21. Yüzyıl Felsefesi

 Giriş: 21. Yüzyıl Felsefesinin Genel Görünümü

21yüzyıl, felsefe için hem tarihsel tartışmaların devam ettiği hem de hızlı teknolojik, sosyal ve çevresel değişimlerin tetiklediği yeni zorlukların ortaya çıktığı dinamik ve karmaşık bir dönemi içermektedir. Genellikle 20. yüzyılın başlarında başladığı kabul edilen çağdaş felsefe, disiplinin artan profesyonelleşmesi ve analitik ile kıta felsefesi gelenekleri arasındaki kalıcı, ancak evrilen ayrılıkla karakterize edilmektedir. Bu dönemde filozoflar, bilgi, gerçeklik, etik ve insan varoluşu hakkındaki temel soruşturmalara daha disiplinlerarası bir yaklaşımı teşvik ederek geleneksel disiplin sınırlarını aşan sorularla boğuşmaktadır.  

Çağdaş Felsefenin Belirleyici Özellikleri

Felsefe, 20. yüzyılın başlarından itibaren önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Bu dönüşüm, "kitap"ın birincil araştırma yayma biçimi olmaktan çıkıp, yerini uzmanlaşmış araştırma tebliğlerine bırakmasıyla belirginleşmiştir. Felsefe sınıflarında teoloji mezunlarının yerini, giderek artan bir şekilde doktoralı felsefecilerin alması, bu profesyonelleşmenin somut bir göstergesidir. Bu durum, daha yapılandırılmış bir akademik ortamın oluşmasına yol açmış, mesleki davranış normları ve meslek kuruluşları kurulmuştur. Bu değişim,  denetimli makalelere ve uzmanlık dergilerine daha fazla vurgu yapılmasını gerektirmiş, bu da daha titiz ancak potansiyel olarak içe dönük bir akademik söylemi teşvik etmiştir.  

Disiplini derinden şekillendiren bir diğer özellik, Immanuel Kant sonrası dönemden kaynaklanan ve her bir geleneğin farklı filozoflara ve metodolojilere vurgu yaptığı analitik-kıta ayrımıdır. Analitik felsefe, mantıksal analiz, açık ifade, argümanlarda titizlik ve biçimsel mantık, matematik ve daha az ölçüde doğa bilimlerinin yoğun kullanımıyla karakterize edilir. Kıta felsefesi ise çeşitlilik arz etmekle birlikte, genellikle daha geniş kültürel, tarihsel ve politik bağlamlarla ilgilenir; ancak anti-teorik duruşu ve politik/etik sonuçlara odaklanması nedeniyle eleştirilmiştir. Bu tarihsel ayrımlara rağmen, her iki gelenekte de ortak soruların ortaya çıkmasıyla bu ayrımı giderme çabaları giderek daha belirgin hale gelmektedir.  

Çağdaş felsefe, modern sorunların karmaşık doğasını kabul ederek diğer alanlarla giderek daha fazla etkileşim kurmaktadır. Örneğin, felsefe hukuk, tıp ve yapay zeka ile doğrudan kesişirken, mantıksal ilkeler matematik, bilim ve mühendisliği geliştirmektedir. Bu durum, özellikle yapay zeka etiği ve biyoteknoloji gibi yeni alanlarda belirginleşmekte, bu alanların derin toplumsal etkilerini anlamak için felsefi soruşturmayı zorunlu kılmaktadır.  

I. Başlıca Felsefi Akımlar ve Fikirler

21.yüzyıl, 20. yüzyılın sonlarından miras kalan birçok felsefi akımın devamına ve evrimine tanıklık ederken, çağdaş küresel zorluklara yanıt veren yeni teorik çerçevelerin de ortaya çıkışına sahne olmuştur. Bu akımlar genellikle birbiriyle kesişmekte, modern düşüncenin karmaşık ve birbirine bağlı doğasını yansıtmaktadır.

A. Post-Yapısalcı ve Eleştirel Çerçeveler

Bu çerçeveler, özellikle analitik olmayan felsefe ve beşeri bilimlerde önemli bir etki yaratmaya devam etmektedir, ancak bazıları amatörler tarafından "eski haber" olarak görülmektedir. Bu yaklaşımlar, öncelikle sistemik güç ilişkilerini, sosyal yapıları ve baskın anlatıları analiz eder ve sorgular, genellikle dilin, kültürün ve tarihin gerçekliği şekillendirmedeki rolünü vurgular.  

Eleştirel Teori: Eleştirel teori, toplumdaki sistemik güç ilişkilerini analiz etmeye ve sorgulamaya odaklanan bir sosyal, tarihsel ve politik düşünce okuludur. Bilgi, hakikat ve sosyal yapıların, baskın ve ezilen gruplar arasındaki güç dinamikleri tarafından temelden şekillendirildiğini savunur. Geleneksel sosyal teorilerin aksine, eleştirel teori, toplumu "praksis ve kolektif eylem" yoluyla eleştirmeyi ve dönüştürmeyi açıkça amaçlar. Temel ilkeleri arasında, kesişen baskı biçimlerini incelemek, sosyal analizde tarihsel bağlamları vurgulamak ve kapitalist yapıları eleştirmek yer alır. Modern eleştirel teori, Marksizm'in salt ekonomik analizinden uzaklaşarak, Freudian kavramları ve postmodernizmi birleştirip dönüştürerek sosyal ve kültürel güç yapılarının daha geniş bir incelemesine yönelmiştir. Frankfurt Okulu Eleştirel Teorisinin "ikinci neslini" temsil eden Jürgen Habermas, geleneksel ontolojik yaklaşımlardan ve "özne felsefesinden" uzaklaşarak "iletişimsel bir dönüş" başlatmış, felsefi araştırmaya "post-metafizik ve dilsel odaklı bir yaklaşım" getirmiştir.   

Çağdaş eleştirel teori, "dördüncü nesil" olarak tanımlanır ve analitik filozoflarla önemli bir etkileşim de dahil olmak üzere "her zamankinden daha fazla akademisyenle diyalog halinde inanılmaz derecede sofistike çalışmalar" üretmektedir. Bu nesil, devrimleri "sistemik kriz, yapısal açılım ve kolektif eylemin konjonktürel birleşimi" olarak görür; bunlar uluslararası, ekonomik, politik ve sembolik faktörlerin kesişiminden doğar. Bu yaklaşım, atıfsal bir ontolojiden "süreçsel bir ontolojiye" geçişi teşvik ederek ve "özcü olmayan, ilişkisel bir sosyal eylem anlayışını" savunarak daha sağlam teorik temeller oluşturmayı amaçlamaktadır.  

Postmodernizm: Postmodernizm, nesnelliği ve evrensel hakikati sorgular, insan bakış açılarının çeşitliliğine ve karmaşıklığına odaklanır ve hakikatin kültüre ve bağlama göreceli olduğunu savunur. Metanarratifler, rasyonellik ve evrensel hakikatler gibi modernist yapıları sorgulamak için kültürel kimliklerin parçalanmasını analiz eder. Özellikle analitik olmayan felsefede hala referans alınsa da, bazıları tarafından "eski haber" olarak kabul edilmektedir.  

Queer Teori ve Trans Teori: 1990'ların başında queer çalışmaları ve kadın çalışmaları alanlarından ortaya çıkan Queer Teori, heteroseksüelliğin dışında var olan cinsiyet ve cinsel pratikleri geniş çapta inceleyen ve teorileştiren post-yapısalcı bir eleştirel teori alanıdır. Heteroseksüelliğin normal olduğu fikrine meydan okur. Cinsellik ve cinsiyeti "sosyal olarak inşa edilmiş" fenomenler olarak görür, genellikle bunların tasvir edildiği kategorilerin, ikiliklerin ve dilin analizi yoluyla inceler. Kurucu metinleri 1980'lerin sonlarında ve 1990'ların başlarında yayınlanmış olsa da, 21. yüzyılda "tam ivmelerini ancak şimdi kazanmaya başlamaktadır". Judith Butler, akademik gelişiminde kilit bir figürdür.  

Duygu Teorisi (Affect Theory): Duygu Teorisi, çağdaş analizde önemli bir çerçeve olarak ortaya çıkmıştır. İnsan duygularının "karmaşık ve çok yönlü doğasına" odaklanır, bunların çeşitli bağlamlarda nasıl deneyimlendiğini, ifade edildiğini ve müzakere edildiğini inceler. Duyguların sabit veya özsel olmadığını, aksine kültürel, sosyal ve tarihsel bağlamlar da dahil olmak üzere bir dizi faktör tarafından şekillendirilen "karmaşık ve dinamik süreçler" olduğunu varsayar. Silvan Tomkins'in dokuz temel duyguyu tanımlaması ve Gilles Deleuze'ün felsefi çalışmaları üzerine kuruludur. Daha da önemlisi, Duygu Teorisi, kültürü, tarihi, sosyalliği ve gücü şekillendirmede "dilsel olmayan güçleri" vurgular; duyguların her zaman bilinçli kontrol altında olmadığını veya dilde kolayca yakalanamadığını savunur. Gücü bir "performans" ve politik oluşumları sadece tutarlı fikirler yerine "duyguların girdabı" olarak anlamamıza yardımcı olur.  

Postkolonyal Düşünce: Bu çok yönlü yaklaşım, sömürgeciliğin hem sömürgecilere hem de sömürgeleştirilenlere etkilerini inceler, sömürge deneyimi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan karmaşık güç dinamiklerini araştırır. Temelinde, sömürgeci güçler tarafından oluşturulan baskın anlatılara meydan okumayı ve bunları bozmayı amaçlar, tarihsel olarak marjinalleştirilmiş olanların farklı bakış açılarının ve seslerinin anlaşılmasının önemini vurgular. Temel kavramlar arasında Oryantalizm (Batı'nın Doğu'yu "Öteki" olarak tasvir etmesi) ve alt-altern kavramı (ana akım anlatılardan dışlananların deneyimlerini vurgulama) yer alır. Ayrıca, sömürgeleştirilmiş bireylerin ve kültürlerin sömürge egemenliğine nasıl yanıt verdiğini ve direndiğini anlamak için faillik, melezlik ve asimilasyon temalarını da inceler. Postkolonyal teori, akademik bilgi sistemlerinin genellikle sömürgeci bir zihniyete dayandığını ve sömürgeleştirilenlerin seslerinin görünmez kılındığını savunur.  

Modern eleştirel teorinin, Marksizm'in ekonomik analizinden uzaklaşarak Freudian kavramları ve postmodernizmi birleştirerek sosyal ve kültürel güç yapılarını daha geniş bir şekilde incelemesi, bu çerçeveler arasındaki iç içe geçmiş bir evrimi göstermektedir. Analitik olmayan felsefe ve beşeri bilimlerin büyük bir kısmının hala eleştirel teori ve postmodernist çerçeveler içinde faaliyet göstermesi, bu akımların devam eden etkisini doğrulamaktadır. Queer Teori'nin açıkça "post-yapısalcı bir eleştirel teori" olarak tanımlanması , bu çerçevelerin ortak noktasının "sistemik güç ilişkilerine" odaklanması ve "baskın anlatılara" meydan okuması olduğunu ortaya koymaktadır. Bu karşılıklı etki, gücün daha incelikli ve yaygın bir şekilde anlaşılmasına yol açmakta, açık ekonomik sömürüden daha ince, kültürel olarak yerleşik ve psikolojik olarak içselleştirilmiş kontrol biçimlerine doğru bir kaymayı içermektedir. Byung-Chul Han'ın neoliberalizmin "kendini sömürme" biçimini eleştirmesi bu genişleyen güç anlayışına bir örnektir.  

Duygu Teorisi'nin gücün öncelikle düşünceler ve kelimeler aracılığıyla iletildiği "hatasından" uzaklaşmaya yardımcı olduğunu belirtmesi ve "dilsel yanılgıdan" kaçınmayı amaçlaması, felsefede önemli bir yeniden yönelimi işaret etmektedir. Benzer şekilde, bilişsel süreçlerin "bedenin çevreyle etkileşimleri tarafından şekillendirildiğini" savunan "bedenlenmiş biliş" kavramı , 20. yüzyıl felsefesinin çoğuna hakim olan dilsel dönüşten bir uzaklaşmayı temsil etmektedir. Dil hala önemli olsa da, Duygu Teorisi ve Bedenlenmiş Biliş'in yükselişi, insan deneyiminin, failliğinin ve sosyal dinamiklerinin dil öncesi, rasyonel olmayan ve bedensel boyutlarının giderek daha fazla tanındığını göstermektedir. Bu, siyasi seferberlik , sosyal eşitsizlikler ve hatta bilincin doğası gibi fenomenleri anlamak için derinlemesine çıkarımlara sahiptir; salt bilişsel veya temsilci modellerin ötesine geçerek insan varoluşunun daha bütünsel ve belki de daha az rasyonalist bir anlayışını benimsemektedir.  

B. Yeni Realizmler ve Materyalizmler

Bazı 20. yüzyıl felsefesinin yapısalcı veya nihilist sonuçlarına bir tepki olarak, gerçekliğin bağımsız varlığını yeniden tesis etmeye ve antropocentric önyargılara meydan okumaya çalışan yeni realizm biçimleri ortaya çıkmıştır.

Yeni Realizm: Özellikle Maurizio Ferraris tarafından önerilen Yeni Realizm, John Locke'un "epistemolojik dualizmini" ve bir nesne ile ona dair bilgimiz arasında ayrı bir ayrım olduğunu savunan eski realizm biçimlerini reddeder. Zihnin bildiği veya algıladığı şeyin "bilme ve algılama eylemlerinden bağımsız olarak var olduğunu" savunur. Bu hareket, felsefenin, bilimin yanı sıra, "dünya hakkında söyleyecek önemli ve doğru bir şeye sahip olduğunu" yeniden iddia etmeyi amaçlar. Başlangıçta "negatif realizm" (dış dünyanın kavramsal şemalarımıza karşı koyması) olarak sunulur, bu da daha sonra "pozitif realizme" (gerçekliğin fırsatlar ve kaynaklar sunması) dönüşür. Temel bir ilke, "metafiziğin epistemolojiden kurtarılmasıdır"; bilme ve varoluşun bağımsız olabileceğini savunarak, tüm ilişkilerin içsel olduğu idealist iddiasına meydan okur.  

Spekülatif Realizm: Bu felsefi akım, insan erişiminin her zaman düşünce veya deneyim tarafından aracılık edildiği fikri olan "korelasyonizme" temelden meydan okur. Spekülatif realistler, korelasyonizmin felsefi durgunluğa yol açtığını, yalnızca insan algısına odaklandığını ve böylece "gerçekliği insan deneyiminden bağımsız olarak düşünme sorusunu yeniden açmayı" amaçladığını savunur. Ayrıca, "insan olmayan varlıkların failliğini ve özerkliğini" tanıyan dünyanın daha incelikli bir anlayışını teşvik ederek antropocentricliğe şiddetle meydan okur.   

Nesne Yönelimli Ontoloji (NYO): Spekülatif realizmin temel bir bileşeni olan NYO, öncelikle Graham Harman tarafından geliştirilmiş ve Timothy Morton'ın çalışmalarında etkili olmuştur. NYO, "nesnelerin, pasif varlıklar olmaktan ziyade, özerk olduğunu ve kendi failliklerine sahip olduğunu" varsayar. Nesnelerin insan algısından veya anlayışından bağımsız olarak var olduğu, diğer nesnelerle ilişkileri olduğu ve bunların kurucu parçalarına indirgenemeyeceği ve diğer nesneler veya insanlara doğrudan erişilemeyen "geri çekilmiş yönleri" olduğu anlaşılmaktadır. Timothy Morton bunu "hipernesneler" ile daha da genişletir; bunlar, iklim değişikliğinin önde gelen bir örneği olduğu, zaman ve mekan boyunca dağılmış, yalnızca parça parça erişime izin veren, insan zaman ölçeklerine göre kararsız ve süreksiz şeylerdir.  

Çevre felsefesinin temel ilkesi olan "insan merkezcilik dışı" yaklaşım , doğanın insan standartlarından bağımsız olarak içsel bir ahlaki değere sahip olduğunu savunmaktadır. Aynı zamanda, Spekülatif Realizm ve NYO , "insan olmayan varlıkların failliğini ve özerkliğini" ileri sürerek ve insanları doğadan ayıran düalist ontolojileri reddederek insan merkezciliğe aktif olarak meydan okumaktadır. Timothy Morton'ın "Karanlık Ekoloji"si, NYO'yu çevre teorisiyle açıkça birleştirerek "insan/doğa ve özne/nesne arasındaki ikiliği ortadan kaldırmayı" amaçlamaktadır. "Antroposen" kavramı , insanlığın önemli ve genellikle yıkıcı jeolojik ve ekolojik etkisini vurgulamaktadır.   

Yeni realizmlerin ve Karanlık Ekoloji gibi çevre felsefelerinin yükselişi, algılanan ekolojik krize ve insanlığın gezegen üzerindeki ezici etkisinin tanınmasına derin bir felsefi yanıtı işaret etmektedir. İnsanı merkezden uzaklaştırarak (insan merkezcilik dışı yaklaşım), bu hareketler, insan olmayan varlıkların ahlaki ve ontolojik statüsünü yeniden değerlendirmeyi amaçlamakta, biyosferle daha az yıkıcı bir ilişkiyi teşvik etmektedir. Bu, insan eylemlerinin küresel, uzun vadeli sonuçları olduğu ve insan merkezli düşünceden daha ilişkisel ve bütünsel bir dünya görüşüne temel bir geçişi gerektirdiği "Antroposen"in tanınmasının doğrudan bir sonucudur.  

C. Teknoloji Felsefesi ve Dijital Beşeri Bilimler

Yapay zeka ve biyoteknoloji başta olmak üzere bilim ve teknolojideki hızlı ilerlemeler, yeni etik ve ontolojik soruları gündeme getirerek teknoloji felsefesini merkezi ve giderek daha acil bir alan haline getirmiştir.

Gelişen Teknolojilerin Etik İkilemleri: Yapay zeka ve biyoteknoloji gibi yeni teknolojiler, "nasıl kullanılmaları ve düzenlenmeleri gerektiği konusunda önemli etik sorular" ortaya çıkarmaktadır. Felsefe, özellikle yapay zeka algoritmalarındaki önyargı, dijital gözetim, veri gizliliği ve biyoteknolojinin etkileri gibi konularda "teknolojik bir dünyadaki etik ikilemleri aşmak" için çok önemlidir. Mantık, bilgisayar bilimi ve algoritma tasarımının temelini oluşturur ve felsefe, bu teknolojileri sorumlu bir şekilde geliştirmek ve uygulamak için gerekli "etik çerçeveleri" sağlar.  

İnsan İlişkileri ve Güç Dinamikleri Üzerindeki Etki: Teknoloji, insanların iletişim kurma ve etkileşim biçimlerini temelden değiştirmiştir. Sosyal medya platformları insanları küresel olarak birbirine bağlarken, aynı zamanda "yüz yüze etkileşimleri aşındırmak ve sosyal izolasyonu derinleştirmekle" eleştirilmektedir. Güç dinamiklerinde önemli kaymalara yol açmış, yeni sosyal seferberlik ve aktivizm biçimlerini mümkün kılarken, aynı zamanda "gözetim ve kontrol için yeni fırsatlar" yaratmıştır. Bu karmaşık ilişkiyi anlamadaki temel kavramlar arasında "teknolojik determinizm" (teknolojinin sosyal değişimi yönlendirdiği fikri) ve "sosyal inşacılık" (teknolojinin sosyal faktörler tarafından şekillendirildiği fikri) yer alır. Aktör-Ağ Teorisi (AAT), teknolojiyi insan ve insan olmayan aktörlerden oluşan karmaşık bir ağın parçası olarak gören bir çerçeve sunar ve makineler ve algoritmalar gibi insan olmayan varlıkların sosyal sonuçları şekillendirmedeki failliğini vurgular.  

Felsefe ve Dijital Beşeri Bilimler: Felsefe ve beşeri bilimler, özellikle algoritmaların görüşleri şekillendirdiği ve yanlış bilginin hızla yayıldığı dijital çağda "gerekli" olarak giderek daha fazla kabul edilmektedir. Felsefe, eleştirel düşünmeyi, varsayımları sorgulamayı ve soyut fikirlerle boğuşmayı öğretir; bu da teknolojinin teknik işlevselliğinin ötesindeki daha geniş etkilerini anlamak için hayati önem taşır. Mantık, mantıksal yanılgılarla dolu bir dijital ortamda net düşünme ve etkili tartışma için gerekli araçları sağlar. Analoğdan dijital kaynak materyale geçiş, 21. yüzyılın başında beşeri bilimler için "büyük bir dönüştürücü faktör" olarak tanımlanmaktadır.   

Yeni teknolojilerin "önemli etik sorular" ortaya çıkarması ve felsefenin "gerekli etik çerçeveler" sağlaması açıkça belirtilmektedir. Dijital teknolojilerin yaygınlaşması ve ilerlemesi, teknoloji felsefesini "yeni bir 'ilk felsefe'" haline getirmektedir. Bu durum, felsefenin yapay zeka ve dijital beşeri bilimler için etik çerçeveler sağlamadaki rolünü vurgulayan bir başka değerlendirme ile desteklenmektedir; büyük teknoloji şirketlerinin artık etikçiler istihdam etmesi, felsefi ilkelerin dijital alandaki pratik uygulamasını göstermektedir.   

Bu durum, teknolojik gelişimin salt teknik bir sorun olmaktan ziyade temel bir felsefi ve etik sorun olduğunun derin ve giderek artan bir şekilde kabul edildiğini göstermektedir. Teknoloji felsefesinin "yeni bir 'ilk felsefe'" haline gelmesi fikri , varoluş, bilgi ve değerlere ilişkin en temel soruların artık teknolojik yaratımlarımızla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğu anlamına gelmektedir. Bu, etiğin pratik uygulamasını uzmanlaşmış bir alt alandan çağdaş felsefenin merkezi, kurucu bir kaygısına yükseltmekte ve felsefenin ihmal edildiği iddia edilen "gerçek dünya kaygılarını" doğrudan ele almaktadır. Teknoloji endüstrisindeki etikçilere olan talep , bu felsefi değişimin somut bir tezahürüdür ve dijital çağda felsefi araştırmanın pratik aciliyetini vurgulamaktadır.   

D. Çevre Felsefesi ve Etiği

Çevre kaygıları, 21. yüzyılda önemli felsefi araştırmaları tetiklemiş, insan merkezli görüşlere meydan okumuş ve insanlığın doğayla ilişkisinin temelden yeniden değerlendirilmesini savunmuştur.

Temel Kavramlar: Çevre filozofları arasında yaygın bir inanç, "biyolojik varlıkların ahlaki olarak değerli olduğu ve insan standartlarından bağımsız olduğu" görüşüdür. Bu "insan merkezcilik dışı" yaklaşım, insan dışı dünyanın öncelikle insan çıkarlarına hizmet etmek için var olduğu insan merkezli görüşü reddeder ve bunun yerine "değerini koruduğunu ve insan çıkarlarına hizmet etmediğini" iddia eder. Bu değişim, özellikle insan kaynaklı kitlesel yok oluşun insan merkezli olmayan bir şekilde yorumlanmasında çevre etiğinin temelleri için hayati öneme sahiptir.  

Timothy Morton tarafından formüle edilen Karanlık Ekoloji, Nesne Yönelimli Ontoloji'ye (NYO) dayalı bir ekolojik teoridir. Hem insan merkezli hem de biyosentrik dünya görüşlerini eleştirir, "insan/doğa ve özne/nesne arasındaki ikiliği ortadan kaldırmayı" amaçlar. İnsanların "diğer herhangi bir nesne gibi" görülmesi gerektiğini savunur, "dünyayla ilişkimizde radikal bir dönüşüm" gerektiren "gelecekteki bir arada yaşama mantığını" savunur. Morton'ın yaklaşımı, geleneksel "doğa" kavramlarının ötesine geçmeyi gerektirir.  

Birçok bilim insanı ve filozof, insanlığın jeolojik ve ekolojik etkisinin o kadar önemli olduğunu savunmaktadır ki, bu durum insanlığın merkezi ve genellikle sorunlu rolünü vurgulayan yeni bir jeolojik çağı, Antroposen'i ortaya çıkarmıştır. Çevre sorunlarının büyük ölçüde "insan kaynaklı" olduğu geniş çapta kabul edilmektedir.  

Ekoloji felsefesi genellikle ekolojik bir nesneyi anlamanın en iyi yolunun, bileşenlerinin eleştirel analizleri (indirgemecilik) yoluyla mı yoksa fenomenolojik değeri korumak için bileşenlerinin "bağlamsallaştırılması" (holizm) yoluyla mı olduğunu tartışır. Holistler, bir ekosistem gibi abiyotik veya biyotik varlıklara atfedilen benzersiz özelliklerin, ayrı bileşenlerine içsel olarak uygulanamayacağını savunur, bu da yalnızca parçaların analizinin bütünü anlamak için yetersiz olduğu anlamına gelir.  

Çevre felsefesi, insan ortamlarını şekillendirmede ve çevresel etkiyi artırmada "teknoloji sorununu" da eleştirel bir şekilde değerlendirir; ifade ettiğimiz teknoloji türünün çevremizi etkilediğini kabul eder.  

Çevre felsefesinin temel ilkesi olan "insan merkezcilik dışı" yaklaşım , doğanın insan kullanımından bağımsız olarak içsel bir değere sahip olduğunu savunmaktadır. Aynı zamanda, Spekülatif Realizm ve NYO , "insan olmayan varlıkların failliğini ve özerkliğini" ileri sürerek ve insanları doğadan geleneksel olarak ayıran düalist ontolojileri reddederek insan merkezciliğe aktif olarak meydan okumaktadır. Timothy Morton'ın "Karanlık Ekoloji"si, NYO'yu çevre teorisiyle açıkça birleştirerek "insan/doğa ve özne/nesne arasındaki ikiliği ortadan kaldırmayı" amaçlamaktadır. "Antroposen" kavramı , insan merkezli düşüncenin yıkıcı sonuçlarını gösteren kritik bir ampirik arka plan görevi görmektedir.  

Bu durum, 21. yüzyıl felsefesinde etik ve ontolojik kaygıların güçlü ve gerekli bir yakınlaşmasını vurgulamaktadır. Doğaya insan faydasından bağımsız olarak değer verme etik zorunluluğu , insan olmayan varlıkların, insan sömürüsü için pasif kaynaklar olarak değil, kendi failliklerine ve varoluşlarına sahip oldukları ontolojik iddiasında güçlü bir felsefi temel bulmaktadır. Bu, gezegenin tahakkümünü ve sömürüsünü tarihsel olarak haklı çıkaran insan istisnacılığı ve özne-nesne düalizmi geleneğine temelden meydan okumaktadır. "Antroposen"in tanınması , insan merkezli düşüncenin gerçek dünya sonuçlarını göstererek ve varoluşun daha ilişkisel ve bütünsel bir anlayışına doğru bir hareketi zorunlu kılarak bu felsefi değişimlere kritik bir aciliyet kazandırmaktadır.  

E. Sosyal ve Siyasi Felsefe

Çağdaş sosyal ve siyasi felsefe, adalet, küresel karşılıklı bağımlılık ve küreselleşmiş bir dünyada siyasi kimliğin değişen doğası gibi karmaşık konularla boğuşmakta, genellikle köklü eşitsizlikleri ve güç dengesizliklerini ele almayı amaçlamaktadır.

Sosyal Adalet: Sosyal adalet, "bir devlet veya toplum içinde tüm bireylerin ve sosyal grupların adil muamelesini ve eşit statüsünü" ilgilendirir. Genellikle zenginlik, fırsatlar ve ayrıcalıkların dağıtımını ifade eder, bireysel hakların tanınmasını ve korunmasını sağlar. Modern yorumlar, sosyal hareketlilik önündeki engellerin kaldırılmasını, güvenlik ağlarının oluşturulmasını ve ekonomik adaleti vurgular. Zenginlik dağıtımını ve eşit fırsatları sağlamak için vergilendirme, sosyal sigorta ve iş hukuku gibi toplumsal kurumlarda hak ve görevler atar. Çağdaş teorilerdeki temel ortak unsurlar arasında, devletin hayati araçları (ekonomik, sosyal, kültürel haklar) dağıtma görevi, insan onurunun korunması ve olumlu eylemler yer alır. Martha Nussbaum'ın "yetkinlikler yaklaşımı", adil bir toplumun bireylerin "gerçekten 'insani' bir yaşam için gerekli faaliyetlere katılma yetkinliklerini" geliştirdiğini öne sürer; buna pratik akıl, aidiyet ve kişinin çevresi üzerinde kontrol de dahildir.  

Küreselleşme: Küreselleşme, küresel ekonomik, politik, kültürel ve teknolojik manzarayı yeniden tanımlayan, insanlar ve toplumlar arasında artan bir karşılıklı bağımlılık yaratan "karmaşık ve çok boyutlu bir fenomen"dir. Ekonomik büyümeyi teşvik edip yeni fırsatlar yaratabilse de, yoksul nüfuslar için genellikle "düşük ücretler, iş güvencesizliği ve çevresel sömürü" gibi önemli zorluklarla birlikte gelir ve zengin ile yoksul arasındaki gelir farkını genişletir. Ekonomik etkilerinin ötesinde, küreselleşme küresel güvenliği de etkilemiş, istikrarı ortak bir endişe haline getirmiş ve küreselleşmiş endüstriyel faaliyet ve kaynak tüketimi yoluyla iklim değişikliğini yoğunlaştırmıştır.   

Anayasal Vatanseverlik ve Post-Milliyetçilik: Jürgen Habermas, ulus-devletin daha geleneksel modellerinin sınırlamalarına bir yanıt olarak "siyasi kendi kaderini tayin ve ulusötesi yönetişimin post-ulusal yapılarını" savunur. Geleneksel ulusal kimlik kavramlarının öneminin azaldığını ve dünyanın, karşılıklı bağımlılıktan kaynaklanan ve artık yalnızca ulusal düzeyde ele alınamayan sorunlarla karşı karşıya olduğunu ileri sürer. Paylaşılan tarihsel geleneklere veya etnik aidiyete dayalı ulusal kimlik yerine, siyasi bağlılığın, kolektif kimliğin ve sadakatin "liberal demokratik anayasacılığın paylaşılan ilkeleri ve prosedürleri" etrafında birleştiği "anayasal vatanseverliği" savunur. Küreselleşmenin paradoksal olarak milliyetçiliğin yeniden ortaya çıkmasını daha olası hale getirdiğini, ulusların ekonomik entegrasyon ve göçmen akınlarıyla boğuştuğunu belirtir.  

Martha Nussbaum'ın yetkinlikler yaklaşımı gibi sosyal adalet teorileri, "iyi bir yaşam" ve "insani gelişme" için tüm vatandaşlara garanti edilmesi gereken evrensel standartlar önermektedir. Ancak küreselleşme, benzeri görülmemiş bir karşılıklı bağımlılık yaratırken, aynı zamanda eşitsizlikleri şiddetlendirmekte, "düşük ücretler, iş güvencesizliği ve çevresel sömürü" gibi sorunlara yol açmaktadır. Jürgen Habermas'ın "anayasal vatanseverliği" , "milliyetçiliğin yeniden ortaya çıkmasıyla" karşı karşıya olan küreselleşmiş bir dünyada evrensel bir siyasi çerçeve (paylaşılan ilkeler) bulmaya çalışmaktadır.   

Bu durum, çağdaş sosyal ve siyasi felsefe için temel bir gerilimi ve önemli bir zorluğu vurgulamaktadır: adalet ve insan haklarının evrensel ideallerini , genellikle eşitsiz faydalar üreten ve mevcut eşitsizlikleri şiddetlendiren küresel ekonomik güçler tarafından giderek daha fazla şekillenen bir dünyada nasıl gerçekleştirebiliriz? Felsefi görev, adaletin normatif taleplerini, küresel kapitalizmin ve onunla ilişkili sosyal ve çevresel etkilerin tanımlayıcı gerçeklikleriyle uzlaştırmaktır. Habermas'ın çalışması , bu sorunu doğrudan ele alma girişimidir; milliyetçi eğilimleri aşarken, liberal-demokratik ilkeler temelinde kolektif bir kimlik duygusunu hala teşvik edebilecek bir siyasi çerçeve arayarak, oldukça karşılıklı bağımlı ancak parçalanmış bir dünyanın karmaşıklıklarını aşmayı amaçlamaktadır.   

F. Zihin Felsefesi ve Bilişsel Bilim

Felsefe ve bilişsel bilimin kesişimi, özellikle nörobilim ve yapay zekadaki hızlı ilerlemelerle birlikte, bilinç, zihin-beden problemi ve insan bilişinin doğasına ilişkin araştırmalar için verimli bir zemin olmaya devam etmektedir.

Bilinç ve Zihin-Beden Problemi: Bu alan, "insan deneyiminin inceliklerini", özellikle zihnin doğasını anlamayı amaçlar. David Chalmers tarafından formüle edilen "bilincin zor problemi", fiziksel süreçlerin neden ve nasıl öznel deneyime yol açtığını soran merkezi ve kalıcı bir zorluktur. Tartışma genellikle "düalizm" (iki ayrı varlığın varlığını varsayan: zihin/ruh ve beden) ile "monizm" (zihin ve bedenin ayrı varlıklar olmadığını, aksine tek bir temel madde veya gerçekliğin farklı yönleri olduğunu savunan, materyalizm/fizikalizm veya idealizm olarak daha da bölünen) arasında çerçevelenir. Entegre Bilgi Teorisi (EBT), bilincin "beyindeki bilginin entegre işlenmesinden" kaynaklandığını öne sürer. Küresel Çalışma Alanı Teorisi (KÇA), bilincin, dünyanın birleşik, tutarlı bir temsilini oluşturmak için çeşitli duyusal ve bilişsel sistemlerden gelen bilgiyi entegre eden "beynin küresel çalışma alanını" içerdiğini varsayar. "Qualia" (bilinçli deneyimin ham, anlık ve öznel doğası) çalışması, zihnin kapsamlı bir teorisini geliştirmek için çok önemlidir. Fizikalist bir düşünür olan Daniel Dennett, zihinlerin evrimin ürünleri olduğunu ve zihni bir "kullanıcı yanılsaması" olarak gördüğünü savunmuştur.  

Bedenlenmiş Biliş: Bu tez, "algı, dikkat ve hafıza dahil olmak üzere bilişsel süreçlerin, bedenin çevreyle etkileşimleri tarafından şekillendirildiğini" savunur. Bedenlenmiş biliş tezi, zihnin sadece beyinde bulunmadığını, aksine "beden boyunca dağıldığını ve sensörimotor deneyimleriyle şekillendiğini" varsayar. Bu, bilişin salt serebral olduğu geleneksel görüşlere meydan okur.  

Yapay Zeka ve Makine Öğreniminin Rolü: Yapay zeka (YZ) ve makine öğreniminin gelişimi, insan bilişini anlamak için yeni araçlar ve yöntemler sağlayarak bilişsel bilim üzerinde önemli bir etki yaratmaktadır. Bu entegrasyon, aynı zamanda "bilişsel gelişimin ve manipülasyonun etiği hakkında önemli sorular" da ortaya çıkarmaktadır. Bu alan, bilişsel nörobilim ve sosyal biliş gibi yeni araştırma yönlerine yol açmaktadır.  

Zihin felsefesi, bilinç ve zihin-beden problemi gibi sorularla derinden ilgilenmektedir , "zihin" veya "kişi" kavramının ne anlama geldiğiyle boğuşmaktadır. Aynı zamanda, YZ ve makine öğrenimi hızla ilerlemekte, "YZ ve Makine Öğrenimi kullanımı etrafındaki tartışmalara" yol açmakta ve "bilişsel geliştirme ve manipülasyon etiği" hakkında kritik sorular ortaya çıkarmaktadır. Transhümanizm, "uzun ömürlülüğü, bilişi ve refahı büyük ölçüde artırabilecek yeni ve gelecekteki teknolojileri geliştirerek ve yaygınlaştırarak insanlık durumunu iyileştirmeyi" açıkça savunmaktadır.   

YZ yetenekleri genişledikçe ve transhümanist idealler giderek daha fazla ilgi gördükçe, "insan" ve "bilinç" kavramlarının geleneksel anlayışı temelden sorgulanmaktadır. Zihinler teknoloji aracılığıyla geliştirilebilir, değiştirilebilir veya hatta çoğaltılabilirse, bu durum bilinç, özgür irade ve ahlaki sorumluluk üzerine uzun süredir devam eden felsefi tartışmaları doğrudan etkilemektedir. Bu, kritik bir etik ve varoluşsal sınır oluşturmaktadır: bilişsel ve fiziksel sınırlarımız teknolojik olarak aşılabildiğinde insan onurunu ve kimliğini nasıl tanımlar ve koruruz? Felsefi çıkarımlar, kişiliğin tanımına, zekanın doğasına ve insan varoluşunun mevcut anlayışımıza bağlı toplumsal yapılara kadar uzanmaktadır.  


2.Sonuçlar

21. yüzyıl felsefesi, köklü geleneklerin devam ettiği ancak aynı zamanda teknolojik ilerlemeler, çevresel krizler ve küresel karşılıklı bağımlılık gibi çağdaş zorluklarla derinden şekillenen bir dönemi yansıtmaktadır. Disiplinin artan profesyonelleşmesi, akademik titizliği artırırken, felsefenin gerçek dünya sorunlarıyla olan bağlantısını sürdürme ve kamusal söylemde etkili olma zorluğunu da beraberinde getirmektedir. Bu durum, felsefenin kendi iç tartışmalarının ötesine geçerek, küresel toplumun karşı karşıya olduğu acil etik ve varoluşsal sorulara yanıt vermesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Geleneksel metafiziksel temellerin sorgulanması ve evrensel hakikat iddialarının göreceli hale gelmesi, bilginin ve gerçekliğin doğasına ilişkin temel bir değişimi işaret etmektedir. Bu değişim, geçmişin büyük anlatılarına duyulan şüphecilikten beslenmekte ve daha yerelleşmiş, bağlama bağlı veya diyalojik bilgi biçimlerinin önemini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, eleştirel teori ve post-yapısalcı çerçeveler, gücün ve eşitsizliğin karmaşık, çok yönlü doğasını ortaya koyarak, ekonomik determinizmden kültürel ve psikolojik tahakküm biçimlerine doğru analitik bir genişleme göstermektedir. Duygu Teorisi ve bedenlenmiş biliş gibi yeni yaklaşımlar, dilin ötesindeki deneyimsel ve bedensel boyutların önemini vurgulayarak, insan varoluşunun daha bütünsel bir anlayışına doğru kaymayı pekiştirmektedir.

Yeni realizmler ve materyalist yaklaşımlar, insan merkezli düşünceye meydan okuyarak ve insan olmayan varlıkların failliğini ve özerkliğini yeniden tesis ederek, ekolojik krizlere felsefi bir yanıt sunmaktadır. Özellikle Nesne Yönelimli Ontoloji ve Karanlık Ekoloji, insanlığın gezegenle olan ilişkisini temelden yeniden tanımlamayı ve Antroposen çağının zorluklarını ele almayı amaçlamaktadır. Teknoloji felsefesi, yapay zeka ve biyoteknolojinin etik ikilemleriyle boğuşurken, etik çerçevelerin teknolojik gelişimin temel bir bileşeni olarak görülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu durum, teknoloji felsefesinin yeni bir "ilk felsefe" olarak ortaya çıkışına işaret etmekte, varoluşun en temel sorularının artık teknolojik yaratımlarımızla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu göstermektedir.

Son olarak, sosyal ve siyasi felsefe, küreselleşmenin yarattığı eşitsizlikler ve değişen siyasi kimlikler karşısında evrensel adalet ideallerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Jürgen Habermas'ın anayasal vatanseverlik ve post-milliyetçilik kavramları, parçalanmış ancak karşılıklı bağımlı bir dünyada kolektif kimliği ve siyasi bağlılığı yeniden tanımlama çabalarını örneklemektedir. Zihin felsefesi ve bilişsel bilimdeki gelişmeler, yapay zeka ve bilişsel geliştirmenin insan kimliği ve bilinci üzerindeki etik ve varoluşsal etkileriyle ilgili derin soruları gündeme getirmektedir.

Genel olarak, 21. yüzyıl felsefesi, entelektüel titizliği gerçek dünya sorunlarına uygulama konusunda önemli bir baskı altında, dinamik bir dönüşüm döneminden geçmektedir. Bu dönemdeki düşünceler, akımlar ve filozoflar, insan varoluşunun temel sorularını, çağdaş dünyanın karmaşık ve birbirine bağlı gerçeklikleri bağlamında yeniden ele almaktadır.

Metin, Gemini'ye bir dizi soru sorularak oluşturulmuştur.  Dilimizde henüz 21.yy. Felsefesi konusunda kapsamlı çalışmalar bulunmamaktadır. Sizlerin katkılarıyla Türkçe kaynakça oluşturabiliriz. B.Berksan

https://blogs.salleurl.edu/en/where-are-we-headed-philosophy-21st-century

https://uu.diva-portal.org/smash/get/diva2:1844031/FULLTEXT01.pdf

http://donovanschaefer.com/what-is-affect-theory/

https://en.wikipedia.org/wiki/Transhumanism

https://en.wikipedia.org/wiki/Philosophy_of_ecology


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder