En genel anlamda, bir bütün olarak
bilimin yapısını, doğasını, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini araştıran; bir
yandan bilimin nasıl çalıştığını betimlerken, öbür yandan nasıl çalışması
gerektiğine dair felsefece gerekçelendirilmiş öneriler getiren;
Tek tek bilim dallarının kendilerine özgü sınırlarını
araştıran, birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini belirginleştiren; bilimsel
araştırmaların yanıt bulmaya çalıştığı soruları ve bu soruları yanıtlarken
izlediği yöntemlerin geçerliliklerini sınayan;
Bilimsel araştırmanın gerisinde yatan
ussallık mantığını eleştirel bir gözle inceleyen; bilimin kullandığı
kavramları, baştan varsaydığı sayıltıları çözümleyerek bunların felsefi
öndayanaklarını açıklığa kavuşturan;
Bilimsel bilginin ölçütlerini, başka bilgilerden
ayrılan özelliklerini ortaya koyan; bilimsel ile bilimsel olmayan arasına sınır
çekerek, gerçek bilim ile sözde-bilim ya da yalancı bilim arasındaki ayrımları
açığa çıkaran;
Bilimde değişimin, yeniliğin ya da
ilerlemenin nasıl ve hangi koşullar alanda gerçekleştiğini çözümleyen; bilimsel
kuramlar ile varsayımların doğruluklarının nasıl sınanacağını belirleyen;
bilimsel etkinliğin doğasını ve değerini bütün yönleriyle dizgeli bir biçimde
kavramaya çalışan; özellikle XX. yüzyılin ikinci yarısında üst düzey bir
canlılık kazanmış felsefe dalı.
Felsefe
tarihine bakıldığında, aralarında
bugünkü anlamda bir kopukluğun söz konusu olmadığı "bilim" ile
"felsefe" arasındaki yakın ilişki bağlamında, yaptıkları katkılarla Aristoteles, Descartes ve Leibniz adları
öne çıkmaktadır.
Çoğu bilim
fesefecisi, XVII. yüzyıl bilimsel devriminin mimarı FrancisBacon 'ı bugünkü anlamda
ilk bilim felsefecisi konumuna yerleştirir. Kimi bilim felsefesi tarihçileri,
ayrı bir araştırma alanı olarak bilim felsefesinin felsefeden XIX. yüzyılda A. Comte, W. Whewell ve J. S. Mill 'in
çalışmalarıyla kopmaya başladığı saptamasında bulunurlar.
XIX.
yüzyılda özellikte biyoloji ile fizik bilimlerinde yaşanan "uzmanlaşma'yı
da bu saptamalarının temel kanıyı olarak gösterirler. Ne var ki bugün bilim
felsefesinin çözüm aradığı sorunların pek çoğu çok daha önceleri ortaya
konmuştur.
Örneğin
XVII. yüzyılın deneyci ve usçu düşünürleri bilimin yöntembilgisi üzerine
günümüzde süren tartışmanın ilk temellerini atmışlar; "gerçekçi" ve
"karşı-gerçekçi" konumlar alarak yerçekimi yasasının gerçekliğine
ilişkin önemli tartışmalar yürütmüşler; "tümevarım sorunu"na ilişkin
düşünsel yeterliği tartışılmaz çözümlemeler getirmişlerdir.
Bugün
kullandığımız anlamıyla bilim felsefesinin ne zaman başladığı sorusunun yanıt
adresi olarak ise genellikle İskoç asıllı İngiliz felsefecisi David Hume 'un "nedensellik eleştirisi" gösterilir.
Hume, nedensellik ilişkisinin sanıldığı gibi us yoluyla temellendirilebilir
zorunlu bir ilişki olmadığını tanıtlamayı amaçlayan kapsamlı eleştirisinde,
"nedensellik" diye adlandırdığımız ilişkinin temelde aynı olayların
hep birarada meydana geldiğinin gözlenmesi sonucunda edinilmiş ruhbilimsel
temeli bulunan öznel bir alışkanlıktan öte bir şey olmadığı sonucuna varır.
(...)
Buna karşın
bilim felsefesinin geçmişine bakıldığında, yetkin bir felsefe dalı olarak
oldukça yakın tarihli bir felsefe araştırma alanı olduğu görülür. özellikle Viyana Çevresi düşünürlerince kurulan "mantıkçı
olgucu" öğretinin yükselişiyle birlikte, ayrı bir felsefe dalı
olarak özerkliği felsefenin geniş kesimlerince tanınmıştır. Bundan daha da
önemlisi, doğa bilimleri ile onların araştırma mantığına olabildiğince yakın
durmayı felsefenin birincil ödev sayan belli felsefe çevrelerinde, günümüz
felsefesinin en verimli dalı, hatta kimileyin tek verimli dalı olduğu
savunmaktadır.
Bilim
felsefesi çözümleyici felsefe geleneğinde çoğunluk deneysel
biçimler ya da doğa bilimleri üstüne yoğunlaşmayı kendisine ödev edinmiş bir
felsefe dalı gibi ele alınıyor olsa da XX. yüzyıldan bu yana özellikle Alman
düşünürlerin kıta felsefesi yönelimli çerçevelerinde kuramsal bilimler, tinsel
bilimler ya da toplum bilimleri diye nitelenen bilim dalları da bilim felsefesi
araştırmalarının odağında yer almaktadır. Bu bağlamda bilim felsefesinden tam
olarak ne anlaşılması gerektiği bütünüyle bilimden ne anlaşıldığına bağlıdır.
Sözgelimi salt deneysel bilimleri bilim diye gören bir ' felsefeciyle, tarihle
bir biçimde ilgisi bulunan kazıbilim, insanbilim, dilbilim gibi alanları da bilim
olarak gören bir felsefecinin bilim felsefesi tasarımları birbirinden oldukça
başka olacaktır.
Bilim
felsefesinde yanıt aranan sorulan en genel anlamda üç ayrı başlık altında
toplamak olanaklıdır: (i) genelde bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren
sorunlar; (ii) ayrı bilim dalları arasındaki ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli
bir biçimde bölümlemeyi konu edinen sorunlar; (iii) tek tek bilim dallarının
karşılaştığı kavramsal sorunlar.
Felsefe
tarihinde, Francis Bacon dışında tutulmak
koşuluyla, bilim Felsefesinin konu edindiği sorunlardan genelde doğrudan bilimi
ilgilendirenler, aralarında tam bir örtüşme olmamakla birlikte, öteden beri
hemen hep "bilgikuramının kapsamı içinde düşünülmüş, soruşturulmuş ve
çözülmeye çalışılmıştır. Günümüzde ise bilgikuramının konu edindiği sorunlar
çoğunlukla bilim felsefesinin yöntembilgisi diye
adlandırılan ayrı bir kolu altında ele alınmaktadır.
Bilim
felsefesinin omurgasını oluşturan bu ana kolda, bilimsel çalışmaların dünyaya
ilişkin doğru bilgileri elde ederken kullandıkları yöntemler ile bu
yöntemlerin temelinde yatan ana ilkeler üstüne yoğunlaşılmaktadır. Bir başka
deyişle söylenecek olursa, bilimsel bilginin ussal dayanaklarını soruşturmak
amacıyla ortaya atılmış sorulardır bunlar. Bu bağlamda yanıt aranan temel
sorulardan birkaçı şunlardır.
|
Açıkça
görüleceği üzere, bilimlerin yöntemlerine yönelen bir araştırma dalı olarak
bilim felsefesi daha çok geleneksel mantık ile bilgikuramına karşılık
gelmektedir. Bilim felsefesinin yöntembilgisi konularına eğilen bölümünde daha
çok "tümevarım",
"tümdengelim ', "varsayım ', "doğrulama", "sınama',
"deney", "ölçüm", "bölümleme" gibi
terimlerin tanımlarının yapılıp açıklığa kavuşturulmalarıyla uğraşılır.
Bilimin
doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan "bilgikuramı" ya da
"yöntembilgisi"nin dışında kalanlar ise daha çok geleneksel
felsefenin metafizik alanına gelmektedir. Bu bağlamda yanıt
aranan sorular arasındaysa bilimsel yasaların doğası, gözlemlenemeyen şeylere
göndermeler yapan bilimsel kuramların bilişsel içerikleri ve bilimsel
açıklamaların yapısına yönelik sorular en önemlileri olarak öne çıkmaktadır.
Bilim felsefesinin bu bölümünde bu sorulara dayalı olarak ayrıca bir yandan bilimsel
kuramlarda yer alan temel kavramlar, önkabuller, sayıtılar incelenirken, öbür
yandan bilimin dayandığı ussal, deneysel ve pragmatik dayanaklar açıklığa
kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Bilim
Felsefesinin bu boyutu, bilim adamının baştan sorgulamaksızın doğruluğunu
varsayarak kullandığı "neden'',
"nicelik", "zaman", "uzam", "bilimsel
yasa" gibi en temel kavramları sorgulayarak, bilimin
felsefi bakımdan eleştirisini vermeye çalışmaktadır. Burada bilimsel etkinliğin
konumunu temellerinden sarsacak "dış dünyanın varlığı', "doğada
bulunduğu öngörülen düzen düşüncesi", "mutlak uzam ile mutlak zaman
düşüncesinin olanaklılığı" gibi konuların kuşkuculuğu elden bırakmaksızın
incelendiği de olur. Bilim Felsefesinin bu alanı daha çok ulaşılan bilimsel
sonuçların anlamlan ile içeriklerinin açık kılınmasına yönelik olduğundan dil
felsefesi ile metafiziğe yakındır.
Bilim felsefesinin dil felsefesi ve metafizik
ağırlıklı sorunlarından en önemlileri şunlardır:
|
Bilimsel
etkinliğin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan bilgikuramı ile
metafızik alanları dışında kalanları çoğunluk etik sorunlar başlığı
altında incelenmektedir. Bunlardan büyükçe bir bölümü felsefe
tarihinde öteden beri genel anlamda bilme etkinliğine yöneltilen "başsız
sonsuz" (perennia) felsefe sorunlarından oluşmaktadır:
Buna
karşın, özellikle tek tek bilimlerde yapılan birtakım yeni buluşların
toplumsal bakımdan ağır sonuçlarının olduğunun düşünülmesi nedeniyle, söz
konusu buluşların etik bakımdan geçerliliklerini sorgulamak
amacıyla geçmişte karşılaşılmayan birtakım yeni etik sorular da dile
getirilmiştir:
|
Nükleer
silah yapımına olanak tanıyan fiziğin belli altalanları, insan sağliğına ve
doğaya onarılmaz hasarlar veren maddeler üreten kimya endüstrisi, insanın doğal
yapısını bozmaya yönelik etkinliklere yer veren biyoloji ile tıp bilimleri bu
alanda yapılan etik tartışmaların en çok yoğunlaştığı bilim dallarıdır.
Daha önce
belirtildiği üzere, bilim felsefesinin çözüm aradığı ikinci sorun kümesini
ayrı bilim dallan arasındaki ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir
biçimde bölümlemeyi konu edinen sorunlar oluşturur. Söz konusu sorunlardan
önemlice bir bölümü "bilimin birliği" düşüncesi
üstüne kurulmuş sorunlardır
|
Bilim
felsefesinde bu iki genel çalışma alanına ek olarak, çoğu durumda oldukça üst
düzey bir özel uzmanlık bilgisi gerektiren, yalnızca konunun uzmanlarına açık,
çok daha teknik konulara yanıt aramaya yönelik bir üçüncü soru kümesi daha
bulunmaktadır.
Söz konusu
alanda araştırmalar, çoğunluk fızik, matematik,. biyoloji gibi tek tek
bilimlerin karşılaştığı sorunların, bu sorunları çözmek amacıyla izlenen
yöntemlerin, araştırma sonucunda ulaşılan özgül sonuçların incelenip
değerlendirilmesine yönelik olarak yürütülmektedir. Araştırmacılar başta fızik
alanında olmak üzere matematik bilimlerinin birtakım özel teknikleriyle iş
görürler.
Ne var ki
bilimsel uslamlamalar, işin doğası gereği "olasılık",
"doğrulama", "açıklama" gibi birtakım temel
kavramları kullanırken bu kavramların konu olduğu sorunlar üstünde durmazlar.
İşte bilim dilindeki kavramların sorunların açığa çıkarıp bu sorunların ortadan
kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapmak da bilim felsefesinin başlıca ödevlerindendir.
Bunlar arasında uzam-zaman kuramlarının metafizik varsayımları, istatistiksel
fizikte olasılığın ve olasılık hesaplarının yeri, kuantum kuramında ölçmenin
yorumlanması, evrimsel biyolojide açıklama yapısı gibi araştırma konuları
bulunmaktadır.
Gelgelelim
bilim Felsefesinin bu alanında çözüm aranan sorunlar, bilim dallarının
araştırma konularının çokluğunu aratmayacak derecede uzun bir liste
oluşturmaktadır. En önemlisi de bilimde baş gösteren yeniliklerle, yapılan
buluşlarla listenin yeni baştan elden geçirilmediği gün yok gibidir. Özellikle
yakın dönemde bilim felsefesi listesine eklenen, daha bir öne çıkan sorunlar
arasında şunlar bulunmaktadır: "görelilik kuramından sonra `zaman' ile
`uzam' kavramlarının kazandığı yeni anlamlar", "kuantum mekaniğinden
sonra `nedensellik' ile belirlenmişlik' kavramlarının yeniden
temellendirilmesi", "yapay zekâ ile düşünce arasındaki ilişkinin
doğası". Günümüzde birtakım bilim felsefecileri, bilim felsefesinin bu tek
tek bilimlerin kendi iç sorunlarına yönelik kavramsal çözümlemelerle
sınırlandırılmasından yana görüş bildirmektedirler.
Bu açıdan
bakıldığında XX. yüzyılda bilim felsefesinin çözüm aradığı sorunların büyükçe
bir bölümünün oldukça soyut,. alabildiğine de mantıksal bir çerçevede
düşünülüyor olması bilim. felsefesine yöneltilen birçok eleştiriye kaynaklık
etmektedir. Bilim. felsefecileri yapılan bu eleştirilere karşı ancak böylesi-ne
teknik bir açıklama yordamıyla bilimsel etkinlikte öteden beri yapılagelen
"buluş bağlamı" "temellendirme bağlamı" arasındaki
ayrımın ortaya konabileceğini ileri. sürerek kendilerini savunmaktadır.
Ayrıca bilim
felsefesinin bu boyutu, bütün bilim dallarına ilişkin genel bir soykütüğü
çıkarmaya çalışması, bu amaçla çeşitli bilim bölümlemelerine gitmesi, bilimin
kültürle, dinle, sanatla, etikle ilişkilerini araştırması bakımından oldukça
önemlidir.. Yakın dönemde olgucu ("pozitivist' bilim felsefesi yapma
tutumuna karşı tepki olarak doğan olguculuk sonrası ("post-pozitivist'
bilim felsefesi anlayışında, bir bütün olarak bilim etkinliğine tarihsel,
bağlamsal, kimileyin de toplumbilimsel yönleri öne çıkarılarak
yaklaşılmaktadır. Olgucu bilim felsefesi daha çok İngilizce konuşulan ülkelerin
çözümleyici felsefesinin tut-tuğu yolu izleyerek, bilim dilinde kullanılan
kavramların, terimlerin ve ifadelerin anlamlarını açımlayıp betimlemeyi temel
ödevi olarak görür.
Buna karşı
olguculuk sonrası bilim felsefesi, kıta felsefesinin ana bileşeni eleştirel
felsefe yaklaşımıyla gerek bilim bütün kavramları, sorunları ve tasarımları yeniden
kurmaya çalışmaktadır.
Olgucu
yönelimli bilim felsefecileri arasında Ayer,
Hempel, Duhem, Carnap, Quine başı çekerken, olguculuk sonrası
bilim felsefesinin önde gelen düşünürleri olarak Koyre, Popper, Kuhn, Feyerabend adları
sayılabilir.
Olguculuk
sonrası bilim felsefesinin kalkış noktasını, genelde olgucu bilim anlayışının,
daha özeldeyse olgucu temeller üstüne kurulmuş yerleşik bilim felsefesi
anlayışının içerdiği sorunları ortaya çıkarılarak bilimin daha doğru bir
kavrayışına ulaşma isteği oluşturur. Bu isteğe bağli olarak olguculuk sonrası
bilim felsefeleri, :bilim tarihi bütün incelikleriyle mercek altına alınmadan
bilimi anlamaya çalışan bütün bilim felsefesi çalışmalarının. başarısız olmaya
mahkum olduğu saptamasında bulunurlar.
Bu saptama
uyarınca, bilimtarihinde yaptıkları “örnekolay “ çalışmaları doğrultusunda bir
bütün olarak bilimsel etkinliğin doğasına yönelik açımlamalarda bulunurlar
.Nitekim bilim tarihinde yaptıkları örnekolay çalışmalarıyla özellikle Koyre, Kuhn, Feyerabend gibi bilim
felsefecileri bilim ile olgucu bilim felsefesinin yanlış temeller üstüne inşa
edildiğini doyurucu bir biçimde tanımlamışlar ; en genel anlamda olgucu bilim
tasarımının ardında yatan birtakım temel sayıtlıları bir daha onarılmamasına
yıkmışlardır.
'Bu
sayıtlılardan .ilki bilimin;birikimli (cumulative) ..bir etkinlik olduğu
yönündeki sarsılmaz inanca 'karşılık gelir. Bilim yapılan
yeni.buluşlarla,:bulunan yeni gerçeklerle, ortaya atılan yeni varsayımlarla
ilerlemektedir. Tarihsel bakımdan daha yeni:olan,`eskiye olana göre gerçekliği
daha iyi açiklamaktadır. Bu anlamda, örneğin -tarihsel bakımdan daha yeni
olan'"Newton Fiziği", gerçekliği Aristoteles Fiziği"ne göre her
bakımdan daha iyi açiklayacaktır. .Kuşkusuz bilimin bu .temel sayıltısının .ardyöresinde,
Aydınlanma 'Tasarısınca pompalanan "ilerleme düşüncesi' .yatmaktadır.
Bu sayıltıya
karşı, özellikle Kuhn 'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı başlıklı çalışmasında bilimde ilerlemenin
nasıl olduğunu açıklamak .amacıyla yaptığı "olağan
bilim' ile "devrimci bilim" ayrımı, bilimsel
İlerlemenin birikimli bir yapıda olmayıp tam tersine devrimci kesintilerle,
kökten kopmalarla kendisini gösteren "paradigmatik” bir
yapıda olduğunu açıklikla sergilemiştir.
Bu nedenle,
modern çağıcı bilim paradigması Newton fıziği, eskiçağın bilim paradigması
Aristoteles fıziğine göre gerçekliği ne metafızik bakımdan, ne bilgikuramı
bakımından, ne de başka bir bakımdan daha iyi açıklıyor değildir.
Kuhn bu noktada paradigmâların
'birbirleriyle '"karşılaştırılamaz" olduklarını öne sürerek,
paradigmalar arasındaki ilişkinin gerçekliği daha iyi açıklama sorusu
:karşısında "ölçüştürülemez" oldukları sonucuna v:ırmaktadır. :Bir
paradigmanın bir başkasına göre daha ye~tenir oluşu, gündelik yaşamın sürdürümü
için -sağladığı pratik yararlarla ilgili bir konudur. Bir .başka deyişle, bir
paradigmanın bir başka paradigmaya yeğlenmesi çoğunluk ussal bir açıklaması
olmay.m, us yoluyla; temellendirilemeyecek öznel nedenlerin başka bir biçimde
de olabilirliğinden (arbı'traıXııc.ri) kaynaklanmaktadır.
Bilim
felsefesinde kendisine sürekli.çözüm aranan bir paradigmanın bırakılıp bir
başkasına geçilmesi sorununun, metafızik ya da bilgi kuramsal:bir' konu olmayıp
-bilim tarihindeki örneklerden de görüleceği üzere- çoğunluk pragmatik bir konu
olduğunun gösterilmesiyle bilim felsefesi tarihinde önemli bir kırılma
gerçekleşmiştir.
Meydana
gelen bu kırılma sonrasında, bilimsel savların benimsenmesi konusunu hep
yapılageldiği üzere buluş ile temellendirme bağlamları ayrımı üzerinden düşünme
çerçevesi oldukça sorunlu bir Hale gelmiştir. Böylece, belli bir bilimsel
kuramın bilim çevrelerince benimsenmesi sürecinde, ortaya atıldığı "buluş
bağlamları'nın ancak söz konusu kuramın ya da varsayımın kanıtlamasının
verildiği "temellendirme bağlamı"na bakarak olanaklı olduğu yönündeki
sav da büyük ölçüde geçerliliğini yitirmıştir. Özellikle Kuhn'un başı çektiği
bu yeni bilim felsefesi dalgası, bilimsel kuramların seçimi konusunu
ussal, bilimsel ya da felsefi bir konu olmaktan çıkarıp ancak toplumbilimsel
bir araştırmaya konu olabilecek bir sorun olarak yeniden dile getirerek
dikkatleri seçkin, çoğunlukla da gücü elinde tutan bilim adamlarından oluşan
egemen bilimsel toplulukların ya da cemaatlerin güce dayali iç işleyiş
mantığına çevirmiştir.
Bilim
çevrelerinde kabul edilebilir gibi görünmeyen bu olağandışı düşünsemenin
içerimleri, bilim adamlarının belli bilîmsel kuramların gerçekliklerini
tanıtlarken işlerine geldiğinde alabildiğine devrimci işlerine geldiğindeyse ne
denli tutucu olabildikleri gerçeğine odaklanarak, bilimsel etkinliğin son
çözümlemede sanıldığının tersine son derece öznel bir etkinlik olduğunu
göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır
Bilim
çevrelerinde son derece büyük yankılar uyandıran Kuhn 'un bu vargısının en önemli sonucu,
yerleşik bilim anlayışının bina edildiği bir ikinci sayıltı olan bilimin
"nesnel" bir bilme etkinliği olduğuna duyulan inanca düşürdüğü kuşku
gölgesidir. Bilimin nesnel olma savı, özellikle Feyerabend tarafından kapsamli
bir biçimde sorgulanmış, bu savın ardında yatan dayanaklar eleştirel bir gözle
tek tek ortaya serilmiştir. Feyerabend ,özellikle
doğu ile uzak doğu kültürleri üzerine yaptığı karşılaştırmalı çözümlemelerden
kalkarak, başka uygarlıklardan ayrı olarak Ban biliminin kendine özgü bir
"ussallık" anlayışı olduğunu, kendi ussallığının olanaklı tek nesnel
bilme etkinliği olduğu sanısının da işte bu anlayışın içinde içerimlendiğini
yüksek sesle dile getirmiştir. Buna bağlı olarak tıpkı Kuhn gibi Feyerabend de farklı kültürlerin ussallık
anlayışlarının birbirleriyle ölçüştürülemez olduğunun altını koyuca çizer.
FELSEFE SÖZLÜĞÜ- Bilim ve Sanat Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder