Kaynak: Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
En genel anlamda bütün bir varoluş gerçekliğinin doğasını her yönüyle açıklığa kavuşturmaya çalışan felsefe dalı.
|
Yerleşik felsefe dilindeki daha özel anlamlarıyla, en son anlamdaki gerçeklik ile varlığın neliğini ya da özünü araştıran;
|
evreni yöneten görünürdeki ilkelerin gerisinde yatan değişmez ilkeleri, yasaları, kesinlikleri soruşturan; şeylerin, nesnelerin, kendiliklerin varlıksal özlerini neyin ya da nelerin oluşturduğunu açığa çıkaran;
|
gerçekten varolan varlık türlerini tanımlayarak gerçekten varolmayan varlık türlerinden ayıran;
|
evrenin kaç türden ayrı varlık katmanından oluştuğunu çözümleyip bunların arasındaki ilişkileri temellendirerek açıklayan;
|
bir bütün olarak varlığın ya da gerçekliğin en temel dayanaklarına, yapıtaşlarına ve niteliklerine yönelik olarak kapsamlı bir açıklama sunmak amacıyla yürütülen dizgeli soruşturmalar bütünü;
|
hep en temelde yatanı araştırması nedeniyle herhangi bir dalı olmaktan çok felsefenin kökü olduğu düşünülen felsefe alanı.
|
Zihin, beden, Tanrı, uzam, zaman, nedensellik, dünya, özdeşlik, varlık gibi en temel felsefe kavramları ile kategorilerinin, ilke ve ilişkilerinin neliğini, özünü ya da doğasını açıklığa kavuşturmaya çalışan felsefece düşünmenin en temel biçimi.
|
Bütün bir varlık alanının açıklanmasına yönelik köklü bir araştırmaya karşılık gelen soruşturmalar bütünü;
|
sorulan sorular ile verilen yanıtlar, ortaya konan sorunlar ile getirilen çözümler kurulan dizgeler ile bunlara karşı kurulmuş dizgeler, yürütülen uslamlamalar ile bunlara karşı yürütülmüş uslamlamalar düzlemi.
|
Felsefenin, saltık gerçekliğin en temelinde yatan değişmez ana ilkelerini bütün yönleriyle araştıran, öteki felsefe dalları arasındaki en belirleyici bölümü.
|
Eski Yunanca’da “sonra”, “ötesi”, ‘ondan sonra gelen”, “peşinden gelen”, “izleyen” gibi anlamlar taşayan meta(ta) ile “fizik” ya da “doğa” anlamına gelen physika sözcüğünün meta ta phsika biçiminde birleştirilmesiyle oluşturulduktan sonra kısaltılmış haliyle felsefe sözdağarına yerleşen “metafazik” terimi, sözlük anlamıyla “fiziğin peşinden gelen”, “fizikten öte” ya da “fızikten sonra” gibi anlamlar taşımaktadır.
Metafiziği “ilk felsefe” (prote philosophia) olarak gören Aristoteles, sözcüğü doğal şeylerden sonra gelen konuları, yani doğa araştırmasından sonra gelen araştırmayı anlatmak amacıyla kullanmış olmasına karşın, metafiziği bazen aşağı yukarı varlıkbilgisi anlamına gelecek biçimde “varlığın bilimi” olarak da adlandırmıştır.
Bu anlamda sözgelimi, “ doğanın ötesindeki dünya bilimi”, “görünen dünyanın dışındaki görünmeyen dünya bilimi”, “fiziksel varlığı olmayan dünya bilimi” gibi Aristoteles’in kendisinin söylemediği değişik tanımlar ortaya konulmaya başlanmıştır.
Bu anlamda metafizik terimi, felsefe tarihinde ilk kez “fizikten sonra gelenler” anlamında “İlk Felsefe” olarak gördüğü konulara geçilmekte olduğunu belirtmek için attığı başlıkla Aristoteles’in yazılarında dolaşıma girmiş olmakla birlikte, Aristoteles’in ölümünün üstünden görece epey bir süre geçtikten sonra fark edilerek yerleşiklik kazanmıştır.
Metafizik teriminin felsefe sözdağarına girişi, çoğunlukla ardıllarından Rodoslu Andronikos’un Aristoteles’in yazılarını derlerken sözcükle karşılaşmasına bağlanmaktadır. Daha doğrusu, M.S. 70 yıllarının Roması’nda yaşayan bu Yunanlı peripatosçu filozofun, Aristoteles’in yapıtlarını derlerken bir yapıtına Phisika’dan (Fizik) sonra gelmesinden ötürü Meta ta Phisika adını vermesi üzerine metafızik teriminin dolaşıma girdiği sanılmaktadır,
(...)
Bugün bildiğimiz metafızik sözcüğünün kökeni Eski Yunan Felsefesi’ne dayanıyor olmakla birlikte, metafiziğin yalnızca Batı’ya özgü bir anlayış olduğunu düşünmek son derece yanlış bir yaklaşımdır.
Nitekim Eski Hint felsefesindeki Buddhacılık ile Çin felsefesindeki Konfüçyüsçülük başta olmak üzere hemen her kültürün ya da uygarlığın kesinlikle Batı metafiziğine indirgenemeyecek kendine özgü bir metafizik tasarımı olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.
Değişik bölümlemeler olmakla birlikte çoğu yerde metafiziğin kendi içinde üç ana araştırmaya ayrılarak incelendiği görülmektedir: Varlığın doğasını araştıran varklıkbilgisi; evrenin doğası ile başlangıcını ya da kökenini araştıran evrenbilgisi; evrenin evrilişini araştıran evrentasarım.
Geleneksel olarak metafizik düşüncenin özünü oluşturan en temel alan, varlığın enson anlamdaki özünü ya da doğasını açıklamaya çalışan varlıkbilgisi araştırması olmakla birlikte, kimi metinlerde felsefi tanrıbilim ile ruhbilim de metafiziğin öteki önemli araştırma alanları olarak anılmaktadır.
Felsefenin öteki bütün dallarıyla metafıziğin çoğu durumda birbirinden ayrılmaz denli içiçe geçmiş ilişkiler taşıdığı açıktır. Nitekim felsefe tarihinde pek çok filozof metafiziğin, başta felsefe dalları olmak üzere, bütün bilme girişimlerinin en temelinde yatan bir kökbilim olduğunu dile getirmişlerdir.
Bilgi felsefesi
Bunlardan en azından birini örneklemek adına, sözgelimi bilgi sorunu bağlamında, metafıziğin bilginin kaynağını, bilgi savlarının geçerliliklerini, bir bütün olarak bilme sürecini araştıran “bilgi felsefesi”yle ya da “bilgikuramı”yla son derece yakın bir ilişkiler ağı sergilediği görülmektedir.
Bilginin temeli nedir sorusu felsefe tarihinde çoğunluk ya a priori olarak, yani bilginin yalnızca us yoluyla elde edilebileceği düşüncesi doğrultusunda ya da a posteriori olarak, yani bilginin ancak deneye, olguların deneyiminden elde edilen duyumlara gidilerek elde edilebileceği düşüncesi doğrultusunda yorumlanmıştır. Bilginin temeli sorununa karşılık verilen bu iki ana çözüm felsefe tarihi boyunca geçerliliğini hiç yitirmeden sürdüren çok temel iki felsefe konumunun, dolayısıyla birbirinden özce ayrı iki felsefece araştırma izlencesinin doğmasına yol açmıştır.
Bilgi felsefesinde karşılaşılan bu izlencelerden ilki, usa dayalı bilginin ya da a priori ilkelerin araştırılması üstüne kurulmuş Usçuluk izlencesiyken, ikinci yaklaşım deneye dayalı bilginin ya da a posteriori ilkelerin araştırılması üstüne kurulmuş Deneycilik izlencesidir. Ortaya atılmış alabildiğine değişik felsefe kuramları bağlamında düşünülecek olursa, çoğu durumda gerçekliğin doğası ile bilginin doğasına yönelik ortaya konan uslamlamaları birbirinden ayırmak son derece güç olduğundan, yani metafiziğin nerede başlayıp bilgi felsefesinin nerede bittiğini kesin sınırlarla çizmek çoğu durumda olanaklı olmadığından usçuluk ile deneycilik gibi pek çok bilgi felsefesi yaklaşımı aynı zamanda özünde birer metafizik yaklaşımıdır.
Bu temel saptama varlıkbilgisinden siyaset felsefesine, etikten estetiğe felsefenin bütün bölümlenmiş dalları için de tümüyle geçerlidir.
Bilimler
Öte yanda tek tek bilimlerin getirdikleri açıklamalarda varsaydıkları pek çok sorun, ilişki, varsayım, kavram ya da tasarım metafizik temellendirme gereğini doğurmaktadır.
Sözgelimi, kimyadaki maddenin değişik hallerde oluştuğuna yönelik açıklama ister istemez “madde nedir?” yollu metafizik sorusunu gündeme getirirken, biyolojideki yaşamın doğası ile kökenine ilişkin sorular da doğrudan “yaşam nedir?” gibi bir meta fizik soruya yanıt aramayı zorunlu kılmaktadır.
Yine aynı biçimde, “neden nedir?”, “nicelik ile nitelik arasındaki ayrım nasıl temellendirilebilir?”, “O sayısının metafizik bir anlamı var mıdır?” gibi değişik sorular yanında, başta matematik ile fizik olmak üzere bilin dilinde kullanılan çeşitli terimler, betiler, örnekçeler, eğretilemeler metafizik araştırmanın konusudurlar.
Daha açık bir deyişle, bilimin dünyası her durumda bütünüyle metafizik dünya ile dört bir yandan çevrilidir; bu bağlamda ister bilimsel ister bilimdışı olsunlar ilkece bütün bilgi araştırmalarının yolu er ya da geç ya bir metafizik araştırmasına ya da bir metafizik sorusuna çıkmak durumundadır.
Bu yüzden, metafiziğin önemini ya da metafizik düşüncenin varlığını yadsıyan bilimadamı, hem kendi bilgi alanı bakımından hem kendi dünya görüşü bakımından hem de bütünlüklü bir bilgi, ussallık ve bilimsel etkinlik içgörüsü bakımından güdük kalmaya mahkumdur.
Öte yanda metafızik, gerek tanrıbilimle gerekse dinle yakın bir ilişki içerisindedir. Özellikle tanrıbilim ile metafiziğin kimi noktalarda birbirlerinden ayırt edilemeyecek denli ortak tutumlar sergilemeleri, neredeyse birbirleriyle özdeş alanlarmış gibi algılanmalarına yol açmıştır.
Ancak metafizik ile tanrıbilim arasında son derece önemli ayrımlar bulunduğu açıktır. Kuşkusuz bu ayrımların en önemlisi, metafiziğin hiçbir sınır tanımaksızın sonuna dek Özgür bir araştırma olmasıyken, tanrıbilimin çoğunluk Tanrı, inanç, iman, vahiy, peygamberlik gibi kavramsal dogmalarca sınırları çizilmiş bir alanda kalarak araştırmalarına yürütebiliyor olmasıdır,
Sözgelimi Tanrı kavramı hem metafiziğin hem de tanrıbilimin temel araştırma konuları arasında yer almakla birlikte, aynı kavramı her iki araştırmanı da çok farklı biçimlerde düşünüp, çok farklı biçimlerde çözümledikleri görülür. Bununla birlikte her iki alanın da birbirlerinden önemli ölçülerde beslendikleri açıktır; ta ki metafıziğin tanrıbilimsel araştırmanın varlık nedenini sorun haline getirecek birtakım uslamlarda bulunduğu yere gelinene dek.
Kimileyin felsefe tarihinde metafiziğin birtakım okullara bağlı düşünürlerce salt zihinsel görüngüleri araştıran bir bilim olarak, büyük bir indirgemeci yaklaşım içerisinde oldukça daraltılmış bir anlamda anlaşıldığı görülmektedir. Nitekim birtakım düşünürlerin gözünde metafizik, neredeyse ruhbilimle özdeş bir bilim olarak görülmektedir.
Örneğin Hamilton, deneysel ruhbilimin ya da tarihsel görüngübilimin bilinç olguları üstüne yoğunlaşırken, buna karşı ussal ruhbilim ya da tinsel noolojinin zihin görüngülerinin bağlı olduğu yasaları araştırdığını, metafıziğin ya da çıkaramsal ruhbiliminse bu iki inceleme alanında yapılan çalışmalardan hareketle belli birtakım vargılar çıkardığını öne sürmektedir.
Metafiziğin bu indirgemeci yaklaşımla ruhbilim olarak anlaşılmasının kökeninde, kuşkusuz Descarres’ın metafiziğin kalkış noktasını bütünüyle “ben” olarak temellendirmesi, bir başka deyişle “metafızikte ortaya konan bütün düşünceler öznel ya da zihinsel görüngülere dayalıdırlar” türünden son derece büyük tartışmalara yol açmış bir varsayım yatmaktadır.
Descartesçı felsefenin bu öznel metafizik anlayışına karşın, felsefe ta gerek Aristoteles’in izleyicilerince gerekse onun yetkesini tanıyanlarca metafizik en başından beri çok daha geniş bir kapsam içinde, hem öznel hem nesnel gerçekliği bütün yönleriyle kavrama savında olan temel bir bilim olarak anlaşılmıştır.
Bu açıdan bakıldığında, bütün metafizik anlayışlarda üç kavrama yönelik olarak sunulan felsece temellendirmelerin, ortaya konan metafızik yaklaşımın özniteliğini kavramak bakımından son derece belirleyici bir önemi vardır. “Varlık”, “Töz”, “Neden”. Nitekim bu kavramların her biri başlı başına büyük metafızik araştırmanın konusu olduklarından, çoğu yerde “varlık metafiziği”, “töz metafıziği”, “neden metafiziği” başlıklarıyla bölümlenerek ele alınmaktadırlar.
Metafizik Dizgeleri
Metafızik denince öncelikle düşünülmesi gereken konuların başında felsefe tarihinde kurulmuş metafizik dizgeleri gelmektedir. Platon’dan Kant’a gelinene dek pek çok filozof hangi türden varlıkların varolduğunu belirlemek amacıyla çeşitli metafizik sorunların çözümüne yönelik olarak son derece değişik soruşturmalarda bulunarak, alabildiğine değişik metafizik dizgeleri kurup olanca değişik metafizik uslamlamalarda bulunmuşlardır.
Nitekim” Kuşkuculuk”, “Platonculuk”, “Aristotelesçilik”, “Epikurosçuluk”, “Stoacılık” ve “Yeni Platonculuk” klasik felsefe döneminin en dikkate değer ilk metafizik dizgeleri olarak göze çarparlarken, XVII. yüzyılda Descartes, Spinoza, Leibniz, Malebranche tarafından temellendirilmiş usçu metafiziklerin ikinci önemli metafizik dizgeler kuşağını oluşturduğu görülmektedir.
Kant metafizik soruların ilkece yanıtlanmalarının olanakla olmadığını açaklıkla tanımlyarak, metafıziğin gerçek araştırma konusunun ancak insan düşüncesinin dünyayla ilişkisinin sınırlarının açıklanması olabileceğini ileri sürmüştür. Nitekim Kant öncesi metafizik genellikle kurgucu metafizik diye anılırken, buna karşı Kant sonrası yapılan metafizik araştırmaların hemen bütünü betimsel metafizik diye adlandırılmaktadır.
XVIII. yüzyılda Kant’ın “eleştirel felsefesi”yle metafizik araştırmanın özünde meydana getirdiği kırılmanın hemen ardından, Alman İdealizmini gövdelendirmek amacıyla Fichte, Schelling ve Hegel’in kurdukları metafizik dizgeler gelmektedir.
Öte yanda XIX. yüzyılın ortalarına gelinmesiyle bir yanda yaşam felsefesi anlayışının yükselen değer olarak felsefede ışıldaması, öbür yanda her türden metafizik savın geçerliliğini yadsıyan olguculuğun giderek daha bir egemen konuma gelmesiyle birlikte metafizik dizgenin varlığına duyulan inanç büyük bir sarsıntı geçirmiş; hem metafiziğin kendisi hem de metafizik dizge tasarımı sorun haline gelmiştir.
Nitekim XX. yüzyıla girilmesiyle “Varoluşçuluk”, “Dilci Felsefe”, “Görüngübilim”, “Yapısalcılık”, “Post-yapısalcılık”, “Postmodernizm”, “Yorumbilgisi” gibi değişik felsefe çerçevelerinde geleneksel felsefenin metafazik yaklaşımına karşı yürütülen temel eleştiriler sonucu metafizik düşüncenin kendisiyle birlikte metafizik dizge kurma tasarısı da bütün bütün ortadan kalkmaya yüz tutmuştur.
Metafizik Düşünme Kipleri
Bir bütün olarak gerçekliğin doğasıyla ilgilenen metafizik araştırmaların çok büyük bir bölümünün Felsefe tarihi boyunca üç ana gerçeklik tasarımı doğrultusunda, dolayısıyla da üç ana metafizik düşünme kipi çevresinde kümelendikleri görülmektedir.
Bunlar en yılın anlamlarıyla şu biçimde sıralanabilirler.
(1) Zihin ya da bilinç temelli metafizik;
(2) Madde ya da fiziksel varlık temelli metafizik;
(3) Hem zihin hem de maddeyi aşan en yüksek varlık temelli metafizik.
Bu metafizik düşünme üçlemesi, felsefe tarihinde İdealizm, Maddecilik ve Aşkınsalcılık diye anılan üç ana metafizik düşünce okulunun ana öğretilerinin oluşumuna da kaynaklık etmeleri bakımından ayrıca önemlidir.
Felsefede idealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri ilkin Platon’un “İdealar Dünyası Kuramı”yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca ussal düşünceye yönelik olarak sunulan metafizik savunularla iyiden iyiye güçlendirilmiştir.
(...)
Yakın dönemlere gelindiğinde, modern felsefe döneminde metafizik maddeciliğin çok büyük ölçüde Darwin’in “evrim öğretisi”nin etkisi altına girerek bu kuram içinde özümsenmiş olduğu söylenebilir.
İdealizm ile maddeciliğe seçenek olarak ortaya atılan bir üçüncü yaklaşım olan aşkınsalcılık, felsefede genel anlamıyla, hem duyulara dayalı deneyimden elde edilen gerçeklikten hem de insan usuylı ulaşılabilir olduğu öngörülen gerçekliğin bilgisinden çok daha yüce ve yüksek bir gerçeklik olduğunu öne sürmektedir. Bu anlamda neredeyse bütün aşkınsalcı öğretilerin tinsel alan ile maddesel alan ayrımı üstüne temellendirildikleri söylenebilir.
Yalnızca düşünsel sezgi yoluyla gerçek anlamda bilinebilir bir nitelik taşıyan ‘Saltık İyi”nin deneyötesi varlığını kesinleyerek, “aşkınlık’ kavramını bir felsefe kavramı olarak ilk Platon geliştirmiştir. Daha sonraları ise tanrıbilim yönelimli ortaçağ fılozofları aşkınlık kavramını tanrısallığa uygulayarak, Tanrı’nın deneyden elde edilmiş tasarımlar yoluyla ne betimlenebilir ne de anlaşılabilir olduğu düşüncesi doğrultusunda “olumsuzlamacı tanrıbilim” yaklaşımını temellendirmişlerdir.
Nitekim Tanrı’nın doğanın dışında varolması anlamında aşkın olması düşüncesi Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık dinlerinin, özellikle de bu dinlerin ortodoks anlayışlarının en temel ilkesidir. Modern felsefenin başlarındaki aşkınsalcılık yaklaşımı, bütün gerçekliğin tümüyle saltık tinin ürün ya da istencin dışavurumu olduğunu savunan XIX. yüzyıldan egemen felsefe akımı saltık idealizmin doğuşunu hazırlamıştır.
1.Metafizik varlık olarak varlığın bilimidir. Bu ilk metafizik tanımı Aristoteles’in verdiği bir tanımdır (Metafizik. VI, 1026 a, 31). Söz konusu tanımda metafizik, korkuya yer bırakmayacak bir açıklık taşıyan bilimler arasındaki aşamalanma düzeninde, bilimlerin en gerçeği olarak en yüksekteki bir konuma yerleştirilmektedir. Bir bilim olarak metafiziğin öteki bilimlerle taşıdığı ortak yön, şeylerin bilgisini her durumda nedenleriyle birlikte araştırıyor olmasıdır.
Ancak metafiziği bu noktada öteki bilimlerden ayıran temel özelliği, her durumda “varlığı varlık olarak” düşünüyor olmasıdır. Bu deyişte metafiziğin araştırma konusu olarak bir yanda maddi nesneler, öbür yanda düşünsel ile biçimsel nesneler uyum içinde biraraya gelmektedirler. Burada maddi nesneden anlaşılması gereken varlık, “öznel” ya da “nesnel”, “olanaklı’’ ya da “asal”, “soyut” ya da “somut’’, ‘‘sonsuz” ya da “sonlu’’, “fıziksel’’ ya da ‘fiziksel olmayan” gibi metafizik kategorileriyle betimlenen bütün bir gerçeklik dünyasıdır.
(...)
Bununla birlikte bunlar birer varlık oldukları kuşku götürmeyen bir açıklıkta tanıtlandıkları sürece metafizik araştırmanın değişmez konusudurlar. Demek ki metafiziğin maddesel nesnesi bütün bir varlık alanıyken, biçimsel nesnesi de yine aynı biçimde “varlık ‘ ile “varlık olmaktalık’’ tır, Aristoteles’in de söylediği gibi,
“Filozofların ödevi bütün herşeyi soruşturmaktır” (Metafizik, lV , 1004 a, 34).
Oysa tektek bilimlerin bilimsel araştırmasını şeylerin ya belli bir aşaması ya belli bir görünümü ya da belli bir niteliği oluşturduğundan, her bilim dalı varlığı ancak kendisine göründüğü kadarıyla, kendi bakış açısından, kendi özel ilgileri doğrultusunda araştırdığından metafizikle karşılaştırıldığında son derece sınırlı bir kavrama yetisi taşımaktadır.
Sözgelimi insan ruhbilimin, etiğin,insanbilimin,toplumbilimin, dilbilimin, ayrıca daha başka bilimlerin maddesel araştırma nesnesidir. Ancak bütün bu bilimlerin biçimsel araştırma nesneleri birbirinden bütünüyle başkadırlar.
Ruhbilimin biçimsel araştırma nesnesini zihinsel görüngüler oluştururken etiğinkini insanın yazgısı ile arasındaki ilişki toplumbiliminkini insanın toplumdaki öteki insanlarla, kurumlarla, yasalarla, gelenek ve göreneklerle ilişkisi; insanbiliminkini insanın kökeniyle değişik insan ırkları arasındaki ilişkiler; dilbiliminkiyse insanların aralarında kullandıkları yazılı ve sözlü dil kullanımları uyarınca insanın dil ile ilişkisi oluşturmaktadır.
Bu anlamda nasıl ki fizik varlığı fiziksel özelliklerden yola koyulalak, öte yanda marematikse varlığın niceliksel özelliklerine odaklanarak araştırıyorsa, metafizik de kendisini varlığın hiçbir özelliğiyle ya da yönüyle sınırlamaksızın olduğu gibi bütün yönleriyle varlığı varlık olarak araştırmaktadır. Metafiziğin maddesel nesnesi tüm bir varlık olduğu için, metafizikçi hem olan hem de olabilecek olan her şeyle ilgilenmektedir.
Yine bu bağlamda metafiziğin biçimsel araştırma nesnesini de varlık oluşturduğundan, metafiziğin bakış açısı bütün öteki bilimlerin bakış açılarından bütünüyle ayrıdır. Bununla birlikte, metafizik bütün bir gerçekliği araştırır düşüncesi temelinde, metafiziğin tek tek bilimlerin bakış açılarının toplamı olarak da algılanmaması gerekir, çünkü metafiziğin tümel bakış açısı bilimlerin tikel bakış açılarının toplamının çok ötesindedir.
2.Maddesel Olmayan Varlığın Bilimidir. Metafiziğin bu ikinci tanımı bağlamında Aristoteles, “İlk bilim olarak metafizik hem maddeden ayrı hem devinmeyen şeylerle ilgilenendir” diye yazmaktadır (Metafizik VI, 1026a, 16). Öte yanda Thomas Aquinas, Aristoteles’in verdiği tanıma şöyle bir bölümlemeyle açıklık getirmektedir: Maddesel olmayan varlıklar (quoad conseptum), yani maddesel varlığı olmayan Tanrı” ya da “tin’’ gibi varlıklar, maddesel olmayan kavramlar (gus adcon) yani anlaşılmaları için maddenin varlığına gerek olmayan “töz”, ‘neden”, “nitelik” gibi kavramlar.
(...)
(...)
3.Metafizik en soyut kavramların bilimidir. Bu üçüncü metafizik tanımı metafiziğin insan düşüncesinin en üst düzey soyutlama alanı olduğuna dikkat çekmektedir. Kuşkusuz fizik ile matematik gibi bilimler de çeşitli soyutlamalarda bulunurlar. Ancak metafiziğin soyutlamaları hem kapsamı olarak onlardan çok daha geniştirler hem de çok daha derin bir kavrayışın ürünüdürler. Nitekim bu durum metafizik soyutlamaların çoğu insanın ortakgörüye dayalı kavrayışına aykırı kaçıp çoğunlukla uçuk kaçık deli saçmaları olarak görülmesinin de başlıca nedenidir. Metafizik, varlığı en iyi biçimde kavramak amacıyla, doğa bilimlerinin tersine, her durumda maddesel varlığa yönelik nicelik ya da nitelik bildiren soyutlamalarla yetinmediğinden, maddesel gerçekliği bulunmayan varlığa yönelişinde “töz”, “varlık”, “tümel” gibi kendi soyutlamalarını yaratma gereği duymaktadır.
Bütün bu metafizik soyutlamalar da açıkça yalnızca varlığı, onun en remel belirlenimlerini açıklığa kavuşturmak için tasarlanmışlardır. Ancak sanıldığının tersine soyutlama düzeyinin son derece yüksek olması, metafiziği gerçekdışı ya da yaşamdan kopuk bir araştırma kılmayıp, bütün bilimlerin arasındaki en gerçek, yaşamla en yakın dan ilgili araştırma alanı kılmaktadır. Bunun en temel kanıtı metafiziğin gerek tek tek bilimlerin yaptığı genellemelerden gerekse gündelik dilin içerdiği soyutlamalardan sıyrılarak, başta bilimler olmak üzere bütün her şeyin kaynağı ile kökeninde yatan varlığı varlık olarak düşüne bilmenin önünü açmak adına üst düzey soyutlamalara başvurmasıyla anlatılabilir.
4. Metafizik en tümel kavramların bilimidir.. Metafiziğin bu dördüncü tanımı açıklıkla bir önceki tanımından çıkarsanabilir nitelikte bir tanımdır. Çok iyi bilinen bir mantık yasasına göre, bir kavramın ya da terimin kapsama alanı çoğaldıkça sunduğu kavrayış da çoğalmaktadır. Dolayısıyla, en soyut kavramlarla uğraşan bir bilimin bu yüzden en tümel kavramların bilimi olmasından daha doğal bir şey olamaz, Metafizikte en soyut kavram varlık olmakla birlikte, çoğunluk varlığın en temel belirlenimleri olarak her varlıkla birlikte olduğu düşünülen (örneğin, varlık birdir, iyidir, doğrudur tümcelerinde olduğu gibi) “aşkınlık”, bütünlük”, “birlik”, “doğruluk”, “iyilik”, “güzellik” kavramlarının da en az varlık kavramının kendisi denli geniş bir tümelliğe konudurlar. Bu tümel kavramlardan daha sonra gelen, çoğunluk suprema genera diye adlandırılan “töz” “ilinek”, “öz”, “varoluş”, “olanaklılık”, “olanaksızlık”, “asallık”, “olasılık” gibi kavramlar da yine oldukça yüksek bir tümellik düzeyi içermektedirler.
(...)
(...)
5. Metafizik ilk ilkelerin bilimidir. Metafiziğin bu tanımı da yine ilk olarak Aristoteles tarafından verilmiş olmakla birlikte, pek çok metafizikçi arasında da yaygın bir biçimde benimsendiği görülmektedir. Aristoteles, tek tek bütün bilimlerin şeylerin ilkeleri ile nedenlerini araştırdığını, buna karşı metafiziğin ise bütün ilkelerin gerisindeki ilk ilkeleri, bütün nedenlerin kaynağındaki ana nedenleri araştırdığını düşünmektedir. Buna göre, neden ile ilke kavramlarını olduğu denli, “maddesel neden”, “biçimsel neden”, “etkin neden”, “sonul neden” gibi değişik türden nedenler üzerine düşünmek de metafiziğin en önemli ödevleri arasındadır.
Öte yanda, bilginin metafizik düzeyine geçildiğindeyse, değişmez bilgi ilkelerinin bilgisini araştırmak, ortaya atılan “özdeşlik” ile “çelişmezlik” gibi kimi ilkelerin geçerliliklerini soruşturmak en başta gelen konular arasındadır. Bütün bu metafızik tanımları ilkece Aristoteles felsefesinin ürünleri olmakla birlikte, Descartes ile başlayan modern felsefede pek çok konuda olduğu gibi metafizik araştırmanın da köklü bir değişim geçirmesi söz konusudur,
Nitekim Aristotelesçi metafizik tasarımında, enson anlamda gerçekliğin bilimi olarak metafiziğin gerçekliğin deneyime sunulduğu biçimiyle mi yoksa deneyden bağımsız olduğu biçimiyle mi araştırılacağı gibi bir sorunun varlığından söz edilemez.
Ortaçağ skolastik felsefesinde çeşitli biçimlerde, “ana mantık” ya da “eleştirel mantık” ile günümüzde bilgikuramına karşılık gelen “uygulamalı mantık” ayrımı bağlamında ilk kez dillendirilmiş olmakla birlikte, bu soru daha çok modern metafizik anlayışında çok temel bir sorun konumuna gelmiştir.
Ne var ki XX. yüzyıla girilmesiyle birlikte, özellikle çözümleyici felsefe çevrelerinde, söz konusu bilgikuramsal sorun büyük bir yanlış anlamayla metafiziğe yüklenir olmuş; bu durum da felsefenin iki ana dalının, metafizik ile bilgikuramının birbirine karıştırılması gibi, felsefi araştırmanın güvenilirliği bakımından son derece sakıncalı bir sonuç doğurmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder