İng. social philosopohy, Fr. philosophie sociale, Alm. sozialphilosophie].
En genel anlamda, toplum ile toplumsal olayların doğasını, özünü, anlamını, kapsamını ve içeriğini araştıran felsefe alanı. Toplumun varolan durumundan yola çıkarak, ideal bir toplumun en iyi nasıl örgütlenmesi gerektiğine ilişkin felsefe öğretileri toplum felsefesi başlığı altında toplanmaktadır.
Günümüz felsefe çevrelerinde "toplum felsefesi" terimi tek bir anlam içine kapatılamayacak denli çok geniş bir anlamlar dağarcığı içinde düşünülmektedir.
✅Kimileyin üç aşağı beş yukarı siyaset felsefesi ile eşanlamda, yani toplumun en iyi nasıl örgütlenmesi gerektiğine yönelik normatif araştırmalar alanı anlamında kullanılırken;
✅kimileyin de kurulu bir toplumsal örgütlenme içinde en iyi nasıl yaşanabileceğini, sözgelimi bireylerin ilişkilerinin nasıl düzenlenirse en iyi olacağını betimleyen normatif olmayan araştırmalar bütünü anlamında kullanılmaktadır.
Bu ikinci anlamıyla bir tür "toplum varlıkbilgisi"ne karşılık gelen toplum felsefesinin, pek çok felsefecinin gözünde daha bir felsefi görüldüğünden, yaygın olarak daha çok bu anlamıyla kullanıldığı gözlenmektedir. Varlıkbilgisi yönelimli toplum felsefesinin kalkış noktasını, kendi istek ve amaçları doğrultusunda değişik yapıp etmeler içinde bulunan bireysel eyleyenler olmadan toplum diye bir şey tasarlamanın daha baştan olanaksız olduğu düşüncesi oluşturmaktadır. Bu ana öncül uyarınca toplum felsefesinin başlıca ödevini, öteki her şey aynı kalmak koşuluyla, kendi inanç ve istekleri uyarınca belli eylemlerde bulunan, bu bağlamda kendi ussallıklarını açığa vurma yetisi taşıyan, gerektiğinde kendi ussallıklarını dile getirmek için belli mücadelelere giren bireyler birlikteliğinin anlamsal varlığını soruşturmak oluşturmaktadır.
Hiç kuşkusuz toplum felsefesinin tarihi, Eski Yunan polis'lerinin (kentdevletleri) yönetimleri üzerine dizgeli bir biçimde düşünülmeye başlandığı dönemle re dek götürülebilir. Nitekim günümüzdeki toplum felsefesi sözdağarında yer alan kavramların çok büyük bir bölümü Eski Yunanca ile Latince'den gelmekle birlikte, kimi kavramların sözlük anlamlarında çeşitli kaymaların olduğu da açıktır. Örneğin "demokrasi" ile "ekonomi" kökence Eski Yunanca'dan geliyor olmalarına karşın anlamlarında son derece önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Latince'den gelerek toplum felsefesi diline yerleşen kavramlarınsa çoğunluk Yunanca'daki kavramların Latince'ye uyarlamaları olduğu görülmektedir.
Batı felsefesi ile biliminin Eski Yunan'da başlamış olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, Thales'ten Demokritos'a dek çoğunluk Sokrates öncesi "doğa filozofları" diye anılan filozofların doğaya ilişkin soruşturmalarında, doğanın ayrılmaz parçaları insan ile toplum konularıyla da yakından ilgilenmiş oldukları açıktır. Ancak insanlar ile yaşadıkları toplumlar üzerine düşünmenin temelleri, büyük ölçüde M.Ö. V. yüzyılın demokratik Atinası'nda insanlara siyasal kariyer için gereken donanımları kazandıran Sofistlerce atılmıştır. Sanıldığının tersine yalnızca retorik alanında değil bilgelik (sophia) ile erdem (arete) alanlarında da insanları geleceğe hazırlayan Sofistler, physis ile· nomos arasında yaptıkları temel ayrımla toplum felsefesi tartışmalarını da başlatmışlardır. Nitekim daha M.Ö. V. yüzyılda, dönemin para karşılığı üst kesimlerin çocuklarına ders veren profesyonel öğretmenleri Sofistlerin sıkça üstünde durdukları soru, doğrudan toplum felsefesinin başlatılabileceği değerde kilit bir sorudur: "Toplum bütünüyle zaman ile uzam dışı "doğal" bir yapı mıdır, yoksa dönemden döneme, yerden yere değişim gösteren insan etkinliklerinin "uzlaşımsal", tarihsel bir ürünü müdür?" Sofistler bu soru karşısında genellikle, "homo sapiens"lerin insanbilimsel bakımdan toplumlar kurarak yaşamaları zorunlu olsa da, doğanın toplumun ne türden bir toplum olduğuna, nitelikleri ile yapısına kesinlikle karışmayarak bunu bütünüyle insanların kendilerine bıraktığını ·ileri sürerek, günümüzde "kültürel görecelik" adıyla anılan bir toplum felsefesi konumu benimsemişlerdir. Bu konuma karşı büyük Yunan düşünürü Aristoteles, kimi insanların (erkeklerin) doğaları gereği köle olduklarını, bütün kadınlarınsa yine doğaları gereği aşağı bir konumda bulunduklarını, buna bağlı olarak da kölelik ile eril egemenliğinin doğa eliyle yazılmış bir yasa olduğu gerçeğinin altını çizerek, doğanın en iyi toplumun nasıl kurulacağı sorusunun yanıtını özgür erkeklere bıraktığını dile getirmektedir. Bu anlamda nomoi (normlar, yasalar, toplumsal uzlaşılar, gelenekler ile görenekler) hangi davranışların ya da eylemlerin toplumca onaylandığını anlatmaktadır.
Buna karşı physis (doğa) İyonyalı bilgin doğa filozoflarının temel araştırması olmakla birlikte, kimileyin belli şeylerin özniteliklerini anlatmak amacıyla da kullanılmaktadır. Sözgelimi "insanın doğası" deyişi doğrudan insanı insan yapan özüne gönderme yapmaktadır. Aristoteles, Sofistler arasında bu ayrım temelinde yürütülen bu önemli tartışmayı özlü bir biçimde şöyle dile getirmektedir: "Kimileri de (örneğin Sofistler) bütün adalet kurallarının yalnızca uzlaşımsal olduğunu düşünmekteler, oysa bir doğa yasası değişmez, tıpkı ateşin hem burada hem de Persia'da yanıyor olması gibi her yerde aynı geçerliliktedir; gelgelelim onlar adalet kurallarının geçerliliklerinin değişiklik gösterdiğini savunuyorlar." Aristoteles'in bu söylediklerinin kuşkusuz son derece önemli içerimleri bulunmaktadır. Eğer gerçekten insanlar "doğaları gereği", "doğuştan" bütünüyle farklıysalar, o vakit nomoi onlara neden farklı farklı davranmamaktadır? Nomoi "ortak anlaşmalar"dan mı, yasakoyucuların gücünden mi, yoksa tanrılardan mı kaynaklanmaktadır? İnsanın phyisis’i nedir? Physisi anlama insan toplumlarını anlamak için yeterli midir? Yoksa Sofist Protagoras'ın ileri sürdüğü gibi phyisis kendisini anlamak için bize açık bir kanıt sunmadığından, toplurrılann varolabilmesi için insan eliyle yapılmış yasalar zorunlumu durlar? Eğer gerçekten Protagoras'ın öne sürdüğü gibi, bütün insanların birtakım toplumsal ve siyasal erdemleri eş ölçüde taşımaları olanaklıysa, bu demektir ki Atinalılar kentin yasalarına ilişkin kendi önerilerini ortaya koymaları için bütün insanlara eşit bir hak tanıtlarken haklıdırlar.
Yaşamı boyunca Sofistler ile amansız bir düşünce savaşımı içinde olan Sokrates, deneyimden ya da varolan pratiklerden yola çıkarak toplumun
anlaşılmasının olanaklı olmadığını, her durumda iyi bir yaşam için
olabildiğince nesnel bir dizi yasanın zorunlu olduğunu savunmuştur. Nitekim
hocasının düşüncelerine dizgeli bir yapı kazandıran Pla ton, özellikle Dtvkt
ile Yasalar adlı kitaplarında, başta hep fılozof bir yöneticinin bulunduğu
ideal bir devlet ile ideal bir toplum tasarlayarak evrensel geçerliliğini
savunduğu bir dizi yasa temellendirmiştir. Her durumda Platon da tıpkı hocası
gibi toplum üstüne düşünmenin deneysel yönelimli bir felsefe yaklaşımıyla
olanaklı olmadığının altını özellikle çizmiştir. Öte yanda Aristoteles, yine
Sofistlere karşı; toplumun nasıl düzenlenmesi gerektiğine yönelik yasalan
doğanın kendisinde aramıştır. Aynı insan gibi kentdevletin de her durumda
doğadan ötürü varolduğunu, kentdevietsiz yani toplumsuz bir insanın insarılık
ölçeğinin ya en alçak aşamasında ya da onun biraz üstünde varolmak zorunda
olduğu so nucuna varmıştır. Bu bağlamda Aristoteles'e göre, yönetmek de
yönetilmek de yalnızca kaçınılmaz değil tek çıkar yol clur. Nitekim
Aristoteles'in gözünde öncelikle yönetilmesi gerekenler, Yunanistan dışındaki
barbar halklar ile köleler ve kadınlardır.
…
Roma ile ortaçağ döneminde toplum felsefesi adına en çok dikkat çeken, sözcülüğünü büyük ölçüde Augustinus'un yaptığı din sel yönelimli toplum öğretilerinde kurtuluşun bilgiden çok onurlu biçimde davranma isteğiyle bir tutulduğu, tarihsel açıklamaların bütünüyle yadsındığı Tanrısal yasaların egemenliği üstüne kurulu "Tanrı Devleti" tasarımıyla anlatılan toplum ülküsüdür. Özellikle İslam fılozofları aracılığıyla yeniden gündeme gelen Aristoteles'in düşünceleri, Aquinolu Thomas ile Padovalı Marsilio başta olmak üzere ortaçağın önemli filozoflarınca enine boyuna irdelenerek, doğal us yoluyla doğruluktan kesinlenerek bilinen ilkelerin inancın doğrularıyla çelişmesinin olanaksızlığının tanıtlanması amaçlanmıştır. Bu temel amaç doğrultusunda, Aquinolu Thomas ile Padovalı Marsilio varolan şeylerin hep doğal sıradüzenler uyarınca varoldukları yollu Aristotelesçi düşüncenin ışığı altında, toplumların sıra düzensel yapılarını en alt kattan en üst kata doğru çözümleme uğraşı içinde olmuşlardır.
Yine bu bağlamda Aristoteles'in "bütün doğası olan
şeyler kendi 'telos '!arını, yani ereklerini aramaktadırlar" düşüncesinde
dile gelen erekbilgicilik ortaçağ ile Roma dönemi boyunca toplum felsefesinin
erekbilgici bir yaklaşım üstüne yapılanması sonucunu doğurmuştur. Bunun
ardından doğrudan Rönesans insancılığı Roma'nın pagan (çoktanrıcı) erdem
kavramını Hıristiyanlaştırarak insan yetkinliğinin sınırlarının
genişletilmesine olanak tanımıştır. Nitekim en azından ilk dönem modem
filozofların gözünde Roma dönemi, yapılan toplum felsefesinin niteliği ile
içeriğin den çok, Roma devletindeki pratik uygulamalar ile savunulan değerler
bakımından önem taşımaktadır.
…
Hükümet tasarımının gelişimiyle birlikte, toplum felsefesinin günümüzde halen geçerliliğini sürdüren önemli sorunların dan "meşrulaştırma" yeni biçimlerle yeniden sorun haline gelmiştir. Bütün bunlara bağlı olarak da toplumlar yeni bir anlam kazanmışlar; "toplum" terimi de belli amaçlar dahilinde biraraya gelmiş insanlar üstüne kurulu sivil toplum, topluluk ya da devletin yerine kullanılır olmuştur. Modern toplum sürecine geçişle birlikte meydana gelen ikinci büyük kırılma, doğrudan toplum üzerine nasıl düşünüleceğini belirleyen yöntembilgisi bağlamında gerçekleşmiştir. Nitekim modern düşünürlerin hemen bütünü kuramsal birtakım sorunlarla uğraşmak yerine, dikkatlerini çok büyük ölçüde pratik ilgilere çevirmişlerdir. Tanrı modern toplum felsefecileri için hala evrenin yaratıcısı konumundadır, ancak eskiden savunulduğunun tersine derin düşüncelere dalarak ya da sarsılmaz bir inanç yoluyla değil, ancak yarattıklarına bakarak bilinebilirdir. Eğer her şey söylendiği gibi yasalarca yönetiliyorsa, bu demektir ki olacakları önceden görüp gereken önlemleri alarak toplum yaşamının denetlenmesi olanaklıdır. Yöntem bilinci üstüne kurulu bu yeni öğretinin Faustçu görünümünü Descartes şu sözleriyle açıklıkla dile getirmektedir: "O bildik Okullarda öğretilen kurgusal felsefenin yerine yaşamda yararlı olan bilgiye ulaşmak olanaklıdır. Ateşin, suyun, havanın, yıldızların, gökyüzünün ve çevremizi saran bütün cisimlerin güçlerini ya da yaptıklarını bilerek pratik felsefeyi bulabiliriz. Aynı biçimde bunları dönüştürüp kullanabilir, böylelikle de doğa ile toplumun ustaları ya da sahipleri olabiliriz."
Bu iki kırılma doğrultusunda bakıldığında Machiavelli' nin modern anlamda ilk toplum felsefe cisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Özellikle siyasal örgütlenmenin amaçlan konusu bağlamında büyük ölçüde Eskiçağ filozoflarının düşüncelerinden esin alarak yola koyulan Machiavelli, hiçbir ara vermeden ısrarla "özgürlük" (ya da tam bağımsızlık.) ile siyasal yapının "güvenliği" nin sağlanmasının ne denli önemli olduğu üzerinde durmuştur. Ne var ki Machiavelli günümüz toplum felsefesinde, ortaklaşa yaşamın sağlıklı bir biçimde yürümesi için önerdiği bu iki olmazsa olmaz koşulla anılmak yerine, siyasette her şeyin mubah olduğunu anlatan kötücül "Machiavellicilik'' terimiyle özdeşleştirilmektedir. Toplum felsefesinin modern felsefe bağlamında düşünceleriyle en çok yankı uyandırmış öteki düşünürleri arasında Hobbes, Locke, Adam Smith, Rousseau, Vico, Comte, Herder, Dilthey ile Frankfurt Okulu'nun üyeleri başı çekmektedir. Bu düşünürlerce ortaya konmuş temel toplum felsefesi öğretilerinin her biri başlı başına toplum felsefesinin önemli bir uğrağıdır.
Çok genel bir açıdan bakıldığında, toplumsal yaşamın iki ana yönü bulunduğu söylenebilir. Bir yanda, işbirliğinden alışverişe, duygusal etkileşimlerden gündelik iletişimlere alabildiğine çeşitli ilişki biçimleriyle yaşam bulan bireyler arasındaki toplumsal etkileşim bulunurken, buna karşı öbür yanda bireysel tutumlar ile eylemlerin biraraya toplanmalarıyla meydana gelen farklı dillerden kültürlere, siyasal partilerden devletin anayasal kurumlarına dek uzanan toplumsal kurumlar ve örgütlenmeler bulunmaktadır. Bu bağlamda toplum felsefesi toplumun her iki yönüyle de, hem toplumsal etkileşim biçimleriyle hem de toplumsal kurum ve örgütlenmelerin yapılarıyla, yakından ilgilenen bir araştırma alanıdır.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder