Antroposen kavramı, jeolojik dönemleri belirleme
şeklimize radikal bir meydan okuma getiriyor ve bu iddia oldukça sağlam
temellere dayanıyor.
Öncelikle, jeolojik dönemlerin geleneksel olarak nasıl belirlendiğini hatırlayalım. Bu dönemler, gezegen ölçeğinde yaşanan, kalıcı ve küresel izler bırakan olaylara göre tanımlanır. Örneğin, Pleistosen Çağı, büyük buzul çağlarının döngüsüne işaret ederken, Kretase'nin sonu, dinozorların yok olmasına yol açan meteor çarpması gibi büyük bir olayla belirlenir. Bu olayların izleri, kayaç katmanlarında ve fosil kayıtlarında açıkça görülebilir.
Antroposen'in Temellendirilmesi
Antroposen ("insan çağı") terimi, Nobel ödüllü
kimyager Paul Crutzen ve Eugene Stoermer tarafından 2000 yılında ortaya atıldı.
Bu kavram, insanlığın, doğal jeolojik güçlerle eşdeğer, hatta onlardan daha
büyük bir etkiye sahip olduğunu savunur. Bu iddia, aşağıdaki kanıtlar ve
argümanlarla temellendirilir:
- "Büyük
Hızlanma" (The Great Acceleration): 1950'lerden itibaren insan
faaliyetlerinde, özellikle sanayi, nüfus artışı, enerji tüketimi ve
küreselleşmede benzeri görülmemiş bir artış yaşandı. Bu "büyük
hızlanma" süreci, gezegenin ekosistemleri üzerinde derin ve geri
döndürülemez etkiler bıraktı.
- Kalıcı
"İnsan" İzleri: Jeologlar, Antroposen'in başlangıcını işaret
eden kalıcı izler arıyor. Bu izler arasında şunlar yer alıyor:
- Atmosferik
Kimya Değişimleri: Sanayi Devrimi'nden bu yana atmosferdeki
karbondioksit (CO₂) ve metan (CH₄) gibi sera gazı seviyeleri dramatik bir
şekilde yükseldi. Bu durum, kayaç katmanlarında ölçülebilir ve kalıcı bir
kimyasal iz bırakıyor.
- Plastikler
ve Beton: İnsan yapımı malzemelerden olan plastik ve beton, artık
gezegenin her yerinde, okyanusun en derin noktalarından en uzak kutup
bölgelerine kadar bulunabiliyor. Gelecekteki jeologlar, bu malzemeleri
"teknofosiller" olarak inceleyecekler.
- Nükleer
Serpinti: 1945 ve 1963 yılları arasında yapılan nükleer silah
denemeleri, radyoaktif maddeleri (plütonyum-239 gibi) küresel olarak
yaydı. Bu radyoizotoplar, gelecekteki jeolojik kayıtlarda kesin bir zaman
damgası olarak kullanılabilir.
- Biyoçeşitlilikteki
Değişim: İnsan faaliyetleri, türlerin kitlesel yok oluşuna ve aynı
zamanda evcil hayvanlar (örneğin tavuklar) gibi belirli türlerin aşırı
artışına neden oldu. Bu durum, gelecekteki fosil kayıtlarında net bir
şekilde görülecektir.
- Jeolojik
Zaman Kavramına Meydan Okuma: Antroposen, jeolojik bir çağı belirlemek
için ilk defa, bir türün (insanın) bilinçli ve kitlesel faaliyetlerini
temel kriter olarak ileri sürüyor. Geleneksel jeolojik dönemler, volkanik
patlamalar, meteor çarpmaları veya iklim döngüleri gibi doğa olaylarıyla
tanımlanırken, Antroposen, doğanın kendisinin artık insan eliyle
şekillendirildiğini iddia ediyor.
Başlangıç Tarihi Tartışmaları
Antroposen kavramı geniş kabul görse de, başlangıç tarihi
konusunda hâlâ bir fikir birliği yok. Önerilen tarihler ve arkalarındaki
argümanlar şunlardır:
- Sanayi
Devrimi (yaklaşık 1750): Fosil yakıtların kullanımının hızlanmasıyla
atmosferdeki CO₂ seviyelerinin belirgin bir şekilde yükseldiği dönem.
- Avrupa'nın
Amerika kıtasını kolonileştirmesi (1610): Avrupa'dan gelen
hastalıkların yerli nüfusu yok etmesiyle, geniş tarım arazilerinin yeniden
ormana dönüşerek atmosferdeki CO₂ seviyesini düşürdüğü dönemi işaret eder.
- Nükleer
denemeler (yaklaşık 1950): Radyoaktif izotopların küresel ölçekte en
belirgin şekilde yayıldığı ve kayaç katmanlarında en net izleri bıraktığı
dönem.
Bu tartışmaların merkezinde, insan etkisinin hangi noktada
geri dönülemez bir jeolojik güç haline geldiği sorusu yatar.
Antroposen, sadece bilimsel bir terim değil, aynı zamanda
insanın gezegen üzerindeki sorumluluğunu ve geleceğini sorgulayan felsefi ve
etik bir kavramdır. Bu kavram, insanlık olarak kendi çağımızın hem yaratıcısı
hem de kurbanı olduğumuzu gösterir.
1. Kavramın Jeolojik Kökeni ve Popülerleşmesi
- Paul Crutzen (atmosfer kimyacısı, Nobel ödüllü)2000’de Antroposen terimini popülerleştirdi. İnsan etkinliğinin jeolojik güçte olduğunu vurguladı.
- Eugene Stoermer (biyolog)Kavramı ilk kullananlardan; özellikle ekolojik tahribat bağlamında.
2. Felsefi ve Teorik Yorumcular
- Timothy Morton“Hiper-nesneler” (hyperobjects) kavramıyla iklim değişikliği gibi gezegen ölçekli olguların algılanma biçimlerini inceler.
- Dipesh ChakrabartyTarih ve iklim değişikliği üzerine; Antroposen’in “tarihsel zaman” ile “jeolojik zaman” arasındaki sınırları erittiğini söyler.
- Donna HarawayStaying with the Trouble’da Antroposen kavramını eleştirir; onun yerine “Chthulucene” kavramını önerir — çok türlü karşılıklı yaşam ve ortak geleceğe vurgu yapar.
- Isabelle StengersGaia fikrini politik ekoloji bağlamında işler; modernitenin krizini ve bilim–toplum ilişkisini yeniden düşünür.
3. Sanat ve Estetik Perspektif
- T.J. DemosAntroposen’i sanat, görsel kültür ve aktivizm kesişiminde tartışır.
- Eyal Weizman (Forensic Architecture)Çevresel şiddet ve mekânsal adalet üzerine çalışır.
- Jason W. Moore — “Kapitalosen”Krizin jeolojik değil, kapitalist üretim ilişkileri tarafından yönlendirildiğini savunur.
- Andreas
Malm — fosil kapitalizmi eleştirisi; insan etkisini sınıfsal/ekonomik
bağlamda okur.
- Anna
Tsing — “Yaşamın kenarlarında” kavramıyla ekolojik yıkım sonrası çok
türlü hayatta kalma pratiklerini araştırır.
İki temel felsefi yaklaşımdan bahsedebiliriz:
- Geleneksel
İnsan Merkezcilik (Hümanizm): Bu düşünceye göre insan, akıl ve bilinç
sahibi tek varlıktır. Doğa ise bir kaynak, bir nesne veya bir dekor olarak
görülür. Bu yaklaşım, insanın doğa üzerinde egemenlik kurmasını ve onu
kendi amaçları doğrultusunda kullanmasını meşru kılar. Rönesans'tan
Aydınlanma Çağı'na kadar birçok felsefi akım, bu düşüncenin üzerine inşa
edilmiştir.
- Antroposen'in
Getirdiği Yeni Felsefi Yaklaşımlar: Antroposen, insan faaliyetlerinin
artık doğanın pasif bir fonu olmadığını, aksine onu kökten dönüştüren ve
etkileyen bir güç olduğunu gösterince, bu geleneksel yaklaşım sorgulanmaya
başlandı. Artık insan, doğanın dışında değil, onun içinde ve onunla iç içe.
Bu yeni felsefi yaklaşımların ortaya çıkmasında öncü olan
önemli isimler ve tezleri şunlar:
- Bruno
Latour: Latour, "aktör-ağ teorisi" (actor-network theory)
ile tanınan bir düşünürdür. Onun için doğa ve kültür, birbirinden ayrı
şeyler değildir; hepsi birbiriyle etkileşim içinde olan aktörlerdir.
Latour, iklim değişikliği gibi küresel sorunların, sadece doğa bilimleri
veya sadece sosyoloji ile anlaşılamayacağını, tüm aktörlerin (insanlar,
kurumlar, volkanlar, buzullar vb.) dahil olduğu karmaşık ağlar üzerinden
düşünülmesi gerektiğini savunur.
- Timothy
Morton: "Süper nesneler" (Hyperobjects) kavramıyla bilinen
Morton, küresel ısınma gibi devasa ölçekli nesnelerin, insan algısının
ötesinde olduğunu ve bu nesnelerle ilişkimizin, geleneksel düşünme
biçimlerimizle anlaşılamayacağını ileri sürer. Antroposen'le birlikte
insan, artık doğaya sadece bakmak yerine, onunla iç içe geçmiş, onun bir
parçası haline gelmiştir. Morton'a göre bu durum, "ekolojik
bilinç" adını verdiği yeni bir düşünce biçimini zorunlu kılar.
- Donna
Haraway: Haraway, "Yoldaş Türler Manifestosu" (Companion
Species Manifesto) gibi eserlerinde, insan-hayvan ve insan-doğa arasındaki
ayrımı sorgular. Haraway'e göre insanlık, "yoldaş türlerle"
birlikte, yani doğadaki diğer canlılarla iç içe bir şekilde evrilmiştir.
Bu, insanın doğaya hakim olduğu fikrini reddederek, işbirliğine ve
karşılıklı ilişkilere dayalı yeni bir etik anlayışını önerir.
Antroposen'in, doğayı bir meta olarak görme yaklaşımından
uzaklaştıran bu yeni felsefi bakış açısının, doğayı koruma eylemini nasıl
değiştirdiğini ele alalım. Gerçekten de bu, çok önemli bir ayrım.
Geleneksel olarak doğayı koruma eylemleri, genellikle
insanlığın faydası için doğanın bir "kaynak" veya "hizmet
sağlayıcı" olarak devam etmesini sağlamaya odaklanıyordu. Örneğin,
"ormanları koruyalım çünkü bize oksijen sağlıyor," ya da
"nehirleri temiz tutalım çünkü içme suyumuz oradan geliyor." Bu, hala
insan merkezli bir düşünce biçimidir.
Antroposen felsefesi ise bu yaklaşıma meydan okuyor. Artık
doğa, insanlığa hizmet eden pasif bir varlık değil, insanla birlikte var olan
ve onunla sürekli etkileşim içinde olan, kendi varoluşuyla değerli bir
"aktör" olarak görülüyor.
"Doğayı bir tüketim nesnesi olarak görmek" ve onu
"yapay üretim yöntemleriyle canlı tutmaya çalışmak" gibi eylemler,
araçsal aklın en belirgin yansımalarıdır. Bu düşünce tarzı, doğanın kendi ritmi
ve akışı yerine, insan ihtiyaçlarına hizmet eden bir mekanizma gibi ele
alınmasına yol açıyor.
Şimdi bu düşünceleri, daha önce bahsettiğimiz düşünürlerin
kavramlarıyla ve tezleriyle detaylandıralım:
- Bruno
Latour ve "Aktör-Ağ Kuramı": Latour'a göre, araçsal akıl,
insanı doğa ağından izole ederek, onu sadece kendi hedefleri doğrultusunda
manipüle edilecek bir "nesne" haline getirir. Ancak gerçekte
doğa, aktör-ağ kuramının bir parçasıdır. Bir nehrin kirletilmesi,
sadece insan eylemi değil, nehrin kendisinin, nehirdeki canlıların ve
çevresindeki toprakların da dahil olduğu karmaşık bir ağdaki bir
etkileşimdir. Doğa, Latour'a göre pasif bir nesne değil, kendi başına bir "aktör"dür
ve insan eylemleri bu aktörlerle birlikte yeni sonuçlar doğurur. Bu
nedenle, doğayı sadece tüketim nesnesi olarak görmek, bu karmaşık ağı
görmezden gelmektir.
- Timothy
Morton ve "Süper Nesneler": Morton'a göre, doğayı tüketim
nesnesi olarak görme pratiği, insan algısının ötesine geçen süper
nesneler (hyperobjects) yaratıyor. Örneğin, iklim değişikliği gibi bir
olgu, araçsal aklın doğrudan bir sonucudur. Biz doğayı bir meta gibi
tüketirken (fosil yakıtlar, kaynaklar vb.), ortaya çıkan sonuçlar (küresel
ısınma, buzulların erimesi) o kadar büyük ve karmaşıktır ki, tek bir
insanın algılayabileceği ölçeğin çok ötesindedir. Bu durum,
"tüketim" kavramını yeniden düşünmemizi ve bu büyük ölçekli,
"görünmez" sonuçları da eylemlerimizin bir parçası olarak kabul
etmemizi gerektirir.
- Donna
Haraway ve "Yoldaş Türler": Haraway, doğayı araçsal akılla
yönetme ve tüketme pratiğinin, insanın diğer canlılarla olan yoldaş tür
ilişkisini yok ettiğini savunur. Biz doğayı sadece bir kaynak olarak
gördüğümüzde, diğer canlıları da "insana hizmet edenler" veya
"tüketilecek olanlar" olarak sınıflandırırız. Oysa Haraway'e
göre, insanlık tarihi, diğer türlerle birlikte evrilen ve şekillenen bir
tarihtir. Bu nedenle, doğaya ve diğer canlılara saygı duymak, sadece
ahlaki bir görev değil, aynı zamanda insanın kendi kimliğini ve varoluşunu
anlaması için de bir gerekliliktir.
Geleneksel "araçsal akıl"ın, doğayı bir tüketim
nesnesi olarak görme ve onu yapay yöntemlerle canlı tutma eylemlerini nasıl
tetiklediğini konuşmuştuk. Şimdi ise, bu düşünürlerin kavramları üzerinden,
"tüketim kalıplarını değiştirmek" ve "yetecek kadar" bir
bakış açısı geliştirmek için neler yapılabileceğini detaylandıralım:
- Bruno
Latour ve "Kolektif": Latour, insanlığın doğayı bir meta
olarak tüketme alışkanlığının, doğayı kendi aktör-ağından koparıp
izole etmesinden kaynaklandığını savunur. Tüketim kalıplarını değiştirmek,
bu ağı yeniden onarmak ve doğayla bir kolektif içinde hareket
etmektir. Tüketim, sadece bir ürünün satın alınması değil, aynı zamanda o
ürünün üretiminden imhasına kadar olan tüm süreçteki aktörlerle (toprak,
su, işçi, fabrika vb.) kurulan bir ilişkidir. Latour'a göre, bu kolektifi
tanımak ve ona saygı duymak, tüketim alışkanlıklarımızı kökten
değiştirmemizi sağlar. "Yetecek kadar" düşüncesi, bu kolektife
zarar vermeyen, onunla uyumlu bir yaşam biçimini benimsemektir.
- Timothy
Morton ve "Ekolojik Bilinç": Morton, "tüketim"in,
küresel ısınma gibi süper nesnelerin oluşumuna katkıda bulunan kör
bir eylem olduğunu belirtir. Tüketim kalıplarını değiştirmek, bu süper
nesnelerin varlığının farkına varan bir ekolojik bilinç
geliştirmekle mümkündür. Morton'a göre, bir ürün satın alırken sadece o
ürünü değil, onun üretim ve tüketim zincirinin bir parçası olan devasa
ekolojik ağları da düşünmeliyiz. "Yetecek kadar" bakış açısı, bu
ekolojik bilincin bir yansımasıdır; sadece kendi anlık ihtiyaçlarımızı
değil, eylemlerimizin gelecekteki sonuçlarını ve "süper
nesnelerin" üzerindeki etkilerini de hesaba katar.
- Donna
Haraway ve "Karşılıklı Birliktelik (Sympoiesis)": Haraway,
tüketim kalıplarını değiştirmeyi, insanı merkeze alan otopoiesisten
(kendi kendine üretim) uzaklaşıp, simpoiesisi (birlikte üretim)
benimsemek olarak görür. Doğayı tüketim nesnesi olarak görmek, insanın
kendi kendini ürettiği ve diğer türlerden bağımsız olduğu yanılgısından
kaynaklanır. Haraway'e göre ise, insan ve diğer canlılar yoldaş türler
olarak birlikte var olurlar ve birbirlerini karşılıklı olarak
şekillendirirler. "Yetecek kadar" düşüncesi, bu karşılıklı
birlikteliğin bir ifadesidir. Bu, doğanın kendi ritmine ve döngülerine
uyum sağlayarak, diğer canlıların yaşam alanlarını ve varoluşlarını tehdit
etmeyen bir yaşam biçimi kurmak anlamına gelir.
Latour'un "yeni anayasalar" kavramı, siyasi ve
yasal dönüşüm konusunda gerçekten de çok önemli bir bakış açısı sunuyor. Bu
düşünce, sadece yasalara bazı çevre maddeleri eklemenin ötesinde, tüm siyasi
sistemi yeniden düşünmemizi gerektiriyor.
Geleneksel anayasalar, genellikle insan haklarına, mülkiyete
ve devletin işleyişine odaklanırdı. Doğa ise bu anayasaların dışında, bir
kaynak olarak görülürdü. Latour'a göre ise, Antroposen Çağı'nda bu artık
sürdürülemez.
Latour'un önerdiği "yeni anayasalar," insanları ve
doğayı birbirinden ayıran geleneksel yaklaşımdan vazgeçer. Bu anayasalar, insan
olmayan aktörleri (nehirler, ekosistemler, hayvan türleri vb.) de yasal ve
siyasi süreçlerin bir parçası haline getirir.
1. Siyaset ve Hukuk Alanında Yeni Yaklaşımlar
- Bruno
Latour'un "Yasal Haklar" ve "Parlamentolar":
Latour, doğaya ve insan olmayan varlıklara (nehirler, ormanlar, hayvanlar)
yasal haklar tanınması gerektiğini savunur. Ona göre, nasıl ki bir insan
veya şirket hukuki haklara sahipse, doğa da kendi adına konuşma ve korunma
hakkına sahip olmalıdır. Bu, hukuk sisteminin sadece insan merkezli
olmaktan çıkmasını gerektirir. Latour, bu yeni siyasi düzenin, sadece
insanları temsil eden değil, aynı zamanda doğayı da temsil eden "Dünyanın
Parlamentosu" gibi yeni yönetim biçimlerine yol açabileceğini öne
sürer. Bu parlamentoda, her bir ekosistemin veya türün kendi sözcüsü
olabilir.
- Donna
Haraway'in "Siyasi Yoldaşlıklar": Haraway, siyasetin sadece
insanlar arasında değil, "yoldaş türler" arasında da
kurulması gerektiğini belirtir. Bu, farklı canlı türlerinin ihtiyaçlarını
ve varoluşlarını gözeten yeni politikalar üretmek anlamına gelir. Örneğin,
bir şehir planlaması yapılırken, o şehirdeki tüm canlıların (böcekler,
kuşlar, ağaçlar vb.) yaşam alanları ve ekolojik rolleri de dikkate alınır.
Bu, insan refahını diğer canlıların pahasına artırma alışkanlığından
vazgeçmektir.
2. Ekonomi Alanında Yeni Yaklaşımlar
- Timothy
Morton'ın "Ekolojik Bilinçle Büyümeyi Reddetmek": Morton,
ekonomik sistemin "sınırsız büyüme" paradigmasının, süper
nesneler (küresel ısınma gibi) yarattığını ve bu durumun sürdürülemez
olduğunu savunur. Tüketim kalıplarını değiştirmek, ekonomik büyümenin tek
hedef olmaktan çıktığı, yerine ekolojik denge ve toplumsal refahın
koyulduğu yeni bir ekonomik modelin gerekliliğini ortaya koyar. Bu
modelde, bir ürünün ekonomik değeri sadece fiyatına göre değil, aynı
zamanda ekolojik maliyetine (su, enerji, emek, atık vb.) göre de
belirlenir.
- Bruno
Latour'un "Siyasi Ekoloji Ekonomisi": Latour, ekonominin
siyasi ekolojiden ayrı düşünülemeyeceğini savunur. Ona göre, bir ürünün
maliyeti hesaplanırken, o ürünün üretim sürecinin çevreye, diğer canlılara
ve geleceğe olan tüm etkileri de hesaba katılmalıdır. Bu, sadece kısa
vadeli kar odaklı bir ekonomi yerine, uzun vadeli ekolojik ve sosyal
faydaları gözeten bir ekonomi modelidir.
3. Etik Alanında Yeni Yaklaşımlar
- Tüm
Yaşama Yönelik Sorumluluk Etiği: Bu yeni felsefi yaklaşım, etiği
sadece insanlar arası ilişkilerle sınırlı görmez, tüm ekosisteme yayar.
Tüketim eyleminizden, attığınız bir adıma kadar tüm eylemlerinizde, diğer
canlılar ve doğaya karşı bir sorumluluk duyma ve eylemlerinizin
sonuçlarını düşünme üzerine kuruludur.
- "İnsan
Sonrası" (Posthuman) Etik: Bu etik, insanın kendi türünü merkeze
koyan hümanist etik anlayışından uzaklaşır. İnsanı, diğer canlılarla
birlikte evrilen ve onlarla bir ağ içinde var olan bir varlık olarak kabul
eder. Bu, insanı diğer canlılardan üstün gören bakış açısını terk etmektir.
Kaynaklar
- Nihan
Bozok & Abdurrahman Yılmaz (der.) – Antroposen’in İzleri:
İnsanın Dünyayla İlişkisi Üzerine Tartışmalar (Bağlam Yayıncılık,
2023)2 → Sosyal bilimler, felsefe, ekoloji ve sanat alanlarından
makaleler; kavramın eleştirileri ve alternatif anlatılar.
- Beril
Özer – “Antroposen Kurguları: İklim Değişikliği Çağında Roman” (Moment
Dergi, 2025) → Adam Trexler’in Anthropocene Fictions kitabı
üzerinden edebiyat–çevre ilişkisi.
🌍 Türkçeye Çevrilmiş
Eserler
- Bruno
Latour – Biz Hiç Modern Olmadık (çev. İsmail Türkmen, Metis) →
Modernlik eleştirisi ve doğa–kültür ayrımının Antroposen bağlamında
yeniden düşünülmesi.
- Dipesh
Chakrabarty – İklim Değişikliği ve Tarih (çeviri makaleler,
çeşitli derlemelerde) → Antroposen’in tarih yazımı ve insanlık tarihi
üzerindeki etkileri.
- Naomi
Klein – Bu Her Şeyi Değiştirir: Kapitalizm vs. İklim (çev.
Barış Engin Aksoy, Agora) → İklim krizini ekonomik sistem eleştirisiyle
birleştiren politik ekofelsefe.
- Donna
Haraway – Belirsizliğe Tutunmak (Staying with the Trouble,
çev. Başak Ertür, Metis) → Antroposen sonrası çok-türlü yaşam ve ortak
gelecek tahayyülleri.
- Timothy
Morton – Karanlık Ekoloji (çev. Ebru Kılıç, Kolektif Kitap) →
Ekolojik düşünceyi estetik, felsefe ve kültür kuramıyla harmanlayan
posthumanist yaklaşım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder