Heidegger, 1889'da, Messkirch'te doğdu. Babası, Saint-Martin Kilisesi'ndeki ayin eşyalarının bakıcılığını yapan bir fiçı ustasıydı.
Heidegger önce Konstanz Lisesi'ne, sonra da sağlam bir klasyk egitim alacağı Freiburg im Breisgau Lisesi'ne devam etti.
Doğduğu şehirde elde ettiği bir burs sayesinde, 1909'da, Freiburg Üniversitesi'ne girdi.
Henüz genç bir öğrenciyken kendisine hediye edilen
Franz Brentano'nun «Aristoteles'te Varolanın Çoğul Anlamı» adlı kitabı onun «düşünme yolunun başlangıcını oluşturdu ve tüm çalışmalarını adayacağı «varlık sorunu» nun derinleştirilmesine böylece yönelmiş oldu.
Önceleri teoloji, daha sonra da felsefe eğitiminin ardından, Heidegger, Freiburg Üniversitesi'nde (1919-1923), Marburg Üniversitesi'nde (1923-1928) ve yine Freiburg Üniversitesi'nde (1928-1944) araştırma yapmaya ve ders vermeye aralıksız devam etti.
Heidegger , Freiburg Üniversitesi'nde, Husserl'in asistanı olduktan sonra, onun yerini aldı. Verdiği felsefe derslerinin olağanüstü özgünlüğü ve ardından, 1927'de yayımlanan «Varlık ve Zaman» , (Sein und Zeit), henüz otuz sekiz yaşında, Heidegger'i dönemin en ünlü Alman filozofu haline getirdi.
Axis 2000
Martin Heidegger , 20. yüzyıl düşüncesine en fazla etkide bulunan felsefecilerden biridir. Hayatı boyunca "Varlık'ın Anlamı Nedir?" sorusuna yanıt aramış, düşüncesini bu soru çerçevesinde yoğunlaştırarak, felsefe tarihini incelemiştir. "Varlık'ın Anlamı Nedir?" sorusuna sistematik bir yanıt verebilmesi onun engin felsefe tarihi bilgisine bağlıdır. Yıllarca Antik Çağ üzerine verdiği ders ve seminerler onun varlık karşısındaki tutumuna yön vermiştir.
Felsefe tarihindeki uzun süren varlık incelemesi ve varlık kavramı üzerine yaptığı etimolojik araştırmalar onu, Sokrates öncesi doğa felsefecilerine yöneltmiştir. Heidegger , doğa filozoflarının varlığı önsel ve dolaysız bir biçimde kavradıklarını ileri sürmüştür. Fakat Platon 'la birlikte varlığın önsel ve dolaysız kavranışı, metafiziğin etkisi sonucu üstünü kapanmış ve örtüsünün altına gizlenmiştir. Heidegger'e göre, Platon , Batı metafiziğinin de başlatıcısı olmuştur. Felsefe, artık metafiziğin varlığı açıklama evrenidir.
Aristoteles 'le devam eden bu metafizik varlık anlayışı Orta Çağ'da, dinsel anlam kazanarak, İlahî Varlık alanına dönüşmüştür. Descartes 'la başlayan Modern Batı Felsefesinin, varlığı epistemoloji temelli bir metafizik anlayışla ele aldığını ileri süren Heidegger, en büyük karşı çıkışını Kartezyen geleneğe yapmıştır.
Heidegger'in amacı, Kartezyen geleneğe bağlı olan epistemoloji temelli düalist varlık anlayışını yeniden yorumlayarak (tahrip ederek), yerine ontoloji temelli varlık kuramı geliştirmekti. Bu amacını Varlık ve Zaman adlı eserinde gerçekleştirerek çağımızın varlık kuramlarını etkiledi.
Martin Heidegger 'i anlamak ve onun çağımızdaki konumunu belirlemek için ondan önceki felsefî gelişmeleri de anlamak gerekir. Özellikle Descartes 'la başlayan felsefe ve sonraki gelişmeler varlık bağlantısı içinde yorumlanmalıdır. Descartes 'ı modern felsefenin kurucusu ve babası yapan nedir? Descartes felsefesinde ne vardı ki felsefenin akışı ve bakış açısı değişti? Niçin modern felsefeyi Descartes'la başlatıyoruz da Bacon, Galileo, Kopernik ya da Kepler 'le başlatmıyoruz? Descartes'ı Descartes yapan nedir?Yanıt tek kelimeyle "cogito" dur. Çünkü Descartes sonrası tüm filozoflar, felsefenin temeline cogito'nun değişik formlarını ko***, felsefe yapmaya başladılar. Bunlar Spinoza, Leibniz, Locke, Hume, Berkeley, Kant, Fichte, Schelling, Hegel, Dilthey ve Husserl 'dir. Heidegger'e göre, bu geleneği ilk defa cesurca tartışan ve reddeden son Batı metafizikçisi Nietzsche 'dir.
Cogito'nun temele alınması ve bunun bilgi kuramsal bir ontoloji ile açıklanma çabası aynı zamanda bilimleri de ön plana çıkarttı. Çünkü cogito'da hiç sarsılmadan ve açık olarak var olan kesinlik, bilimlere matematik öğelerin kesinliği olarak yansıdı. Matematiğin doğruluğu, kesinliği, değişmezliği ve evrenselliği kendini bilimlerin yasalarındaki matematik ifadelerde buldu. Kartezyen gelenekle başlayan cogito merkezli felsefe ve bilim anlayışları 17. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti.
Cogito, Spinoza 'da Bir, Leibniz 'de monad, empiristlerden Locke ve Hume 'da içi boş levha olan özne, Berkeley 'de ruh, Kant 'ta transendental özne, Fichte ve Schelling 'te Ben ve son olarak Hegel 'de de Mutlak Tin oldu. Tüm modern filozoflar cogito'yu öznenin değişik formları olarak kavrayıp onu açıklamaya çalıştılar. Heidegger 'e göre, tüm modern felsefe aslında cogito felsefesinden ve epistemolojik felsefeden başka bir şey değildir.
Heidegger’de Varlık ve Zaman- A. Kadir Çüçen (Giriş Bölümü)
Niçin varlık?
'Varlık' terimi çeşitli karşıtlıkları içerir. O, ilk olarak bilgi ve bilim ile çelişir. Heidegger 'in zamanındaki ve daha önceki birçok filozof, özellikle de, Kant 'ı takip ettiğini iddia edenler, "ne bilebiliriz?" ve "bilimlerin temelleri nelerdir?" gibi soruları sorarak, temelde epistemolojiyle ya da bilgi kuramıyla ilgilendiler. Heidegger epistemolojiye karşıydı. Bilgi kuramı sürekli bıçağını biler, fakat bir türlü işe başlayamazdı. Bilgi, özellikle bilimin sistematik bilgisi bir taraftan bilen, diğer taraftan hakkında bilinmek istenen obje ya da objeler alanı arasında bir bağlantıyı içerir.
Fakat tüm bu felsefeler bir şeyi unutmuştu. Unutulan zaman'dı. Cogito'nun tüm formlarında zaman ya göz ardı edildi, ya cogito'nun içine ya da cogito'nun dışına konuldu. Hiçbir biçimde, zaman ve cogito birlikte kavranılmadı. Bu bir eksyklikti, bu Dasein'ın kendisini gizlemesi, üstünü örtmesi ve kendisini yanlış yorumlamasından başka bir şey değildi. O halde "Varlık'ın anlamı" yeniden sorgulanmalıydı. Heidegger'e göre, ilk defa Kant , cogito'yu zamanla birlikte ele aldı. Fakat Kant, kartezyen geleneğe olan aşırı sadakati sonucu zamanın, "Varlık'ın anlamı" olduğunu göremedi. Kant sonrası felsefeler, cogito'nun değişik formlarını ele alıp açıklamaya devam ettiler. 19. yüzyıl felsefe akımlarından Alman romantiklerinin temsilcileri Fichte, Schelling ve Hegel cogito merkezli kuramlarını iyice kavramlaştırıp, soyutlayarak"Varlık'ın anlamını" mutlak tinde aradılar. Zamanı da mutlak tinin açılımında ortaya çıkan tarih kavramıyla açıkladılar. 19. yüzyılın diğer bir felsefe akımı olan pozitivizm ise, zamanı nesnel bir yorumla ele alarak fiziksel olanla ilişkilendirdi. Sonuçta 19. yüzyıl felsefeleri zaman ve varlığın birbirleriyle olan bağlantısını kavramaktan çok uzak kuramlar ortaya koydular.
Heidegger, 19. yüzyılın sonlarına damgasını vuran bir Danimarkalı ve üç Alman filozofuyla birlikte başlayan yaşam felsefesi anlayışının, epistemoloji temelli kartezyen geleneğini yerinden sarstığını öne sürer. Bunlar, Kierkegaard, Dilthey Nietzsche ve Husserl 'dir.
Kierkegaard 'ın Hegel'in sistem felsefesini eleştirmesi ve bireyin önemini vurgulaması,
Dilthey 'in tin bilimlerine önem vermesi sonucu yaşam ve tarih kuramlarını geliştirmesi ve
Nietzsche 'nin Batı metafiziğini ve kartezyen geleneği acımasızca eleştirmesi, Heidegger'in görüşlerini derinden etkilemiştir.
Husserl 'in fenomenolojik yöntemini kendine örnek alan Heidegger, varlık felsefesinin ancak fenomenolojik yöntem ile olabileceğini ileri sürmüştür.
20. yüzyıl artık kartezyen geleneğin terk edildiği yüzyıldır. Önce yaşam ve tarih felsefesi, kartezyen geleneği eleştirmeye başladı. Daha sonra varlık felsefesi, kartezyen geleneği tamamen reddetti. Heidegger'e göre, artık cogito merkezli felsefeler yerini varlık merkezli felsefelere bırakmalıdır. Bunun için epistemoloji temelli veya kartezyen geleneğe bağlı varlık felsefelerinden vazgeçilmelidir. Çünkü felsefenin Varlık'ı sorgulaması ve anlaması, epistemoloji ile olamaz. Felsefenin konusu, temel ontolojidir.
"Varlık'ın anlamı nedir?" sorusu, temel ontolojinin sorguladığı tek sorudur. Böyle bir soru da ancak kendisinde Varlık'ı açabilecek bir varolanın sorabileceği sorudur. Kendisini kendinde Varlık olarak açan tek varlık Dasein'dır.
O halde, temel ontolojinin, yani felsefenin görevi , Dasein 'ın Varlık'ını serimleyerek, Varlık'ı açığa çıkarmaktır.
Varlık'ı açmanın yöntemi , fenomenolojidir. Dasein'ın varoluşunun analitik serimlenmesinde Varlık'ın anlamının zaman olarak ortaya konulması fenomenolojinin görevidir. Heidegger'e göre, ontoloji, yalnızca fenomonoloji ile olanaklıdır
Heidegger’de Varlık ve Zaman- A. Kadir Çüçen (Giriş Bölümü)
Geleneksel metafiziğe köklü bir biçimde yerleşmiş olan hakikat arayışındaki çok derin bir değişimi haber veren Heidegger 'in düşüncesi, yeni bir felsefi sistem olarak değil, bir yolda adım adım sabırla ilerleme olarak sunulmaktadır. Heidegger 'in düşüncesi, Eski Yunan'dan çağımıza dek tüm Batı metafiziği geleneğini elden geçirmeye girişmektedir; böylelikle, felsefe geleneğinin ustalarının eserlerinde ortaya çıkan unutulmuş sınır noktalarına ve «görülmez olmuş» veya «düşünülmeyen» ufuklara ulaşarak, bu eserlerdeki hakikat deneyimlerine tanık olma olanağı doğmaktadır.
Antikçag'a ait varlık sorusu, metafiziğin uzak ufuklarına ulaşmaya olanak vermekte ve Heidegger'in izlediği düşünme yoluyla bağı oluşturmaktadır. Varlığın anlamı sorusunu sistematik olarak ortaya koymak : temel varlıkbilimin (ontolojnin) konusu işte budur. Bu hedef esas olarak birbirinden ayrılamaz ve simetrik iki amaç yüklemektedir:
ilkin insan varolmasını, varlığın anlamı soruşturmalarının merkezine yerleştirmek, çünkü varlığın anlamını arayacak ve örtük de olsa belli bir yoruma ulaşacak olan yalnızca insanın kendisidir;
daha sonra , metafizik tarihinin geleneğini oluşturan metinleri soruşturmak (özellikle, büyük düşünürlerin metinlerini) ve bunları varlığın dolaylı veya dolaysız bir deneyimi olduğu kadar, varlığın kendini ortaya koyduğu bir hakikat deneyiminin tanıkları olarak kabul etmek.
Bu amaçlardan ilki, insanın (kendi türünde tek olan) varlık biçiminin derin bir çözümlemesine götürüyor; bu, ölümlülük koşuluna özgü “zamansal varoluşsallığın”ın çözümlenmesi . demektir.
«Varlık ve Zaman» ın “varoluşsal çözümlemesi” (veya «varoluşsal yorumlama» bölümünü izleyen ikinci amaç, tüm metafizik tarihi geleneğinin genel bir yorumuna giden yolu açıyor; varlığın anlamını merkeze alan ve «Varlık ve Zaman» da «varlıkbilim tarihinin yıkılması” adı altında ortaya konan bu yorum, Heidegger'in düşünme yolunun ikinci yarısında da izlenecek ve varlığın tarihine ulaşılacaktır.
Bu iki varlıkbilimsel araştırma alanı, varlığın hep zaman cinsinden anlaşıldığını ortaya çıkaracaktır. Böylece, yeni bir felsefe kavrayışına ulaşılmaktadır. Öyle ki, tüm sistemin en üst ve gözden kaçmış varsayımlarına yükselecek ve aynı zamanda, insan varoluşunun, tarihselliğinin (dünyada olma) çeşitli boyutlarındaki zamansal yapısının hiç yapılmamış görüngübilimsel bir çözümlemesi gerçekleşecektir. Bundan çıkan sonuçsa, insan varoluşunun kendi özgürlügüyle hakikatin deneyimine ve kaçınılmaz bir sorumluluğa yönelmiş olduğudur.
Tamamlanmamış şaheseri “Varlık ve Zaman” dan sonra, Heidegger'in ilerlemesi, kendi deyimiyle bir dönüm noktasına ulaşıyor: insan ve varlık ilişkilerini düşünme tarzında anî ve keskin bir dönüş. Böylece, insanı, “varlığı başlangıç alarak düşünme” veya “varlığın hakikati üzerinden düşünme” söz konusu olmaktadır (varligın kendisini, varlıgın tarihinde ortaya koyması anlamında); bu da, « Varlık ve Zaman»da olduğu gibi, varliğın anlamını yalnızca insanın onu yorumlamasına başvurularak yapılandan farklıdır.
Dilin en son sınırlarına dek gidilmesi (özellikle, şairler ömeğinde olduğu gibi) gerektiği, varlık düşüncesinin (veya “varlıgın topolojisinin”) bu «nazik» yolu üzerinde, “varliğın hakikatinin” karmaşık tarihinin evrelerini, metinlerin incelenmesiyle ayırt etmek mümkün olacaktır; bu tarihin içinde insanın sorumluluğuna doğrudan işaret edilmiştir.
En iyiyle en kötü arasında tehlikeli bir biçimde gidip gelen bizim dönemimiz (XX. yüzyıl tarihinin bunu gösterdiği gibi), varlığın tarihinde en sonuncu dönemdir: bu dönem, insanların modern teknolojiyi kurdukları,bilimsel temsillerde kesinlik idealinin oluşturulduğu, hakikatin en aşırı biçimini kurduğu bir dönem olarak, «Avrupa yoksayıcılığının (nihilizminin)» ve «varlığın unutuluşunun» dönemidir.
Çağdaş insanın, metafizik tarihini dikkate almadan bu tehlikeli duruma bakamayacağını, Heidegger bize göstermektedir; çünkü metafizik tarihi, «varlığın unutuluşunun» tarihidir bir anlam da. Metafizik, bizim tarihimizin içinden çıkılmaz bir biçimde katılmış olduğu «varlığın tarihi»ni otaya çıkarmaktadır.
Axis 2000
ÖZNENİN STATÜSÜ
Bilimsel aklın ontolojisiyle ilgili esas problem, öznenin statüsü problemidir. Heidegger bunun, Platon ve Aristoteles 'ten beri, ontoteolojik töz konsepsiyonları için bir problem olduğuna inanır.
Bununla birlikte, o modem dönemin fılozoflarıyla ve özellikle de, Descartes 'ın düalist zihin ve madde metafiziğiyle birlikte, en aşikâr bir biçimde görülür hâle gelir. Descartes dünyayı, tinsel bir zihin ya da bilinç alanına gizemli bir biçimde bağlanan, yer kaplayan maddî cisimlerin mekanistik bir alanı olarak tasarlar. Daha Descartes'ın çağdaşları tarafından bir büyük problem olarak görülen, zihin ve maddenin nasıl olup da etkileşim içinde bulunabileceklerini açıklama güçlüğü, bu metafiziğin sonuçlarından sadece biridir.Doğa bilimlerinin yöntemini, özü itibariyle tarihsel olan bir zihin ya da tini anlama edimine uygulamanın uygunsuzluğu, Dilthey 'ın insan bilimleri felsefesinin ana konusuydu.
Bununla birlikte, Husserl 'in de farketmiş olduğu gibi, hermeneutik metodolojinin hâkim olduğu insan bilimleri bile, değerler için tatmin edici bir temel sağlayamaz. Tarihselcilik, nasıl ki bilimciliğe direnemiyorsa, kültürel şüphecilik ve nihilizme de karşı koyamaz. Felsefe, öyle görünmektedir ki, kökten bir biçimde farklı bir özne ve öznellik yorumu ortaya koymak durumundadır.
Kierkegaard Eleştirisi`
Öznel hakikat'te değer bulma yönünde doğrudan bir teşebbüs, geçmişe dönüp bakıldığında, ilk varoluşçu diye tanımlanan Sören Kierkegaard tarafından yapılmıştı. Heidegger'in Kierkegaard'ın teşebbüsüne karşı olan tepkisi, onun en önemli düşüncelerinden bazılarına yararlı bir giriş sağlar.
Heidegger, bilimsel rasyonalitenin sınırlamalarına karşı gösterilen tepkiler olarak, hem Kierkegaard'ın ve hem de hayat felsefesinin önemini kabul eder. Bununla birlikte, zihin, hayat ya da varoluşun indirgenemezliğini olanca güçleriyle vurgulamalarına rağmen, onlar sadece hayatı anlama `yolundadırlar.' Kierkegaard'ın öznel hakikatin savunuculuğunu yapması değerli olmakla birlikte, Batı ontolojisinden yeterince radikal bir kopuşu gerçekleştiremediği için, temelde sınırlıdır. Aslında Kierkegaard da, tıpkı Dilthey gibi, öznel zihin ya da varoluş alanını, bilimsel akılla onun atası ontoteolojik metafiziksel düşünüşün saldırılarından korur , ama o, bilimin ve metafıziğin kendi bilgi alanlarındaki ontoteolojik temellere esaslı bir biçimde meydan okuyamaz. Heideggeı'in terimleriyle ifade edildiğinde, Kierkegaard `varlık problemi'ni bütün `varoluşsal' tamlığı ve karmaşıklığı içinde ele almaz, zira onun analizi sadece öznel tecrübenin `egzistansiyel' karakteristikleriyle ilgilenir:
Ondokuzuncu yüzyılda, Sören Kierkegaard varoluş problemini açıkça egzistansiyel bir problem olarak anladı ve ona nüfuz edebilmek için çok zaman sarfetti. Bununla birlikte, varoluş problematiği ona o kadar yabancıydı ki, ontolojisi söz konusu olduğunda, o bir bütün olarak Hegel ve Hegel'in anladığı şekliyle antik felsefenin tahakkümünden kurtulmayı başaramadı
Heidegger , `egzistansiyel' terimini, bilinçli varlıkların varoluşu açısından özsel olan öznel bakış açısına gönderme yapmak için kullanır. Bu perspektifı bulup ortaya çıkarma, Heidegger'in `varoluşun ontolojik yapısı'yla ilgili can alıcı `varoluş' sorusu olarak gördüğü şeyi, kendiliğinden aydınlatmaz. Başka bir deyişle, Kierkegaard her ne kadar varlığın bir bölgesine (öznel varoluş) ilişkin olarak önemli vukuflar sergilese de, onun kavrayışlarının bilgi, hakikat ve varlık olmak bakımından Varlıkla (Sein) ilgili içerimlerinin peşinden gitmeyi başaramaz.
Dilthey Eleştirisi
Heidegger, Dilthey için de benzer bir teşhiste bulunur. O, Count York von Wartenburğ un, Dilthey'ın `tarihsel olana' ilişkin araştırmalarının, felsefi olarak hayatı daha doğru anlamayı, `hayatı' salt onun için geçerli olacak bilimsel anlama türüne kavuşturmayı amaçlayan katkılar kadar önemli olduğunu dile getiren görüşünden övgüyle söz eder. Ama Dilthey da, tıpkı diğer hayat filozofları gibi, Batı ontolojisine ihtiyaç duyulan meydan okumaya teşebbüs etmediği için, yalnızca "`hayat" sorusuna doğru kendi yolunda kaldı.
Bilimsel aklın ve töz kategorisinin gücünü kırma yönünde bir teşebbüs, sadece, öznelliğin önemini, nesnelleştirici bir pozitivizme karşı, ama sanki onun bordasında, yeniden öne sürmekten daha fazla bir şey yapmalıdır. Madde ve tini, beden ve zihni anlamak için, Batı düşüncesinin temel kategorilerini yeni baştan düşünme zorunluluğu vardır. Batı metafiziğinde, bilimsel rasyonalitenin, yalnızca bir şeyler toplamı olarak `nesnel' doğa konsepsiyonunun karşılığı, yalıtlanmış ve cisimleşmemiş bir şey olarak `öznel' zihin görüşüdür. Başka bir deyişle, öznelcilik ve nesnelcilik, Batı düşüncesinin, Gadamer'in `modern çağın "nesnel" öznelciliği adını verdiği, aynı temel hastalığının karşıtlaştırıcı arazlarıdır: Hayat ya da varoluşun, mekân içindeki fizikî şeylerin varlığının `nesnel' kutbunun tam karşısında yer alan ayrı bir varlık düzeni olarak, `öznel' kutbunu yeniden tasdik etmek yeterli değildir. İlk ve temel soru olan, genel olarak Varlık sorusunu ele alma zorunluluğu bulunmaktadır.
Heidegger'de Varlığın Fenomenolojisi-
Kıta Avrupası Felsefesine Giriş -David West.
Bilimsel aklın ontolojisiyle ilgili esas problem, öznenin statüsü problemidir. Heidegger bunun, Platon ve Aristoteles 'ten beri, ontoteolojik töz konsepsiyonları için bir problem olduğuna inanır.
Bununla birlikte, o modem dönemin fılozoflarıyla ve özellikle de, Descartes 'ın düalist zihin ve madde metafiziğiyle birlikte, en aşikâr bir biçimde görülür hâle gelir. Descartes dünyayı, tinsel bir zihin ya da bilinç alanına gizemli bir biçimde bağlanan, yer kaplayan maddî cisimlerin mekanistik bir alanı olarak tasarlar. Daha Descartes'ın çağdaşları tarafından bir büyük problem olarak görülen, zihin ve maddenin nasıl olup da etkileşim içinde bulunabileceklerini açıklama güçlüğü, bu metafiziğin sonuçlarından sadece biridir.Doğa bilimlerinin yöntemini, özü itibariyle tarihsel olan bir zihin ya da tini anlama edimine uygulamanın uygunsuzluğu, Dilthey 'ın insan bilimleri felsefesinin ana konusuydu.
Bununla birlikte, Husserl 'in de farketmiş olduğu gibi, hermeneutik metodolojinin hâkim olduğu insan bilimleri bile, değerler için tatmin edici bir temel sağlayamaz. Tarihselcilik, nasıl ki bilimciliğe direnemiyorsa, kültürel şüphecilik ve nihilizme de karşı koyamaz. Felsefe, öyle görünmektedir ki, kökten bir biçimde farklı bir özne ve öznellik yorumu ortaya koymak durumundadır.
Kierkegaard Eleştirisi`
Öznel hakikat'te değer bulma yönünde doğrudan bir teşebbüs, geçmişe dönüp bakıldığında, ilk varoluşçu diye tanımlanan Sören Kierkegaard tarafından yapılmıştı. Heidegger'in Kierkegaard'ın teşebbüsüne karşı olan tepkisi, onun en önemli düşüncelerinden bazılarına yararlı bir giriş sağlar.
Heidegger, bilimsel rasyonalitenin sınırlamalarına karşı gösterilen tepkiler olarak, hem Kierkegaard'ın ve hem de hayat felsefesinin önemini kabul eder. Bununla birlikte, zihin, hayat ya da varoluşun indirgenemezliğini olanca güçleriyle vurgulamalarına rağmen, onlar sadece hayatı anlama `yolundadırlar.' Kierkegaard'ın öznel hakikatin savunuculuğunu yapması değerli olmakla birlikte, Batı ontolojisinden yeterince radikal bir kopuşu gerçekleştiremediği için, temelde sınırlıdır. Aslında Kierkegaard da, tıpkı Dilthey gibi, öznel zihin ya da varoluş alanını, bilimsel akılla onun atası ontoteolojik metafiziksel düşünüşün saldırılarından korur , ama o, bilimin ve metafıziğin kendi bilgi alanlarındaki ontoteolojik temellere esaslı bir biçimde meydan okuyamaz. Heideggeı'in terimleriyle ifade edildiğinde, Kierkegaard `varlık problemi'ni bütün `varoluşsal' tamlığı ve karmaşıklığı içinde ele almaz, zira onun analizi sadece öznel tecrübenin `egzistansiyel' karakteristikleriyle ilgilenir:
Ondokuzuncu yüzyılda, Sören Kierkegaard varoluş problemini açıkça egzistansiyel bir problem olarak anladı ve ona nüfuz edebilmek için çok zaman sarfetti. Bununla birlikte, varoluş problematiği ona o kadar yabancıydı ki, ontolojisi söz konusu olduğunda, o bir bütün olarak Hegel ve Hegel'in anladığı şekliyle antik felsefenin tahakkümünden kurtulmayı başaramadı
Heidegger , `egzistansiyel' terimini, bilinçli varlıkların varoluşu açısından özsel olan öznel bakış açısına gönderme yapmak için kullanır. Bu perspektifı bulup ortaya çıkarma, Heidegger'in `varoluşun ontolojik yapısı'yla ilgili can alıcı `varoluş' sorusu olarak gördüğü şeyi, kendiliğinden aydınlatmaz. Başka bir deyişle, Kierkegaard her ne kadar varlığın bir bölgesine (öznel varoluş) ilişkin olarak önemli vukuflar sergilese de, onun kavrayışlarının bilgi, hakikat ve varlık olmak bakımından Varlıkla (Sein) ilgili içerimlerinin peşinden gitmeyi başaramaz.
Dilthey Eleştirisi
Heidegger, Dilthey için de benzer bir teşhiste bulunur. O, Count York von Wartenburğ un, Dilthey'ın `tarihsel olana' ilişkin araştırmalarının, felsefi olarak hayatı daha doğru anlamayı, `hayatı' salt onun için geçerli olacak bilimsel anlama türüne kavuşturmayı amaçlayan katkılar kadar önemli olduğunu dile getiren görüşünden övgüyle söz eder. Ama Dilthey da, tıpkı diğer hayat filozofları gibi, Batı ontolojisine ihtiyaç duyulan meydan okumaya teşebbüs etmediği için, yalnızca "`hayat" sorusuna doğru kendi yolunda kaldı.
Bilimsel aklın ve töz kategorisinin gücünü kırma yönünde bir teşebbüs, sadece, öznelliğin önemini, nesnelleştirici bir pozitivizme karşı, ama sanki onun bordasında, yeniden öne sürmekten daha fazla bir şey yapmalıdır. Madde ve tini, beden ve zihni anlamak için, Batı düşüncesinin temel kategorilerini yeni baştan düşünme zorunluluğu vardır. Batı metafiziğinde, bilimsel rasyonalitenin, yalnızca bir şeyler toplamı olarak `nesnel' doğa konsepsiyonunun karşılığı, yalıtlanmış ve cisimleşmemiş bir şey olarak `öznel' zihin görüşüdür. Başka bir deyişle, öznelcilik ve nesnelcilik, Batı düşüncesinin, Gadamer'in `modern çağın "nesnel" öznelciliği adını verdiği, aynı temel hastalığının karşıtlaştırıcı arazlarıdır: Hayat ya da varoluşun, mekân içindeki fizikî şeylerin varlığının `nesnel' kutbunun tam karşısında yer alan ayrı bir varlık düzeni olarak, `öznel' kutbunu yeniden tasdik etmek yeterli değildir. İlk ve temel soru olan, genel olarak Varlık sorusunu ele alma zorunluluğu bulunmaktadır.
Heidegger'de Varlığın Fenomenolojisi-
Kıta Avrupası Felsefesine Giriş -David West.
Martin Heidegger
1- Martin Heidegger'in felsefesi hakkında doyurucu bir bilgi vermek çok güçtür. Bir kere, Heidegger'in kullandığı terimler kendine özgü olduğu gibi, bu terimler arasında birçokları, düşünüşünün bütün nüanslarını verebilmek için, alman dilinde kendisinin uydurmuş olduğu sözcüklerdir. Bunların -çevirisi şöyle dursun- anlaşılması bile çok kere pek zordur.
Sonra Heidegger dolambaçlı düşünen bir kimsedir; bu sebeple de düşüncesinin gidişini izlemek zorluklarla doludur. Onu güç bir yazar ve filozof kılan bir üçüncü nokta, henüz yaşamakta olmasıdır.* Ölmüş bir düşünürün düşünceleri ya da sistemi, artık ona yeni şeyler katılmayacak, değişikliğe uğramayacak kapalı bir bütündür. Oysa yaşayan bir düşünür bunun tersine her an -hele felsefede- değişebilir. Onun için Heidegger üzerine söyleyeceklerimiz başka filozoflarda olduğundan daha yüksek ölçüde ileride değişebilecek düzeltmeler gerektirebilecek niteliktedir
2- Heidegger, Kierkegaard gibi dinli değildir. Nietzsche gibi "antitheist" (Tanrı düşmanı) de değildir. Athee (Tanrı tanımaz) dir; yani varoluş felsefesi onun elinde, kökenindeki karakterlerinden birini yitirmekte, daha doğrusu bir karakterini yitirip, buna karşılık yeni bir karakter kazanmaktadır. Heidegger'in bu Tanrı tanımazlığını anlamak için, onun felsefesini nasıl gördüğünü, felsefesine ne ad verdiğini saptamak yeter. Heidegger'in felsefesi, kendi düşüncesince bir fenomenolojik ontolojidir. Ontoloji, yani varlıkbilimdir. Fenomenolojik bir ontolojidir; çünkü varlığı bize göründüğü şekilde kavramaya çalışır. Bunun temelinde şu önerme bulunmaktadır. Varlık görülendir . (Burada Edmund Husserl ile, onun fenomenolojisinin etkisini görüyoruz).
Heidegger'e göre, Tanrının var olması için fenomen olarak veri olması gerekir. İmdi, buna olanak yok. O halde, klasik felsefenin, Tanrıyı deneysel olanın üstünde olarak kabul etmesi saçmadır.
3- Bir adım daha ilerleyelim: Varlık nedir? Daha doğrusu, var olmak ne demektir? Başka deyimle: Varlığın, var olmanın anlamı nedir? Bu soru geneldir. Sorulmasındaki amaç, Genel Ontolojiyi kurmaktır. Bunun için Heidegger ilkin şöyle bir ayırma yapıyor: Ontolojiyi kurarken iki türlü çözümlemeye gereksinmemiz olacaktır.
Bunlardan birincisi "existentiel" çözümle,
ikincisi ise "existential" çözümlemedir. (Her iki terim arasında şekil bakımından ancak bir (e) ile (a) farkı var).
Ontoloji asıl "existential" çözümlemedir ki, bize genel olarak var olanın ne olduğunu bildirecektir. Fakat "existentiel" çözümleme olmadan bunu yapmanın olanağı yoktur. Çünkü bu sonuncusu insanı ele alır. Ontoloji ise ancak varlık olarak insanın ele alınması ile başlayabilir. Çünkü var olanlar arasında, kendine dönen düşünce (reflexion) sahibi yalnız insandır.
4- Ontolojiye -başka deyimle "existentiel" çözümlemeyle- başlamalıyız? Bu sorunun karşılığı ve Heidegger'in genel olarak felsefe etkinliğinden ne anladığındadır. Ona göre, felsefe şimdiye kadar, varlığı kavramak için usavurmaya, dedüksiyona, klasik anlamda mantığa başvurmakla düşünüşü kısırlaştırmıştır. Böylece varlığı elde edeceği yerde, kupkuru bir soyutlama elde etmiştir. Oysa varlık, soyutlama ile değil, onun yaşama ile, canlı bir şekilde görme ile kavranır. insan ise öyle bir varlıktır ki, dediğimiz gibi, kendine dönük düşünceye yetilidir. Yani insan kendisinin varlık olarak ne olduğunu üzeinde düşünmekle, varlığın ne olduğunu kavrama işine geçebilen biricik varlıktır. Fakat yineleyelim, bu kendine dönük düşünce, hiçbir zaman bir usavurma zincirlemesi değil, doğrudan doğruya yaşanan üzerinde işleyen bir düşüncedir. Fakat aynı zamanda bu bir patololojik içebakış da değildir, "existentiel"bir kendine dönük düşüncedir.
5- Varoluştan (existence) ne anlayacağız? Bu soruya bir dereceye kadar karşılık verebilmek için Heidegger'in Almanca olup, Türkçeye kolayca çevrilemeyen bir iki terimini alalım:
Dasein (aynen çeviri: Burada olmak): İnsan varlığı demektir.
Seiendes Kaba anlamda var olan, her türlü kavrayıştan kaçan varlık. Taş, toprak vb. birer "Seiendes"tir. İnsan da "Seiendes"tir, fakat o kendini aşmak sayesinde "Dasein" olur.
Sein: En genel olarak, var-olanın anlamındadır.
O halde, Dasein, şeyleri aşıp, kendini Dasein olarak ortaya koyar, aynı zamanda şeylere anlam verir, yani Sein verir. İnsan, şeyin tersine, Dasein sahibi ve Selbst (kendi) ve İch (ben) dir.
6- İnsanın özü, onun Desein'lığından ibarettir. Burada öz kavramı üzerinde kısaca durmak gerekir. Öz, klasik felsefe için, zorunlu bir mantık kalıbıdır. O zaman, şu düşünce akla gelebilir: Özü zorunlu olan insan, zorunludur. Fakat düşünce hiçbir zaman doğru değildir. Heidegger'e göre, insan, olmayabilir bir varlıktır.
Dassein, mevcuttur (Almanca: existiert).
Seiendes, (Türkçe söylemek caizse) dır, fakat mevcut değildir.
Demek ki, Dasein'a tam anlamıyla mevcut olmak, Seiendes'e ise sadece olmak tekabül ediyor.
7- İnsan da -dediğimiz gibi- son iki duruma benzer bir durum söz konusudur. İnsan hayatı, karşımıza iki aşamalı olarak çıkmaktadır.
a) Günlük hayat (Alltäglichkeit), b) Karalı hayat (Entschlossenheit).İşte böylece, döndük dolaştık, Kierkegaard'a geldik dayandık. Çünkü, Heidegger'in günlük hayatı, Kierkegaard'ın estetik hayatına tekabül eder. Yani bunda insan, ich (ben) değildir. Onun ancak toplumsal işlevi vardır. O bir gezgin, bir tüccar, bir işçi... dir ve sadece budur. Hem yalnız başkalarının gözünde değil, kendi gözünde de budur. Bu aşamadaki insan, yine insandır, fakat tam hayatını yaşamayan bir varlık, onun için de adsız bir gücün etkisi altında bir insandır; bu güç ona hareketlerini dikte eder (Burada hareket, en geniş anlamda, yani hem iç, hem dış hareket olarak anlaşılmalıdır). Kararlı hayat, Kierkegaard'ın ahlaki hayatına tekabül eder. Bu hayata da bir kararla geçilir. Bu karar da, Kierkegaard'ın bir hayattan, öbür hayata geçişine benzer. İnsan, bu hayata ani bir kararla ve kültürden, rasyonel düşünüşten vazgeçerek girer.
8- Bu iki hayatın ayrıntılarına aşağıda girişmek üzere, şimdi şu kadarına işaret edelim ki, bunların Kierkegaard'inkilerden farkları vardır:
1. İkinci, yani kararlı hayat, ahlaki değildir ve ahlak anlamında anlaşılmamalıdır. Bu aşama (öteki gibi) ontolojik anlamda alınmalıdır.
2. Üçüncü aşama yoktur; çünkü Heidegger'e göre din hayatı, günlük hayatın sınırlarını aşmaz. Din, insana kendini maskelemek, kendi gerçek durumlarını göstermemek için uydurulmuştur.
9- Günlük hayattan kararlı hayata her zaman geçilebileceği gibi, günlük hayattan öteki hayat gözlemlenebilir de. Sonra, günlük hayatta bir takım partik etkinlikler vardır. Bunlar gösterir ki, şeyler, araç olarak kullanılmaktadır. Bu pratik etikliklerin olup bittiği bir çevre (Umwelt) vardır. Ve bu çevre içinde şeyleri araç olarak kullanan bu hayat, çıkarlar hayatı olup, aslında anlamsızdır. Bunda boş merak, boş laflar geçerlidir. Daha doğrusu, bu hayatta asıl önemli olan, varlıktan çok, sözcüklerdir.
Fakat bu günlük hayatı daha derin olarak yaşamak da var. O zaman, varlığın belirli bir anlayışı (Verstehen), bir yorumu söz konusu olur (aşağı türden olunca, bu hayatta asıl varlığın herhangi bir yorumu söz konusu değildir). Birinci aşamanın bu yüksek derecesinde, bazı ciddi sorunlar vardır. Bunlar; Bilim, Felsefe, Din sorunlarıdır. Fakat birinci aşamanın hangi derecesinde olursa olsun, şeylere anlam veren insan, şeylere bu anlamı o şekilde verir ki, bu sayede kendi varlığından kaçar. Örneğin felsefedeki realizm-idealizm sorunları, varlık bakımından yapay olan bir takım "konstrüksiyon"ları meydana getiriyor, fakat bunların aslında varlığı insana, yani insanı kendisine maskelemekten başka bir ödevi yoktur (Heidegger'in o ünlü metafizik düşmanlığı işte budur).
İnsan kararlı hayata geçince endişe'yi (Angst'ı) kabul eder. Burada Heidegger'in önemli bir kavramlar çifti üzerinde durmalıyız. Kavramlardan biri Angst, öbürü Furcht'tur. Angst ile Furcht'un her ikisi de bir türlü korkudur. Biz bunları Türkçede ayırabilmek için Angst'a tasa, endişe, Furcht'a korku (diyeceğiz.
Korkunun belirli bir konusu var. Oysa enidşenin böyle bir konusu yok. Endişe'de o zama kadar alışık olduğumuz çevre, korunçlukla dolar, kendi varlığımızın sallantıda olduğunu, Hiç'e doğru gittiğini duyarız (Hiç de Heidegger'in başlıca kavramlarından biridir).
10- Endişe, Hiç'in yaşanmış deneyidir. Endişe'nin belirli bir konusu olamamıdır ki, ona ontolojik bakımdan önemini vermektedir. Çünkü endişe, sadece Hiç'in yaşanması olduğundan, varlığın yaşanmasıdır. Çünkü mevcut olmak -eäistieren- sözcüğün sözlük anlamıyla ex-istere, yani, fırlamaktır. Nereden fırlamak? Hiç'ten (ex nihilo)! Fakat bu, varlığı hiç meydana getiriyor demek olmadığı gibi, Hiç varlığın nedenidir de demek değildir.
Onun demek istediği şudur: Hiç, varlıkbilim bakımından varlıktan önce gelir. Ama buna rağmen, Hiç, etkindir (aktif). Bu etkinlikle, Heidegger felsefesinin en güç anlaşılır noktasına değinmiş oluyoruz. Hiç, varlık bakımından ne anlamda etkindir? Bunun cevabı, şu kısa cümlede toplanmıştır: Das Nichts nichtet. Nichten fiili almancada yoktur. Bunu illa aynen çevirmek istiyorsak, biz de bir fiil uydurarak: Hiç hiçliyor! diyeceğiz. Bu da: Hiç, varlığı içten kemiriyor diye yorumlanabilir. Fakat bu yorum, Heidegger'i bütün nüanslarıyla vermekten çok uzaktır.
11- Her insan endişeyi tanır. Günlük hayat, yukarıda başka sözcüklerle dediğimiz gibi, ondan kaçar, onu maskeler. Kararlı hayat ise onu bekler. Demek ki kararlı hayat için, açık görüşlülük, hatta kahramanlık gereklidir. Kahramanlığa erişmiş olan insan görür ki, insan varlığı:
a) Tasa 'lıdır, yani daima tehlikede, daima "bahis konusu"dur ve belki hiçbir zaman erişemeyeceği mümkünlere yönelmektedir.
b) Olumsaldır (Kontingent), yani olmayalir'dir. Çünkü Hiç'in kendisini kalbinde taşımaktadır.
c) Kabahatli 'dir. Normal anlamda kabahatli değil, fakat metafizik alemle doludur. Yani insan sonlu bir varlık olduğunun bilgisini bir yaşantı olarak içinde taşır. Kararlı hayatı seçmiş olan insan için, sakin olmak olanaksızdır. O, zorunlu olarak mutsuz bir varlıktır.
12- Heidegger'de de, Kierkegaard'da olduğu gibi, bir türlü öznel kategoriler vardır, şu kadar ki o Kierkegaard gibi bunlara kategori denemez. Bu kategoriler şunlardır:
1) Acuna atılmış olmak, Acunda olmak (Geworfenheit: - İn der Veltsein). Bununla dış acunun varlığı sorunu kasdedilmiş değildir. Bu sorun Heidegger'e göre uydurma bir sorundur ve onu günlük yaşamın üst derecesi gerçek bir sorun sayabilir. Fakat insan gene de, varlık olarak, bir acunla ilişkide bulunan bir varlıktır, ama bu lişiki, günlük yaşamın sandığı gibi bir uzay ilişkisi değil, ontolojik bir ilişki, varlıkbilim ilişkisidir. Yani onun acunla ilişkide olması, onun varlığını oluşturan bir öğedir. Acunda bulunmaklığımız, duyarlığımızın kaynağıdır. İşte Almanca Desein sözcüğündeki da (burada) nın anlamı budur. Acuna atılmış olanın nedeni nedir? Bunun nedeni yoktur. Biz salt bir rastlantı sonucu bu acuna atılmışızdır.
2)Ölüm: Ölüm öyle bir varolma tarzıdır ki, insan onu doğar doğmaz üzerine alır. Ölüm varlığın tümüdür. İnsanın bir takım olanaklara doğru atılımlarda bulunduğunu gördük. Ölüm, bu atılımlar toplamının altına çizgiyi çeker, fakat varlığı da ortadan kaldırır. İnsan, ölüme en yüksek olanayağa yönelmiş olarak yönelmiştir. (Heidegger'in deyimi ile zum-Tode-sein). Ölümün de nedeni yoktur.. O, sadece bir olaydır. İnsan bu olayı kabul eder, fakat yapay olarak ona sebebiyet veremez (Freiheit zum Tode).
3)Zamansallık (Zeitlichkeit): İnsan zamansal bir varlıktır. Buradaki zaman, fizik zaman değil, ontolojik zamandır. Yani insan, zaman içinde değildir, zamansallaşma sürecinin ta kendisidir. Bu zamansallığı şöyle anlamamız gerekir: İnsan etkin olarak dağılan varlıktır, daha doğrusu varlığın etkin olarak dağılmasıdır. İşte bu etkin dağılma, zamansallıktır. Ve bu varlık, tabiatı gereğince, kendisinin dışına çıkar (ausser-sich-sein), vecd(extase) haline girer. Burada da extase, sözcüğün sözlük anlamında , ex-tase (dışa koyma) olarak anılmıştır.
4) Özgürlük:
a) İnsan acuna atılmış olmasını ve ölümü, yani halini, üzerine almaya, kabullenmeye hazırdır,
b) İnsan geçmişe bakarak, gelecekteki olanakları seçmekte özgürdür.
13- Heidegger'in felsefesinin ana çizgileri, yukarıda mümkün olan en kısa şekilde anlatılmıştır. Fakat biz bu gün, bu felsefe işte bundan ibarettir diyecek durumda değiliz; çünkü Heidegger yaşamakta ve felsefesini kurmaya devam etmektedir. Böyle olması da doğaldır. Çünkü anlatılanlara dikkat edilirse, hep insan söz konusu olmuştur. Oysa yukarıda demiştik ki, insan çözümlenmesi, yani "existentiel" çözümleme, asıl "existential" felsefenin ancak girişi olabilir. Heidegger şimdiye kadar bu sonuncuyu, yani felsefenin asıl merkezini oluşturması gereken bölümü tam ve tutarlı olarak vermiş değildir, fakat üzerinde çalıştığına ilişkin işaretler vardır. Bir felsefe hakkında kesin bir söz söylemek için, bu merkezi bölümü beklemek ya da böyle bir bölümün hiç verilmeyeceğini anlayıncaya kadar beklemek gerekir.
Nusret Hızır-Felsefe Yazıları(Çağdaş Yayınları, S. 74,..,82)
Bu yazı, 1956'da yazılmıştır.
Heidegger’i farklı kılan nedir?
Onu farklı kılan “Varlık” sorununu , “insan” temelli bir yaklaşım ile çözümleme girişimidir diyebiliriz.
İkinci el okumalardan çıkardığım şey, Heidegger’in “insan varlığı” nı yine insandan ve onun üzerinde yaşadığı dünyadan yola çıkarak anlamaya ve anlatmaya çalışması.
İnsanı diğer şeylerden bir şey olarak görmek değil , doğrudan insan varoluşunun sürecini dikkate alan bir yaklaşım.
Böyle bir yaklaşım, insanın dünyadaki yalnızlığının ve çaresizliğinin ve aynı zamanda olanaklarının kavramlarını felsefeye dahil ediyor. (Kiergegaard’ın kavram dağarcığını da burada hatırlamalıyız) “Kaygı” merkezi kavramlardan biri. .
“İnsan” ın kendisine yönelen böyle bir yaklaşım, onun zamansallığını da göz ardı etmiyor bu durumda.” Onu” aşkın bir varlık olarak değil, zaman içinde kendini vareden bir yaşayan olarak algılıyor.
Doğan, büyüyen, içinde yer aldığı dünyada kaygı duyan , öleceğini bilen, yaşamı üzerine düşünen bir insan varlığı söz konusu olan.
Heidegger’in insanı tarihsel bir varlık...Bilimin genel geçer belirlemelerinden kaçan bir varlık...
Onun insanı ideal tasarımlardan da uzak. O kendi tarihselliği içinde , acı ve sevinçleriyle yoğrulmuş, yok olacağını bilmenin kaygısını yaşayan kendine özgü bir varlık...
Onun insanı, özünü varoluş süreci ile oluşturur. Kendi varlığının sınırlarını aşma olanağı olan bir varlıktır söz konusu olan. Aynı zamanda varlığının bilincinde olan bir insan...
Onun insanı burada olandır., “Dasein” dır. Burada – olan, bu forumda düşüncelerini aktaran, etkilenen, birbirine kırılan, alınan, kaygılarını paylaşan, dost olan tek tek bizleriz bana göre...
Ya da onun “Dasein”ı öldü de farkında değil miyiz. B.Berksan
Heidegger ve Ontolojik Varoluşçu Hermeneutik
Onu farklı kılan “Varlık” sorununu , “insan” temelli bir yaklaşım ile çözümleme girişimidir diyebiliriz.
İkinci el okumalardan çıkardığım şey, Heidegger’in “insan varlığı” nı yine insandan ve onun üzerinde yaşadığı dünyadan yola çıkarak anlamaya ve anlatmaya çalışması.
İnsanı diğer şeylerden bir şey olarak görmek değil , doğrudan insan varoluşunun sürecini dikkate alan bir yaklaşım.
Böyle bir yaklaşım, insanın dünyadaki yalnızlığının ve çaresizliğinin ve aynı zamanda olanaklarının kavramlarını felsefeye dahil ediyor. (Kiergegaard’ın kavram dağarcığını da burada hatırlamalıyız) “Kaygı” merkezi kavramlardan biri. .
“İnsan” ın kendisine yönelen böyle bir yaklaşım, onun zamansallığını da göz ardı etmiyor bu durumda.” Onu” aşkın bir varlık olarak değil, zaman içinde kendini vareden bir yaşayan olarak algılıyor.
Doğan, büyüyen, içinde yer aldığı dünyada kaygı duyan , öleceğini bilen, yaşamı üzerine düşünen bir insan varlığı söz konusu olan.
Heidegger’in insanı tarihsel bir varlık...Bilimin genel geçer belirlemelerinden kaçan bir varlık...
Onun insanı ideal tasarımlardan da uzak. O kendi tarihselliği içinde , acı ve sevinçleriyle yoğrulmuş, yok olacağını bilmenin kaygısını yaşayan kendine özgü bir varlık...
Onun insanı, özünü varoluş süreci ile oluşturur. Kendi varlığının sınırlarını aşma olanağı olan bir varlıktır söz konusu olan. Aynı zamanda varlığının bilincinde olan bir insan...
Onun insanı burada olandır., “Dasein” dır. Burada – olan, bu forumda düşüncelerini aktaran, etkilenen, birbirine kırılan, alınan, kaygılarını paylaşan, dost olan tek tek bizleriz bana göre...
Ya da onun “Dasein”ı öldü de farkında değil miyiz. B.Berksan
Heidegger ve Ontolojik Varoluşçu Hermeneutik
Heidegger Felsefesinde Fenomenoloji, Varlıkbilim ve Tarih
Heidegger, Modern Bilim ve Sanat
Martin Heidegger'in Varolan Olarak İnsana Bakışı
Heidegger, Modern Bilim ve Sanat
Martin Heidegger'in Varolan Olarak İnsana Bakışı
Heidegger'in Fundemental Ontolojisinde Varlığın Özdeşliği
“Dünya içinde varlık gibi başka bir nosyonla karşılaşıyoruz. Dünya içinde varlık ne demek. Birtakım nesneler,başka varlıklar, başka varoluş tarzları olan varlıklarla anlamlı bir ilişkiler bütünlüğü kurmak ve bu anlamlı ilişkiler bütünlüğünü belirli bir zamansallık içerisinde kurmak demek. Varolanların varlığı böyle bir şey olmalı. Herhangi bir varlığı söz konusu çevresinden, dünya içerisinde varlık olma halinden kesinlikle ayıramazsınız. Soyut ve belirli kategorilerle ifade ederseniz bu onun sadece varlık olma haline son derece sınırlı bir kısmına temas etmiş olursunuz. Buradaki etkileşimleri düşününce, sonuçta dasein belirli ilgileri olan, belirli yönelimleri olan, belirli bir çevresi olan dünya içerisinde varlık olma halidir. Nasıl yaşar? Kavramsallaştırarak yaşamaz. Şeylerle kurduğu ilişki ve şeylerle kurduğu ilişkinin dil ile yorumlanması sonrasında ancak bir kavramsal inşaa ya da durum söz konusu olabilir.” Heidegger’in Varlık Anlayısı. İsmet Gün
Düşünmek Ne Demektir? M.Heidegger (A.İnam)
Heidegger’in ontolojik farkın unutulmasını, neden kendi felsefi eleştirisinin temeline koymuş
YanıtlaSilhttps://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/149787
SilMakalenin sonuç bölümü sizin sorunuza yanıt olabilir.