Tabula rasa (Lat.)
Düzanlamı “boş 1evha” ya da
“üzerine hiçbir şey yazılmamış boş kağıt” olan tabula rasa, zihinde doğuştan
düşünceler bulunmadığını dile getirmek için kullanılan benzetmedir.
Usçuluğa ya da doğuştancılığa
karşı geliştirilen deneyci ve duyumcu felsefe geleneklerinin başat
kavramlarından biri olan tabula rasa, İngiliz deneyciliğinin öncüsu Locke’un şu
ünlü deyişinde somut ifadesini bulur. “Zihinde daha önce duyularla bulunmamış
hiçbir şey yoktur”
(nihil in intellectu nisi prius
in sensu).
Locke’un savunduğu öğretiye, onun
bilgi anlayışına göre, insan ya da “bilen özne” ne doğuştan kavramlara ne de
önsel (a priori) bilgilere sahiptir. İnsanın tüm bilgisi yalnızca ve yalnızca
dıştan gelen, sonradan edindiği duyu izlenimle sinden oluşur.
Aslında tabular rasa ‘nın içerdiği anlamın izlerini ilkçağ Yunan
felsefesinde Stoacılık’ta ya da sonraları ortaçağ felsefesinde Thomas Aquinas
ve diğerlerinde sürmek de mümkündür. Ancak felsefenin vazgeçilmez
kavramlarından biri oluşunu İngiliz deneyci felsefe öğretisinin kurucusu John
Locke’a borçludur.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Tanrıbilim [İng. theology,
Fr. théology, Alm. theologie;
Yun. theologia, es.t. ilâhiyat]
En genel anlamda, Tanrı’nın
doğasını ve özünü araştıran; tanrısal olanın kapsamını ve içeriğini soruşturan;
Tanrı’nın varlığını, Tanrı’nın evrenle, evrendeki varlıklarla ilişkisini
aydınlatmaya çalışan; Tanrı olgusunu bütün yönleriyle dizgeli bir biçimde ele
alan bilim ya da Tanrı öğretisi.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Tanrıcılık
En genel anlamda, evreni çekip
çeviren bir Tanrı’nın varlığına inanma. Dünyayı yaratıp yöneten, iğneden ipliğe
varolan her şeyin yaz(g)ısını yazan, insanlara vahiy yoluyla (“açınlama”yla
doğru yolu gösteren, Us’a ve İstenç’e sahip olan (“kişi/birey”) bir Tanrı’nın
varolduğunu kabul eden görüş. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi tektanrılı
dinlerin paylaştığı ortak bir anlayış olan tanrıcılığa göre yalnızca tek bir
Tanrı vardır: Tanrı, varolan herşeyin her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen tek
yaratıcısı; bütün yetkinlikleri
(“tümgüç; tümbilgi; tümiyilik; tümbulunuş) kendinde barındıran bir kişilik;
yarattığı evren aracılığıyla kendisini gösterse de ona aşkın olan, insanlık
için endişelense ve onunla iletişime geçse de ondan tamamen ayrı varolabilen,
gerçek inancın biricik adresi olan varlıktır.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Telos (Yun.)
İlkçağ Yunan felsefesinde
varılacak son nokta olarak “tamamlanma”; ulaşılacak “hedef” anlamında kullanılan
terim “erek” ya da “son amaç”.
İlkçağ Yunan düşünürleri,
insanoğlunun “iyi bir yaşam” sürmeyi amaç edindiği, insanın telos’unun
mutluluğa erişmek” olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu nedenle de insanın tüm
yapıp etmelerini bu “önkabul” ışığında ele alıp ahlâk felsefelerini buna göre
biçimlendirmişlerdir.
Erişilmek istenilen yer ya da şey
olarak tek, düşüncesi yalnızca ahlak felsefesiyle sınırlı kalmamış; gerek canlı
gerek cansız tüm diğer varlıkların alanına da sızmıştır. Antik Yunan
düşüncesinde bu telos olmaksızın hiçbir varlığın etkinliğini yorumlamak ya da
değerlendirmek olanaklı değildir.
Sözgelimi Aristoteles için
duyulur bir şeyin ya da doğal bir nesnenin telos’u kendi içkin biçimiyle
özdeştir. Başka bir deyişle bu telos onun
hamurunda vardır, o amacını kendi içinde taşır. Aristoteles tüm doğal
nesnelerin ereklerini kendi içlerinde taşıdıklarını ve bu ereklere göre
biçimlendirdiklerini (biçime kavuştuklarını) savunmuş; bu erek bilgisel
anlayışı devinimin (kinesis) kaynağını açıklarken de sürdürmüştür. (Fizik II,
198a, 198b) Evrenin (kosmos) bir telos’u olduğunu, bu telos’a göre oluştuğunu
savunan Anaksagoras’la felsefe sahnesinde yer alan telos, düşüncesi, Antik
Yunan kültürünün iki sacayağını; ilkçağ Yunan felsefesi —özellikle de ahlak
felsefesi— ile ilkçağ Yunan bilimini derinden etkilemiştir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Teodise
Eski Yunanca’da “tanrı” anlamına
gelen theos ile “adalet”, “doğruluk”, “haktanırlık” demeye gelen dike’den
türetilmiş felsefe terimi: “tanrısavunubilgisi”. Tanrı’nın yeryüzünde kötülüğün
varolmasına niçin izin verdiğini, başka bir deyişle tanrıbilimin o ünlü”
kötülük sorununu Tanrı’yı olurlayarak çözümleme girişimlerine verilen ortak ad;
Tanrı’mn adaletini, iyiliğini ve yüceliğini bu dünyadaki kötülüğün ve acının
yarattığı kuşkulara karşı savunmaya adanmış öğretiler bütünü. Teodise
sözcüğünün felsefenin söz dağarında yerini sağlama alması, kıta usçuluğunun
önde gelen adlarından Leibniz’in Teodise Denemeleri adlı yapıtının yayımlanmasıyla, özellikle de
bu yaptın temel savı olan “yaşadığımız dünyanın olanaklı dünyaların en iyisi
olduğu” yollu görüşün yoğun tartışmalara yol açmasıyla gerçekleşmiştir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Teogoni
Eski Yunanca’da “tanrı” anlamına
gelen theos ile “doğum”, “oluş” demeye gelen ,goneia’dan türetilmiş
terim:“tanrıdoğum” ya da “tanrıtasarım”. Hesiodos’un Theogoniasından (M.Ö.
VIII. yüzyıl) bu yana “Tanrıların Doğuşu”nu soruşturan; tanrıların kökenini, nasıl
ortaya çıktıklarını konu edinen öğretilere verilen ad: “tanrıların soykütüğünü
çıkarma”
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Teosofi
Eski Yunancada “tanrı” anlamına
gelen theos ile “bilgelik” demeye gelen sophia’dan türetilmiş “Tanrı’nın bilgeliğine
ulaşma yolu” anlamındaki terim:“tanrıya-erme-bilgisi”. Kişinin gizemci(mistik)
bir içyaşantıyla, içrek (bâtıni) öğretilerle, gizlici (okültist) etkinliklerle
tanrısal bilgeliğe ulaşacağını; Tanrı’nın bilgisine ermeyle de tüm bir “oluş”un
ya da evrenin sırrına varacağını öne süren öğreti.
Felsefece —özellikle tümtanrıcı—
içerimleri olmakla beraber, Tanrı’nın tam ve yetkin bilgisine doğrudan doğruya
bir “içyolculuk”la kavuşulabileceğini savlamasıyla, teosofi öncelikle
seçmeci-gizemci bir din öğretisidir. Kökleri ilkçağ Yunan felsefesine,
özellikle de Pythagorasçılığa dek uzansa da teosofi daha çok XIX ile XX..
yüzyıllarda Batı’da yürütülen Doğu dinleriyle felsefelerini Batı’daki gizemci
felsefe geleneğiyle harmanlama çalışmalarından, Batılı düşünürlerin bu uğurda
harcadığı çabalardan doğmuştur.
Sözcük olarak ilkin Yeni Platonculuğun babası
Ammonios Sakkas (160-242) ile ardıllarının öğretilerinde geçen teosofi, ortaçağ
felsefesi ile Rönesans felsefesinde de kendine (Üstat Eckhart, Niculaus Cusanus,
Paracelsus, Giordano Bruno gibi) yandaşlar bulmuş; XVIII. yüz yıldaysa İsveçli
gizemci filozof Emanuel Swedenborg (1688-1772) eliyle zinde kalmıştır. Öte
yandan, teosofı bugünkü tanınırlığını daha çok 1875 yılında New York’ta,
gizemci Rus yazar Helena Petrovna Blavatski’nin (1831-1891) öncülüğünde kurulan
Teosofi Derneği’ne borçludur. Swedenborg’un teosofısi ile Descartesçı ve
Leibnizci felsefelerin belirli öğelerini seçmeci bir öğretide biraraya getiren
Blavatski’nin öğretisi, tümtanrıcı bir evrenbilgisi ile Hint dini, Buddhacılık
ve bilinircilikten beslenen Hıristiyan gizemciliğine dayanmaktadır
Felsefe Sözlüğü- A.Baki
Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Tin [ İng. spirit, Fr.
esprit, Alm. geist, Lat. spiritus, Yun. pneuma, nous, es. t. nefs, nefis]
Yerleşik felsefe dilinde en genel
anlamda evrenin usunu, canlılığını, doğasını anlatmak için kendisine başvurulan
özdeksel varlığı olmayan töz. Fiziksel gerçeklikten bağımsız olarak kendi
başına varolduğu düşünülen, çokluk ile çeşitlilik sergileyen görüngülerin
karşısında birlik ile özdeşlik sergileyen bölünemeyen tözü; can ile
özdeşleştirilen gövdeyi devindiren etkinlik ilkelerini; edilgen ve cansız olan
gövde üzerinde bulunduğu etkiyle gövdeye etkinlik ve canlılık kazandıran gücü;
doğaüstü yetkin bir tür Tanrısallığa ya da yaratıcılığa karşılık gelen evrenin
en üst varlık, yaşam ve düşünce ilkesini anlatan felsefe terimi.
Tin terimi modern döneme gelindiğinde bilinç
yaşantılarının ya da durumlarının, kişinin benliğini oluşturduğu varsayılan
düşünsel, duyum sal ve etik yetilerin bütününe birden verilen ad için
kullanılır olmuştur. Çoğu dilde “ün” sözcüğü ne karşılık gelen çeşidi sözcüklerin
kökence “soluk” sözcüğüyle aynı kökten geldiği görülmektedir. Sözgelimi
Latince’de atılma ölümle birlikte gövdeyi bırakıp giden soluk, buna karşı
animus ise hem düşünsel hem de yaşamsal anlamda tin anlamına gelmektedir.
Töz
Almanca: Substanz
Fransızca ve İngilizce: substance İtalyanca: sostanza Latince: substantia Yunanca: hypostasis, hypokeimenon (altta bulunan) Yun. Ousia (öz) da aynı anlamda kullanılır. Osmanlıca: cevher Değişen durum ve niteliklere karşı kalıcı olan; bir başka şeyle ya da bir başka şeyde değil, kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan. Spinoza’nın tanımı ile “varoluşu için başka birşeye gereksinme duymayan şey.” Modern doğa bilimleri için töz, görüngülerin taşıyıcıs anlamında biçimsel bir kavramdan başka birşey değildir. (TDK) Değişenlerin özü olarak değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram. İngiliz düşünür John Locke (1632-1704) şöyle der: “Niteliklerin yalnız başlarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka birşeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan bu şeyin de birçok nesnede bulunduğunu varsayıyoruz. İşte bu ortak desteğe töz adını veriyoruz.” Bilim, doğada değişmeyen bir nesne bulunmadığını tanıtlamıştır. Herşey sürekli olarak değişmektedir. Bu bakımdan ve bu anlamdaki töz, eski felsefenin bir kurgusundan başka birşey değildir. Diyalektik felsefede töz, özdek demektir. Çağdaş fizik onu özdeğin biçimlerinden biri olarak tanımlar ve durağan kütlesi olan kesikli yapılar (atomlar, moleküller ve bunların bileşimleri) olarak niteler. Özdeğin bir başka biçimi olan alan ise durağan kütlesi olmayan sürekli yapılar (elektromanyetik, çekimsel ve çekirdeksel alanlar) olarak tanımlanır ve nitelenir. Fizik dilinde töz ve alan, hem dalga (süreklilik), hem de parçacık (kesiklilik) nitelikleriyle mikrokozmosun birbirine sıkıca bağlı yanlarıdır. Nitekim sub-atom (atom altı; temel parçacıklar) düzeyinde aralarındaki farklar görelileşir, kaybolur. (O.H.) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder