Farabi

Farabi

Farabi, Ortaçağ’da yaşamış büyük İslam filozoflarından biridir. Aristoteles’in felsefesini İslami açıdan yorumlayarak İslam düşüncesiyle bağdaştırmaya çalışmıştır. İslam felsefe geleneğinde Aristoteles «ilk öğretmen», onun yetkin yorumcusu Farabi ise, «ikinci öğretmen» olarak nitelenir.

Farabi’nin hayatı hakkındaki kaynaklarda yer alan bilgiler oldukça yetersizdir; özellikle ilk elli yılı hakkında pek az bilgi bulunmaktadır. 870 yılında Türkistan’ın Farab bölgesindeki Vesiç köyünde doğdu. Asıl adı Muhammed, babasının adı Tarhan, dedesinin adı Uzlug’dur. Kaynaklarda «Türk filozofu» diye anılır. Babasının bir kumandan olduğu, kendisinin de bir süre kadılık yaptığı söylenir. Temel din ve dil bilgilerinden sonra fıkıh, hadis ve tefsir okudu. Türkçe ve Farsça’nın yanında Arapça’yı da öğrendi. Döneminde yaygın olan matematik ve felsefe gibi rasyonel bilimler alanında da öğrenim gördüğü sanılmaktadır. Ancak asıl felsefe öğrenimini hayatının oldukça geç döneminde (elli yaşlarında) gittiği, dönemin en gelişmiş bilim ve kültür merkezi olan Bağdat’ta yaptı. Tanınmış mantıkçılardan Matta bin Yunus’tan mantık okudu ve kısa zamanda hocasını geride bıraktı. Bir felsefe şehri alan Harran’a giderek arada da Yuhanna bin Haylan’dan öğrenim gördü. Bağdat’a dönerek Aristoteles’in kitaplarını inceledi. Bu çalışmaları ve felsefedeki yetkinliği nedeniyle kendisine ikinci öğretmen (birincisi Aristoteles) denildi. Bağdat’ta yirmi yıl geçiren Farabi Hamdaniler’in başşehri olan Halep’e gitti ve burada Hamdani emiri Seyfüddevle’nin yakın ilgisini gördü. Sarayda gelenekleşen bilim ve sanat toplantılarına katıldı. Burada bilim ve düşünce adamı olarak saygın bir yer edindi Mısır’a yaptığı kısa bar geziden döndükten hemen sonra seksen yaşında Halep’te öldü (950).


FELSEFESİ

Mantık ve bilgi kuramı

Farabi mantıkla ilgili eserlerini büyük ölçüde Aristoteles’in Organon’unu açıklama veya özetlemeye ayırmıştır. Kategoryalar (Kategoriai), Önerme (Peri Hermenias), Birinci Analitikler (Analitika Protera), İkinci Analitikler (Analitika Ustera), Topikler (Topika), «Sofist Çürütmeler Üzerine» (Peri Sofistikon Eleghon) ve «Konuşma Sanatı» (Tehne Rhetonike) üzerine yaptığı çalışmalar bunlardandır.

Ayrıca, o Yeniplatoncu filozof Porfirios ’un Kategoryalar giriş alarak yazdığı lsagoge’yi (Bisagoge) şerhetmiş; gerek bu çalışmalarında gerekse el-Elf
âzu’l -Müstmele fi’l-Mantık ve İhsaû’l-Ulûm gibi kendi kitaplarında mantık sorunlarına geniş yer vermiştir. Farabi’nin mantığa yalnızca bilimsel düşüncenin arı bir çözümü olmayıp, aynı zamanda, dille ilgili değerlendirmeleri ve bilgi kuramıyla ilgili sorunları da içerir. Filozofa göre gramer yalnızca bir ulusun diline özgü olduğu halde mantık bütün uluslar için geçerli olan bir «insanlık aklı»nın anlatım yasalarını içerir. Mantığın yöntemi. sözdeki en yalın öğelerden en karmaşık öğelere, yani, sözcükten önermeyle, önermeden de tasıma gitmektir. Amacı bakımından mantık, insan zihninin sağlıklı düşünmesini. yanılgılardan korunmasını sağlayan ve insana gerçeğe ulaşmanın yolunu gösteren bir «ilim»dir. Dilde gramer, şiirde vezin neyse, mantığın düşünülürler (ma’kul ile ilişkisi de odur. Farabi mantığa iki yönlü katkıda bulunmuştur. Önce, İslam düşünce çevresinde Aristoteles mantığının tanınmasını ve doğru anlaşılmasını sağlamıştır. Mesela, Aristoteles mantığının yasalarını, Aristoteles’in kullandığı örnekler yerine, kendi toplumunun günlük yaşamından seçtiği örneklerle açıklar. İkinci olarak, Farabi, kendi deyimiyle İslam dünyasında “beş sanat” diye tanınan akıl yürütme yollarını yeniden tanımlar. Buna göre eğer akıl yürütme oh kesinliğe veya gerçekliğe götürürse buna «burhanî» (kanıtlayıcı), iyi niyete dayalı olarak kesinliğe benzer bir sonuca götürürse bu akıl yürütmeye «cedel» (diyalektik), art niyete dayalı olarak kesinliğe benzer bir sonuca ulaştırırsa buna «safsata». Olası bir sonuca götüren akıl yürütme yöntemine «hitabet» ruha zevk veya acı veren bir sonuca götürüyorsa bu akıl yürütmeye de ‘<şiir’> denir. Değişik konum ve koşullarda bu akıl yürütmelerin biri veya diğeri kullanılır. Mesela filozoflar ve bilginler burhana, ilahiyatçılar cedele. siyaset adamları hitabete dayalı tasımları kullanırlar.

Farabi, Aristoteles’te görülen ve daha sonra İslam dünyasında gelenekleşen bir anlayışla, konusunun dış dünyadaki nesnelerle ilişkisi bakımından mantığı iki bölüme ayına

1. Kavramlar ve tanımlarla ilgili sorunları kapsayan «tasavvurlar»

2. Önermeler, tasımlar ve kanıtlar (burhanlar) ile ilgili konuları kapsayan «tasdikler»

Tasavvurlar, zihinde oluşan en yalın kavramları içerir. Bu kavramlar, olumlama veya yalanlamaya elverişli olmayan, zihinde doğuştan bulunan veya duyularla kazanılan zorunluluk, varlık, imkan gibi tikel formlardır. İnsan zihninin en kesin ve en yalın fıkirleri olan bu formların veya tasavvurların mantıktaki işlevi önermelere malzeme oluşturmalarıdır. Buna göre önermeler tasavvurları birbirine bağlanmasıyla oluşur ve böylece önermeler ya «tasdik» edilir ya da yalanlanır. En güçlü ve güvenilir önermeler, «Bütün parçadan daha büyüktür» gibi, aklın hiçbir deneysel kanıta gerek duymaksızın doğuştan benimsediği, kesinliği apaçık olan yargılardır. Bu tür önsel önermeler; matematik, metafizik ve ahlak için zorunlu ve açık seçik ilkelerdir. Mantık biliminde bu önermeler öncül olarak alınmak suretiyle bunlardan tasıma, tasımdan da kanıta (burhana) ve kanıtlanmış bilgiye ulaşılır. Böylece Farabi’ye göre mantığın asıl konusu bilinirlerden bilinmeyenin bilgisine ulaştıran kanıtlama (burhan) yöntemidir. Aristoteles mantığındaki kavramlar ve tanımlar (Kategoryalar), bunlardan önermeler oluşturma (Önerme) ve tasımlar (Birinci Analitikler) sadece kanıtlamaya (İkinci Analitikler) ve dolayısıyla kesin bilgi elde etmeye birer hazırlık değeri taşır. Çünkü kanıtlamanın temel amacı, bütün bilimlerde uygulanması mümkün olan zorunlu bilgilerin yasalarına ulaşmaktır.

Farabi, bilginin üç kaynağı olduğunu düşünür: duyu, akıl ve nazar. İlk ikisiyle bilgiye doğrudan doğruya, «düşünme» anlamına gelen sonuncusuyla da aracı önermeler ve spekülasyonlara ulaşılır. Her iki bilgi çeşidinde de apaçık bilgiye ulaşmanın aracı olan sezginin (hads) payı vardır. Buna göre sezginin de, biri duyular ve akılla ilgili, diğeri spekülasyonlarla ilgili olmak üzere iki çeşidi vardır. İlki dış dünyayı algılamamıza, ikincisi de varlık ve olguların ilkelerini kavramamıza olanak verir. Böylece kesin kanıtlama (burhan), zorunlu varlığı karşılayan zorunlu bilgiye götürür.

Psikoloji ve akıl kuramı

Farabi, bir yandan, Aristoteles gibi psikolojiye doğa bilimleri içinde yer verirken, öte yandan onu metafizik ve tasavvufa bağlar.

Filozofa göre insana yetkinlik ve ayrıcalık kazandıran ruh (nefs), ruha yetkinlik kazandıran da akıldır; böylece; insanı insan yapan da akıldır. Akıl, çocuğun ruhunda potansiyel olarak (bilkuvve) vardır, ve bu aklın ilk mertebesidir. Aksi işlevsel (bulut) düzeyine tahayyül e duyular aracılığıyla cisimlerin formlarını algılayarak ulaşır. Ancak, bu geçiş, insanın salt kendi eyleminin sonucu değil, mertebe bakımından «insansal akıl»’dan üstün durumda bulunan, kozmolojik bir varlık olan ve Etkin Akıl (ay feleğinin aklı) denilen metafizik üç sayesindedir. Böylece, insan aklının bilgisi, kendi bağımsız işleyişinin bir sonucu olmayıp bir bakıma yukarıdan sunulmuştur. insana düşen, zihinsel ve ahlaksal çabalarıyla ruhunu, bu bilginin kendisinde yansımasına elverişli duruma getirmesidir. Bu sayede aklımız, Etkin Aklın ışığı altında cisimlerin tümel formlarının algılamak ,böylece duyumlar gelişerek rasyonel bilgiye dönüşmektedir. Aslında duyum (ihsas), yalnızca maddesel yapısından soyutlanmış formların kazanılmasından ibarettir. Maddesel dünyanın üstünde bulunan formların ve tümel kavramların asıl kaynağı göksel akıllardır; şu halde insan bilgisinin kaynağı da fizik ötesindedir. İnsan aklı üçüncü ve en ileri gelişme aşamasında, göksel akılların sonuncusu ve dünyadaki olup bitenlerin yakın nedeni olan Etkin Akıl ile bağlantı (ittisal) kurar ve ondan aldığı bilgilerle «alıcı (müstefat) akıl» düzeyine ulaşır. İnsan aklının bu Etkin Akıl ile bağlantı kurması onun en son amacı ve en yüksek mutluluğudur.

Doğa bilimleri


Farabi mantıktan yola çıkarak fizikle ilgili görüşlerini açıklar; metafiziği kozmoloji ve psikoloji ile, doğa bilimlerini de metafizik ve yine psikoloji ile birleştirir. Böylece Tanrı ile göklerin hareketleri, «gök akılları»nın mertebeleriyle de insan arasında kopmaz bir bağ kurar. Sonuçta, tüm varlık katmanları arasında ve yine bunlarla ilgili bilgiler arasında kurduğu sıkı ilişki, onun sisteminin birlik ve bütünlüğünü oluşturur.

Farabi, doğa bilimleri alanlarında yazdığı Kit
âbü’s-Semâ, El-Asâru’l-Ulviyye, Kitâbül-Meâdin, Kitâbun Nebat,  Kitâbun-Nefs, Es Sıhhatü ve ‘l-Maraz , El-Hissü ve ‘l- Mahsus gibi eserlerinde Aristoteles’in ustukuslar (öğeler) ve onların maden, bitki ve hayvanların fiziksel bileşimleri üzerindeki rolüne ilişkin görüşlerini inceler; aynı şekilde, insanın hayvanlar âlemiyle biyolojik ve ruhsal benzerlik ve ortaklıklarını araştırır; bu bağlamda canlılık oluşumları ve büyümeyi açıklar. Farabi, doğa bilimleriyle ilgili incelemeleri arasında gökcisimlerini ve meteorolojik olayları da kısaca açıklarken, yine Aristoteles’e uyarak doğa bilimlerinin bir kolu saydığı psikolojiye oldukça geniş yer verir.

Farabi, kendisinden önceki düşünürlerin Pitagoras ve Demokritos’tan aldıkları doğa felsefesine karşı çıkar; bu felsefenin temelini oluşturan boşluk ve atom görüşünü de kesinlikle reddeder; bunun yerine Aristoteles’in madde ve suret (form) kuramını benimser. Bu düşünceye göre maddeyle suretin birleşmesinden cevher doğar. Madde, bütün değişimlerine karşın yokluk kabul etmez. Üç boyutun sonlu olması evrenin de sonluluğunu gösterir. Filozofumuz doğa görüşünde tam bir belirlenimcidir (determinist) ve bu durum onun metafizik alandaki belirlenimci anlayışının bir sonucudur. Ona göre, Tanrı’nın eylemleri de dahil olmak üzere hiçbir olay nedensiz ve keyfi olarak meydana gelmez. Tüm olayların nedenleri en sonunda Tanrı’nın eylemlerine, bu eylemler de O’nun en iyi kuşatan bilgisine dayanır. Tanrısal eylemlerin nedeni de O’nun en iyi hakkındaki bilgisidir.

Matematik bilimlerin aritmetik, geometri, perspektif (menazır), astronomi, musiki, dinamik ve mekaniği kapsadığını düşünen Farabi’ye göre tüm bu bilimlerin her birine özgü soyut kavramları, terimleri ve ilkeleriyle ilgili bir kuramsal yanları, bir de [herhangi bir nesnel alana uygulanmasına ilişkin pratik yanları vardır. Birçok eski düşünür gibi Farabi de gökcisimlerinin yeryüzündeki olaylar üzerinde belirli nedensel işlevleri ve etkileri bulunduğunu düşünür. Bu etkilerin bir bölümü astronomik hesaplamalar yoluyla belirlenebilir. Mesela bazı yeryüzü bölgelerinin güneşe yakınlıklarıyla ısı dereceleri arasında matematiksel bir ilişki bulunduğu saptanır. Ancak gökcisimlerinin yeryüzü ve oradaki varlıklar üzerinde astronomik hesaplarla belirlenemeyen etkileri de vardır. Işte astrolojideki kehanetler bunlarla ilgilidir ve bu kehanetler bilimsel dayanaktan yoksun birer tahminden ibaret olup rastlantısal olarak doğru da çıkabilir. Şu halde, Farabi’nin örneğiyle, böyle durumlarda bir zorunluluktan söz edilemeyeceği için, görüşümüzle Güneş arasına Ay’ın girmesiyle ortaya çıkan güneş tutulması gibi göksel olayları mutluluk veya felaket nedeni saymak ahmaklıktan başka bir şey değildir.

Metafizik görüşü

Farabi’nin ontolojisi ve felsefesinin temelini onun Tanrı hakkındaki görüşleri oluşturun Buna göre, gerçeğin zirvesinde «zorunlu varlık» (vâcibü’l-vücüd) olan Tanrı bulunur. 0, Bir’dir ve bir bakıma her şeydir. Çünkü, O, bütün varlıkların dayanağı ve varlık nedenidir; varlığın başka hiçbir şeye borçlu değildir; tersine her şeyin varlığı O’ndan gelmektedir. Çünkü bir varlık ya «mümkün» veya «zorunlu» (vücib) olur; üçüncü bir şık düşünülemez. Mümkün olan, var olması için kendisinden önceki bir nedene (illet) muhtaçtır. Mantıksal olarak nedenler dizisi bir ilk nedende durmak zorundadır ve bu İlk Neden’in de bir nedeni olmayacağı için O, zorunlu ve nedensiz varlıktır; bundan dolayı da sonsuz varlıktır; yine 0, ezelden beri etkindir; salt gerçek ve salt iyidir. Var olan her şey, kozmolojik bir düzen içinde ve zorunlu olarak O’ndan taşmaktadır (feyz, sudür); O’nun «bilgisi, inâyeti ve cömertliği»nln sonucudur.  O, bütün düşünce ve tasavvurların üstünde bir gerçektir; bu yüzden O’nun ne olduğunu değil, ne olmadığını düşünebiliriz.

Ahlak ve siyaset kuramı

Farabi’nin genel felsefesindeki rasyonalizm (akılcılık) ahlak felsefesine de hükimdir, Çünkü, ona göre, ruhun arınmasına yani ahlaksal gelişmeye yalnızca bedensel davranışlarla değil, daha önemli olarak akıl yoluyla ve zihinsel çabalarla ulaşılır. Farabi felsefesinde hayatın veya insan ruhunun en yüce amacı olan mutluluğa ulaşmanın birinci koşulu «akılsal ve düşünsel erdemler»dir. Akıl ve düşünce yoluyla kazanılan «hikmet»de her şeyden önce metafizik bilgiler bütünüdür, çünkü o, varlıkların en üstünü hak kındaki en değerli bilgidir; ve o, etik Varlık» üzerine bir bilgidir. Yine hikmet, varlıkların Tanrı’dan nasıl ve ne ölçüde gerçeklik ve yetkinlik aldıkları hakkındaki bilgidir. İlk Varlık’tan yetkinlik ve üstünlük alanlardan biri de insan olduğu için hikmet, aynı zamanda insanın kendi yetkinliği ve erdemleri üzerine bir bilgidir. İnsanın ahlak bakımından en üstün amacı mutluluk olduğuna göre Tanrı’dan başlayarak varlıklar ve gerçekler hakkında edinilen bilgilerin toplamı olan hikmete ulaşmak insanın vazgeçilmez ahlaksal görevidir. Böylece hikmet, tüm ahlaksal erdemlerin de en üstünüdür.

Farabi’rıin felsefesinde bütün amaçların en yüksek noktasını oluşturan ve insana gerçek mutluluğunu kazandıran Etkin Akıl ile «bağlantı» (ittisal) kavramı, onun siyaset ve ahlak felsefesini de belirleyen anahtar terimdir. Çünkü, filozof, insanın sosyal bir varlık olduğu şeklindeki Aristotelesçi tezi kullanarak, düşünsel ve ahlaksal yetkinliklerin ancak bir toplum içinde kazanılabileceğini> bunun da, bir bedenin bütün organları arasında bulunan bir uyum ve yetenekler birliği gibi, bir siyasal organizasyonla gerçekleşebileceğini düşünmüştür. Bu nedenle Farabi’nin sisteminde metafizik, ahlak ve siyaset kesin olarak bir bütünlük- taşır. Bu bütünlük, başta temel eseri El-Med
înetü’l-Fâzıla olmak üzere, birçok eserinin yazım sistemine de yansımıştır. Onun, «siyaset» kavramını ikinci bir anahtar terim olarak ısrarla yinelemesi, belirtilen bütünleştirici yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Çünkü, Tanrı’nın bütün evreni yönetmesiyle devlet başkanının (imam) ülkesini ve halkını yönetmesi, ruhun (nefis) da insanın varlık bütünlüğünü yönetmesi arasındaki benzerliği siyaset sözcüğünden daha iyi ifade edebilecek başka bir kavram yoktur. Bu anlayışla olmalıdır ki filozofumuz, Ihsau’l-Ulüm’da bilimleri tasnif ederken ahlaki siyaset biliminin bir kolu olarak göstermiştir.

Farabi’ye göre ahlak, insanda erdemlerin ve güzel işler yapma olanağı sağlayan yatkınlıkların gelişmesini sağlayan bir disiplindir. Psikolojik olarak her insanda erdem (fazilet) veya erdemsizlik (rezilet) denilen birtakım yetenekler mutlaka bulunur. Ahlak eğitiminin görevi erdemleri etkin kılmak, erdemsizlikleri de etkisiz hale getirmektedir. Bu eğitimin temel yöntemi «ikna»dır; «zorlama» (ikrah) yöntemine nadiren ve geçici olarak başvurulmalıdır. Kuşkusuz ahlakın temel amacı olan mutluluğu ancak erdemlerin dışa yansıması olan güzel eylemlerle yakalamak mümkündür; bununla birlikte, bu tür eylemlerin mutluluğa götürebilmesi için ayrıca şu iki koşulun da bulunması gerekir:

1. Güzel eylemler isteyerek ve seve seve yapılmalıdır;

2. Güzel eylemler hayat boyunca her zaman ve her durum da yapılmalıdır.

Farabi’nln ahlak felsefesinde, daha sonra İngiliz hazcılarında görüldüğü gibi bir tür lezzetler ve elemler sayımı da benimsemiştir. O, temelde duyusal hazlara önem vermemekle birlikte, yapıldığı zaman verdiği duygunun değeri ve ölçüsü ne olursa olsun, sonunda lezzet veren eylemin yapılmasını, bir eylem hem lezzet hem de elem verecek nitelikteyse, bunlardan hangisinin daha güçlü olduğunun göz önüne alınmasını önerir. Gelecekteki mutluluk uğruna şimdiki zevk ve hazlardan vazgeçmek sağlıklı düşünme ve irade gücüne sahip olmayı gerektirir. Farabi, bu iki yeteneğe sahip olanı «özgür insan», bunlardan yoksun olanı da hayvansal insan diye niteler. Farabi siyaset ile ahlak arasında kurduğu sıkı ilişki nedeniyle Tasilü’s-Sa
âde adlı eserinde siyasal lideri bir ahlak prototipi, önderi ve öğretmeni olarak görmüştür.

 Axis 2000 Milliyet Hachette     

El-Farabi ve Akıl Doktrininin Siyasal Yorumu

El-Kindi'nin felsefesini geliştirmesinden bir yüzyıl sonra filozof Ebu Nasr  El-Farabi (y. 870-y. 950) Afrodisiaslı Alexander'in De intellectu [Akıl Üzerine) adlı inceleme yazısının Arapça tercümesi yoluyla tanınmaya başlanan, Aleksandrist akıl doktrinini büyük bir ilgiyle yeniden ele alır ve bize bıraktığı akıl doktrininin etkileri, kendisi gibi Müslüman olan İbn Sina, İbn Rüşd, İbn Meymun, Dominicus Gundisalvi, Roger Bacon, Bonaventura, Albertus Magnus ve Thomas Aquinas gibi düşünürlerde görülür.

Bağdat grubu.

O dönemde Abbasi Halifeliğinin çöküş dönemini yaşayan Bağdat’ta kendilerini Yunan felsefe geleneğinin incelenmesine adamış Hıristiyan ve  Müslüman filozof ve tercümanlardan oluşan bir grup ortaya çıkar. Farabi bu gruptaki hocalardan biridir. Farabi'nin düşüncelerinde Aristotelesçi felsefe, Yunan bilim-felsefe mirası ile İslam uygarlığının yerel bilimlerini birbirine entegre edebilecek yeni bir bilim sistemine yerleştirilir. Farabi ayrıca Platoncu siyaset felsefesinin geri kazanılması ve dinsel ve siyasal toplumun eylemlerini düzenlemeyi amaçlayan geleneksel bilimlerle uyumunun sağlanması yoluyla Arap-İslam toplumunda filozofların rolünü de baştan tanımlamayı amaçlar.

El-Farabi'ye göre siyaset bilimi, antikçağın ve özellikle Platon'un Devlet'inde ve Yasalar'ında yer alandır. Siyaset bilimin amacı erdemli yönetimdir, yani şehri yöneten, kurallar koyan ve şehrin erdemli olmasını sağlayanların sanatıdır: El-Farabi'nin nihai amacı, merhametli, asil ve erdemli eylemler yoluyla erişilen hakiki mutluluktur. Dolayısıyla insanoğlunun mutluluğunun ne anlama geldiğini anlamak lazımdır. Mutluluğun Kazanılması'nda (Tahsflü's-saade) El Farabi, Platon ile Aristoteles'in, insanı mükemmelliğe, dolayısıyla da mutluluğa götüren şeyin hakiki felsefe olduğu konusunda hemfikir olduğu En iyi yönetim şeklini öne sürer. Felsefe belli bir bilgi -varlıkların özü ve sebepleri konusunda bilgi- sahibi olmak ve belli bir hayat tarzı -erdemli olarak nitelendirilen bir hayat tarzı- sürdürmek anlamına gelir. Bu açıdan mükemmel ve  mutlu insan denince akla ilk olarak filozoflar gelir, çünkü onlar bu tür bilgilere sahiptir ve böyle bir hayat sürerler. Dolayısıyla erdemli bir yönetim de, ana amacı insanın insan olarak mutluluğu, yani insan ruhunun bir yeteneği olup insana özgü olan aklın mükemmelliği olan bir yönetimdir. İnsanın arzularını disiplin altına almasını ve ona özgü bir faaliyet olan doğal ve ilahi gerçeklikleri tanımasını sağlamak gereklidir. Böyle bir disiplin ve bu tür bilgiler ancak elverişli siyasal koşullarda yaşayan ve doğal olarak böyle yeteneklere sahip olan az sayıdaki kişi tarafından gerçekleştirilebilir.

Mutluluğun Kazanılması 'nda kimsenin hakimiyetinde olmayan mükemmel insan "filozof," "üstün yönetici," "prens," "yasa koyucu" ve "imam" olarak nitelenir. Duyular yoluyla algılanabilir olan şeylerin biçimlerini soyutlama gücüne sahip olan akıl, idrak edilebilir her türlü biçim söz konusu olduğunda fail akıl haline gelmiştir. Artık edinilmiş, yani anlaşılabilir olan her şey konusunda fail akla dönüşmüş olup Fail Akla olabilecek  en üst düzeyde benzer.

Fail  Akıl

İnsan aklı bu soyutlama sürecinde "Fail Akla en yakın şey" (El-Farabi,  Kitab-ünfi'l-akl [Akıl Üzerine Kitap]) haline gelecek şekilde evrilir. Duyular yoluyla algılanabilir şeylerde var olan biçimler Fail Akılda maddeden yoksun olarak önceden vardır, çünkü Fail Akıl, "onları biçim olarak maddeye kazandıran, sonra da edinilmiş aklı gerçekleştirecek şekilde onları ayrıma yaklaştırandır" (a.g.e.). Dolayısıyla duyumsal şeylerin yaratılmasının nihai amacı, insanın bilişsel faaliyetinin temel alacağı nesneleri oluşturmaktır. İnsanın asıl özü olan akıl ancak onların sayesinde mutluluk ve mükemmellik amacını yerine getirebilir.

İnsan aklı hem biçimlerle dolar ve kendini bilen hale gelir hem de maddeden tamamıyla ayrılıp daha üst düzeyde varlıklar üzerine de düşünür. Duyumsal şeylerde potansiyel olarak yer alan idrak edilebilir şeylerin ve aklın içinde fail olarak var olanların yanı sıra, doğaları itibarıyla maddeden ayrı olarak, kendi kendine var olan idrak edilebilir şeyler, yani zekalar da vardır. Bu zekaları bilmek için, sadece edinilmiş aklın yapabileceği şekilde, doğrudan aklın sezgisiyle, onlarda herhangi bir değişime neden olmadan onlara erişmek gerekir. Bu zekalar ilk İlke'den, en üstte yer alan ve altında bulunan tüm zekaları ebedi olarak görme imkanına sahip olan Fail Akla kadar hiyerarşik olarak düzenlidir.

Burada bir kez daha yukarıda sözü edilen ve ilahi aklın kendi kendini düşündüğü Aristotelesçi doktrinle maddi olmayan gerçekliklerde bilinen nesnelerle onları bilen yetenek arasında hiçbir ayrımın olmadığına dair doktrini bir araya getiren, dolayısıyla Yunan geleneğini uzlaştıran bir yorum şekliyle karşı karşıyayız. Ancak El-Farabi'nin akıl teorisi, Aristoteles'in Pseudo-Teolojisi'nde sunulan ve aslında kökeni Plotinus'a dayanan Akıl ile anlaşılabilir şeyler arasındaki özdeşlik ve kökeni Proclus'a dayanan ve Liber de Causis ile aktarılmış olan, cisimsiz gerçekliklerin reditio completa [mükemmel dönüş] temaları olmadan anlaşılamaz.

 Noesis ilahi (saf) akıl seviyesinde bir düşünce eylemidir -ed.n.

Akıl ya da düşünce olarak tercüme edilen nous, Plotinos'ta ilahi akıl anlamına gelir, aynı zamanda ruhun kaynağıdır. Ruh bu kaynaktan hareketle maddi dünyayı yaratır -ed.n.

Ortaçağda İslam Felsefesi: Konular ve Kahramanlar, Cecilia Martini Bonadeo, Ortaçağ Cilt 3 içinde. Editör: Umberto Eco                                      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder