Matematikte kullanılan ilkelerin,
bağıntıların, kavramların, dizgelerin, simgelerin ve işlemlerin varlıkbilgisel
değergelerini soruşturan;
Matematik önermelerinin ne üzerine oldukları
sorusunun ışığı altında matematikteki soyut varlıkların varlıkbilgisel ve
bilgikuramsal konumlarını açıklığa kavuşturan;
Matematiksel bilginin değerini, öteki
bilgilerden farklarını ortaya koymaya çalışan;
Özellikle felsefe tarihinde sıkça kendisine
vurguda bulunulan matematik ile felsefe arasındaki yakınlık ilişkisinin ana
nedenlerini matematiğin felsefeye ilişkin içerimleri üstüne yoğunlaşarak
irdeleyen;
Matematiğin neliğini ve değerini bütün
yönleriyle dizgeli bir biçimde ele alan felsefe alanı.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü;
Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Matematik Platon’dan Spinoza’ya,
Spinoza’dan Frege ile Russell’a değin felsefe tarihinin hemen her döneminde
filozofların yakın ilgisini çekmiştir. Hiç kuşkusuz bu ilginin başlıca nedeni,
matematiğin gözlem ile deneye dayanmaksızın, zaman ile uzamın üstünde bilgi
sunabilme yetisidir. Özellikle usçuluk açısından bakıldığında matematik yetkin
bilginin eşsiz bir örneği olarak değerlendirilmiş,bütün bilgilerin deneyden çıkması
gerektiği düşüncesiyle usçuluğa karşı çıkan deney- d felsefeyi çürütecek denli
önemli bir karşı-örnek oluşturduğundan vazgeçilmez bir inceleme konusu
olmuştur. Buna ek olarak, matematik felsefenin başlangıcında ortaya atılan pek
çok sorunun dile getirilişi bağlamında bulunduğu önemli katkılarla felsefenin
gözünde ayrıcalıklı bir yer edinmiştir.
Matematik felsefesinde çözüm
aranan en önemli sorunlardan biri, matematikte kullanılan bağıntıların,
simgelerin, sayıların ve öteki kendiliklerin varlık bilgisel değergesini
açıklığa kavuşturmaktır. Nitekim felsefesinde matematiğe büyük önem veren ilk
büyük dizgeci filozof Platon, matematik nesnelerinin nelikleri sorusu
karşısında “gerçekçi” tutumu benimsemiştir.
Ona göre matematikte adı geçen
bütün her şeyin bildiğimiz dış dünyadan bağımsız, somut, gerçek birer
varlıkları vardır. Daha açık söylemek gerekirse, Platon matematiğin ancak us
yoluyla kavranabilir bir gerçekliği olduğunu ama bu gerçekliğin ustan ya da
zihinden bağımsız olarak da varolduğunu düşünmüştür. En genel anlamda
“gerçekçilik diye adlandırılan bu matematik felsefesi konumu, bilginin yetkin
bir örneği olarak gördüğü matematiğin felsefenin bütün soruşturma alanları için
örnek oluşturması gerektiğini savunmakta da. Felsefe tarihinde başlı başına bir
gelenek olan gerçekçilik, daha yakın zamanlara gelindiğinde ünlü İngiliz
matematikçisi ve felsefecisi Russell’ın çalışmalarında kendisini
göstermektedir.
Matematiğin varlıkbilgisel yeri
sorununa değgin gerçekçiliğe karşı geliştirilen bir başka önemli konum Alman
filozof Kant’ın felsefesinde yerini bulmuştur. Kant bütün matematik
önermelerinin, da ha doğru bir anlatımla matematikte geçen bütün “ilksavlar”
ile “kanıtsavlar”ın sentetik a priori yargılar olduğunu belirtmiştir. Kant ünlü
Kantçı soru sorma yapısının ışığı altında sorduğu “Matematik nasıl
olanaklıdır?” sorusunu yanıtlamaya
yönelik kapsamlı bir açıklama
sunmuştur. Buna göre matematik, içduyu formu zaman ile dışduyu formu uzamın hem
a priori hem de tikel olmasından ötürü olanaklıdır. Anlaşılacağı üzere Kant’ın
temelde getirdiği yenilik, gerek Platon’un gerekse gerçekçiliğin matematiğe
yüklediği metafiziği ve metafizik varsayımları çürütmek olmuştur.
Bu amaçla Kant, matematiği
açıklamaya çalışırken, matematiksel doğruların apriori olma özelliklerini
açıklarken, insanın anlama yetisinin zamandışı ile uzamdışı boyutuna, kendi
başına varolan bir matematiksel nesneler dünyasına başvurmamaya ayrı bir özen
göstermiştir. Böyle ayrı bir dünya tasarlamaksızın matematiksel bilgilere
ulaşabilir olmamızı olanaklı kılan ise doğrudan kendi insan doğamızdan başka
bir şey değildir.
Kant’tan sonra XX. yüzyılın ilk
yarısında bir yandan Russell ile Whitehead, öbür yandan Frege ile izleyicileri
mantıksal bir matematik felsefesi geliştirmişlerdir. Bu yeni konumun ilk göze
çarpan özelliği bir bütün olarak matematiği, o son en temel ilkelerini,
mantıkla temellendirme düşüncesidir. Bu düşüncenin belkemiğini matematikte geçen
bütün ta mmiann, ilişkilerin, kanıtlamaların ilkece mantık tanımlarına,
ilişkilerine, kısıtlamalarına indirgenebilir oldukları ön kabulü oluşturur.
Matematiksel doğrulara ilişkin bilgimizin bütünüyle mantık doğrularına ilişkin
bilgimizden türetilebileceğini savunan mantıkçı matematik felsefecileri, kalkış
noktası olarak Leibniz’ in matematiğin mantık olduğunu öne süren ünlü savını
göstermişlerdir. Daha ayrıntılı bakılacak olursa, mantıkçı matematik
felsefecileri savundukları düşüncelerin doğruluğunu tanıtlamak amacıyla
çalışmalarında bir yandan bütün matematik önermelerinin mantık dilinin terimcesiyle
dile getirilebileceğini tek tek göstermeye çalışırken, öbür yandan
matematikteki doğru önermelerin mantıksal bakımdan da geçerli olmaları gerektiği
düşüncesiyle söz konusu önermelerin geçerli olduklarım tek tek kanıtlama yoluna
gitmişlerdir. Söz konusu çalışmalar, mantığın bütün matematiği kapsayacak denli
geniş bir alan olduğunun düşünülmüş olduğunu göstermesi bakımından olduğu
denli, doğru olarak görülen bütün matematik önermelerinin mantıksal usyürütme
yoluyla mantıktan türetilerek kanıtlanabileceğini temellendirmiş olması
bakımından da son derece önemlidir.
Buna karşı, başını ki. E. J.
Brouewer’ in çektiği kimi matematik felsefecileri, matematiği bütünüyle mantığa
indirgeme girişiminin son derece büyük bir yanlış anlama üstüne bina edildiğini
düşünmektedirler, Bu görüşte olan matematik felsefecileri, matematiğin olanaklı
bütün dünyalar için geçerli olmadığını, matematiğin kendine özgü bir konusu ve
içeriği bulunduğunu, bunların zihinde sezgisel bir boyutu bulunan insan yapımı
şeyler olduklarını belirttikten sonra, matematiğin bütün öğeleriyle birlikte
insan sezgisinin bir ürünü olduğunu ileri sürmektedirler. Sezgici matematik
felsefesi diye adlandırılan bu konum, matematiksel doğruların insan zihni ile
kavrayışından bağımsız bir gerçekliği bulunduğunu savunan temel gerçekçi
anlayışa karşı çıkarak, matematikteki nesnelerin varlıklarının ancak sezgi
açısından açıklanabilir olduklarını savunmaktadır.
Bir başka matematik felsefecisi
Hilbert matematiğin mantığa indirgenemez olduğu konusunda sezgici konumla aynı
düşünceyi paylaşmaktadır. Hilbertçi biçimcilik diye de adlandırılan bu
matematik felsefesi konumuna göre, matematiğin temelinde yatan ilksavlsn
olanaklı iman sayıları, bağınnla n ve terimleri gerçekçiliğin yaptığı üzere
şöyle ya da böyle metafizik bir gerçeklikle ilişkilendirmek ya da bunlara
felsefi bir anlam yüklemek olanaklı
değildir. Bunlar için söylenebilecek enson şey, soyut bir “kalkülüs” (işlence)
içinde kalınarak kavranabilir olmalarıdır.
Bütün bu matematik felsefesi konumları
dışında, özellikle Wittgenstein’nın matematiğin temelleri üstüne düşüncelerinde
sergilenen bir başka matematik anlayışı daha vardır. Buna göre, matematiksel
nesnelerin varlığını temellendirmek adına birtakım metafizik arayışlar içine
girmek son derece yersizdir. Matematik önermeleri anlamlarını, yani doğru ya da
yanlış olma niteliklerini matematik dilinin içindeki uzlaşımlardan alırlar.
Matematiği öteki dil oyunları içinde ne daha üstün ne daha aşağı bir yerde
olmayan bir dil oyunu olarak gören bu uzlaşımcı matematik felsefesi,
matematiğin bütün bilgi dalları için örnek bir bilgi araştırması alanı olarak
görülmesini de doğru bulmaz.
Matematiğin tarihte hep önemli
bir etkinlik olarak görülmesinin ardında yatanın, matematiğin insanın oyun
oynama sevgisini bir başka alana göre çok daha doyurucu bir biçimde karşılaması
yanında, gündelik yaşamda sağladığı pratik yararlarda aranması gerektiğini
savunur.
marerla prima (Lat.) Ortaçağ
felsefesinde Aristoteles’in bütün şeylerin dayanağı olan, buna karşın kendi
başına varolamayan, ancak bir forma kavuştuğunda, biçim aldığında etkin duruma
geçen “ilk madde”sine verilen ad. Gerek Aristoteles’ne gerekse onu izleyen Skolastik
felsefede terim fiziksel dünyadaki, doğadaki “değişim” olgusunu tanımlamak için
kullanılmıştır.
mathesis universalis (Lat.)
Descartes, Spinoza ve Leibniz tarafından geliştirilen XVII. yüzyıl usçuluğunun
temelinde yer alan “evrensel matematik” ya da “genelgeçer bilim” tasarısı. Bu
filozoflar mantık ile matematiğe dayalı yetkin bir felsefenin kurulabileceği
inancını paylaşmışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder