M.Marleau Ponty



























Merleau-Ponty,  Paris’te Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenim gördü. 1931 ‘de felsefe öğretmenliği sertifikası aldı. Liselerde öğretmenlik yaptıktan sonra II. Dünya Savaşı’nda subay olarak görev yaptı. 1945’te Lyon Üniversitesi’nde felsefe profesörlüğüne getirildi, 1949’da Paris’e Sorbonne Üniversitesi’ne çağrıldı. 1952’de College de France’ta felsefe kürsüsüne atandı. 1945-52 arasında Les Temps Modernes’nin yayın yönetmenliğini Jean-Paul Sartre ile paylaştı.

Kore Savaşı dolayısıyla düş kırıklığına uğrayan Merleau Ponty bu dönemde Kuzey Kore’yi destekleyen Sartre’dan da uzaklaştı. 1955’te Les Aventures de la dialectique (Diyalektiğin Serüvenleri) adıyla yayımladığı denemelerinde Marksist konumunu sürdürmekle birlikte, Marksizmin tarih üzerine söylenmiş son söz olmadığını, daha çok buluşsal bir yöntem olarak değer taşıdığını savundu. Daha sonra yeniden teknik felsefe çalışmalarına döndü.


Onun , güncelliği konusunda, Zeynep Direk’in (G.S.Üniversitesi Felsefe Bölümü) Dünyanın Teni adlı derlemesinin,   “giriş” bölümündeki görüşlerinden  yararlanacağız


“Günümüzde, dünyada “Kıta Avrupası felsefesi” alanında giderek daha çok okunan, estetik, ontoloji, çevre etiği, feminist felsefe alanlarında özgün ve eleştirel düşünceye kaynaklık eden bir düşünür olarak yeniden ortaya çıkıyor Merleau-Ponty. Yaşarken adı Sartre ve varoluşçuluk akımı ile birlikte anıldı; ama Sartre kadar dünya çapında ünlü olmadı.

Ne var ki bugün, dünyada Kıta Avrupası felsefesi alanında yapılan çalışmalara bakılınca Sartre’ın daha az ilgi gördüğünü, buna karşın Merleau-Ponty’nin varoluşçuluk akımı çerçevesini aşan ve fenomenolojiden post-fenomenolojiye doğru yol alan bir düşünür olarak okunmakta olduğunu saptayabiliriz. Merleau-Ponty’nin düşüncesi kendi havasını solumaya bırakılır bırakılmaz, çağdaş Fransız felsefesini günümüzde temsil eden Foucault ve Deleuze gibi onun öğrencileri olan bir sonraki kuşak filozofların önemli kavramlarının kaynaklarının Merleau-Ponty’nin düşüncesinde bulunduğu, dahası, Merleau-Ponty’nin 1960’ta Husserl’in Geometri ‘nin Kaynağı’ üstüne yaptığı çalışmayla Derrida’nın bu esere yazdığı ünlü giriş yazısı arasında dikkat çekici paralellikler bulunduğu görünür hale geldi.


Her ne kadar Merleau-Ponty çağdaş felsefi düşünceyi anlama ve yenileme çabasında vazgeçilmez bir düşünür olarak dirilmiş olsa da günümüz felsefe okuru için şaşırtıcılığı bundan ibaret sayılamaz. Düşüncesinin kuru genellemelere, soyut formülasyonlara indirgenemeyecek, analitik tartışmalarla, eleştirel metin okumalarıyla tüketilemeyecek bir tarafı vardır. Yaşarken görülmeyeni düşünmeye, anlaşılmayanı anlamaya değer veren bir düşüncenin sahiciliği içinde, ölümün lafını bile etmeyecek kadar yaşamı onaylayan bir filozofla karşılaşma deneyimi oldukça sarsıcıdır. 

Dünyanın gösterisi karşısında kaybettiğimiz çocuksu dikkatin ve mutluluğun yasını tutmaz Merleau Ponty; içtenlik, güç ve his yüklü bir düşünceyle, yaşamla ilişkimizin ona bakmayı pek az gerektirecek kadar anlaşılmış ve unutulmuş, mekanikleşmiş olduğu saptamasını yapmakla yetinmez, düşüncesinin vaktini bu hayatın gizledikleri karşısında hayret duymaya adar.


Onun düşüncesinin hayat karşısında hiç acelesi yoktur. Zihnimizi Merleau Ponty’nin düşünce serüvenine kapılmaya teslim ettiğimizde, katılaşmış, mekanikleşmiş, zamansızlaşmış, düşüncesizleşmiş, heyecandan ve meraktan temizlenmiş, saydamlaşmış, kendisinin müsvettesi oluvermiş bir hayatın gerisini görebileceğimiz, dünyayla bedenimizin ilişkisine ait organik bir arka planın bize sunduklarını kucaklayabileceğimiz, kısacası, dünyayı ve kendimizi yeni bir gözle görebileceğimiz umuduna kapılırız.

Duyumsanır olanın ve dilin zenginliği ile büyülenmiş, yaşamı olumlayan bu felsefe çok kişiseldir aynı zamanda. Merleau-Ponty’nin metinlerinin fenomenoloji bilgisiyle açılan ve kendini veren dili, bazen hüzünlendiren kımıltısına rağmen, mutlu bir çocukluğu dilde ve düşüncede deneyimlerle yeniden yaşamaya çalışan mutlu bir düşünürle karşı karşıya getirir bizi.”


Maurice Merleau-Ponty

Maurice Merleau-Ponty, felsefe dizgesini büyük ölçüde Husserl’in Fenomenolojisine göre ama Varoluşçu vurgular ve yorumlarla kalıplandırdı. Gerçekte, belki de onu Fenomenolojiye seçkin katkılarına karşın bir Varoluşçu olarak sınıflandırmak daha doğru olacaktır. Çünkü bir süre için Varoluşçu Jean-Paul Sartre’ın yakın bir dostuydu, ama daha sonra onun bakış açısını sert bir biçimde eleştirdi. Fenomenolojik Olguculuk dizgesinin özeğinde en tanınmış çalışması olan Algının Fenomenolojisi (1945) başlıklı çalışmasında geliştirmiş olduğu algının birinciliği kuramı yatar.

Dolaysız Deneyime Geri Dönüş.

Geleneksel Realizm ve İdealizmi olduğu gibi,  Doğalcılık ve Olguculuğun metafiziksel ve bilgikuramsal düşüncelerini de yadsıdı.

Fenomenolojiyi özlerin incelemesi olarak betimledi ve “tüm sorunlar özlerin tanımlarını bulmaya varır: algının özü, ya da bilincin özü dedi.

Olguluk [facticity] insanın ve dünyanın anlaşılması için başlangıç noktası olmalıdır görüşü onundu. “Lebenswelte, yaşanılan deneyimde karşılaştığımız dünyaya, dolaysız dünya deneyimimize geri dönmeliyiz.” Kendiliğinden-açık algı ve yalnızca yeterli düşünce ya da apodiktik kendiliğinden-açıklık arasında bir ayrım yapmalıyız. “Dünya düşündüğüm değil ama yaşadığımdır. Dünyaya açığım, hiç kuşkum yok ki onunla iletişimdeyim, ama ona iye değilim; dünya tükenmezdir.” Dünyadaki olguluktur ki onun dünya olmasının nedenidir, “tıpkı ‘Cogito’nun olguluğunun kendinde bir eksiklilik olmaması, ama tersine bana varoluşumun inancasını veren olması gibi. Eidetik yöntem olanaklı olanı olgusal olana dayandıran Fenomenolojik Olguculuğun yöntemidir.”


Sartre’ın “özgürlüğe mahkumuz” görüşü ile karşıtlık içinde, Merleau Ponty dünyada olmamızın sonucu olarak “anlama mahkumuz” ve her zaman birşeyi anlatmaya mahkumuz diyordu. Tüm eylem ve düşüncelerimiz tarihsel sonuçlar taşırlar ya da kazanırlar. Sartre’ın “cehennem başka insanlardır” önesürümü ile karşıtlık içinde, “tarih başka insanlardır.”

Yüksek Deneyim Alanları.

Fenomenoloji dünyanın bir açığa serilişidir, ve “felsefe önceden-varolan bir gerçeklik üzerine düşünme değil, ama, sanat gibi, gerçekliği varlığa getirme edimidir.” Birincil olgusallık algılanan Lebenswelttir (yaşantı-dünyası).

Algısal bilinç yoluyla Varlığa ve gerçekliğe doğrudan giriş yolumuz vardır, ve algısal bilinç yoluyladır ki anlıksal bilmem üst-düzey yapılarının temellerini kazanırız, ama üst- düzen deneyimleri algısal bilince indirgenebilir değildirler. Dahası, algısal bilinç yalnızca duyu verilerini ya da ‘qualia’yı değil ama özneler arası ya da toplumsal bir Lebensweltin dolaysız deneyimlerini de kapsar. İçinde edimde bulunduğumuz dünyayı olduğu gibi tarihi, başka insanları ve ekini de içerir. İnsanın Lebenswelti birçok deneyim alanını içerir, algı dünyasını olduğu gibi örneğin ideal, imgesel, ekinsel tarihsel alanları da. Her alan kendine özgü bir anlam ve kendi değer yapısı ile başkalarından ayrılır.

Algının Fenomenolojisinden başka deneyim alanlarına, örneğin özneler arası gerçekliğin ve ahlaksal, dinsel ve estetik deneyimlerin Fenomenolojilerine ulaşırız. Her bir deneyim alanı, kendine özgü bir niteliği olduğu için, kendinde algıya indirgenemez, çünkü” bilincin bilinç olması için çeşitli yollar” vardır. Gene de, herşey algısal bilinçte bulunur, çünkü onda yaşarız, deviniriz ve varlığımızı taşırız. Bu vargı gene de İdealizm demek değildir, çünkü “tüm bilinç birşeyin bilincidir.” Başka bir deyişle, Fenomenolojik niyetsellik öğretisi uygulanabilirdir ve geçerlidir.

Algının Birincilliği.

Bu terimi Merleau-Ponty Algının Birincilliği (1964) başlıklı çalışmasında açıkladı. Bu birincilliğin anlamı algılama edimimizin “şeylerin, gerçekliklerin ve değerlerin bizim için oluşturuldukları kıpıda” bulunmamızdan gelmesi, “algının doğuştaki bir Logos olması, bize tüm inakçılığın dışında nesnelliğin kendisinin gerçek koşullarını öğretmesi ve bizi bilgi ve eylem görevlerine çağırması” demekti. Algının birincilliği sorunu “insan bilgisini duyuma indirgeme sorunu değil, ama bu bilginin doğuşuna yardım etme, onu duyulur olan denli duyulur kılma, ussallık bilincini yeniden onarma sorunudur. Bu ussallık deneyimi onu kendiliğinden-açık olarak sorgusuzca aldığımız zaman yiter, ama insan-olmayan doğanın arkatasarına karşı görünür kılındığı zaman yeniden bulunur.”

Algının birincilliği Merleau-Ponty’nin algıladıklarımızın dünyaya ilişkin duyumlar değil ama dünyanın kendisi oldukları, sevdiğimizin bir insanın nitelikleri değil ama olgusal kişinin kendisi olduğu biçimindeki uslamlamasında vurgulanır. John Wild Varoluşçuluğun Meydan Okuması’nda bu Fenomenolojik bakış açısını şöyle anlattı: “Felsefenin ilk işlevi öyleyse dolaysız deneyimin ilksel dünyasını incelemek, onun benzersiz ırasallarını betimlemek, görünen önemli veri türlerini ayırdedip sınıflandırmak ve bu somut deneyimin bileşimli yapısını çözümlemektir. “

Felsefe Tarihi
Sahakian

İdea Yayınları (1990)
Çev: Aziz Yardımlı









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder