J.F.Lyotard



Jean François Lyotard

1924 doğumlu çağdaş Fransız düşünürü. Postmodernizmin en önemli teorisyenlerinden biri olan Lyotard’ın temel eseri La Condition Postmoderne (Postmodern Durum)’dur.


Postmodernliği endüstri sonrası toplumun içinde bulunduğumuz şu anki evresine karşılık gelen bir durum ya da koşul olarak tanımlarken, modernliği de, bilim ve devleti meşrulaştırmak amacıyla kullanılan üstanlatıların oynadığı rol ile açıklayan Lyotard, Postmodern  Durum adlı eserinde, ileri kapitalist toplumlarda bilgi, bilim ve teknolojiyi inceler. O, burada, ulusal kimlikte olduğu gibi, bir birlik şekli olarak toplum fikrinin anlamını ve inanırlığını yitirdiğini öne sürer. Başka bir deyişle, Lyotard, ister Durkheim’daki anlamı içinde organik bir bütün, ister fonksiyonalist bir bakış açısından fonksiyonel bir sistem, ya da ister Marksist açıdan, temelde iki sınıfa bölünmüş bir bütün şeklinde düşünülsün, bir birlik olarak toplumun anlamını ve değerini yitirdiğini iddia eder. Her toplumun üyelerinin iyiliği, mutluluk ve refahı için varolduğu, bütünün parçaları birleştirdiği türünden üstanlatılar, ona göre, hem sosyal bağı hem de bilgi ve bilimin toplum içindeki rolünü meşrulaştıran bir teleoloji sağlar.

Bir üstanlatı, öyleyse  eylem, bilim ve toplum için, inanılırlığı olan bir hedef koyar, amaç sağlar. Daha teknik bir düzeyde, bir bilim kendi kurallarını bir üstanlatıya başvuruyla meşrulaştırıyorsa eğer, o tümüyle moderndir. Bu üstanlatılardan en etkili iki tanesi, bilginin bizatihi kendisi için istendiği ve üretildiği anlatısıyla, bilginin insanın özgürleşimi için meydan getirildiği üstanlatısıdır.



Çoğularının gözünde postmodernizmin en büyük birkaç kuramcısından biri olarak değerlendirilen, özellikle yakın dönemin toplum, kültür ve yazın eleştiricileri arasında düşünceleri ilgiyle izlenen Fransız felsefeci. 1976’lerle birlikte postmodernizm sözcüğü çevresinde yürütülen tartışmaların belkemiğini oluşturacak denli önemli katkılarda bulunan Lyotardın düşüncesinin genel doğrultusu, ‘felsefenin kapanışı” ile siyasal baskıcılıklarıyla öne çıkan totaliter  üstanlatıların ortadan kalkmalarına bağlı olarak, felsefenin, etiğin, estetiğin, siyasetin doğasını yeni baştan değerlendirmeye yöneliktir.

Lyotard, ilk çalışmalarında diyalektik felsefe ile yapısalcı dilbilimin sınırlamalarıyla karşılaşması üzerine, arzunun söylem dışı, bozucu gücü ile başta yazın olmak üzere sanat yapıtlarının tasarım olmayan betisel yönlerini çözümlemeye koyulmuştur. 1979 yılında yayımladığı La  Condition Postmoderne (Postmodern Durum) başlıklı çalışmasında, postmodern felsefeye, sanata, siyasete, en önemlisi de adalet sorununa önemli açımlamalar getirdiği gibi, bunlara karşı eleştirel bir duruş geliştirmeye de olanak tanıyan dil 
oyunları ile kullanımbilgisi (pragmatics) üstünde durmuştur. Bununla birlikte Lyotard’ın yakın dönem çalışmalarında, Nietzscheci bir izleğin peşine düşerek, geçmişin bütün tasarımlarında bastırılmış ye da unutulmuş ayrışıklıkları  ortaya çıkaracak bir felsefe ile siyaset biçimini, buna uygun bir yazının gerekliliğini ısrarla savunduğu görülmektedir.


Yazı ile felsefenin, tarih boyunca dışlanarak uçlara iteklenmiş olanlara, tarih ile bellekten silinip unutturulmuşlara, düşüncede tasarlanamayanlara karşı özel bir yükümlülüğü bulunduğunu ileri sürmektedir. Düşüncelerinde sürekli felsefenin, estetik ile siyaset kuramının konu olduğu sınırlılıkları öne çıkaran Lyotard, sanat ile yazının bir başka şeye indirgenemez karmaşıklıklarına, tarihsel-siyasal olayların tasarımcı bir dille kavranamayacak etkilerine açıklık getirmeye çalışmaktadır.

Düşünsel yaşamının başlarında Marxçı bir konumdan seslenen Lyotard, çok geçmeden 1974 yılında yayımladığı Economie Libidinale (Libidinal Ekonomi) başlıklı kitabında bu konumdan seslenmeyi bırakarak, Nietzscheci bir siyasetin olanaklarını araştırmaya koyulmuştur.

Postmodern Durum (1979) başlıklı en çok göndermede bulunan kitabıyla yalnızca Fransa içinde değil, dünya çapında uluslararası tanınırlık payesi kazanan Lyotard’ın Le Différende (Différende 1983) başlıklı çalışmasına gelindiğindeyse, önceleri belli belirsiz bir biçimde uygulamaya çalıştığı, Wittgenstein’ın özellikle sonraki döneminde inceliklerini gösterdiği dilsel sağaltım felsefesini benimsemiş olduğu görülmektedir. Bu nedenle kimi araştırmacılar, Lyotard’düşünsel çizgisinin en iyi yarı Wittgensteincı yarı post-yapısalcı öğelerle bezenmişliğinin aydınlığa kavuşturulmasıyla anlaşılabileceğini düşünmektedirler.
(...)

Lyotard’ın değişik metinlerinin, görüngübilimci Merleau-Ponty ’nin son döneminde yazdıklarından, Levinas’ın etiği yeniden temellendirmek amacıyla ortaya koyduğu görüşlerden, Adorno’nun estetik ile siyaset üstüne ayrıntılı çözümlemelerinden, Derrida ile Deleuze gibi son dönem Fransız felsefesinin önemli düşünürlerinin metin okumalarında sundukları betimlerden derin izler taşıdığı üstünden arlanamayacak bir gerçektir.

Gerek estetik ile siyaset arasındaki bağlantıya yaklaşımıyla, gerekse Marx, Freud, postmodernizm, Kantçı yüce kavramı üstüne sunduğu kışkırtıcı çözümlemelerle Lyotard, Derrida’nın “koşulsuz meydan okuma” (categorical challenge) adını verdiği düşünsel çizgisiyle çağdaşlarının gözünde ‘yargı sorunu”nu birinci değerde ilgi konusu almış, böylelikle de kıta felsefesinin eleştirel felsefe koluna damgasını vurmuştur.

Lyotard’ın düşüncesinin kalkış noktasını, günümüz dünyasında öngörüldükleri biçimiyle sonlandırıldıklarında doğruya ya da adalete varılacağı vaadiyle temellendirilmiş Kantçı, Hegelci, Marxçı üstanlatılar başta olmak üzere bütün üstanlatı izlencelerinin bir daha yeniden yapılandırılamayacak biçimde çökmüş oldukları saptaması oluşturmaktadır. Lyotard’a göre böylesine büyük bir çöküntüden geriye kalan, birbirinden ayrışık, her biri kendine özgü doğruluk ölçütlerine bağlı olarak işleyen, birbirleriyle keskin bir anlaşmazlık içinde bulunan “dil oyunları’ çokluğudur. Bu çokluk karşısında yapılması gereken, bu dil oyunlarının söylemleri arasından herhangi birini bir başkasının ölçütleri, değerleri ya da doğruluk koşulları doğrultusunda yargılamamaya ayrı bir özen göstermek, ilk elden doğal anlatı kullanımbilgilerinin mevcut ölçeğini ve kapsamına olabildiğince genişletmektir.

 Lyotard bu bağlamda, bu durumun gerekli kıldığı öncülleri benimsemeyi geri çeviren her türden çabanın, doğası gereği “totaliter” (bütüncül) ya da keskin bir”doktriner” (öğreti bağımlı) bakış açısından dünyaya baktığını belirtmektedir. Lyotard’ın gözünde bu durumun en iyi görülebileceği yerlerin başında, bitmemiş bir tasarı olduğunu düşündüğü Aydınlanma’nın değerlerine, eleştiri anlayışına, ussal uzlaşım ülküsüne sarılan Habermas’ın, demokratik özgürlük aldatmacası adına hastalıklı bir uzlaşım tasarımından yola çıkan iletişimsel felsfesi gelmektedir.

Lyotard, çağdaş dünyada eskiden olduğu gibi bütün bir varoluşu koşullandıran, gerek çeşitli dinlerdeki biçimleriyle “kurtuluşçu” üstöykülerin gerekse Marx ile Freud’un kuramlarında dillendirilen türden “özgürleşimci” büyük anlatıların artık kabul edilebilir olmadıklarını düşünmektedir. Bu anlamda “temeldencilik karşıtlığı” doğrultusunda betimlenen post modernizm, belli bir tarihsel dönemi adlandırmaktan çok kendi içinde duyarlılıkları bulunan özgül bir düşünme ya da yaşama kipine, edimbilgisel ya da kullanım bilgisel bir bakma algılama tutumuna karşılık gelmektedir. Nitekim tıpkı sanatçı gibi, postmodern felsefeci de “olay”ın kendisinden önce ve sonra nelerin nasıl yapılacağını kesin çizgilerle belirleyecek kurallar koymaksızın, dolayısıyla da kurallara bağlı olmaksızın çalışan bir işçidir.

Bu belirlemesi Lyotard’ı, düşünceleri için kilit değerde önemi bulunan bir “olay” kavrayışı geliştirmeye götürmüştür. Buna göre, bir olay özgül hiçbir özdeşliği olmayan ancak ‘meydana geldiğinde” olan bir şeydir. Ne olmuş olduğunun anlamıysa ancak olayı olayın kendisinde olmakta olana belirleyecek bir yapıya oturtmakla anlamlandırılabilir. Olduğu gibi olan bir şeyin kavranışı, bu yüzden, özne den bağımsız ya da ondan yoksun olarak, daha iyi bir deyişle özneye önıelulan bir anlamlandırmanın yüklenmesiyle olanaklıdır, Bu noktada Lyotard için, düşünmenin onun düşüncenin kendisi bir “olaylılık” olarak meydana geldiğin de, yani düşünme bir olay değergesi kazandığında gerçekleşmektedir.

Lyotard’ın ilk çalışmalarında “görüngübilim”, “yapısalcılık”, “Hegelci diyalektik”, “Marxçı Siyaset kuramı” üstüne önemli açılımları bulunan birtakım eleştirel bakış açıları geliştirdiği gözlenmektedir. Nitekim Heidegger ile Merleau Ponty’nin önceki dönem düşüncesi üzerindeki etkisinin açıklıkla seçilebildiği 1954 yılında yayımladığı La Phénoménologie (Görüngübilim) başlıklı kitabı, bir yandan görüngübilimin temel “tarihsicilik” tasarımını çözümlerken, öbür yandan nesnelciliğin, öznelciliğin ve idealizmin sınırlamalarının ötesine geçmede görüngübilimin sunduğu olanakları araştırmaktadır.

Buna karşı Lyotard, 1971 yılında yayımladığı  Discours, figüre (Söylemler, Beti) başlıklı çalışmasında, Marxçılık ile yapısalcılık anlayışlarına, belli bir düzene konmuş gerçeklik ile düşüncenin temelini oluşturan güçlerin ideolojik çarpıtmalarla sınırlanmaları olarak yaklaşmıştır. Bu tıkanmışlık karşısında Lyotard, yeni siyasal pratik biçimlerinin önünü açmak amacıyla estetiğe yönelik yapısökümcü bir yaklaşım önermektedir. Bu öneri kapsamında, bir yanda anlamın dilsel ile felsefi belirlenimi arasındaki keskin ayrılıklara yoğunlaşırken, öbür yanda resim ile deneysel şiir biçimlerinde görsel olanın uzamsal olanla yer değiştirmesinin izini sürmüştür. Yine aynı öneri bağlamında Lyotard, duyulur olanı söylemsel yani anlamlı kılmak adına, dolayısıyla da sanatı belli türden bir felsefe biçimine dönüştürmek adına felsefenin uyguladığı güç kullanımını sert bir dille eleştirmiştir. Söz konusu eleştiriden yola koyularak, yapısalcı dil anlayışına, özellikle de arzuya önemli sınırlamalar ile bastırmalar getiriyor olmasından ötürü Freud’un Lacancı yorumuna karşı çıkmış; izlerini en iyi betinin tamamlanmış, olmuş bitmiş biçiminde ya da yapısında değil de bütünüyle ‘üretken-yıkıcı” gücünde açığa vuran arzunun oyun bozucu etkileri üstünde durmuştur.

Lyoratd için betinin söylemsele karşı direngenliği ile dışardalığı, aynı zamanda tarihsel-siyasal olayların felsefi ya da tarihsel totaliterleştirmelere karşı direngenliği de kaynaklık etmektedir. Libidinal bir estetik bu anlamda, doğrudan doğruya libidinal bir siyaset olanağına karşılık gelmektedir. Nitekim bu bağlam da 1974 tarihini taşıyan Libidinal Ekonomi, varolanlara karşı seçenek oluşturan siyasal eyleme biçimleri olanağının göstergesi olan, diyalektik içerisinde dizgeselleşnirilmeye karşı direnen libidinal dürtülerin bozucu izlerini ortaya çıkarma anlayışıyla Marksçı kuramın dogmacılığına açık bir dille saldırmaktadır. Lyotard’ın bu noktada, libidinal yönelimle yazdıklarının altında yatan güç olarak tanımladığı özgün arzu metafiziği”, başta Marx olmak üzere siyaset kuramcılarına yönelik saldırgan, neşeli, üye alan bir yergi dili geliştirmesine olanak tanımıştır. Bu yergilerinde Lyotard, genelde siyaset kurama sınırlılıklarına yoğunlaşarak, daha özeldeyse radikal olanı, önceden tasarlanmamış eylemler ile yaratıları açıklamaktan uzak oluşuna odaklanarak bu kuramsal tutumun kasırlığını açık seçik ortaya koymuştur.

Lyotard, en önemli yapıdan arasında gösterilen Postmodern, Durum’da (1979), postmoderni etkin ve belirgin bir biçim de bilimler ile sanadan meşru kılmak amacıyla dillendırilmiş “temeldenci”, “totaliterleştirici” (tümelleştirici) üstanlatılara duyulan derin güvensizlikle nitelenen bir çağ olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda “küçük anlatılar”ın kendilerini yine kendileri meşru kılan kullanım bilgisinin, modernizmin temel belirleyenleri olan felsefı ve siyasal totaliterleştirme biçimlerinin boyunduruğunu kırdığını ileri sürmektedir.

Wittgenstein’dan ödünç aldığı “dil oyunları” tasarımı uyarınca, her bir oyunu yöneten kuralların özgüllüklerinin kendi içlerinde, farkla dil oyunlarının birbirleriyle karıştırılmadan birbirlerinden türetilmeden değerlendirilmeleri gerektiğini savunmaktadır, Bu çerçevede ayrışıklık ile çatışma üstüne kurulu bir siyasetin temeli olarak post modernizm, hem “adalet arzusu”na hem de “bilinmeyene karşı duyulan arzu”ya büyük bir saygı duyma tutumuyla belirginlik kazanan bir duruştur.

Lyotard’an son dönem çalışmalarında üstünde durulan ana sorun, postmodernizmi meydana getiren ayrışık alanlar ile söylemler arasında, bunların kendine özgülüklerini olumsuzlamaksızın bağlantı- ton nasıl kurulacağını göstermeye yöneliktir, Nitekim bu amaç doğrultusunda gerçekleştirdiği Kant üstüne özgün okumalarında Lyotard, eleştirel yargı gücünün biış yetisinden türetmeye yönelik çabayı bütünüyle olumsuzlamayan Kant felsefesinin postmodern içerimlerine odaklanmaktadır. Bu bağlamda eleştirel düşünümlü yargıyla ilintili evrenselleştirme biçimlerinin bir istemden daha ötesi olamayacağını, buna bağlı olarak da Kant’ın “evrensel ortak görü” tasarımının, Habermas ve Rortry gibi iletişim felsefesi kuramcılarının öngördüğünün tersine, uzlaşımla varılmış önceden belirlenmiş bir toplum tasarımına götürmeyip uzlaşmacı olmayan, açık uçlu, her durumda çatışan, önceden belirlenmemiş bir toplum tasaımı doğuracağını ileri sürmektedir.

Lyotard, yargı sorununun beni estetik hem de siyasal alanlar için temel bir değeri bulunduğunun özellikle iyi bilinmesi gerektiğini, çünkü bu alanlarda gerek tasarımın gerek kavramsal bilginin gerekse etik belirlenimin kendı iç sınırlamalarıyla yüzyüze kaldıklarını bildirtmektedir. Her iki alanın da şu ya da bu yolla belli bir kavramdan ya da önceden verili bir dizgeden türetilmesinin estetik ve siyasal bir dogmacılığa yol açacağının altını özellikle çizen Lyotard, bu duruma karşı yüzünü bütünüyle yeni bir eleştirel söylem geliştirme arayışını dönmüştür.

Lyotard, (Coşkunluk: Kantçı Ta rih Eleştirisi, 1986) ile, (Yüce Çözünılemesi Üstüne Dersler, 1991) başlıklı çalışmalarında, Kant’ın Yargıgücü Eleştirisi nin postmodern içerimlerini, özellikle yüce kavramına getirdiği yorumlarla bir adım daha öteye taşımıştır. Buna göre Lyotard, Kantçı yücenin sunuma ya da temsile getirilen sınırlamalara yönelik sağladığı farkındalık yoluyla, toplumsal-siyasal alanın hiç bir şeye indirgenemez ayrışıklığına duyulan saygıya dayalı olarak tarihe eleştirel bir yaklaşım sunduğunu ileri sürmektedir. Lyotard başta Le Différend (1983) olmak üzere öteki yakın dönemli çalışmalarında, Adorno’nun Negative  Dialektik ’te (Olumsuz Diyalektik, 1966) “Auschwitz Sonrası” sanat ile kültürün değergesine yönelik sunduğu çözümlemelerini kendi düşüncelerine uyarlayarak, “sanatın acısı” diye adlandırdığı şey ile sanatın belleğe karşı sorumluluklarının üstünde durduğu gözlenmektedir. Öte yanda, 1988 yılında yayımladığı” (Heidegger ile “Yahudiler’) başlıklı kitabında Lyotard, Fransa’da sürmekte olan Heidegger’in Nasyonal Sosyalizm ile ilişkisinin felsefı ve siyasal içerimleri tartışması bağlamanda önemli katkılarda bulunmuştur, 1983 yılında yazdığı Le Différend başlıklı çalışmasında Lyotard, “siyasal”ı, önceden belirli bir dizi kural ya da yasaya bağlı olarak davası görülerek belli biz sonuca bağlanabilen uyuşmazlık biçimlerinin tersine, evrensel geçerlikte bir kuralın ya da yargının uygulanmasıyla çözülmesi olanaklı olmayan temel ayrılıklar ve anlaşmazlıklar (différends) doğrultusun da tanımlamaktadır. Buna bağlı olarak Lyotard, birbirleriyle çarpışan deyişler, tasarımlar ve yetiler arasındaki bağlantının nasıl kurulacağı sorununu, eleştirel bir düşüncenin olduğu kadar çeşitliliğe ve çokyanlı tartışma üstüne yapılanmış bir siyasetin de zorunlu koşulu saymaktadır. Anlaşmazlıklar karşısında adil ve kabul edilebilir bir konumda durmanın, söylem evreninin bütün bir ayrışıklığı ıle farklı deyiş ve kavrayışların birbirleriyle ölçüştürelemezliğini tanımaktan geçtiğini savunmaktadır. Nitekim Lyotard’ın bu bağlamda dile getirdiği ” her ne zaman davalı kendini savunma araçlarından yoksunsa, o zaman davalı olmaktan çok bir kurban konumuna düşmektedir” sözü, modern dünyanın adaletsizlikler üstüne kurulu düzenine karşı seslendirdiği postmodern meydan okumanın gerekliliğini göstermesi bakımından ayrı bir değer taşımaktadır.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder