Biyoloji felsefesinin en önemli tartışma konularından biri,
biyoloji felsefesinin varlığının özerk bir araştırma alanı olarak tanınıp
tanınamayacağına yönelik olması nedeniyle, doğrudan kendi varlığını tanıtlama
sorunuyla ilintilidir. Bu tartışma bağlamında tutucu sayılabilecek dolaşımdaki
yaygın bilim felsefesi anlayışına göre, bilim felsefesinin bütünü için geçerli
olan ana ilkeler biyoloji felsefesi için de geçerlidir. Bu nedenle bilim
felsefesinin genel çerçevesini çizen temel ilkelere ek olarak, biyoloji
felsefesi için ayrıca yeni sorular ya da yeni ilkeler ortaya koyma arayışına
girişmek hiç de gerekli değildir. Biyoloji felsefesi bu anlamda, çok çok bilim
felsefesinde varılan sonuçların örneklenmesinden, pekiştirilip kesinlenmesinden
öteye geçmeyen bilim felsefesinin alt bir araştırma alanıdır. Sözgelimi Mendelci
genetiğin moleküler biyolojiye indirgenmesi, termodinamiğin istatistiksel
mekaniğe indirgenmesiyle özünde bir ve aynı ilişkiye dayanmaktadır. Bu anlamda
bilim felsefesinin indirgeme ilişkisini çözümlerken elde ettiği sonuçlar
biyoloji felsefesindeki indirgeme ilişkisinin anlaşılması için aynen
uygulanabilirdir. Söz konusu bilim felsefesi anlayışının en köktenci biçimi,
fizik ile kimya bilimlerinde geçerliliği tanınmış kavramların ve yasaların
biyoloji bilimi için de bütünüyle geçerli olduğunu düşündüğünden, biyoloji
biliminin ilkece fizik ile kimyaya indirgenebilir olduğunu öne sürmektedir.
Bu görüşün tam karşısında yer alan birtakım felsefecilerse, biyoloji felsefesinin asla bilim felsefesinin çatısı altında toplanamayacak kendine özgü sorun ve özellikleri bulunduğunu, tersi düşünüldüğünde biyoloji diye ayrı bir bilim dalının olmaması gerektiğini gerekçe göstererek, biyoloji felsefesinin bir başka alana indirgenemeyecek özel bir soruşturma alanı olduğunu ileri sürmektedirler. Bu felsefecilerce sıkça anılan biyoloji felsefesinin üç temel özelliği, sırasıyla "işlev organizasyonu", "embriyo gelişimi" ve "ayıklanmanın doğası"dır. Organizmalar işlevsel bakımdan organize olmuşlardır. Gelecekte meydana gelecek değişiklikler karşısında organize olmuşluklarını koruyup sürdürebilme yetisi taşımaktadırlar. Organizmalar ayrıca kendi genetik yapılan ile yaşam çevreleri arasında son derece karışık ontogenetik gelişmeler baş gösterdiğinde kendi varlıklarını sürdürmek adına bunların üstesinden gelebilme yetisiyle de donatılmışlardır. Bu açıdan bakıldığında, yalnızca biyolojiye özgü, biyoloji biliminin sınırlan içinde kalan kavramların olup olmadığını araştırmak biyoloji felsefesinin önemli bir araştırma izlencesini oluşturur. Bu izlence uyarınca salt biyoloji için geçerli mantıksal çözümleme ya da açıklama modellerinin olanağını temellendirmek biyoloji felsefesinin başlıca ödevi olarak görülür.
"Türler sorunu" bugün biyoloji felsefesinin üzerinde çok durduğu, yerleşiklik kazanmış bir başka temel sorunudur. Aristoteles'ten bu yana biyolojik türler doğal türlerin belirleyici bir örneği olmuştur. Darwin öncesi hemen bütün düşünürler için türler aynı yerçekimi gibi evrenin yapısının temel taşlarıdırlar. Bu anlamda türlerin başsız sonsuz, değişmez, öteki doğal nesneler gibi birbirlerinden ayrık oldukları savunulmuştur hep. Aristoteles'in düşündüğü gibi bir kere kaybolunca yeniden doğmaları olanaklı olmadığı gibi değişmeleri de olanaklı değildir. Yaprağın altına dönüşmesi olanaklı olsa bile, bu değişim karşısında yaprak ile altın değişmez öğeler olarak kalmayı sürdürürler. Buna karşın Darwin'e bakılacak olursa türler sonsuz değildirler. Doğarlar, yaşarlar ve ortadan kaybolurlar. Darwin ısrarla türlerin örneklerinin değil tersine kendilerinin evrime uğrayabilir olduklarını öne sürmüş tür. Türlerin aşama aşama evrilebiliyor oldukları yönündeki Darwin'in düşüncesi, türler arasında öyle keskin sınırlar bulunmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Özetle, türler evrilebilen şeyler iseler, bu geleneksel tür özelliklerini taşımadıkları anlamına gelir. Günümüzde bir yanda felsefeciler öbür yanda biyologlar dünya görüşümüzdeki bu kökten değişikliğin sonuçlan üstüne çalışmaktadırlar. Nitekim, biyoloji felsefecilerinin de yakın tarihli literatürde halen en çok uğraşılan konuların başında "evrim kuramı", daha özeldeyse "doğal ayıklanma", "uyum", "türlerin yapısı" gibi konular gelir.
Biyoloji felsefesinde yürütülen çalışmaların biyoloji üzerinde giderek artan oranda bir etkisi olması bir yana, biyoloji felsefesi yapan kimi felsefeciler geleneksel felsefe sorunlarını da evrimci bilgikuramı, evrimci etik, evrimci varlık bilgisi açılarından ele almaktadırlar. Bu bağlamda evrimci bilgikuramı, bilme yetisinin baş gösteren yeni durumlara, yeni gereksinimlere uyum sağlama yetisi doğrultusunda anlaşılabileceğini öne sürmektedir. Bu açıdan bakıldığında gerek kendi yaşam çevrelerine gerek öteki organizmaların yaşam çevrelerine ilişkin yanlış inançları olan organizmaların daha tam, daha kesin inançları olan organizmalara göre kendilerini yeniden üretmeleri çok daha güçtür. Kuşkusuz bu durum, yalnızca bilme yetisi taşıyan insan organizması, dolayısıyla da insana özgü olay örgüleri için geçerlidir. Evrimci bilgikuramına yöneltilen eleştiriler arasında en dikkat çekici olanı, kimileyin yaşam çevrelerine ilişkin yanlış inançları olan insanların yaşadığımız dünyaya yönelik daha gerçekçi yaşam görüşleri olması olgusunda yatmaktadır. Üstelik bu durum böylesi insanların yeni durumlara uyum sağlama yetilerinin de yüksek olduğuna tanıklık etmektedir. Yine evrimci bilgikuramının aşırı uç diye nitelenebilecek bir başka kolu, bilgi edinme olayına yalnızca ayıklanma sürecinin bir örneği olarak bakmakta, önemli olanın kanılarımızı temellendirmek değil, onların nasıl oluştuklarını, kendilerinden nasıl yararlandığımızı açıklamak olduğunu savunmaktadır.
Aynı biçimde evrimci etik savunucuları da birtakım etik ilkelerini yaşam sürdürüm değerleri doğrultusunda temellendirmeye çalışmaktadır. Bu genel amaç uyarınca, yaşam sürdürümüne olanak tanıyan, yaşamın yeniden üretimine katkıda bulunan her davranış iyi, bunun tersine bu amaçların gerçekleşmesine engel olan ya da güçlük çıkaran her şey kötü olarak değerlendirilmektedir. Evrimci etik anlayışına karşı yöneltilen en önemli eleştiri, böylesi bir anlayışın "olan/ olması gereken" temel etik ayrımını ortadan kaldırıyor olması gerçeğine odaklanarak dillendirilmektedir. Nitekim birçok etik dizgesi gerektiğinde ötekilerin iyiliği adına kişinin kendini kurban etmesinin zorunlu olduğunu düşünür. Burada sözü edilen ötekiler biyolojik anlamda kan bağımız olanlar ile sınırlandırılacak olursa, evrimci etiğin savunucularının geleneksel olarak erdemli davranışlar bütünü olarak anlaşılan etik alanını temellendirmekte güçlük çekecekleri açıktır. Bu güçlük karşısında biyoloji felsefecileri tartışmalarını genellikle iki olanaklı durum üzerinden sürdürmektedir: ya biyolojik evrim etik davranış için yeterli bir temellendirme sunamamaktadır ya da etik alanının bilgi kapsamı olabildiğince daraltılmalıdır.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder