Biyoetik: Genel Bir Giriş
Ahlak felsefesinin, tıp bilimi ve biyolojide yaşanan
gelişmeler ve bilimsel araştırmalar yoluyla elde edilen teknolojik ilerleme
sonucunda ortaya çıkan ahIaki sorunlarla uğraşan dalına verilen ad. Uygulamalı
etiğin bir kolu olarak biyoetik, ister doğrudan ister dolaylı olsun, insanın ya
da tüm canlıların geleceğini ilgilendiren konularla uğraşan biyoloji ile yaşam
bilimlerinden kaynaklanan ahlaki, toplumsal ve siyasal sorunları irdeler. Biyotik,
kamu yararını korumak adına, fizyolojik ihtiyaçlar karşısında insana özgü kültürel
istekleri göz önüne alarak ikisi arasında bir denge kurmaya çalışır. Bu anlamda
sözgelimi genetik mühendisliğine, kötüye kullanılma ya da öngörülemeyen
sonuçlara yol açma olasılığı taşımasından dolayı, kuşkuyla yaklaşır. Biyoetik,
temel ilgisi "insan yaşamı" olan tıp etiğinden, doğada var olan tüm
organizmaların yaşamını konu edinmesiyle ayrılır. Felsefe Sözlüğü, Bilim
ve Sanat yayınları
Biyoetik, yaşam bilimlerindeki ve tıp alanındaki gelişmelerin ortaya çıkardığı ahlaki sorunları inceleyen felsefe ve etik dalıdır. Bu, sadece filozofların değil, aynı zamanda hekimlerin, hukukçuların ve toplum bilimcilerin de ortaklaşa çalıştığı disiplinler arası bir alandır.
Biyoetik, modern bilim ve teknoloji çağında insanlığın karşı karşıya kaldığı temel ahlaki ikilemleri inceler.
Temel İlkeler
Biyoetik tartışmaları genellikle dört temel ilke üzerine
kurulur. Bu ilkeler, karmaşık vakaların ahlaki analizinde bir pusula görevi
görür:
- Özerklik
(Autonomy): Bireylerin kendi bedenleri ve tedavileri hakkında özgür ve
bilinçli kararlar alma hakkına saygı duyulması.
- İyilikseverlik
(Beneficence): Hastanın iyiliği için hareket etme ve ona fayda sağlama
yükümlülüğü.
- Zarar
Vermeme (Non-maleficence): Hastaya bilerek veya isteyerek zarar
vermeme yükümlülüğü. "Önce zarar verme" ilkesi bu alanda çok
önemlidir.
- Adalet
(Justice): Sağlık kaynaklarının ve tedavi yükünün toplum içinde adil
bir şekilde dağıtılması.
Tartışma Alanları
Biyoetik, birçok somut konuda etik tartışmaları tetikler:
- Genetik
mühendisliği ve klonlama
- Ötanazi
ve yaşam desteği kararları
- İnsan
deneyleri ve tıbbi araştırmalarda etik kurallar
- Organ
bağışı ve kaynak dağılımı
Bu konuları konuşurken daha önce değindiğimiz Posthümanizm
ve Biyoteknoloji kavramlarıyla da doğrudan bağlantı kurabileceğiz.
Biyoetik, tam da bu teknolojilerin getirdiği ahlaki ikilemleri anlamamızı
sağlar.
Biz burada, 21.yüzyılda tıp ve teknoloji alanındaki gelişmeler bağlamında konuya yaklaşacağız.
Biyoetik: 21. Yüzyılın Sınır Alanları
Bugünün biyoetik tartışmaları, tıp etiğinin geleneksel
alanlarının ötesine geçerek insanlığın doğasını ve geleceğini sorguluyor.
1. CRISPR ve Genetik Mühendisliği
CRISPR-Cas9 gibi gen düzenleme teknolojileri, genetik
hastalıkları tedavi etmenin ötesinde, insan özelliklerini (zeka, kas gücü vb.) geliştirme
potansiyeli sunuyor. Bu durum, "tasarım bebekler" (designer babies)
ve genetik eşitsizlik gibi ahlaki sorunları gündeme getiriyor. Bu, daha önce
konuştuğumuz transhümanizm ve posthümanizm kavramlarını somut bir
şekilde tartışmamızı sağlıyor.
2. Yapay Zekâ ve Tıp
Yapay zekânın teşhis koyma ve robotik cerrahi gibi alanlarda
kullanılması, sorumluluk ve hesap verebilirlik konularını karmaşıklaştırıyor.
Bir yapay zekâ hatalı bir teşhis koyduğunda veya bir robot ameliyatta hata
yaptığında, etik ve hukuki olarak kim sorumlu tutulacak? Bu durum, geleneksel zarar
vermeme ilkesini yeniden düşünmemizi gerektiriyor.
3. Nöroetik (Neuroethics)
Beyin-bilgisayar arayüzleri ve hafıza manipülasyonu gibi
nöro-teknolojiler, kişisel kimlik, özgür irade ve zihinsel gizlilik gibi temel
felsefi kavramları sorgulamamızı sağlıyor. Bir düşünceyi "okuyabilen"
veya duyguları doğrudan etkileyen bir teknoloji, özerklik ilkesini nasıl
etkiler?
4. Küresel Sağlık Adaleti
COVID-19 pandemisi, aşı dağıtımı ve sağlık kaynaklarına
erişim gibi konularda adalet ilkesinin küresel ölçekte ne kadar kritik
olduğunu gösterdi. Sağlık hizmetlerine erişimin bir hak mı yoksa bir lüks mü
olduğu sorusu, sosyal adalet ve yeniden dağıtım gibi kavramlarla
doğrudan ilişkilidir.
1. CRISPR ve Genetik Mühendisliği
CRISPR ve genetik mühendisliği, teorik biyoetik
tartışmalarını somut ve acil birer problem haline getiriyor. Bu teknolojiler,
canlıların DNA'sını kesip yapıştırmamıza olanak tanıyan bir tür genetik makas
görevi görüyor.
Bu gücün kullanımı, felsefi açıdan birçok ikilem yaratıyor.
CRISPR ve Biyoetik İkilemler
1. Tedavi mi, Geliştirme mi?
Bu, CRISPR'ın en temel ahlaki sorusudur. Bir genetik
hastalığı (örneğin kistik fibrozis) tedavi etmek için CRISPR kullanmak, genel
olarak ahlaki açıdan kabul edilebilir görülür. Ancak bir insanı daha uzun, daha
zeki veya daha kaslı hale getirmek için genlerini değiştirmek (geliştirme),
etik açıdan son derece tartışmalıdır. Sınırın nerede başladığı ise belirsizdir.
Bir hastalığı önlemek için bir geni değiştirmek mi, yoksa bir insanı "daha
iyi" hale getirmek için değiştirmek mi? Bu ayrım, transhümanizm ve posthümanizm
tartışmalarının doğrudan pratik bir yansımasıdır.
2. Somatik Hücreler mi, Germline Hücreler mi?
Bu ayrım, ahlaki sonuçlar açısından kritik öneme sahiptir.
- Somatik
Hücreler: Vücudun üreme dışı hücreleridir (beyin, kas vb.). Bu
hücrelerde yapılan genetik değişiklikler sadece o kişiyi etkiler ve
sonraki nesillere aktarılmaz.
- Germline
(Eşey Hattı) Hücreleri: Üreme hücreleridir (sperm ve yumurta). Bu
hücrelerde yapılan değişiklikler kalıcıdır ve gelecekteki tüm nesillere
aktarılır. Gelecek nesillerin rızası olmadan onların genetik kodlarını
değiştirmek, ahlaki olarak kabul edilemez bir durum olarak görülür.
3. Genetik Eşitsizlik ve Adalet
CRISPR gibi teknolojiler lüks ve pahalı hizmetler olarak
kalırsa, bu durum yeni bir sosyal eşitsizlik biçimine yol açabilir.
Zenginlerin genetik olarak "geliştirilmiş" çocuklara sahip olduğu,
fakirlerin ise genetik olarak "sıradan" kaldığı bir dünya, sınıf
farklılıklarını biyolojik bir ayrımcılığa dönüştürebilir. Bu durum, sosyal
adalet kavramını biyolojinin alanına taşıyor ve Nancy Fraser'ın
adalet tartışmalarına yeni bir boyut ekliyor.
YZ ve Tıp Alanında Etik İkilemler
1. Sorumluluk ve Hesap Verebilirlik
Bir YZ algoritmasının hatalı teşhis koyması veya bir robotik
cerrahın hata yapması durumunda kimin sorumlu olacağı sorusu, tıp etiğini
kökten sarsıyor. Geleneksel olarak, hastaya karşı bir hata yapıldığında
sorumluluk hekimdedir. Ancak bu yeni durumda sorumluluk, YZ'yi geliştiren
mühendisler, onu kullanan hekim ya da sistemi onaylayan hastane arasında mı
paylaştırılmalıdır? Bu durum, zarar vermeme ilkesinin geleneksel
çerçevesini aşar.
2. Algoritmik Önyargı ve Adalet
Yapay zekâ sistemleri, eğitildikleri veri kümelerindeki
önyargıları yansıtır. Eğer bir YZ, ağırlıklı olarak belirli bir demografik
gruptan (örneğin beyaz erkekler) toplanan verilerle eğitilirse, farklı etnik
veya cinsiyet gruplarından hastalar için hatalı veya yetersiz teşhisler
koyabilir. Bu, mevcut sosyal adalet ve sağlık eşitsizliklerini daha da
derinleştirme potansiyeli taşır. Nancy Fraser'ın adalet kavramını,
sağlık alanında veri eşitsizliği bağlamında yeniden ele almamız gerekebilir.
3. İnsani Dokunuş ve Empati
Bir YZ'nin ne kadar etkili olursa olsun, tıp alanının temel
unsurlarından olan empati, merhamet ve sezgisel yargılama yeteneğine sahip olup
olamayacağı tartışmalıdır. Hubert Dreyfus'un yapay zekâ eleştirisinde
işaret ettiği gibi, insan deneyiminin "bedenlenmiş" ve
"sezgisel" doğası, sadece algoritmalarla yakalanabilir mi? Bir
hastanın moralini yükseltmek veya zor bir kararda ona eşlik etmek gibi
eylemler, YZ'nin yetki alanına girer mi?
Nöroetik (Neuroethics)
Beyin-bilgisayar arayüzleri ve hafıza manipülasyonu gibi
nöro-teknolojiler, kişisel kimlik, özgür irade ve zihinsel gizlilik gibi temel
felsefi kavramları sorgulamamızı sağlıyor. Bir düşünceyi "okuyabilen"
veya duyguları doğrudan etkileyen bir teknoloji, özerklik ilkesini nasıl
etkiler?
Nöroetik, biyoetiğin en yeni ve en zorlayıcı alt
alanlarından biridir. Beyin-bilgisayar arayüzleri, derin beyin stimülasyonu
(DBS) veya hafıza manipülasyonu gibi teknolojiler, felsefenin en temel
sorularını, yani kimlik, bilinç ve özgür iradeyi somut bir şekilde
sorgulamamızı sağlıyor.
Nöroetik: Zihnin Sınırları ve Ahlaki İkilemler
1. Kişisel Kimlik ve Özgür İrade
Beyne yerleştirilen çipler veya duygudurum bozukluklarını
tedavi eden DBS teknolojileri, bir kişinin temel karakterini, tercihlerini ve
hatta ahlaki yargılarını değiştirebilir. Bu durum, "Ben kimim?"
sorusunu yeniden gündeme getiriyor. Eğer bir kişinin karakteri teknolojik bir
müdahale sonucunda değişiyorsa, o kişi hâlâ eski kişiliği midir? Yoksa
teknoloji, onun kimliğini mi yeniden inşa etmiştir? Bu, özerkliği, bir kişinin
kendi benliğinin kontrolüne sahip olma yeteneğini temelden sarsar.
2. Zihinsel Gizlilik ve Onay
"Düşünce okuma" teknolojileri fütüristik bir fikir
olmaktan çıkıp, rüyaları veya temel düşünceleri algılayabilen cihazlar
sayesinde yavaş yavaş gerçekliğe dönüşüyor. Bu durum, zihinsel gizliliğin temel
bir hak olarak korunması ihtiyacını ortaya çıkarır. Eğer düşüncelerimiz ve
duygularımız artık tamamen bize ait değilse, tam olarak "kendimiz"
olabilir miyiz? Bu, özerklik ilkesinin en mahrem alanına, yani zihninize
yönelik bir tehdittir ve yasal olarak neyin korunması gerektiği konusunda ciddi
sorular doğurur.
3. Zihinsel Geliştirme ve Adalet
CRISPR gibi, nöro-teknolojiler de "geliştirme" potansiyeli taşır. Hafızayı güçlendiren, dikkati artıran veya öğrenmeyi hızlandıran teknolojiler, bir "bilişsel uçurum" yaratabilir. Bu teknolojilere erişimi olanlar ile olmayanlar arasında, zihinsel kapasiteye dayalı yeni bir toplumsal sınıflandırma ortaya çıkabilir. Bu durum, adalet ve sosyal adalet ilkelerini, genetik eşitsizlikten sonra zihinsel eşitsizlik bağlamında yeniden ele almamızı gerektirir.
Küresel Sağlık Adaleti
Küresel sağlık adaleti, bir toplum veya bir ulusla
sınırlı kalmayıp, sağlık hizmetleri, tıbbi kaynaklar ve hastalıkların yükünün
dünya genelinde adil bir şekilde dağıtılmasıyla ilgili ahlaki ve felsefi
sorunları inceleyen bir alandır.
Bu alan, geleneksel biyoetiğin "hasta-hekim
ilişkisi" odağından ayrılarak, sağlık adaleti sorularını ulusötesi bir
çerçeveye oturtur.
Temel Felsefi Sorunlar
- Evrensel
Bir Hak Olarak Sağlık: Sağlık, temel bir insan hakkı mıdır? Eğer
öyleyse, bu hak, tüm insanların, yaşadıkları coğrafyadan bağımsız olarak
asgari bir sağlık hizmetine erişimini garanti altına almak için zengin
uluslara veya uluslararası kurumlara ahlaki bir yükümlülük yükler mi?
- Adalet
ve Eşitlik: Pandemiler (örneğin COVID-19) bu sorunu görünür kılmıştır.
Zengin ülkelerin aşı stoklaması ve yoksul ülkelerin aşıya erişiminin
kısıtlı olması, adalet ilkesini küresel boyutta test etmiştir. Bu
durum, kaynakların yeniden dağıtımı ve bu dağıtımın ahlaki temelleri
üzerine derin sorular ortaya çıkarır.
- Kesişimsellik
(Intersectionality): Küresel sağlık adaletsizlikleri nadiren tek bir
nedene dayanır. Bu adaletsizlikler, yoksulluk, etnik köken, toplumsal
cinsiyet ve postkolonyal düşünce alanındaki tarihsel güç
dinamikleri gibi faktörlerle iç içe geçmiştir. Sağlık hizmetlerine eşitsiz
erişim, genellikle sömürgecilik sonrası ilişkilerin bir sonucudur.
- Hak
ve Yükümlülük: Bireylerin veya ulusların, kendi sağlıkları için bir
yükümlülüğü var mıdır? Veya uluslararası toplumun, dünyanın en yoksul
bölgelerindeki insanların sağlığını korumak için bir ahlaki görevi var
mıdır?
Bu konular, Nancy Fraser'ın yeniden dağıtım ve
tanınma adaletine dair fikirlerinin küresel sağlık bağlamında nasıl bir
anlam kazandığını anlamamızı sağlar. Bu alandaki adaletsizlik hem ekonomik
kaynakların eşitsiz dağılımıyla hem de bazı toplumların sağlık ihtiyaçlarının
göz ardı edilmesiyle ilgilidir.
Küresel sağlık adaleti felsefesinden doğan etik ilkelerin,
ulusal ve uluslararası düzeyde yaptırım gücü olabilecek belgelere
dönüştürülmesine yönelik ciddi çabalar var. Ancak bu ilkelerin uygulanması,
uluslararası siyasetin karmaşıklığı nedeniyle büyük zorluklar içeriyor.
İşte bu alandaki somut girişimlere birkaç örnek:
Uluslararası Etik ve Hukuk Girişimleri
- Dünya
Sağlık Örgütü (WHO): WHO, özellikle pandemiler sırasında aşıların,
ilaçların ve tıbbi ekipmanların adil dağıtımını sağlamak için etik
kılavuzlar ve politikalar geliştiriyor. COVID-19 pandemisindeki COVAX
programı, aşıların küresel çapta eşit dağıtılmasına yönelik somut bir
girişimdi. Bu program, kaynakların adalet ilkesine göre
dağıtılmasına yönelik bir çaba olarak görülebilir.
- Helsinki
Bildirgesi: Dünya Tabipler Birliği tarafından hazırlanan bu bildirge,
insan denekler üzerinde yapılan tıbbi araştırmaların etik ilkelerini
belirler. Her ne kadar doğrudan yasal bir yaptırımı olmasa da,
uluslararası tıp etiğinin en temel referans metinlerinden biri haline
gelmiştir. Bu bildirge, zarar vermeme ve özerklik ilkelerini
küresel ölçekte korumayı amaçlar.
- Birleşmiş
Milletler (BM): BM’nin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan
"sağlık hakkı" maddesi, sağlık hizmetlerine erişimin bir insan
hakkı olduğunu vurgular. Bu madde, devletlere vatandaşlarının sağlığını
koruma yükümlülüğü getirir ve uluslararası alanda ahlaki bir baskı
oluşturur.
Bu girişimler, küresel sağlık alanındaki adaletsizlikleri
gidermek için felsefi ilkelerden yasal ve kurumsal mekanizmalara geçişin somut
örnekleridir. Ancak bu belgelerin yaptırım gücü, uluslararası alandaki siyasi
iradeye ve devletlerin işbirliğine bağlı kalmaktadır.
Helsinki Bildirgesi: İnsan Deneylerinin Etik Rehberi
Dünya Tabipler Birliği (WMA) tarafından 1964 yılında
hazırlanan Helsinki Bildirgesi, insan denekler üzerinde yapılan tıbbi
araştırmaların etik ilkelerini belirleyen bir dizi uluslararası kuraldır.
Bildirge, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi doktorlarının yaptığı etik dışı
insan deneylerine bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır.
Temel İlkeleri
Bildirgenin ana hedefi, tıbbi araştırmalarda deneklerin
refahını ve haklarını korumaktır. Bu amacını şu temel ilkelerle gerçekleştirir:
- Bilgilendirilmiş
Onay (Informed Consent): Bir kişinin tıbbi bir araştırmaya katılması
için, araştırmanın amacı, riskleri ve potansiyel faydaları hakkında tam
olarak bilgilendirilmesi ve tamamen gönüllü olarak rıza vermesi şarttır.
Bu ilke, özerklik kavramının bir hasta bağlamındaki en somut
uygulamasıdır.
- Bağımsız
Denetim: Tüm tıbbi araştırma projelerinin, bağımsız bir etik kurul
tarafından onaylanması ve denetlenmesi zorunludur. Bu, araştırmacıların
kendi çıkarları veya amaçları doğrultusunda hareket etmesini engellemek
için hayati bir adımdır.
- Fayda/Risk
Dengesi: Araştırmanın potansiyel faydaları, denekler için yaratacağı
risklerden daima daha ağır basmalıdır. Bu ilke, iyilikseverlik ve zarar
vermeme ilkelerinin birleşimidir.
- Bilimsel
Değer: Bir araştırmanın etik olarak kabul edilebilir olması için,
bilimsel olarak anlamlı ve geçerli olması gerekir. Gereksiz araştırmalar,
denekleri gereksiz risklere soktuğu için etik dışı sayılır.
Önemi ve Sınırlılıkları
Helsinki Bildirgesi'nin en büyük önemi, uluslararası tıp
etiği için bir standart belirlemiş olmasıdır. Dünyadaki çoğu tıp dergisi, bir
makalenin yayımlanması için araştırmanın bu ilkelere uygun olarak yürütülmesini
şart koşar.
Ancak, bildirge yasal olarak bağlayıcı bir anlaşma değildir.
Uygulanması, büyük ölçüde ulusal yasalar, etik kurullar ve tıp camiasının kendi
mesleki sorumluluklarına bağlıdır.
Bu ilke ve sınırlılıklar, küresel sağlık adaleti
tartışmasında da kritik bir rol oynar. Örneğin, bu ilkelerin, araştırmaların
daha az gelişmiş ülkelerde yürütüldüğü durumlarda nasıl uygulanacağı ayrı bir
tartışma konusudur.
Beyin-bilgisayar arayüzleri sınırlayıcı düzenlemeler var mı?
Bu, nöroetiğin en acil ve en zorlu konularından biridir.
Yasal ve düzenleyici çerçeve, teknolojinin hızına yetişmekte zorlanıyor.
Şu anda, beyin-bilgisayar arayüzlerine (BCI) yönelik özel
bir uluslararası yasa veya kapsamlı bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Ancak
bu teknolojiler, mevcut düzenlemeler ve geliştirilmekte olan yeni etik ilkeler
kapsamında değerlendiriliyor.
Mevcut Durum ve Düzenleyici Çerçeveler
- Tıbbi
Cihaz Olarak Düzenleme: Çoğu BCI cihazı, özellikle tedavi amaçlı
olanlar, tıbbi cihazlar olarak sınıflandırılır. Bu, Amerika
Birleşik Devletleri'nde Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Avrupa Birliği'nde
Avrupa İlaç Ajansı (EMA) gibi kurumların güvenlik ve etkinlik
standartlarına tabi oldukları anlamına gelir. Ancak bu düzenlemeler,
zihinsel gizlilik veya kimlik gibi felsefi sorunlara doğrudan bir çözüm
sunmaz.
- Veri
Koruma Yasaları: Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) gibi mevcut
yasalar, toplanan "nöro-verilerin" korunması için bir zemin
oluşturabilir. Ancak bu yasaların, bir bireyin düşüncelerini veya
duygularını doğrudan etkileyebilecek teknolojilere ne kadar uygulanabileceği
belirsizliğini korumaktadır.
- Etik
Rehberler ve "Yumuşak Hukuk": Yasal boşluğu doldurmak için,
UNESCO, OECD ve diğer uluslararası kuruluşlar, BCI teknolojilerinin etik
kullanımıyla ilgili tavsiye ve rehberler hazırlıyor. Bu metinler yasal
olarak bağlayıcı olmasa da, devletler ve şirketler için önemli bir ahlaki
çerçeve sağlar.
Özetle, evet, BCI'lara yönelik sınırlayıcı düzenlemeler var,
ancak bunlar genellikle mevcut tıbbi veya veri koruma yasalarının
uzantılarıdır. Teknoloji, özellikle zihinsel gizlilik, bilişsel
özgürlük ve kimlik gibi yeni sorunlar yarattığı için, bu alana özgü
kapsamlı bir "nöro-hukuk"un geliştirilmesi gerekmektedir.
Sorumluluk Etiği: Yeni Bir Yaklaşım
Teknolojinin kontrolünün zor olduğu bu ortamda, klasik etik
ilkeler yetersiz kalır. Bu durum, Hans Jonas gibi düşünürlerin
geliştirdiği Sorumluluk Etiği gibi yeni yaklaşımları zorunlu kılar.
Jonas, teknolojik gücümüzün artmasıyla birlikte, gelecek nesillere ve gezegenin
kendisine karşı daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir ahlaki sorumluluk
taşıdığımızı savunur. Bu sorumluluk, neyi "yapabileceğimizi" değil,
neyi "yapmamamız" gerektiğini sormamızı gerektirir.
Özetle, teknolojinin bu kontrol edilemez evrimi, "insan
olmanın" tanımını sorgulamanın yanı sıra, "insan olarak ne
yapmalıyız?" sorusuna da yeni bir çerçeve getiriyor.
Hans Jonas: Sorumluluğun Buyruğu
Alman-Amerikalı filozof Hans Jonas, modern
teknolojinin, insanlığın varlığını tehlikeye atabilecek ölçekte bir güç
kazandığına dair bir endişeyle yola çıktı. Ona göre, geleneksel etik
anlayışlarımız, sadece karşılıklı insan ilişkilerini kapsıyordu ve nükleer
silahlar, genetik mühendisliği gibi büyük ölçekli ve geri dönüşü olmayan
sonuçları olan teknolojiler için yetersizdi.
Jonas, bu yeni duruma yanıt olarak **"Sorumluluk
Etiği"**ni geliştirdi.
- Temel
Fikir: Klasik etik, mevcut kuşak arasındaki eylemlere odaklanırken,
Jonas'ın sorumluluk etiği gelecek nesillerin varlığını ve gezegenin
bütünlüğünü korumayı temel bir ahlaki zorunluluk olarak görür. O,
Kant'ın meşhur kategorik imperatifini şu şekilde yeniden formüle etmiştir:
"Öyle eyle ki, eylemlerinin sonuçları yeryüzündeki gerçek insan
yaşamıyla uyum içinde olsun."
- "Gelecek
Kriteri": Jonas, teknolojik eylemlerimizin kısa vadeli
faydalarını değil, uzun vadede yaratacağı riskleri ve belirsizlikleri
hesaba katmamız gerektiğini savunur. Bilmediğimiz sonuçlar karşısında bile
ihtiyatlı ve sorumlu davranmalıyız.
Jonas'ın sorumluluk etiği, daha önce tartıştığımız Biyoteknoloji,
Nöroetik ve Antroposen Çağı gibi konular için felsefi bir temel
sunar. Teknolojik gücümüz, insan türünün geleceğine yönelik bir sorumluluk
yükler.
📚 Türkçeye Çevrilmiş Temel Eserler
Habermas, J. (2005). İnsan Doğasının Geleceği: Biyoteknolojinin Etik Anlamı Üzerine (Çev. T. Birkan). İstanbul: Metis Yayınları. → Genetik müdahale ve insan doğasının etik sınırları üzerine felsefi bir tartışma.
Beauchamp, T.L. & Childress, J.F. (2017). Biyomedikal Etik Prensipleri (7. Baskı, Çev. M. Kemal Temel). İstanbul: BETİM Yayınları. → Biyoetikte dört temel ilke: özerklik, zarar vermeme, yarar sağlama ve adalet.
Pieper, A. (1999). Etiğe Giriş (Çev. A. Arslan). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. → Uygulamalı etik alanlarına giriş; biyoetik tartışmaları için kuramsal zemin.
🧠 Akademik Makaleler ve Derlemeler
Yıldız, A., Kaya, R., Şahinoğlu, S. (2021). “Biyoetik Teriminin Ortaya Çıkışı ve Türkiye’deki Yansımaları.” Lokman Hekim Dergisi, 11(2), 249–257. → Biyoetik kavramının tarihsel gelişimi ve Türkiye’deki kurumsallaşma süreci.
Büken, N.Ö. (2008). “Yaşlılık Etiği.” Türk Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Araştırmaları Yıllığı, 1(1), 205–218. → Geriatrik etik bağlamında biyoetik ilkelerin değerlendirilmesi.
Oğuz, N.Y., Tepe, H., Büken, N.Ö., Kucur, D. (2005). Biyoetik Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. → Kavramsal açıklamalar ve terminolojik çerçeve.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder