İnsanın doğa ile kurduğu ilişki, 21. yüzyılın en temel varoluşsal sorunu hâline gelmiştir. Geleneksel felsefenin insanı merkeze alan ve doğayı pasif bir nesne olarak gören yaklaşımı, modern dünyanın yol açtığı ekolojik krizin derinliğini ve boyutlarını açıklamada yetersiz kalmaktadır. Bu durum, 21. yüzyıl düşünürlerini, çevreye dair köklü bir felsefi sorgulamaya yöneltmiştir.
Günümüz felsefesi, artık sadece çevresel sorunların
sonuçlarını değil, bu sorunların arkasındaki düşünsel ve ontolojik (varoluşsal)
nedenleri araştırmaktadır. Bu yeni bakış açısı, üç temel eksende
şekillenmektedir:
- Antroposen'in
Kabulü: İnsan faaliyetlerinin artık gezegenin jeolojik süreçlerini
etkilediği, yani insanın doğa üzerinde geri dönülmez bir güce sahip olduğu
gerçeği, felsefi bir sorgulama alanı oluşturmaktadır.
- İnsan-Merkezciliğin
Reddi: Doğayı bir kaynak veya bir arka plan olarak gören, insanın
diğer türler üzerindeki mutlak üstünlüğünü sorgulayan post-hümanist
(insan-ötesi) yaklaşımlar öne çıkmaktadır.
- Maddenin
Eyleyiciliği: Cansız kabul edilen maddenin, kendi başına aktif bir
güce sahip olduğu ve ekolojik süreçleri doğrudan etkilediği fikri, Yeni
Materyalizm ve Aktör-Ağ Teorisi gibi felsefelerle
tartışılmaktadır.
Sonuç olarak, 21. yüzyıl felsefesi, çevre duyarlılığını sadece bir ahlaki sorumluluk olarak görmekle kalmamakta, aynı zamanda bu krizin temelinde yatan varoluşsal sorulara yanıt aramaktadır. Bu yeni düşünce, sadece dünyayı anlamakla yetinmeyip, ona karşı nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğine dair yeni kavramsal araçlar sunmaktadır.