Levi-Strauss


Levi-Strauss
Parsons 'ın ilk dönemiyle birçok ortak unsuru barındıran bir yaklaşıma 1950'li ve 1960'lı yılların Fransız yapısalcılığında rastlayabiliriz. Önemli oranda yeni bir "yapı" nosyonuna dikkat çeken dilcilerin, özellikle de Saussure 'ün çalışmalarıydı. Söz konusu hareketin kurucu eseri olarak tanınan Saussure'ün Course in General Linguistics [Genel Dilbilim Dersi] kitabı bir sistem olarak dili (la langue) dilin konuşma ve yâzıdaki fiili tezahürlerinden (la parole)ayırır ve birinciyi konu alır: Dil bir yapı olarak, yani "içinde her bir terimin değerinin sadece aynı anda mevcut öteki terimlerin mevcudiyetiyle belirlendiği bir karşılıklı bağımlı terimler sistemi" olarak kavranır. Böylesi bir sistem olarak dil, "çok yönlü ve heterojen" olan ve "bütün olarak keşfedilemeyen" konuşmanın aksine, nesnel olarak irdelenebilir. 

Çok çeşitli kılıklara giren konuşmanın arkasında yatan ayrı ve bilinebilir bir sistem olarak bir dil görüşüne paralel, genelde ilke olarak böylesi sistemlere aynı şekilde indirgenebilir bir toplumsal nosyonu geliştirildi. 


Kendisi Saussure'den çok
Troubetzkoy 'dan etkilenmiş olduğunu belirtmekle birlikte, bu tür bir yaklaşımı ilk benimseyen düşünür C. Levi-Strauss olmuştur. Levi-Strauss'un amacı toplumsal olgulara yön veren genel ve bilinçdışı yasaların keşfine ön ayak olacak terimler arasındaki ilişkileri tespit etmekti. Levi-Strauss yaklaşımını temel kanbağı yapıları üzerine yaptığı bir çalışma yardımıyla ortaya koyar. Kanbağı, hiçbir biçimde biyolojiye indirgenemeyen, tanımlanabilir bir toplumsal kuruluş olarak görülür. Ancak yine de bu farklı kanbağı tipleri insan zihninde, "en azından bilinçdışı bir biçimde, her zaman mevcut" üç "asli yapı"nın bileşimine indirgenebilir.'' Çoklu kanbağı yapıları bu sabit, değişmez asli yapıların farklı bileşimleri (yapısalcı "tümleyici") aracılığıyla anlaşılabilir. Bu bileşimlerden doğan yapılar hiçbir biçimde, kendisi "bireysel psişe düzleminde, gerçek bir sosyolojik yapının tercümesi" olan bireysel failin bir ürünü değildir.` Dahası , bu yapılar dil gibi "bilinçdışı düşünce düzleminde zihin tarafından kurulmuştur." Ama onlar nesnel olarak bilinebilir çünkü, dil yasaları gibi, "gözlemci salt bilincine vararak olguları değiştiremez"; kendi üzerinde araştırma yapıyor olsa bile, öznenin "kendisini sonsuza kadar nesneleştirme" kapasitesine göre olgular değişmez. Bilimin rolü tam da "bileşimin yasaları" kadar bu "asli yapıları" keşfetmektir. 

Levi-Strauss kanbağı analizine benzer başka bir toplumsal yapı analizi yapmamıştır. Daha sonraki çalışmalarında dikkatini
"yaban düşünce" kipliğine ve, ilk dönemindeki (kabaca 1950'lere kadar) en aşırı formülasyonlarından kısmen geri adım atarak, mitlerin analizine vermiştir. 

Ne ki, bu ilk formülasyonları, kelimenin tam anlamıyla,
"yapısalcı" olarak adlandırılabilecek özgün bir yaklaşımı kaleme almaya yetecek kadar özlüydü. Bu yaklaşım;
  • bireyin üzerinde yapıya,
  • bilincin üzerinde bilinçdışına ve
  •  "doğal" olanın üzerinde toplumsala ağırlık verirken
bir yandan da, kurucu, değişmez "asli yapılarının" bilgisi aracılığıyla bu yapıların eksiksiz nesnel bilgisinin mümkün olduğu iddiasını terketmez. 

Burada karşımıza Marx, Weber ve Parsons 'ın akılcılığının bir çeşitlemesi çıkar. Elimizde tek bir öz (Marx), verili bir kategoriler dizisi (Weber) ya da evrensel bir şema (Parsons'ın ikinci dönemi) yerine, insan bilgisinin vakıf olabileceği değişmez "asli yapılar" vardır. Bütün bu yaklaşımlarda, Levi-Strauss'un iddialarına rağmen, değişmez öğeler uygun bir biçimde ampirik malzemeden çıkarılmaz, çıkarılamaz. 


"Asli yapılar" söz konusu malzemeye iyi ya da kötü dayatılabilir ama bunlar ampirik genellemeler değildir. Bunlar, tıpkı Marx'taki emek , Weber'deki ekonomik, siyasal ve öteki kategorilerde ya da Parsons'daki AGIL şeması nda olduğu gibi, malzemeyi düzenleyen a prior-i kategorilerdir. Dahası, bunların bilgisi mümkündür çünkü bunlar insan zihninin, kavramların, fikir ve düşüncenin kipliğine sahiptir." Bir "birleştirici"nin varlığı ancak aşkın bir özne varsayımıyla, içinde farklı bileştiricilerin iş görebildiği ve bileştiricilerin bağlantı öğesi olan "bilinçdışı insan zihni" yle mümkündür. 


Levi-Strauss'un yapısalcılığının yeniliği genel bir akılcı/nesnelci çerçevede tarihi kavramlaştırmanın farklı evrimci ya da erekselci yaklaşımlardan farklı bir yolunu önermesinden gelir. Tarih burada değişmez "asli yapılar"ın bileşimlerinin sonsuz olabilirlikleri oyunu olarak görünür. Değişmez öğeler ve tarih-aşırı kategoriler zorunlu farklılık çizgileri değil, sayısız bileşimlerin ortaya çıkardığı şeylerdir: Yapısalcı şemada zorunlu ereksellik olmadığı gibi evrimcilik de ima edilmez. Çizgisel bir tarih görüşünün yerini bileşimsel bir tarih görüşü almıştır. 


Levi-Strauss'un yapısalcılığı nesnelci bir bağlam içindeki evrimcilik karşısında başka bir imkânı temsil eder. O bunu bizzat ifade etmiştir: Bilim, der, "ya indirgemci ya da yapısalcı olabilir” Ne ki, temel varsayım aynı kalmıştır: Tarih, ancak potansiyel olarak bile olsa, belirlenmiştir. Tarihin bütün olabilirlikleri -bilinçdışı- insan zihninin "asli yapıları" içinde zaten mevcuttur ve insan zihni son tahlilde bu asli öğelere vakıf olabilir. Tarihin erekselci bir görüşünden kurtuluşun yolu vardır ama belirlenimcilikten kaçamayız. 


Toplum ve Bilinçdışı-Kanakis Leledakis-Çeviri: Abdullah Yılmaz-Ayrıntı Yayınları


Yapısalcılık Kavramına Antropolojik BirYaklaşım: Levi-Strauss ve Yapısalcılık 


Levi-Strauss'un Ardından




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder