Hukuk Felsefesi

İlk bakışta felsefenin özerk bir dalı olarak görünmesine karşın, hukuk felsefesini metafizik ya da bilgikuramı gibi felsefenin bağımsız bir alanı olarak değerlendirmek doğru olmaz. Özellikle etik ile siyaset felsefesi alanlarıyla pek çok bakımdan ilgilerinin ortak olması, yanıt aradığı soruların pek çoğunun felsefenin çeşitli alanlarında zaten soruşturuluyor olması bunun en temel nedenidir. Nitekim "yasa'', "iyi", "adalet", "değer" gibi en temel hukuk kavramları, aynı zamanda Platon'dan beri kendilerine yer edinen değme birer felsefe kavramıdır. Hukuk felsefesinin tarihinin en az felsefenin tarihi kadar eski olduğu, hatta çoğunluk Batı felsefesinin başlatıldığı Eski Yunan döneminden de gerilere uzandığı görülür. Nitekim Doğu Asya, Hint, Mısır, Mezopotamya gibi geçmişin yüksek kültürlerinin söylenlerinde, kimileyin doğadan gelen kimileyin de Tanrı eliyle yer yüzüne indirilmiş düzeni imlemesi bakımından hukuk olgusundan sıkça söz edilmektedir.

Ancak hukuk felsefesinin günümüzdeki anlamıyla ilk kez ele alınışı, ussal bakımdan sorgulanmaksızın benimsenen söylenlerle bezeli arkaik anlayışın derin bit sarsıntıya uğradığı M.Ö. V. yüzyıla karşılık gelen Yunan Aydınlanması'yla olmuştur. Para karşılığı ders vererek geçimlerini sağlayan, pek çok konudaki donanımlarıyla ün salmış dönemin önde gelen usta retorikçileri "sofistler'', hukuk felsefesinin temel düşünsel çerçevesinin çizilmesine öncülük etmişler: hukuk felsefesinin kavramsal temellerinin atılmasına çok büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Tarihte ilk kez sofistler, günümüzde halen geçerliliğini korumayı sürdüren, insanın insan olmasından getirdiği, insanın doğasından kaynaklandığı öngörülen doğal haklardan oluşan "doğal hukuk" ile insanın kendi koyduğu, bulduğu ya da yarattığı hakları içeren "pozitif hukuk" ayrımına gitmişlerdir. Sofistlerce yapılan bu ayrımla birlikte iki bin yılı aşkın bir süredir hukuk felsefesi tarihinde çözüm aranan "doğal hukuk sorunu" da genelde felsefenin, özeldeyse hukuk felsefesinin gündemine girmiştir. Günümüzde hukukun doğası üzerine yapılan felsefe soruşturmalarına bakıldığında, bu düşünme geleneğinin hala yürürlükte olduğu, büyük ölçüde "doğal hukuk" ile "pozitif hukuk" ayrımı üzerinden hukuk felsefesi tartışmalarının çerçevesinin çizildiği açıklıkla gözlenmektedir.

Bu temel hukuk felsefesi çerçevesi bağlamında, birbiriyle iç içe geçmiş iki temel sorun, bu sorunlara yaklaşırken de genellikle sergilenen iki ayrı felsefece tutum söz konusudur. Tutumlardan ✅ilki, "Pozitif hukukun doğruluğunu tanıtlamada başvurulacak ölçütler nelerdir?" sorusuna yönelerek hukuk üstüne araştırmada bulunmaktadır. Buna karşılık ikinci tutum ise doğal hukuk düşüncesini temellendirirken başvuracağımız ölçütler olmadığını gerekçe göstererek pozitif hukuk anlayışına bütünüyle karşı çıkmakta, doğal hukuk denenin aslında her çağda yasakoyucular tarafından düzenlenmiş bir yasalar bütünü olduğu düşüncesini temellendirmek amacıyla hukuk konularına yaklaşmaktadır.

Doğal hukuk tasarımının tarihine bakılacak olursa, bu anlayışın  temellerinin büyük ölçüde Eski Yunan filozofu Platon'un dizgeli bir biçimde kurduğu "ideal doğal hukuk" anlayışında atıldığı söylenebilir. Buna ek olarak, doğal hukuk anlayışının son biçimini almasında Aristoteles metafiziği ile Hıristiyan tanrıbiliminin de önemli payları vardır. Platon' un ideal doğal hukuk anlayışı, bütün bir ortaçağ boyunca tek yetke konumunda bulunan Hıristiyan doğal hukukunun omurgasını oluşturması bakımından da ayrıca önemlidir. Kimileyin "Hıristiyan doğal hukuk anlayışı" diye de adlandırılan bu doğal hukuk anlayışı, en yalın biçimde kendisini skolastik felsefenin önemli düşünürü Thomas Aquinas'ın us ile ussal yetilere Platon'u aratmayacak derecede tanıdığı kayıtsız şartsız üstünlükte gösterir. Bu açıdan bakıldığında, ortaçağın yürürlükteki doğal hukuk düşüncesi hiçbir aracıyı konu etmeksizin varolan bütün yasaların kaynağının tanrısal bilgelikte yattığı, bu nedenle söz konusu yasaların tanrısal usa uygun bir biçimde bulgulanmalarının gereği üstünde durur. Bir başka deyişle, dünya düzeninin en iyi biçimde kurulması için gereken yasalar ancak bengisel Tanrı yönetimi yasası üstüne bina edildikleri, ancak genel tanrısal yasanın doğal bir sonucu oldukları gösterildiği sürece kendi doğruluklarını tanıtlamış olurlar. Kuşkusuz böyle bir yaklaşımda, ''Tanrı Devleti"nde usuyla varolan her varlığın kendi özünde bulunan "tanrısal yasa farkındalığı"na ulaşma yetisi taşıdığı daha baştan varsayılmaktadır. Kişinin tanrısal yasa düzenine ilişkin farkındalığı çoğaldıkça, tanrısal iyiden aldığı payın da doğru orantılı olarak çoğalıyor olması buna kanıt olarak gösterilmektedir.

Doğal hukuk anlayışının "Aydınlanma Dönemi"nde tanrı bilimin egemenliğinden kurtulmasıyla, bir bakıma Tanrı'nın tek yetke olmaktan çıkarak bütün yetkilerini Us'a bırakmasıyla birlikte, doğal hukuk anlayışı da büyük bir başkalaşım geçirmiştir. Bu yeni doğal hukuk tasarısına göre, her koşulda insan eylemlerini yönlendiren ama kendileri· insan eliyle yaratılmamış, ancak us yoluyla bilinebilen, her dönemde ve her yerde geçerli birtakım değişmez ilkeler vardır. İşte bu değişmez ilkeler, insan yapımı bütün hukuk dizgelerini kendilerine başvurarak denetleyebileceğimiz zamandışı, toplumlarüstü bir hukuk dizgesi oluştururlar. Bu yeni doğal hukuk tanımı karşısında modern hukuk felsefecileri iki ayrı kampa ayrılmaktadır. Bu kamplardan ilkinde yer alanlar doğal hukuk düşüncesini bütünüyle olurlayarak doğal hukuk ilkelerine uymamanın tek başına bir hukuk dizgesini geçersiz kılmaya yeteceğini savunurken, ikinci kampta yer alanlar doğal hukukun varolan hukuk düzenini sınayabileceğimiz bir "en son" ölçüt olarak değerlendirilemeyeceğini, hukuki bir geçerlilik ölçütü olmaktan çok olsa olsa hukuk tartışmaları düzleminde sağladığı yeni eleştiri olanakları bakımından bir işlevi olabileceğini ileri sürmektedirler.

Hukuk felsefesinde, doğal hukuk ile pozitif hukuk konumlan dışında bir üçüncü konum olarak öne çıkan yaklaşım, toplumbilimsel yaklaşımdır. Söz konusu yaklaşımda, bir yanda hukukun "güç/ erk" ile ilişkisi araştırılırken, öbür yanda toplumsal ve ekonomik etkenlerin hukuk üzerindeki etkileri mercek altına alınır. Bu yeni yaklaşımın en belirgin özelliği, değişmez yasaları bulgulamayı amaçlayan "normatif" (düzgükoyucu) bir araştırma olmak yerine, daha iyi bir hukuk düzenine geçmeye yönelik olarak verilen çözümlemelerde kendisini gösteren "betimleyici yaklaşımı benimsemiş olmasıdır. Bu yaklaşım mantığı uyarınca hukuk konularını irdeleyen öğretiler arasından en çok öne çıkanı Marxsçı hukuk felsefesi' dir.

Yine özünde betimleyici yaklaşımı benimsemekle birlikte, kendisine bir dördüncü yaklaşım olarak bakılabilecek bir konum daha söz konusudur. Özellikle İngilizce konuşulan ülkelerin felsefe geleneğinin doğal bir uzantısı olarak görülebilecek çözümleyici hukuk felsefesi' dir bu. Söz konusu hukuk felsefesi yaklaşımının en temel amacı, var olan hukuk dizgelerinin ilk savlarını, terimlerini, yasalarını çözümleyerek söz konusu dizgelere kendi içinde tutarlı olma özelliğini kazandıran temel özelliklerin neler olduğunu betimlemektir. "Hak", "ödev", "anayasa" gibi belli başlı hukuk terimlerinin anlamlarını çözümleyerek kavramaya çalışan çözümleyici yaklaşım ünlü İngiliz düşünürü Jeremy Bentham tarafından yürürlüğe' konmuş, John Austin ile doruğuna ulaşmıştır. Hukuk felsefesi çevrelerinde çözümleyici hukuk felsefesi genellikle hukuk ile etik arasındaki ilişkinin zorunlu olmadığını, aralarında salt tarihsel bir bağlantı bulunduğunu savunan pozitif hukuk felsefesinin bir biçimi olarak görülmektedir,

Hukuk felsefesinde en çok tartışılan konulardan birisini birey ile hukuk ilişkisinin, daha açık bir deyişle kaynağı dünya içinde ya da dünya dışında bulunan belli bir güç (iktidar) tarafından konmuş hukuk düzeni karşısında bireyin özgürlüğünün sınırlarının nasıl çizileceği sorunu oluşturur. Bu sorun bağlamında yerini alan bütün konumlar, eninde sonun da savundukları düşüncelerin içeriğine göre iki uç konum arasında sıralanırlar. Buna göre bir uçta tek yetke olarak bütünüyle bireyi tanıyan, bireyin özgürlüğünün şu ya da bu hukuk düzeni gerekçe gösterilerek hiçbir bir biçimde sınırlandırılamayacağını savunan "anarşizm" bulunur. Öteki uçtaysa bireyin varolan yerleşik hukuk düzenine kayıtsız şartsız boyun eğmesini, düzenin. belirlediği yasalara uygun davranmasını tek çıkar yol olarak gören "totalitarizm" yer almaktadır.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder