi onlara çılgın, gülünç, ölçüsüz ve tehlikeli görünür. Ellerine geçirseler hemen öldürüvereceklerdir.

Bu benzetme zaten Platon'un kendisi de bunu bir kez daha yorumladığı için gün gibi ortada görünür. Tutuklular dış duyuları, dış algıları tarafından zincire vurulmuştur. Özgürleşme iç duyuyu, düşünmeyi bağlarından kurtarır. Düşünme ruhun düşünceye dalma yetisidir. Diğer iki ruhsal yeti olan arzulama ve cesaret duyular dünyasına sarılırken, düşünme onları oradan kurtarır ve şeylerin hakikatte oldukları gibi görülmesini sağlar. Düşünmenin bakmak için yukarılara çevrildiği güneş, en yüce hakikat imgesidir. Ama bu hakikat nedir? Platon'a göre: İyiliktir. Peki, İyilik nedir? İyilik güneş gibidir. Bu iki anlama gelir. Birincisi şeyleri görmemizi sağlar, şeylerin bilinebilmesini ve böylece bilgimizi mümkün kılar; ikincisiyse olan her şeyin oluşmasını, büyümesini ve serpilmesini sağlar. İyilik görüne bilirliğin zaferini mümkün kılar ve bundan mağara sakinleri de faydalanır; çünkü güneşin bir evladı olan ateş en azından gölgenin ürünlerini görmelerini sağlar; İyilik aynı zamanda aslında bir şeyin varolmasını ve bu şeyin varlıkta tutunmasını sağlar. İyiliğin gücünden yaşayan bu kapsamlı varlığı, Platon adil düzenlenmiş bir devlet, ideal şehir devleti olarak tahayyül eder. Bu diyalog adaletin özü sorusundan yola çıkmıştı ve Platon açıkça adaletin, yani iyilik tarafından düzenlenmiş varlığın ruhsal araştırma yoluyla zorlukla anlaşılabileceğini ve bunu daha büyük bir ölçekte, yani şehir devlet ölçeğinde izlemenin daha iyi olduğunu açıklar.

Bir Alman Üstad, Heidegger, Rudiger Safranski

Bir alıntı: Platon başlangıçta İdea terimini, bir nesnenin sınıf adını ya da türünün belirtmek için kullandı ama daha sonra anlamlandırmayı nesnenin kalıcı özünü, enson gerçekliğini, varlıkbilimsel (ontolojik)varlığını ilksel varoluşunu kendisine evrendeki her tikel nesnenin karşılık düştüğü bir ilkörneği ya da arketipi simgelemek üzere değiştirdi.(Felsefe Tarihi-Sahakian)

Platon “Devlet” adlı yapıtını , oligarşik ve demokratik parti içinde politikaya atılma umutlarını yitirmesi üzerine , politikacı olmaktan vazgeçmek zorunda kalıp, 52 yaşında yazmaya başlar. (Allaeddin Şenel)

Platon “İdeal Devleti”ni “Devlet” adlı yapıtında betimler. Görüşlerini “Devlet Adamı” ve “Yasalar” da genişletir.

Onun devleti, ya tek bir bilge egemen tarafından, ya da bir bilgeler aristokrasisi tarafından yönetilecektir. (Ülkemizde ikisi de denenmiştir. “Beyin Kabinesi” ve bazı ara dönemlerde otoriter iktidarlar gündemde olmuştur.) Platon’un yaşadığı dönem düşünüldüğünde, onun demokrasiye pek sıcak bakmaması anlaşılabilir.

O adaletli ve mutlu bir toplumda , yönetilenlerin yöneticilerin buyruğuna baş eğmeleri gerektiğini düşünüyordu. Düşündüğü devlet oldukça totaliter nitelikliydi.

Hükümette yozlaşma, kayırma ve rüşvet gibi bugün de çözümü bulunamayan sorunlara Platon’un pratik bir yaklaşımı vardır. İdeal devlette, yöneticilerin kendilerine ait hiçbir şeyleri olamaz. Mülkiyetleri ve aileleri olamaz.

Onlar karı ve çocukların ortaklaşa tutulduğu bir toplulukta yaşamalıdırlar. İyi devleti yaratabilmek için, seçkin felsefecilerin denk yetenekte ve benzer eğitimden geçmiş kadınlarla birleşmeleri önemlidir.((Sahakian)

Bu abartılı önlemler “Yasalar” da yumuşatılmıştır.

İdeal devletin :
1. üreticiler sınıfı
2. koruyucular sınıfı
3. yönetici kadro
olarak üç kesimden oluştuğunu görürüz.

Platon ideal devlette, toplumun yöneticilerine, toplum yararına olan bazı “yararlı yalanlar” söyleme hakkı tanır. Bu yalanlardan biri, halkın böyle tabakalı bir toplum düzenine karşı çıkmalarını önlemek için onlara anlatılabilecek olan «metaller mitosu»dur. Yöneticilerin halkı şu mitosa inandırmalarını ister :


 Böylece Platon , işbölümüne, doğuştan kalıtımsal farklılıklara dayandırdığı sınıflı toplumu, akıllıdan akıllı, güçlüden güçlü çocukların doğacağını söylediği “bir ırk öğretisi”nin yardımıyla, sınıflar arasında pek küçük bir geçişkenliğin bulunacağı bir yarı kast toplumu biçimine sokmaktadır :
(Siyasal Düşünceler Tarihi- Alaeddin Şenel) 

Ne dersiniz, biz de değişik mitoslara yabancı değiliz. Değil mi?
Günümüz açısından asıl önemli olan nokta; Platon  tarafından, insanı mutlu ve erdemli bir yaşama ulaştıracak ideal devletin, bilgi ve doğru ile beslenen aklın çabasıyla kurulabileceğinin öne sürülmüş olmasıdır. (Selahattin Hilav)

Platon’un hangi duygular içinde bir devlet tasarladığını az da olsa tahmin edebiliyoruz. Onun sorunu, sevgili Atina’sının, Sparta karşısında güçsüz duruma gelmesiydi belki...



RUH KURAMI

Bugün Platon’un “Ruh Kuramı”na değineceğiz. İdealar kuramında da gördüğümüz gibi, olgular dünyası Platon için hep alt seviyede görülmüştü. Ruh maddeye oranla daha temel ve önemli bir varlıktır.

Ruh daha önce idealar dünyasında bulunmuş, yeryüzüne sürüklenmiştir. O hep kaynağına geri dönmek bilinci ile varlığını sürdürür. Adeta “beden “ içinde hapsedilmiştir.

Bundan dolayı, insanoğlunun , ruhunu esas dünyaya geri döndürecek biçimde yaşaması; temizlenmesi, inceltmesi, ve yüceltmesi için gayret etmelidir.. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu da dünya zevklerinden uzak durmayı gerektir. Bugün de ikilemde olduğumuz konular bunlar. Yaşama dünyamızda nasıl bir tutum izleyeceğiz sorusu.

Platon, Pisagor’un ruh göçü kuramını kabul ederek ruhun ideal dünyada köken bulmasının yanı sıra ona geri dönmesi gerektiğini de savundu.

Tıpkı evrenin bir ruhu, bir kozmik tin, olması gibi, evrenin minyatür bir karşılığı olan insanın da bir ruhu vardır.

Ruh Kuramından söz ederken aynı zamanda Platon’un Ahlak konusuna temel oluşturan, görüşlerinden de söz etmiş oluyoruz.

AHLAK KURAMI

Platon kendinden öncekilerden farklı olarak, tek insanın mutluluğunu değil toplumun mutluluğunu esas alır. İnsan türünün ahlaklı ve mutlu bir yaşam sürmesinin koşullarını araştırır. (Selahattin Hilav)

Hazların hiyerarşisi:

1. Tensel Hazlar: En düşük derecede.
2. Duyusal Hazlar: Ara konumda iyilik derecesi
3. İdeal Hazlar : tinseldir ve en yüksek derecededir.

Seçim sizin!

Tıpkı ideal dünyanın herhangi bir nesnesinin duyu dünyasında alt eşini bulması gibi, üçüncü haz sınıfı , ideal sevgi ve bağlılaşığını birinci ya da fiziksel sevgi içinde bulur.

İnsanın cinsel isteği ilk ya da alt hazlar sınıfının bir örneğidir.; kadınlığın bir yüklemi olarak güzelliğe hayranlık ikinci ya da ara hazlar sınıfının bir örneğidir; ve kadının ruhu için anlıksal (platonik)sevgi üçüncü ya da en yüksek hazlar sınıfının örneğidir(Sahakian)

Yanlış yorum yapmaktan çekiniyorum, ancak kadın yine erkek bilinciyle konumlandırılmış sanki. Bu bana düşmez elbette.

Freud Platon’un Atina’sında, bilinen görüşleri ile yaşasaydı nasıl bir tartışma olurdu bilemiyorum...

PLATONİK AŞK

Eskilerde Platonik Aşk’dan daha çok söz edilirdi. Hatta olumlu bir çağrışımı da vardı.. Günümüzde ise böyle bir aşk biçimi komik bulunabiliyor.

Felsefe Sözlüğüne bakalım bu konuda.

"Platoncu aşk" kavramı, genellikle, XV. yüzyılda Platon'un tüm yapıtlarını Latince'ye çeviren ve bunlar üzerine yorumlar yazan İtalyan Marsilio Ficino'ya (1433-1499) dayandırılır. Aynı zamanda Plotinos'un Dokuzluklarını da Latince'ye çeviren Ficino, Platon'un , Sölen diyalogu üzerine, yaptığı Yeni Platoncu okumadan kaynaklanan etkileyici bir yorum sunduğu De amore (Aşk Üzerine, 1469) adli yapıtında Platon'un "aşk" kavramını Augustinus'un "istenç", Aziz Paulus'un "yardımseverlik"Aristoteles, Stoacılar ve Cicero'nun da "dostluk" üzerine düşünceleriyle harmanlayıp yeni bir aşk kavramı yaratmıştır.

Daha sonra mektuplarından birinde amor platonicus adını koyacağı bu kavram, onun aracılığıyla Rönesans Avrupası'nın düşünsel hayatında dolaşıma girmiş; zengin Felsefi anlamlarla donanmıştır.

Platoncu aşkta, sevilen kişinin güzelliği salt fıziksel dış görünüşüne indirgenmez; çünkü sevilen kişinin güzelliğinde dile gelen ya da yansıyan daha yüksek, daha ideal bir şeyin dışavurumudur. Platoncu aşk tasarımında, sevme olgusu üç- katlı bir aşamalı düzen doğrultusunda yeryüzünden başlayıp "Idealar Dünyası"nda son bulan bir serüven olarak anlatılır.

Buna göre;

İlk aşamada kişioğlu ilkin bir insan tekindeki güzelliğe kapılarak o insan tekine âşık olur.

İkinci aşamada insan tekindeki güzelliğe yönelmiş aşkından sıyrılarak bütün insanlardaki güzelliği görme yetisi kazanır ve buna bağlı olarak da aşkında tek bir insana indirgenemeyecek bütün bir insanlığın güzelliğine yönelme söz konusu olur.

Üçüncü ve son aşamada ise bütün insanlara duyulan aşk kişiyi en sonunda tinsel aşkı tanımaya, böylelikle de bir zamanlar bildiği ama unuttuğu "Formlar Dünyası"ndaki Güzel Ideası'nı yeniden anımsamaya götürür. Bu noktada, özellikle Eskiçağ Yunan dünyası için önemli bir kavram olan eros, yeryüzüne düşerek dünyevi aşk yaşantısının tutsağı olan insana, Formlar Dünyası'na geri dönmek ancak ama ancak felsefe etkinliği ile yürünülebilen çileli uzun bir yol olarak resmedilir.

Bu görüşlerin tasavvuf felsefesiyle ilgisine dikkat çekmek isterim.

Son olarak TDK Sözlüğünde Platonik:Düşte kalan, hep öyle kalması istenilen sevgi ve ilgiye verilen ad.

Düşte kalmasını istemiyor olsak ta, sanıyorum milyonlarca platonik aşk yaşayan insanların toplumuyuz....


PLATON’UN AKADEMİ'Sİ
Akademia, Akademos adyndaki kahramana adandığı söylenen,Platon'un YÖ y. 387'de ders vermeye başladığı, Atina dışındaki zeytinlik. 

900 yyl boyunca Aristoteles'in gezimci (peripatetik) izleyicilerininkinden farklılık gösteren bir Platoncu felsefe okulu olmuştur. 

Akademia'nyn geçirdiği evreler üçe ayrılabilir. Bunlardan ilki, Platon'un ve ondan hemen sonra gelen filozofların başkanlık ettiği ve ahlaki spekülatif ve dogmatik felsefenin öğretildiği Eski Akademiadönemidir. 

Orta Akademia dönemi, dogmatik olmayan Kuşkuculuğu getiren Arkesilaos ile (YÖ 316 / 315 - YO y. 241) bağlar. 

Bunu Karneades'in kurduğu (YÖ 2. yy) ve Eski Akademia'nın dogmatizmine dönüşü gerçekleştiren Askalonlu Antiokhos'un ba?kanly?yyla sona eren Yeni Akademiadönemi izler. 

Akademia bundan sonra Bizans imparatoru Justinianos tarafından öbür putatapar okullarla birlikte YS 529'da kapatılincaya kadar Orta Dönem Platonculukla Yeni Platonculu?un merkezi oldu. (Ana Britanica)

Çağımızda ; gemicilik, askerlik, tarım, sanat, müzik gibi belli konularda yükseköğrenim veren kurumlara akademi adının verildiğini biliyoruz.


İDEALİZM-MATERYALİZM KARŞITLIĞI

Düşüncede yalnızca soyut kavramlar tarafından kavranabilen , algının ve imgelemin kendilerine ulaşamadığı , salt kavramlar aracılığı ile kavranabilen varlıklara , Platon tarafından “idealar” adı verildiğine daha önce değinmiştik.
Platon, yalnızca akla dayanan bilginin gerçekten var olanın bilgisine ve dolayısıyla gerçekliğin bilgisine götürdüğünü , buna karşın deneyin bizi , yalnızca görünüşler dünyasıyla tanıştırdığını düşünüyordu.

Doğrusu o günün koşullarıyla deneye dayananların nasıl bir yöntem kullandığı da düşünmeye değer.

“Bir çok çeşidi olmakla beraber, materyalizm, yalnızca maddesel tözlerin varolduklarını, bir başka deyişle, yalnızca cisimlerin tözler olduğunu iddia eder.

Materyalizm, her şeyden önce , idealizmin tüm çeşitleriyle , hem, maddeyi bir izlenimler kompleksi ya da yalnızca bilen zihnin bir konstrüksiyonu olarak gören öznel idealizmle ve hem de maddesel ve zihinsel bütün doğanın yalnızca, mantıksal varlıklar dünyasının , yani nesnel idealizmle savaşır.” (K.Ajdukiewicz)

İşte size “olumsuz” bir Platon yorumu;

PLATON’UN ÇİZGİSİ

Zengin ve soylu bir Atinalı olan P I a t o n (İ.Ö. 427-377), dört dörtlük bir düşünceci felsefe sistemi yarattı. Bu felsefe, bugün de gerici düşünceci fılozoflara örneklik eder. “Düşünce” anlamına «idea» kavram ve terimini bile felsefeye Platon sokmuştur. Platon dünyayı, gerçekliği olmayan bir şey olarak görüyordu; ona göre, `madde olarak dünya, asıl gerçek" olan bir dünyanın, «idealâr» dünyasının bir gölgesi, soluk bir yankısıdır ancak. İnsanın bu dünyayla ilgili, kesin değil, aşağı yukarı bir bilgisi olabilir olsa olsa. Düşünceler. dünyasının maddî bir varlığı yoktur: Bu dünyada ne evler vardır; ne masalar, ne insan bedenleri, ne dağlar, ne denizler, ne de somut başka her- hangi bir şey; bütün maddî nesnelerin maddî olmayan özleri, “idealar”, vardır yalnızca. Platon, insanlığı, bir mağaraya zincirlenmiş bir. mahkûma benzetir; yüzü duvara dönüktür bu mahkûmun, güneşin aydınlattığı dış dünyanın yalnızca gölgeleridir duvarda gördüğü. .

Platon 'a göre; gerçeklere ancak yetkin insanlar yaklaşabilir. Böylece, öyle bir toplum yaratmalıdır ki, bilgelerden başka bir şey olmayan bu yetkinlerin seçimini, eğitim ve öğretimini gerçekleştirebilsin. Bu bilgelerin, bu yetkinlerin sınırsız bir yetkisi olmalı («ya da bilgeler hükümdar olmalı ya da hükümdarlar bilge olmalı») ve yurttaşların sosyal ve özel yaşamını, emirlerindeki özel kişi(er aracılığıyla yönetmelidirler. Platon, “savaşçılar” diyor bu özel aracılara. Özenli bir askerî eğitimden geçen savaşçılar, ideal bir ortaklaşa rejim altında yaşamalıdırlar. Bilgeler ve savaşçılar, her türlü maddî kaygıdan uzak olmalıdırlar. Devletin bütün maddi kaynaklarını yaratanlar, çalışan kitlelerdir; dünyasal kaygı ve uğraşılara gömülü bu kitlenin yönetimde sözü olmamalıdır.

Açıkça görülüyor ki, Platon 'un bu “ideal” devleti, Yunan demokrasisinin tüm fetihlerinin 180 derece karşısındadır; Ispartalıların yönetici sınıfını hatırlatan, askerî aristokrat bir azınlığın egemenliği üzerine kuruludur bu devlet. Zaten Platon, Atina demokrasisinin düşmanı olarak, Isparta'ya yakınlık duyuyordu siyasal bakımdan. Böylece, düşünceci felsefe, ortaya çıkışından başlayarak, halka karşı ve bilim düşmanı olan gerici bir ideolojiye bağlanıyordu.


(Yüzyılların Gerçeği ve Mirası-Server Tanilli)


Platon’un kendi koşullarında ürettiği düşüncelerin, çağımız dünyasında da tartışılıyor olduğunun güzel bir örneği bu metin. Dünyaya bakış farklılıklarına göre, değişik yorumlara açık olduğu da kuşkusuz.

SOKRATES'İN SAVUNMASI(Bitiş Bölümü)

Sizden dileyecegım bir şey daha kaldı. Çocuklarım büyüdükleri zaman, Atinalılar, erdemden çok zenginliğe ya da herhangi bir şeye düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam, siz de onlarla uğraşın,onları cezalandırın; kendilerine, kendilerinde olmayan bir değeri verir, önem vermeleri gereken şeye önem vermez, bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz de onları öyle azarlayın. Bunu yapârsanız, bana da, oğullarıma da doğruluk etmiş olursunuz.

Artık ayrılma zamanı geldi, yolumuza gidelim: ben ölmeğe, siz yaşamağa. Hangisi daha iyi? Bunu Tanrıdan başka kimse bilemez.

Çeviri: Niyazi Berkes




ESTETİK GÖRÜŞÜ:
Eflatun(Platon)'un estetiğini, Phileb, Gorgias, Büyük Hippias diyaloğlarında buluyoruz. 

O, bu konuyu da politikaya dair görüşlerinde olduğu gibi, ahlâka bağlamıştır. Eflatun, haz vermeyen bir belâgat veya şiiri kabul etmez. Gorgias'ta belâgatin ahlâksal bir erek gözetmesini ve adaleti savunmasını ister. 

İon ve Cumhuriyet diyaloğlarında ise, rastgele hayır ve şerri, erdemi ve rezilliği terennüm eden şiirlerle alay eder. Bundan, Eflatun'un şiir ve belâgatten hoşlanmadığı sonucuna varmamalıdır. Zira Eflatun'un Menexen ve Phedr diyaloğlarında gerçek belâgate dair örnekler verdiği görülür. O, hatta ozanların Tanrılardan ilham aldıklarına inanır. Ozanca coşkuların aşk gibi, Tanrılar tarafından gönderilen bir sayıklama (hezeyan) olduğunu kabul eder. 

Ona göre şiir, gerçek ve hayır tarafından ilham edildikleri zaman, gerçek ve iyidir. Elverir ki ozan, Şölen diyaloğunda söylediği gibi, güzelliğin değişmez modeli, ideali güzel olan ebedî gerçeğin rehberliğine bağlanabilsin. "Bu hayata değer veren tek şey, ebedî güzelliğin temaşasıdır" (Şölen)

Kaynak: Filozoflar Ansyklopedisi: Cemil Sena



PLATON'DA BİLGİ VE ALGI
Günümüzde çok kişi, deneysel (empiric) bilginin, algıya. dayandığını veya algıdan türetildiğini kanıtsız kabul etmektedir. Bununla _birlikte Platon'da ve bir takım başka okulların Filozofları arasında, “bilgi” adı verilmeye değer hiç bir şeyin duyulardan türetılemeyeceğine,; tek gerçek bilginin kavramlarla ilgili olduğuna varan bir öğreti göze çarpar. Bu görüşe göre “2+2=4” gerçek bilgidir. “Kar beyazdır” türünden bir anlatımsa çift anlamlılık ve belirsizlik- dolu olduğundan Filozofun doğrular öbeğine (corpus) girmez.

Belki Parmenides 'e geri götürülebilecek bu görüşü felsefe dünyası açık biçimiyle Platon 'a borçludur: Şimdi, Platon 'un bilgiyi algıyla bir tutan görüşe karşı yaptığı eleştiriyi ele alacağım. Bu eleştiri Theaetetos'un ilk yarısındadır.

Theaetetos ta 'bilginin bir tanımı aranır, diyalog olumsuz bir vargıyla kapanır. Değişik tanımlar ileri sürülür ve yadsınır (reddedilir). Hiç bir doyurucu tanım yapılmaz. .
Bunlardan ilki ve benim de üzerinde duracağım tek tanım olan tanımı Theaetotos şöyle dile getirir:
Bir şeyi bilen kişi, bildiği şeyi algılıyor gibi geliyor bana,. , Şimdi görebildiğim kadarıyla, bilgi algıdan başka bir şey değil.
Sokrates bu öğretiyi, Protagoras'ın “insan her şeyin ölçütüdür.” yani verilen herhangi bir şey bana, bana göründüğü gibi; sizeyse size göründüğü .gibidir;” öğretisiyle özleştirmekte dir. «O halde algı, daima, var olan bir şeydir. Bilgi olduğu için de şaşmaz” tümcelerini ekler Sokrates.
Daha sonraki tartışma. büyük ölçüde, algının öz çizgilerini belirlemeye ayrılmıştır. Böyle bir tartışmanın sonunda, algı , gibi bir şeyin bilgi olmadığının ortaya çıktığını ispat etmek uzun sürmez.,

Batı Felsefesi Tarihi.Bertrand Russel



Platon ve ona yönelik düşünceleri yorumlayan bir yazı;

“Politeia”nın altıncı kitabında 509 d' den sonrasına bakarsak, Platon ’un iki alan ayırmakta olduğu görünür: Düşünülenler ve görülenler alemi. Düşünülenler aleminde felsefi bilginin nesnesi için kullanılan sözcükler ise, biçimler, türler, sınıflar, genel karakterler anlamına gelen .ideai• ya da •eide• sözcükleridir. Bu her iki sözcüğü de (idea ile eidos) Platon, bütün bu yukarıda saydığımız anlamlarında çeşitli diyaloglarında kullanmıştır; ama onun bu yolda açıkladığı görüşleri genellikle -ide- alar görüşü adıyla bilinir.

•İdealar görüşü• üzerinde de Aristoteles 'ten bu yana tartışmalar süregelmiştir. Aristoteles 'e göre Platon , ideaların duyusal şeylerden ayrı bir yerde bulunması gerektiğini düşünmüştür; yani duyulur dünyadan ayrı bir idealar dünyasının varlığını öne sürmüş, üstelik de bu iki dünya arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışırken ileri sürdüğü “pay alma” ya da “ilkörnekler” görüşlerini gerektiği gibi temellendirememiştir.

Platon un yapıtlarında Aristoteles'in bu eleştirilerini destekleyecek yanlar var gibi görünür : Sözgelişi “Phaidon” da ruhun bedenle birleşmeden önce, bu dünyaya aşkın başka bir dünyada varolduğu söylenmektedir . Ruh burada ideaları görmüştür; işte bu dünyadaki bilgilerimiz bunların anımsanmasından (anamnesis) başka; bir-şey değildir. Anımsama görüşüne bir başka örnek de “Menon” da Sokrates'in hiç eğitim görmemiş bir köleye bir geometri problemini çözdürdüğü bölümdür . “Timaios” da ise Demiourgos'un bu dünyadaki nesneleri o aşkın dünyadaki ideâlarına bakarak tek tek nasıl yaptığı anlatılır. Üstelik bu diyalogdaki mythos'a bakarsak, idealar evreni yaratan Tanrıdan da bağımsız olarak, Tanrıdan önce var gibi görünmektedir.

Demek ki; Platon 'un yapıtlarında çoğu yerde açıkça mythos olduğu belirtilmiş bölümlerden yola çıkarsak; “anamnesis” (anımsama) ya da “metempsykhosis” (ruhgöçü) öğretilerine Platon felsefesi içinde gereğinden çok ağırlık verirsek, Aristoteles haklı gibi görünmektedir. Yalnız o değil, İ. S. kırk yılında öldüğü söylenen Philon da haklı görülebilir : Tevrat'ta söylenenlerle Platon felsefesini uzlaştırmaya çalışan, bu amaçla bir Tevrat açıklaması yazan ve Platon'un aslında 'Musa'nin dediklerini yinelemekten başka bir şey yapmadığını savunan Philon.

Platon 'un “Parmenides” de incelediği “Hen” (Bir) 'i kurduğu dizgesinde, emanatio (fışkırma) süreçinin başına yerleştirip, hem ilke hem de neden olarak gördüğü Bir'den us (Nous), usdan ruh (psykhe), ruhtan da doğa (physis) fışkırır diyen Plotinos da haklı görülebilir (Bilindiği üzere, hem birlik hem de çokluk olarak “nous” Plotinos 'un dizgesinde ideaları içinde bulundurur ve Plotinos, böyle bir fışkırma süreci tasarlayarak idealarla nesneler arasındaki ilişkiyi pek kolay çözümlemiş. gibi görünür.).

Platon felsefesini hıristiyan düşüncesinin temellendirilmesinde kullanmakta bir sakınca görmeyen Kilise Babaları ve Aristoteles ' in •Theologia• sı diye yüzyıllarca Plotinos
'un . Enneades adlı yapıtından hazırlanmış bir derlemeyi okuyan, buradan kalkarak da Aristoteles'le Platon ‘un öğretilerini birbiriyle uzlaştırmaya çalışan, Platon'un idealar dünyasını “Cennet” diye gören İslam Düşünürleri nin çoğu da haklı gibi görülebilir.

Saffet Babür-Parmenides çevirisinin “Giriş” bölümünden bir alıntı.


PLATON VE ARİSTOTELES

Platon ve Aristoteles 'in gerek varlık, gerekse bilgi kuramları ve bilim anlayışları bakımından birbirlerinden belli farklılıklar gösterdikleri görülmektedir. Platon duyusal evrenle akılsal evren arasında bir ayrım yapmakta, asıl var olanın akısal kavramlar, İdealar olduğunu söylemekte, bilgi anlayışında ise İdealara yönelen a priori kurgulamaların temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buna karşılık Aristoteles duyusal evrenle akılsal evreni birleştirmekte, bilimin konusunun gözlemlenen dünya olduğunu söylemekte ve dolayısıyla bilimle ilgili olarak empirik bir yöntemin uygulanmasını önerir gibi görünmektedir. Gerek psykolojisinde, gerekse ahlak ve siyaset alanlarına ait düşüncelerinde de Aristoteles Platon 'a göre daha realist, daha empirist bir filozof olarak karşımıza çıkmakta, en önemlisi Platon'dan farklı olarak doğa bilimlerinde, yani biyoloji, zooloji, botanik v.b. gibi alanlardan çeşitli deneysel araştırmaların sahibi olarak kendini takdim etmektedir.

Ancak Aristoteles 'in doğa incelemelerine ilişkin deneysel araştırmaları hakkında ciddi bazı kuşkular ileri sürüldüğü gibi , varlık ve bilgi kuramlarının daha yakından incelenmesi, onun Platon'a çok derinden bağlı olduğunu göstermektedir.

Yukarda İdealar evrenini duyusal evrenden ayıran Platon 'un tersine olarak Aristoteles'in bu iki evreni birleştirdiğine ve bilime konu olarak bu görünen dünyayı verdirdiğini söyledik. Ancak bu birleştirmede Platon 'cu öğenin bütün ağırlığını koruduğu anlaşılmaktadır. Bunu Aristoteles 'in metafiziğinin temel kavramları olan madde-form ikilisini,incelediğimizde açıkça görmekteyiz. Platon'da, asıl var olan İdealardır. Maddi dünya veya madde, bir gerçeklik değil, görüntü, daha doğrusu bir “hiçlik” tir. Aristoteles asıl var olanın ne olduğu konusunda mütereddittir. Bazen madde ve formdan meydana gelen bireysel varlıkları asıl var olan olarak kabul eder. Buna karşılık başka yerlerde gerçek varlıkların formlar olduğunu savunur. Bu ikinci görüşün asıl benimsediği görüş olduğu, madde ve form kavramlarının birbirleriyle ilişkilerinden ortaya çıkar: Aristoteles zaman zaman maddenin de var olduğu, maddesiz bir formun (Tanrı hariç) var olmadığını söyler. Ancak madde nedir? Aristoteles 'te madde bir “imkân” dır (kuvve) . Buna karşılık form, “gerçeklik” tir (fiil). Aristoteles, madde ile formun birbirlerine çözülmez bağlarla bağlı olduklarını söyler. Ancak madde, form kendisinden ne yapacaksa o şeydir. Bundan çıkan sonuç, maddenin madde olarak asla var olmadığı, ancak forma göre bir “imkân” olarak var olduğudur. Ancak evrende «imkân», hiç bir zaman “imkân olarak” var olamaz. Çünkü var odan, “gerçekleşmiş” olandır. O halde gerçekte var olan madde değildir ancak ve ancak formdur. Madde, bizim varlığı ele alışımızda tasarladığımız, yani ancak zihnimizde var olan bir kavramdır. Böylece Aristoteles son çözümde Platon 'un varlık ve gerçeklik anlayışını paylaşmak durumundadır.

Kendi payına asıl var olanı Parmenides gibi tasarlayan Platon, var olanın, yani İdeanın, öncesiz-sonrasız, hareketsiz, değişmez v.b. bir varlık olduğunu söyler. Asıl var olana herhangi bir anlamda yokluk karışamıyacağına göre İdealar “oluş” a tâbi değildir; çünkü “olan” bir şey, var değildir.

Yunan dünyasında oluşun filozofu olduğunu iddia eden Arisoteles 'te İdeaların yerini formlar tutar. Ancak bu formlar da ideaların tüm özelliklerine sahiptirler. Yani onlar da değişmezler, hareketsizdirler, oluş ve yokoluş içinde değildirler. Örneğin insan olmaklık formunun daha az insan olmaklıktan daha çok insan , olmaklığa doğru bir gidişi, bir - oluşu söz konusu olamaz. Bir insan diğerinden daha az veya daha çok “insan” da olamaz. O halde oluş, değişme formda değildir. Peki nerededir? Formda olmadığına göre onun maddede olması gerekir. Ancak madde, yukarıda belirttiğimiz gibi gerçekte var değildir. Onun maddeden, forma doğru gidişte olduğu söylenebilir. Ancak bu da onun var olmayan bir şeyden var olan bir şeye doğru gidişte olduğunu söylemekle aynı anlama gelecektir. Bundan ötürü Aristoteles 'ie de gerçek anlamda bir hareketin, oluşun olduğu söylenemez. Bu bakımdan da o, ne derse desin, Platon 'un görüşlerine derinden bağıdır.

Ahmet Arslan- İyonya Fizyologları mı, Atina Filozofları mı? Felsefe Yazıları 6.Kitap








Theaitetos diyaloğu











Timaios Diyaloğu



Phaidon diyaloğu





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder