Sofizm

Sofistler


Antikçağ felsefesinin modern tarihçileri haklı olarak M.Ö. 5. Yüzyılda bir Grek aydınlanma çağından söz ederler. Bizler bu “aydınlanmadan, bir çağın önde gelen bilgelerinin insan düşüncesini atalardan miras kalan görüşlerin ve göreneklerin egemenliğinden kurtarmak ve ‘gelenek karşısında, özellikle de dinsel alanda bağımsız kılmak için gösterdikleri bilinçli çabaları anlıyoruz ... Aklın, özgün düşüncenin mitsel tasarım tarzından bu bağımsızlığı, doğa olayları karşısında daha 6. Yüz yıl sonra düşünürlerince benimsenen saf akla dayalı bu eleştirel düşünce 5. Yüzyılda özellikle insan dünyasına yönelmiştir.

5. Yüzyılın ikinci yarısında da Grek dünyasının ileri bölgelerinde (İonya, Atina ve Grek egemenliğindeki Batıda) ulusun yaşamına giderek hakim olan, felsefenin gelişmesi için de belirleyici bir önem taşıyacak bir güç durumuna gelmiştir. İlk Grek tarih yazımında ve yer yer Hippokrates’in eserlerinde önemli belgeler halinde görülen bu düşünsel hareket ancak 5. Yüzyılın ikinci yarısında “Sofizm” denen akım vasıtasıyla her şeye egemen bir güç durumuna gelecektir.

 Antik felsefenin modern tarihçileri, antik felsefenin ikinci evresine haklı olarak Sofizmle başlarlar, çünkü bu o güne kadarki gelişmenin basit bir devamı değildir, deyim yerindeyse tamamen yeni bir başlangıçtır. Eduard Meyer’ in (IV 249) özgün tarihsel bir sağgörüyle dediği gibi: ‘Bu sorunlar felsefi temele dayalı organik bir ilerleme nedeniyle meydana çıkmamıştır, tersine bu ilerleme, ulusun manevi gelişmesi tarafından eski yönünü terketmeye ve araştırılmalarına bağlı olduğu halde uzmanlarca bu güne kadar üzerinde tartışılmayan sorunlara yönelmeye zorlanmıştır.” Son günlerde Werner Jaeger’in de (Paideia 378) isabetle belirttiği gibi: “Sofizm bilimsel bir hareket değil, yönü değişen yaşamsal çıkarlar nedeniyle, özellikle de ekonomi ile devletin yapısında meydana gelen değişikliklerden doğan pedagojik ye sosyal sorunlar nedeniyle ... bilimin istila edilmesidir. Demek ki bu akım, ileride İonya biliminin etiksel-sosyal ve özellikle etiksel-siyasal yönden gelişmesini önemli ölçüde etkileyeceği halde, başlangıçta adeta “bilimi yerinden eder” gibi bir izlenim bırakmıştır.

 Sofizmin doğuş nedenleri arasında Atina demokrasisinin tamamen yeni türden bir eğitime, bir pedagojiye duyduğu pratik gereksinimin gerçek belirleyici neden olması bu durumla uyum sağlamaktadır, çünkü soylular döneminin bu konudaki eski gereksinimleri, Pers savaşlarının sona ermesinden bu yana değişen yaşamsal taleplerin karşılanmasına artık yetmiyordu. Bu yüzden, eskiye bağlı kalanların tüm direnişlerine karşın, tamamen yeni bir eğitim ideali doğmuş ve bu gereksinimi karşılayan, bu ideali öğretileriyle —daha doğrusu “Paideia”larıyla, yani kurama dayalı öğretileriyle, man eğitimle— aklı temel alarak gerçekleştirmek isteyen insanlar sahneye çıkmakta gecikmemiştir. “Areté (seçkin yurttaşları —çn.) yeni, yani etiksel-siyasal anlamda bilinçli olarak yetiştirme sorumluluğunu üstlenen bu insanlar kendilerine “sofistler”, yani “bilgelik öğretmenleri” adını vermişler, uzak yakın her yerden gelerek Attika’nın başkenti Atina’da toplanmışlar, böylece kenti, Perikles Atina’sının soylu gençleri tarafından heyecanla karşılanan geniş manevi bir hareketin de odak noktası durumuna getirmişlerdir.

Aristoteles’in “fizikçiler” diye tanımladığı, zamansal olarak kendilerinden önceki Grek doğa filozofları ile bu sofistler arasında köklü farklar vardır: Doğa filozofları düşüncelerini tamamen ya da neredeyse sırf doğa (physis), yani makro-kozmos üzerinde toplar ve toplumsal yaşamın sorunlarına sırt çevirirken, sofistlerin spekülasyonlarının merkezinde idrak eden ve davranan varlık olarak insan yer alıyordu. Sofizmden önceki büyük Grek düşünürlerinin ilk ve son hedefleri saf “hakikati’ idrak etmek, yani gökyüzünde, doğada olup bitenlerin gerçek nedensel bağlamlarını araştırmakken, sofistlerin spekülasyonlarının nesnesini, birey olarak —ve dahası— toplum üyesi, yani toplumsal varlık olarak insan ve de onun biricik, bilinçli hedefi “Paideia”, yani. özgün anlamda, “eğitim” oluşturmaktadır; bu ise açıkça hedef olarak belirlenen ve ulaşmaya çalışılan insanın manevi yönden biçimlendirilmesidir, ki sofistler bunun mümkün olduğuna kesinkes inanmaktaydılar. Bu yüzden sofistler hem pedagojinin kurucusu —ki bu, onların tarihsel etkileri önceden kestirilemeyen en büyük hizmetlerin den biridir— hem de bilinçli manevi eğitim olarak paideia kavramının yaratıcısıdırlar; onlar bu kavrama, ustalıkla yerine getirdikleri pratiklerinde insanın manevi dünyasının iki yönü ne (hem “konuya ilişkin” organ hem de “bilimsel ilke” olarak) uygun sırf biçimsel ve ansiklopedik bir manevi eğitim sistemi yaratarak —bir yandan dilbilgisi, retorik ve diyalektik, öte yandan aritmetik, geometri, astronomi ve müzik— gerçek bir içerik kazandırmışlardır. Bunun yanı sıra en ünlü sofistlerden Protagoras, amacı insanın ruhuyla bir bütün olarak gözlemlenmesi, özellikle de üyesi bulunduğu toplumdaki konumu tarafından belirlenen bir üçüncü eğitim sistemi daha kurmuştur; bu amaç, siyasal areté’yi insanın varoluşuna her şeyi egemenliğine alan ve koşullayan temel olarak devleti yön seçer şekilde eğitmektir. Werner Jaeger eseri “Paideia”da yeni bir yaklaşımla sofizmin bu yönünü etkileyici şekilde gözler önüne sermektedir. Platonun aynı adlı diyaloğunda görüldüğü üzere Protagoras çömezlerini öncelikle dürüst, adil birer yurt taş olarak yetiştirmek ister. Jaeger sofistlerin. eğitim sorununa getirdikleri çözümden çıkarak ‘kültür’ kavramına ve kültür idealine nasıl vardıklarını eserinde yine çok açık bir şekilde betimlemektedir.

Pedagojinin kurucusu ve eğitim düşüncesinin, yeni bir eğitim idealinin yaratıcısı olarak sofistlerin çığır açan önemi, tamamen değişen yaşamsal görüşlerin kurucusu olarak felsefe tarihi için taşıdığı önemden ayrılmaz. Sorunlar arasından en önemli sorun olarak insanı ayrıntılı şekilde ele alması Protagoras bilgi sorununun yaratıcısı durumuna getirmiştir; Protagoras’ın öznelciliği ve göreciliği, bunlara bağlı ilkesel kuşkuculuğu ardından gelen büyük Grek düşünürlerini derinden etkilemiştir. Sofistlerce ele alınan bu temel sorun, devlet ve toplumdaki din ve ahlâk, hukuk ve töre gibi tüm insani kurumlara eleştirel bir gözle bakılmasına, buna bağlı olarak her şeyi kapsayan bir “görecilik”in ve ‘tarihselcilik”in doğuşuna yol açacak olan, kültürün başlangıcı hakkında spekülasyonlarda bulunmalarına da neden olmuştur. Bu görecilik genç sofistler kuşağında özellikle etik ve din alanlarına geçmiş, böylece geçerli inanç ve davranış kuralları temelden sarsılmıştır. Bu durumda din ve ahlâk, zayıfı güçlüden korumak için ilkçağ insanının ‘icatlarından” biri olarak görülmekte, güçlünün “doğal hakkı” da giderek artan radikal bir bireycilikten dolayı gerçek efendi ahlaki” diye ilan edilmektedir. 

Öte yandan genç sofistler arasında, o güne kadar geçerli olan Grek dünya ve yaşam görüşünü temelden yıkan, örneğin “Helenler ve barbarlar”, “özgürler ve köleler’ sorunu, toplumun sosyal yapısına ilişkin sorunlar, (ve buna bağlı) ilk gerçek sosyalizm sorunu, ayrıca insan olarak kadının toplumsal konumuna ilişkin sorunlar karşısında sosyal-devrimci türden bir dizi düşünce doğup gelişmiştir; bütün bunlar ilk kez birer “sorun” olarak görülmüş ve öne sürülmüştür. İşte yeni; çok yönlü sorunlarla yoğrulan sofistlerin özellikle büyük tarihsel önemi ve yol açtıkları çeşitli sonuçlar da buradan ileri gelmektedir; bu yüzden onları, Grek düşün dünyasının kendilerinden sonra gelmiş ve kendileri nedeniyle yükselmiş klasik dönemini manevi yönden harekete geçiren en önemli güç diye görmek gerekir.

Sokrates’ten Önce Felsefe-Wilhelm Capelle-Çeviri: Oğuz Özügül-Kabalcı Yayınevi


Sofistlerin Önemi
Sofistler'in en büyük önemleri; dikkatlerini doğadan insana, makrokozmöstan mikrokozmasa çevirmeleri ve insanın insan olarak özü ve dünyaya ilişkin fiillerinin önemi üzerinde ısrar etmelerinden ileri gelmektedir. Bu tutum genel olarak insancılık (hümanizm) diye adlandırılan tutumdur. Çoğu kez yanlış olarak sanıldığının tersine hümanizm, insanseverlik ( hümanitarizm) değildir; insanı ilgi merkezine almak, onu insani ihtiyaç, kaygı, özellikleri içinde anlamaya ve tasvir etmeye, insanın yarattığı kurum ve değerleri, yani ahlakı, siyaseti, dini yine insani terimler ve ilgilerle açıklamaya çalışmaktır. Sofistlerin bu anlamda ilk hümanistler oldukları şüphe götürmez. Özellikle Protagoras'ın "İnsan her şeyin ölçüsüdür" sözü bu açıdan bakıldığında hümanizmin ruhunu en iyi bir biçimde ifade eden bir önerme olarak karşımıza çıkmaktadır.

İkinci olarak vurgulamamız gereken nokta, yine daha önce söylediğimiz gibi Sofistlerin tümünün Yunan dünyası için bir Aydınlanma hareketini başlatmış olduklarıdır. Aydınlanma genel olarak insanın kendi aklı, tecrübeleri ile kendisi ve kurumları üzerinde düşünmesi, onları aydınlığa kavuşturması ve bu araştırması sonucunda elde ettiği bulgularla kendisini ve kurumlarını yeniden inşa etme girişimi olarak tanımlanabilir. Aydınlanmacı tutum doğal olarak toplumun, siyasi rejimlerin, dinin, ahlaki değerlerimizin gelenekiere değil, makul ve doğru geleneklere, insanı aşan ve sorguya çekilemez bazı varlıklara değil, insan aklı ve tecrübesi ile açıklanması ve meşrulaştırılması mümkün doğal ihtiyaç ve ilgilere dayandırılmasını isteyen eleştirici bir tutumdur.

Üçüncü olarak üzerinde durmamız gereken bir nokta Sofistlerin tecrübe ve sanata önem vermeleri ve bilgiyi ve eğitimi insanların –bu arada kendilerinin- yararına sunmalarıdır. Sofistler Yunan dünyasında Platon ve Aristoteles'ten önce eğitim ve öğretimi kurumsallaştıran ilk insanlar olmuşlardır. Sofistlerin eğitim konusundaki sloganları maharet, sanat ve yararlılıktır. Zenaat ve sanatların, sanayinin gitgide önem kazandığı bir dünyada bunlar anlaşılabilir ereklerdir. Sofistlere göre siyaset bir sanattır ve öğretilebilir. Aynı şekilde hitabet ve eğitim de birer sanattır ve öğretilebilirler. İnsanların hayatlarının kaba ve çekilmez olduğu vahşi ve ilkel durumdan onların kurtulmasını sağlayan şey, sanatlar ve onların getirdikleri rahatlık, kolaylık ve faydalar olmuştur. Onların hayatlarının daha üst düzeyde, gelişmiş olarak sürmesine imkan verecek olan şeyler de yine bu sanatlar ve onların sağladığı bilgi ve ustalıklar olacaktır. Sofistler Platon'un veya insanın en doğal ihtiyacının sırf "bilmek için" bilmek olduğunu ileri süren Aristoteles'in bu idealinden çok uzaktırlar. Onlar için bilgi işe yarar bir şeydir ve bu da sanattır.

Protagoras'ın olsun, Gorgias'ın olsun amacı işe yarar bilgilere veya sanata sahip insanlar, yurttaşlar yetiştirmektir. Bilgiyi, özellikle pratik ve işe yarar olma özelliği açısından ele almak ve mümkün olduğu kadar geniş halk kitlelerinin hizmetine sunmak, bu kitleleri eğitmek için yazılar kaleme almak gibi kaygıların 18. yüzyıl Aydınlanma filozoflarının da temel kaygıları olduğunu ve özellikle Fransız Aydınlanmacılarının bu amaçla ünlü Ansiklopedilerini kaleme aldıklarını biliyoruz.

Sofistler daha sonraki felsefe ve düşünce tarihinde tekrar karşımıza çıkacak olan bazı daha özel öğretileri ilk kez ortaya koyan filozoflar oldukları için de önem taşımaktadır. Bunlar arasında yer alan "doğa-yasa", "doğal olan-yasal olan" ayrımları ve bundan hareketle ileri sürdükleri "doğal hukuk-pozitif hukuk", "doğal haklar-pozitif haklar" öğretileri düşünce tarihinde geleceği olan önemli ayrımlar ve öğretilerdir. Stoacıların Yunanlı-Barbar, "özgür insan-köle" ayrımlarını reddedişleri, siyasi kozmopolitizmleri ilerde Hristiyanlık üzerinde
önemli etkilerde bulunacağı gibi, Yeniçağ doğal hukuk okulu ve siyaset kuramcılarınca da yeniden ele alınacak olan verimli görüşlerdir. Bu görüşlere siyasal rejimlerin kaynağı ile ilgili olarak yine Yeniçağ siyaset filozoflarında karşımıza çıkacak olan toplumsal sözleşme öğretisini, Makyavel'in Hükümdar'da en fazla değer vereceği dinin siyasal işlevi öğretisini de eklemek gerekir.

Bununla birlikte Sofistlerin felsefe tarihi bakımından en büyük önemleri, Sokrates ve Platon'un felsefelerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamalarından ileri gelmektedir. Kısaca Sofistler hem varlığın, hem bilginin, hem de ahlaki ve siyasi değerlerin nesnel imkanını ortadan kaldırmışlardır. Daha önce Sokrates-öncesi materyalist doğa felsefesinin paradigmasının neden dolayı mantıksal sınırlarına ulaştığını ve tıkanma noktasına geldiğini göstermeye çalıştık. Bunun bir sonucu olarak, doğa veya varlığı başka bir şekilde tasarlamak, birlik ile çokluk, gerçeklik ile görünüş arasındaki ilişkileri yeni bir zemin üzerinde konumlamak gerekmekteydi. Aslına bakılırsa Sofistlerin bir varlık felsefeleri olmamıştır. Ancak onlar kendilerinden önceki varlık felsefelerinin içine girmiş olduğu çıkmazları göstermek bakımından önemli bir rol oynamışlardır. Buna karşılık Protagoras'ın etkili bir bilgi kuramı olmuştur ve diğer Sofistler de ahlak, siyaset ve din konusunda etkileri zamanımıza kadar devam edecek olan öğretiler geliştirmişlerdir. Bu öğretilerin genel sonucu ise geleneksel ahlak!, siyasi ve dini inançların, anlayışların güvenilir bir temeli olmadığını göstermek olmuştur. 

Sofistler tarafından geliştirilen felsefi eleştiri, Yunan sitesinin o zamana kadar kendine dayanak yaptığı ahlaksallığı, dinselliği ve siyaseti tahrip etmiş, ancak onun yerine olumlu, kalıcı bir şey koymamıştır. Sokrates ve Platon işte bu tahrip sonunda ortaya çıkan toplumsal tablonun bilincinde olan filozoflar olarak işe koyulacak ve sadece varlık ve bilgi konusunda değil, değerler konusunda da yeni bir bakış açısı sağlayıp, yeni kavramlarla ve yeni bir zeminde felsefeye yeni bir yön vereceklerdir. Bu, idealist Atina felsefesidir.

Ahmet Arslan, İlk Çağ Felsefe Tarihi Cilt 1, Bilgi Üniversitesi Yayınları


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder