K

Katharsis  (Yun)

Sözcük anlamıyla “arınma” ya da “temizlenme”ye karşılık gelen katharsis terimi, ilkçağ Yunan felsefesinde ruhun tutkulardan, özellikle de yıkıcı tutkulardan arınması anlamında kullanılmıştır.

Felsefe tarihi boyunca, dinsel ve sağaltıcı içermeleri de olan katharsis terimi olumlu ya da olumsuz anlamlar yüklenerek  inişli çıkışlı işlevler üstlenmiştir. Sözgelimi Pythagorasçıların katharsis’i, müzik aracılığıyla ruhun günahlardan arınması bağlamında güçlü dinsel yananlamlar barındırır.

Katharsis’in çağdaş estetik kuramlarını da etkilemiş olan, sanat yoluyla duyguların  boşalması, kişinin estetik deneyimler aracılığıyla olumsuz duygularından arınması anlamındaki kullanımı Aristoteles’e dayanmaktadır

 Aristoteles’in Poetika’sının ana kavramlarından biri olan katharsis, trajik şiirin; tragedya’nın amacı diye sunulur: “Tragedyanın ödevi, acıma ve korku duyguları uyandırıp ruhu tutkulardan temizlemektir.” (Poetika, 6.Bölüm, l449b- 1450a). Sanatın görevinin yalnızca estetik bir haz üretmek değil, daha çok ahlaki bir duruluk yaratmak olduğunu savunan Aristoteles’e göre, sanatın değeri seyirden kaynaklanan estetik bir hoşnutluktan çok, ahlaki açıdan arınmada kendini açığa vurur.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

 Kavramcılık

[İng. conseptualism, Fr. conseptualisme,  Alm. konzeptualismus; es. t. Mefhûmiyet]

Tümellerin gerçek anlamda bir varlıkları olmadığını ve tümellerin yerine getirdikleri varsayılan sınıflandırma işlevinin gerçekte zihindeki kavramlar tarafından gerçekleştirilmekte olduğunu savlayan; ana öğretisi “ tümeller zihinde varolan kavramlardan, bilinç tasarımlarından ibarettir” biçiminde özetlenebilecek felsefe öğretisi.

 Bu tanımıyla “gerçekçilik”ten kesin bir biçimde ayrıldığını daha ilk elde ortaya koyan ‘‘kavramcılık” tümelin yalnızca bir ad olmadığını, düşüncenin temel doğasını belirten bir zihin kavrayışı olduğunu savunmasıyla kavramların gerçekliğini bütünüyle yadsıyan, kullandığımız sözcüklerin, yaptığımız tanımların, kendileri aracılığıyla düşündüğümüz tasarımların hatta konuştuğumuz dilin gerçekliğin herhangi bir yönüyle ilintili olmayıp bütünüyle “anlamsız” olduğunu öne süren “adcı” öğretiye de karşıt bir konum oluşturur.

 Adcılarla tümellerin kendi başına bir varlıkları olmadığı konusunda aynı doğrultuda düşünen kavramcılar, buna karşı tümellerin ya da genel kavramların salt ağızdan çıkan birtakım boş sesler olduklarına yönelik genel adcı görüşe karşı çıkarak bunların “anlamlı sesler” olduklarına, “ağız’ da değil “zihin” de olduklarını vurgulamak için tümelleri üniversale in voce yerine üniversale in mente diye adlandırırlar.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

 Kendinde/kendisi için

Kendinde, bir şeyin ya da bir nesnenin bilinçten ya da bilinişinden bağımsız olarak gerçeklikteki durumuna, bir şeyin başka bir şeyle ilişkisi olmadan kendi başına, kendi içinde, kendi özvarlığının sınırları içinde ne olduğuna karşılık gelirken; kendisi için, bir şeyin ya da bir nesnenin bilen bir özneyle, bir bilinçle ilişkisi içinde ne olduğuna karşılık gelmektedir. XX. yüzyıl felsefesinde bu kavram ikilisi daha çok doğası gereği özgür, nedensellik yasalarıyla sınırlandırılmamış olan “kendisi için varlık” diye adlandırılan bilinçli özne ile bir nesne olarak belirlenmeye tabi olan ve ancak “kendisi için varolabilen şey” (“kendinde varlık’) arasındaki karşıtlığı nitelemek için kullanılmıştır.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

 Kendinde şey [ İng. tihng in itself, Fr. chose in soi, Alm. Ding an sich, es.t. bizatihi şey]

Bilen özneden bağımsız olarak varolan, görüngülerin temelinde bulunan ama deney ötesinde olduğu için bilgisine ulaşamadığımız şey. Kant dış dünyaya ilişkin yerlerin duyarlığın biçimlerinden ve anlığın kategorilerinden geçerek onların şeklini alıp onlar tarafından düzene sokulduklarını ileri sürer. Duyarlığın biçimleri ve anlığın kategorileri insanın zihninde bulunan şeylerdir. Dış dünyadan gelen veriler bu biçimler ve kategoriler aracılığıyla işlendiğinden dış dünyayı kendi nasılsa öyle bilmemiz olanaksızdır. Yani Kant’a göre nesneleri göründükleri biçimleriyle bilebiliriz, kendilerinde bilemeyiz; görüngüleri bilebiliriz ama bunların altındaki kendinde şeyi, noumenon’u bilemeyiz. Kant kendinde şeyleri bilemesek ya da sezinleyemesek de görüngüyü açıklayabilmek için bunları koyutlamamız gerektiğini öne sürer.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları


Kosmos (Yun.)

<p align="justify">  Sözcük olarak bezeme, süsleme, donatma anlamına gelen kosmos,  ilkçağ Yunan felsefesinde “evren” (acun), “evrenin düzeni”, özellikle de fiziksel ya da görünür dünyanın uyumlu birliği anlamında kullanılmıştır.

Evrenin bir kosmos olarak görülmesi geleneği ilkin Pythagoras’la başlar; ancak bir düzen olarak tasarlanması Anaksimandros ile Anaksimenes’in fragmanlarına kadar uzanır. Kosmos’un anlam bazında geçirdiği evrimin izini sürmek güç olsa da, gürünen o ki, geçirdiği aşamalar “düzen”; “bu evrenin düzeni” ve “düzen olarak evren” yönünde olmuştur. Her ne kadar, insanın evrenin mikrokozmos’u olduğu görüşü ilk olarak Demokritos tarafından ortaya atılmışsa da kosmos’un evrenle özdeşleştirilmesi Empedokles’in zamanında gerçekleşmiştir.

Gelgelelim dört başı mamur, temellendirilmiş bir kosmos öğretisi Pythagorasçıların eliyle oluşturulmuştur: evren bir kosmos’tur çünkü tüm şeylerin arkhe’si olan sayıya (arithmos) yaslanan matematiksel oranlara (harmonia) indirgenebilir (Aristoteles, Metafizik, 985b). Yine, tıpkı Demokritos gibi, Pythagorasçılarda “makrokozmos/mikrokozmos” bölümlemesini kullanıp ruhtaki “kozmik uyum”dan dem vurarak kosmos’u etik alanına taşımışlardır. Herakleitos ise tüm bu filozoflardan bir adım öteye geçerek kosmos’u, yani “kozmik düzen”i, “yasa”yla (nomos) özdeşleştirip Doğa Yasası anlayışını başlatmıştır.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

 Kurgusal (kurgul) felsefe

En genel anlamda öğretilerinde somut olana değil de soyut olana; pratiğe değil de kuramsal olana; eyleme değil de eylem üzerine düşünmeye; deney ile deneyime değil de deney(im)sel olmayana ağırlık veren felsefe anlayışı. Nesnel gerçekliğe hemen hiç aldırmaksızın zihinsel kurgularla yol alan felsefe yapma yordamı; doğrulamaya, tanımlamaya, temellendirmeye, dolayısıyla da tanımlanmaya gelmeyen felsefece düşünme (ya da kimilerince “düşünememe” düzlemi.


Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder