Z

Zihin  (İng. Mind,  Fr. esprit. Alm. Geist, verstand )

Gerek dildeki, özellikle de gündelik dildeki kullanımında her yere sızmışlığıyla, gerek çokanlamlılığın sınırlarını zorlayan geniş anlam yelpazesiyle, gerekse felsefedeki hemen her dizgede başka başka anlamlar yüklenip farklı farklı tanımlanmasıyla ve de us, tin, anlık gibi felsefenin diğer başat terimlerinin yerine kullanılmasıyla felsefe tarihinin en çetrefil terimlerinden biri olan zihin, felsefedeki en genel anlamıyla bilincin düşünsel işlevlerini yerine getiren bölümüne; insandaki anlama, kavrama, düşünme ve algılama yerlerini barındıran ana yeriye karşılık gelmektedir.

Zihni tanımlamaya girişenlerin çoğu bu yerilere anımsama, imgeleme, değerlendirme, yargılama türünden yetileri de katmıştır.

Felsefe tarihinde hemen her zaman “bilinen algılayan ve düşünen bölümü”ne denk düştüğüne inanılan zihin, bir yanda düşünce ya da düşünme olgusuyla, öte yanda bilgi ya da bilme olgusuyla beraber düşünülmüştür. Kuşkusuz zihnin en belirgin özniteliklerinden biri, zihinde olup bitenlerin başkalarınca gözlemlenemez olması, başka bir deyişle, zihinde her ne olup bitiyorsa bunun yalnızca ve yalnızca kişinin kendi iç gözlemine açık oluşudur. “İnsanın düşünsel ve duygulanımsal işlevlerinin tümü” olarak da okunan zihin terimi, insan varlığının tensel yönüne değil de tinsel yönüne ait bir yeti olarak düşünülmüştür.

Felsefe tarihi boyunca zihnin neliğine yönelik sürdürülen soruşturmalar sonucunda, kimi öğretiler zihni tüm bilinç içeriklerinin toplamıyla bir tutarken, kimileri de zihni başlı başına bir töz olarak ele alıp değerlendirmiştir.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları


Zihin-beden ikiliği sorunu (zihin-beden ikiciliği)

Genellikle Descartes’ın ikici varlıkbilgisine göndermede bulunarak dile getirilen, zihin felsefesinin uzun süre boyunca tartışılagelmiş en temel sorunlarından biri. Descartes’ın ikici görüşüne göre dünya iki tözden oluşur. Bunlardan birinin belirleyici özelliği uzamsal oluşu, diğerinin ki ise düşünsel oluşudur.

Descartesçı varlıkbilgisi bu iki töz arasındaki etkileşimi tanımlamakta zorlanır. Örneğin insan bedeni gibi uzamı olan bir mekanizmanın zihin dediğimiz ve uzamsız olduğunu kabul ettiğimiz bir şeyle nasıl olup da etkileşebildiği sorunludur. Zihin ile beden arasında uzamsal olan töze ait bir etkileşim olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü bunu öne sürsek yanıtlamak zorunda kalacağımız soru, nasıl olup da zihinsel olana bedensel veya benzeri bir etkide bulunabildiğimiz olacaktır. Aynı şekilde, aradaki etkileşimin uzamsal olmayan düşünsel bir töze ait bir etkileşim olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü bu sefer de nasıl olup da uzamın olmayan bir şeyin uzamı olan şeylere etkide bulunabildiği açıklanmamış olacaktır. Aradaki etkileşimin üçüncü bir töz aracılığıyla sağlandığını ise hiç söyleyemeyiz. Bu Descartesçı varlıkbilgisinde iki olan töz sayısını üçe çıkartmak ve mevcut olan zihin-beden ikiliği sorunun, zihin, beden ve üçüncü töz üçlüğü sorununa dönüştürmek olur.

Zihin felsefesinde zihin-beden ikiliği sorununa çeşitli çözüm önerileri getirilmiştir. Bu çözüm önerileri, en genel anlamda, yalnızca zihnin gerçek olduğunu savunan idealist görüşler ile yalnızca bedenin (cismin) gerçek olduğunu savunan maddeci görüşler arasında gidip gelir. Sözgelimi zihinsel durum ve süreçleri davranışsal verilere dayandırmaya çalışan davranışçılık (örneğin Ryle’ın çözümleyici davranışçılığı), bunları zihinsel işlevlere indirgemeye çalışan işlevselcilik (örneğin, Hilary Putnam) ve zihin dediğimiz şeyin aslında beyinden başka bir şey olmadığı görüşünü öne süren zihin-beyin özdeşliği kuramı (örneğin David Armstrong) maddeci görüşlere birer örnektir.

 Günümüzde maddeci görüşlere karşı, örneğin Berkeley’in savunduğu türden bir idealizmin savunulması pek alışılmış bir şey değildir. Buna karşın, zihin-beden ikiliği sorununa rağmen hâlâ ikici görüşü savunan felsefecilere rastlamak mümkündür. Önemini koruyan bir ikici görüş Roger Penrose tarafından ortaya atılmıştır. Emperor’s New Mind (Kralın Yeni Zihni, 1989) adlı kitabında maddeci görüşlerin zihinsel durum ve süreçleri aydınlatmada yetersiz kaldığını ortaya koyan Penrose, zihin-beden etkileşiminin doğasının gelecekte aydınlığa kavuşacağına olan inancını dile getirir.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları


Zorun(lu)luk [İng. necesitty; Fr. nécessité,  Alm. Notwendingkeit,  Yun. anagke, Lat. necessitas es. t.  Zarûret, zarûriyyat]

En genel anlamda, başka türlü olamayan, olumsal olmayan ya da olmaması olanaklı olmayan durum; olduğundan başka türlü olamayacak olma durumunu dillendiren, olduğundan başka türlü olmanın mantıksal bakımdan olanaksızlığını dile getiren felsefece ulam. Öte yandan, mantık diliyle söylendiğinde, bir önerme yanlış olamıyor ise zorunlu demektir. Bu tür önermeler yanlışlığı düşünülemez, değillemesi de çelişik olan, bu nedenle de doğrulukları zorunlu olan önetmelerdir. Şeylerin gerçekte olmadığı ama olabileceği birçok olanaklı durum tasarlanabilir. Eğer bir önerme tasarlanan olanaklı durumların hepsi için doğru ise o önermeye “bütün olanaklı dünyalarda doğru” ya da “zorunlu önerme” denir.

 Böyle bir önermenin belli koşulları yerine getirmesi gerekmektedir. Öncelikle sözü edilen önerme sözdizim kurallarına öyle uymalıdır ki o önermenin yanlış olduğunun söylenmesi biçimsel olarak çelişik olsun. Öte yandan bu türden bir önerme belli anlambilgisel koşulları da sağlamalıdır; yani bütün olanaklı dünyalarda bu önerme doğru, bu önermenin değili ise yanlış olmalıdır, Bu anlambilgisel koşullar öncelikle Leibniz’ce önerilmiş, Wittgenstein ile Carnap’ça gözden geçirilmiş, 1960’ lardaysa Kripke, Hintikka, Lewis gibi düşünürler tarafından “olanaklı dünyalar kuramı” olarak geliştirilmiştir.


Sözü edilen zorunluluk ilkesini dünyaya uyguladığımızda ise olayların belli bir nedensellik içinde ilerlediği ve olayların olduklarından başka türlü olamayacağı anlamı çıkar. “Olaylar zamanda nedensel bir sıralılık ile varolmaktadır ve de bunun önüne geçilemez” yollu belirlenimci düşünce evrenin önceden düzenlendiği, belirlendiği tasarımına dayanmaktadır. Böyle bir düşünce ise kuşkusuz “özgür istenç”, “özgür seçim” gibi konularda apaçık sorunlar doğurmaktadır. 

Zorunluluk

Almanca: Notwendigkeit
Fransızca: nécessité
İngilizce: necessity
İtalyanca: necessita
Latince: necessitas
Osmanlıca: zarûret, vücûb, lüzûm, ıztırâr, iktizâ, icâb, ihtiyâç, hâcet, mukteziyât


Olduğundan başka olamama durumu. (TDK)

1. Mantıksal-matematiksel zorunluluk: Kavramların ve önermelerin mantıksal bağlantısında ve çıkarımlarında bulunur; düşünce bakımından zorunlu doğrular→çelişmezlik ilkesine dayanan doğrulardır; çelişiği düşünülemeyen doğrulardır; bu anlamda zorunlu, çelişmeye düşmeden başka türlü düşünülemez olan şey.

2. Fiziksel zorunluluk: Neden-etki bağlantısındaki zorunluluk (doğa yasaları)

3. Ahlâksal zorunluluk: Bir toplumda yürürlükte olan ahlâk yasalarına uyma zorunluluğu. Burada doğal bir zorunluluk değil, gereklilik sözkonusu olduğundan, ahlâksal zorunluluk yükümlülük biçiminde kendini gösterir. (TDK)

Evren sonsuz çeşitlilikte bir fenomenler topluluğudur. Bu fenomenler birbirleriyle bağlantı halindedirler. Evrendeki düzenlilik, bu genel bağlantının sonucudur. Ama bütün bağlantılar arasında bir temel (aslî) bağlantı vardır ki, herhangi bir fenomeni asıl belirleyen, geliştiren odur. O fenomen onsuz kendi olamaz. Bu, o fenomenin zorunluluğudur, yasasıdır. Zorunluluk, yasalılığın sonucudur. Nerede bir yasa varsa orada mutlaka bir zorunluluk belirdiği gibi, nerede bir zorunluluk varsa orada mutlaka bir yasa vardır. (O.H.)

Bkz. yasa, nedensellik, gerekircilik, öz, rastlantı, özgürlük.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder