Y

Yönelmişlik

Alm. Intentionalittit]
[Fr. intentionalite]:


Bilincin bir konuya yönelişini, bir şeyle ilişki kurmasını dile getiren görüngübilim terimi. //

Brentano'nun skolastik felsefeden alıp kullandığı bu terimi sonradan Husserl geliştirmiştir. "Duyuyorum.", "Düşünüyorum.", "Seviyorum." gibi bilinç edimlerini dile getiren sözlerin bir anlam kazanması için bu yaşantıların bir şeye bağlanması, bir şeyle ilişki kurması gerekir: "Bir şeyi seviyorum.","Bir şeyi düşünüyorum." vb. Burada önemli olan, bilinç edimi ile bilinç konusu arasındaki ilişkidir. Fizik alanda bir yönelmişlik yoktur; bir kaya parçası bir şeyle bağlantı kurmadan kendi içinde varlığını sürdürür. Yönelimsel yaşantılar ise ruhsal olaylardır. Bilinç olaylarıdır.

---------------------------------------------
Alman felsefeci ve ruhbilimci Franz Brentano tarafından ortaya atılıp öğrencisi Husserl’in ondan devralarak kendi kurduğu “görüngübilim”in temeline yerleştirdiği kavram,zihinin zihinsel bir görüngünün özünü bina ettiği görüngübilimsel eylem; zihnin kendisini şeylere yöneltme yetisi.



Düşünceler, inançlar, arzular, umutlar ve benzeri zihinsel durumlar daima bir şeye yönelik olmaları anlamında yönelmişlik gösterirler; umuyor, inanıyor ya da arzuluyorsak bir şeyi ummamız, arzulamamız ya da bir şeye inanmamız gerekir. Bu nedenle bu tür zihinsel durumlar “yönelimsel” (intentional) olarak tanımlanırlar.

Yönelmişlik teriminin kökenleri ortaçağın skolastik felsefesine dayanır. Farabi ile lbn Sina gibi İslam düşünürlerinin Aristoteles mantığı üzerine yaptığı yorumları izleyen ortaçağ felsefecileri düşüncenin bir bilgi nesnesine yönelmesi anlamında aldıkları “yönelim”i (intention; Lat. intentio) “birincil” ve “ikincil” olarak ayırarak, birinci yönelimleri zihnin dışındaki nesneler ve bu nesnelerin özelliklerine ilişkin kavramlar, ikincil yönelimleri ise diğer yönelimlerle ilgili kavramlar diye tanımlamışlardır. Dolayısıyla, özellikle skolastik felsefenin adcılarla gerçekçiler arasında geçen ünlü “tümeller tartışması” göz önüne alındığında, sözgelimi, tikel “keçi” kavramı doğrudan tek tek keçilerle ilişkili olduğundan birincil bir yönelimken, keçi türünü belirten tümel “keçi” kavramı öncelikle bizim  birincil yönelimle ilişkili olduğundan ikincil bir yönelimdir.
Roger Bacon, Thomas Aquinas ve Duns Scotus dahil olmak üzere önde gelen birçok ortaçağ felsefecisi bu ayrımdan yola çıkarak ikincil yönelimleri mantığın konusu olarak belirleyip yönelimlerin ilgili oldukları şeylerle nasıl ilişkili olduklarına ilişkin ayrıntılı kuramlar geliştirmişlerse de Rönesans ve modern felsefe dönemi boyunca bu kuranılar pek rağbet görmemiştir.
Kuşkusuz deneyci ve usçu felsefeciler de düşüncenin nesnesiyle girdiği ilişkinin doğasını tartışmış ama bu tartışmalar yönelmişlik terimcesi içinde gerçekleştirilmemiştir.Bu terimce ancak 1874’re Franz Brentano tarafından (Deneysel Bakış Açısından Ruhbilim) başlıklı yapıtla yeniden gündeme gelmiştir.
Brentano’nun bu yapıtında ortaya koyduğu, zihnin beli bir nesneye yönelmiş olması için o nesnenin gerçekte varolmasının gerekmediği düşüncesi üzerine kurulu “yönelimsel varolmama” kuramının iki boyutu vardır.
Birincisi, varlıkbilgisel boyutu, düşüncenin yöneldiği nesnelerin doğasına ilişkindir.
İkincisi, ruhbilimsel boyutu, bir nesneye yönelmişliğin zihinsel ya da ruhbilimsel olanı fiziksel olandan ayırdığını içerimler.
Kuramın varlıkbilgisel boyutu varolmayan nesnelere yönelik düşüncelere, inançları., arzuları amaçları ya da diğer yönelimsel tutumları nasıl sahip olunduğu üzerinde yoğunlaşır. Olmayan bir tek boynuzlu at düşünmekle hiçbir şey düşünmemek arasında elbette bir farklılık söz konusudur; birinci durumda düşünce yönelimsel olarak bir nesneyle ilişkiliyken, ikincisinde değildir.
Öyleyse bu nesnenin varlıkbilgisel konumu nedir? Brentano bu soruya ancak kuramının ruhbilimsel boyutuna gönderme yaparak yanıt verir. Buna göre, zihinsel görüngülerin bu biçimde bir yönelmişliğe konu olmaları (“yönelimsel var olmama”), ortaçağ filozoflarının deyimiyle “doğada” (esse naturale) değil de “yönelimsel olarak” (can intentionale) varolmaları, onları fiziksel görüngülerden ayırt eden temel nitelikleridir. Burada altı çizilmesi gereken en önemli nokta, Brentano’nun fiziksel görüngüler ile fiziksel nesneleri ifade etmediğidir. Brentano’ya göre görüngü zihne verdi olandır; Brentano’nun yaptığı ayrım da dünyadaki kendilikler değil bilincin verilen arasındadır Bu veriler arasında yönelmişlik gösterenler zihinsel görüngü, göstermeyenler fiziksel görüngüdür. Başka bir deyişle, zihinsel görüngü bir nesneyi yönelimsel olarak kendinde içeren görüngüdür. Brentano’va göre bu kendine özgü nitelikleri dolayısıyla zihinsel görüngülerin fiziksel görüngülere indirgenmesi olanaksızdır.
Brentano’nun yönelmişlik anlayışı öğrencisi Edmund Husserl tarafından geliştirilerek XX yüzyılın görüngübilimsel düşünce hareketini doğrudan etkilemiştir. Nitekim Husserl’in düşüncelerine büyük değer verdiği hocası Brentano’nun felsefesindeki boşlukları doldurmak için oluşturmaya koyulduğu “görüngübilim”in ana sorununu “yönelmişlik” konusu oluşturur.
Bu anlamda Husserl’in görüngübilim adına ortaya koyduğu çabaların tümü yönelmişlik düşüncesinin açıklığa kavuşturulması içindir denilebilir. Aslına bakılırsa Husserlci görüngübilim anlayışına Brentano’nun ulaşamamış olmasının en temel nedeni, Brentano’nun “yönelmişlik” sorunsalının salt ruhbilim düzeyinde kalınarak çözülebileceğine karşı duyduğu inançtır. Gelgelelim Husserl aynı sorunsalı önce bilgikuramı düzlemine, oradan da aşkınsal bir düzleme taşıyarak de almış; “düşünen özne”nin yöneldiği görüngüler dünyasını temellendirmek amacıyla sorunsalı sorunsal olmaktan çıkarmıştır.
Husserl’in yönelmişlik konusunda ilk elde odaklandığı, Brentano’nun “Yönelmişliği bir şeyin bilinci olarak deneyimlenen yaşantıların kendine özgülüğü yoluyla anlarız” tümcesidir. Bu tümceden de görüleceği üzere, Brentano “bilincin yönelmişliği” ni belli bir nesneye yönelmişliği olarak tanımlamaktadır. Oysa ki bilincin yönelmişliğini yalnızca belli bir nesneye yönelmişlik olarak temellendirmek Husserl’e göre “yönelmişlik” kavramının anlaşılmamasının başlıca nedenidir.

Söz konusu soruna karşı Husserl’ in getirdiği çözüm, en iyi anlatımını “Bilinç her zaman ve her durumda hep belli bir şeyin bilincidir” ifadesinde bulmaktadır. Bu çerçevede Husserl’in “görüngübilim” yöntemiyle birlikte felsefenin “bilinç” kavramına bakışında derin bir kırılma yaşanmıştır. Nitekim bu sözüyle Husserl, bilincin doğası gereği taşımak durumunda olduğu yönelmişlik niteliğine dikkat çekerek, bilincine varılan ile bilincine varan arasındaki ilişkinin (klasik felsefenin diliyle “özne” ile “nesne” arasındaki ilişkinin) asla birinin diğerine indirgenmesi yoluyla kavranamayacağı gerçeğini dile getirmiş olmaktadır. Buna göre, kayıtsız koşulsuz yönelmişlik yoluyla kendisini açığa vuran bilinç, başta verili bir yeri olmayıp ancak bakanın baktığına etkin biçimde yönelmesiyle kurulan, yani inşa edilen bir kavrayıştır. Bu yüzden Husserl’in gözünde her bilinç öyle ya da böyle yönelinen belli bir nesnenin bilinci olduğu gibi, her yönelinen nesne de ona yönelen belli bir bilincin nesnesidir. Daha açık söylemek gerekirse, bilincin kendisi her zaman için kendi yönelmişliği için bir “nesne” görevi görmektedir.


Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder