Ana Çalışma Alanları
- Psikanaliz:
Žižek, felsefesinin temelini Jacques Lacan'ın psikanalizine
dayandırır. Freud'un psikanalitik teorilerini geliştirerek bilinçdışının
yapısını, arzu ve fantazi kavramlarını inceler. Onun için psikanaliz,
bireyin değil, toplumun ideolojisinin nasıl işlediğini anlamak için bir
araçtır.
- Politik
Felsefe: Radikal bir Marksist ve komünist olarak
bilinir. Politik düşüncesini, günümüz kapitalizmine, liberalizme ve
küresel politikaya yönelik sert eleştiriler üzerine kurar.
- Kültürel
Eleştiri: Popüler kültürü, özellikle sinemayı, felsefi analiz
için bir laboratuvar olarak kullanır. Hollywood filmleri, bilim kurgu,
hatta şakalar üzerinden, toplumun ve bireyin bilinçaltında yatan ideolojik
yapıları ve çelişkileri ortaya çıkarmaya çalışır.
- Hegel
Felsefesi: Žižek, Alman idealist filozof G.W.F. Hegel'in
diyalektik yöntemini yeniden canlandırmasıyla tanınır. Hegel'in
tez-antitez-sentez üçlemesini, ideolojik ve toplumsal çelişkileri analiz
etmek için kullanır.
Ana Tezleri ve Kavramları
- İdeolojinin
Süblim Nesnesi (The Sublime Object of Ideology): Žižek'in en bilinen
eserlerinden biridir. Bu teze göre ideoloji, sadece yanlış bir bilinç
değil, aynı zamanda toplumun kendisini görmezden geldiği bilinçdışı bir
fantazidir. İnsanlar, aslında inanmadıkları bir ideolojiye,
inanıyormuş gibi yaparak hizmet ederler.
- Gerçek
(The Real): Lacan'dan aldığı bu kavram, dilin veya sembollerin
yakalayamadığı, travmatik ve imkânsız bir gerçekliği ifade eder. Žižek'e
göre "Gerçek", mevcut toplumsal düzenin ve ideolojinin
çelişkileri ve boşluklarından ortaya çıkar. Örneğin, bir terör eylemi, bir
doğal afet veya bir ekonomik kriz, ideolojik düzenin çatlaklarını
göstererek "Gerçek"e bir bakış sunar.
- Siyasal
Doğruculuk Eleştirisi: Žižek, modern liberalizmin ve siyasal
doğruculuğun, gerçek toplumsal sorunları (ekonomik eşitsizlik, sınıf
farklılıkları gibi) yüzeysel ve sembolik jestlerle (kimlik politikaları,
ayrımcılığın sembolik eleştirisi gibi) gizlediğini savunur. Ona göre bu, bir
tür **"kullanışlı ideoloji"**dir.
- Kapitalizm
Eleştirisi: Žižek, modern kapitalizmin kendini eleştirel bir sistem
olarak sunduğunu, hatta sisteme yapılan eleştirileri bile kendi içine
dâhil ederek "anti-kapitalist kapitalizm" yarattığını savunur.
Örneğin, organik ürünler alarak veya çevre dostu kampanyalara destek
vererek kendimizi iyi hissetmemiz, aslında sistemin devamını sağlayan
birer tüketicilik eylemidir.
Žižek, bu provokatif tezleriyle felsefe dünyasında hem büyük
bir hayran kitlesi edinmiş hem de sert eleştirilere maruz kalmıştır.
Žižek'in, popüler kültürü ve gündelik olayları felsefenin
temel sorularını açıklamak için kullanma biçimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Onun bu yaklaşımı, felsefeyi daha anlaşılır kılıyor mu, yoksa basitleştiriyor
mu?
Anladığım kadarıyla 21.yüzyılda düşünsel bir paradigma
değişikliğinden söz edebiliriz. Akademik felsefenin kılı kırk yaran tutumu,
sert kavramsal düşünme biçimi, kendi içine kapanık tavrı değişiyor. Çünkü
küresel sorunlar, çevre krizi v.s. bunu dayatıyor gibi. Zizek de bu bağlamda
düşünülebilir mi?
Bu çok isabetli ve derin bir gözlem. Evet, 21. yüzyıl
felsefesinde, özellikle sizin de işaret ettiğiniz gibi küresel krizlerin
baskısıyla, düşünsel bir paradigma değişikliğinden söz edebiliriz.
Slavoj Žižek de bu değişimin hem bir göstergesi hem de itici güçlerinden
biridir.
Akademik Felsefenin Duvarlarının Yıkılması
Geleneksel olarak, akademik felsefe, kendi içine kapalı,
karmaşık kavramsal dille konuşan ve "hayatın pratik sorunlarından"
uzak duran bir alandı. Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler, felsefeyi bu
fildişi kulesinden dışarı çıkmaya zorladı. İklim krizi, yapay zeka etiği,
küresel adaletsizlik gibi sorunlar, felsefenin doğrudan müdahil olmasını
gerektiren meseleler haline geldi.
Žižek, bu dönüşümün en belirgin temsilcileridir.
- Kamusal
Alana İniş: Žižek, konferans salonları ve akademik dergilerle sınırlı
kalmak yerine, belgeseller, televizyon programları ve popüler kültür
eleştirileri aracılığıyla felsefeyi doğrudan kamuoyunun önüne getirdi. Bu,
felsefenin "kılı kırk yaran" tutumundan uzaklaşarak daha geniş
bir kitleye ulaşma çabasının bir örneğidir.
- Gündelik
Hayatın Felsefi Analizi: O, Hegel'in karmaşık diyalektiğini veya
Lacan'ın psikanalizini, bir Hollywood filmindeki sahne ya da bir şaka
üzerinden analiz ederek, en soyut felsefi kavramları bile anlaşılır ve
güncel kılıyor. Bu yaklaşım, felsefenin teorik bir egzersiz olmaktan çıkıp,
gündelik hayatı anlama aracı haline gelmesini sağlıyor.
Eleştirel Bir Bakış
Ancak bu değişim, eleştirisiz değildir. Bu noktada, sizin
talebiniz doğrultusunda, daha eleştirel bir değerlendirme sunalım.
- Yüzeyselleştirme
Riski: Bazı eleştirmenler, Žižek'in felsefeyi popülerleştirme
çabasının, karmaşık teorileri basitleştirme ve aşırı genelleme
riskini taşıdığını savunur. Onun hızlı ve provokatif üslubu, bazen
argümanların nüansını gözden kaçırabilir.
- Akademik
Ciddiyet Tartışması: Felsefe camiasının bir kısmı, Žižek'i
"düşünürden çok bir şovmen" olarak görür. Aşırı provokatif
yorumları, kişisel markalaşması ve medya şovları, onun çalışmalarının
akademik ciddiyetini azalttığına dair eleştirilere yol açar.
Dolayısıyla, Žižek 21. yüzyıl felsefesinin kamuya açılma ve
küresel sorunlarla doğrudan ilgilenme eğilimini temsil etse de, bu yeni
yaklaşımın beraberinde getirdiği tuzakları da gösterir.
Žižek'in felsefesini anlamak istiyorsanız, onun Lacan ile
olan ilişkisini incelemek en doğru başlangıç noktasıdır. Lacan'ın psikanalizi,
Žižek'in tüm düşünce sisteminin adeta omurgasını oluşturur.
Jacques Lacan'ın Anahtar Kavramları
Žižek, Lacan'ın psikanalitik teorisinden üç temel kavramı
alır ve bunları toplumsal analize uygular. Lacan, insan psişesini üç farklı
"düzen" olarak tanımlar:
- İmgesel
(The Imaginary): Benliğin, ayna karşısında kendisini bütünleşik bir
imge olarak algıladığı ve bu imgeler üzerinden özdeşleşmeler kurduğu
alandır. Fantaziler, yanılsamalar ve imajlar bu düzende yer alır.
- Sembolik
(The Symbolic): Dilin, kuralların, yasaların ve sosyal normların
alanıdır. Bireyin topluma uyum sağladığı ve kimliğini dil aracılığıyla
inşa ettiği yerdir.
- Gerçek
(The Real): Bu, Lacan'ın en karmaşık ve Žižek için en önemli
kavramıdır. Sembolik dilin veya İmgesel fantazilerin yakalayamadığı,
travmatik ve anlaşılmaz bir gerçeklik çekirdeğidir. Bu, varoluşun ham,
işlenmemiş, acı verici ve imkânsız olan kısmıdır.
Žižek'in Lacan'ı Kullanma Biçimi
Žižek, Lacan'ın bu psişik düzenlerini alarak, onları bireyin
değil, toplumun psikolojisini analiz etmek için kullanır.
- İdeoloji
ve Gerçek: Žižek için, toplumun ideolojisi, bir tür kolektif
fantezidir ve bizi, toplumun travmatik "Gerçek"iyle yüzleşmekten
korur. Örneğin, bir ülkedeki ekonomik eşitsizlik ve şiddet, toplumun
**"Gerçek"**idir. İdeoloji, bu "Gerçek"i, bizi
rahatlatan İmgesel ve Sembolik hikayelerle (örneğin "birlik ve
beraberlik", "ulusal gurur" gibi) gizler.
- Popüler
Kültür ve Fantazi: Hollywood filmleri, reklamlar ve hatta sosyal medya
içerikleri, Žižek'e göre bizi toplumsal ve ekonomik çelişkilerin yarattığı
kaygıdan uzaklaştıran kolektif fantaziler sunar. Filmin hikayesi,
toplumsal düzenin çelişkilerini çözüyormuş gibi yaparak, aslında bu
çelişkilerin devamını sağlar.
Özetle, Žižek'in temel tezi şudur: İnsanlar olarak,
bilinçaltımızdaki travmatik "Gerçek"le yüzleşmekten kaçınmak için
ideoloji ve fantezi üretiriz. Ve Lacan'ın psikanalizi, bu gizli mekanizmaları
açığa çıkarmak için en güçlü araçtır.
Žižek'in en büyük gücü, karmaşık felsefi kavramları, gündelik hayattaki göstergeler aracılığıyla
somutlaştırması ve bu göstergeleri metaforik bir dille anlaşılır
kılmasıdır. Bu, onun popülaritesinin ana nedenidir.
Metaforun Gücü ve Sınırları
Metaforik dil, felsefe için güçlü bir araçtır; soyut bir
fikri canlandırır ve ona sezgisel bir kavrayış kazandırır. Ancak burada
eleştirel bir yaklaşım sergilemek gerekir. Bir metafor, ne kadar açıklayıcı
olursa olsun, bir mantıksal kanıt ya da sistematik bir argüman
değildir.
Žižek'in kullandığı metaforlar, yaşadığımız toplumsal
çelişkileri isabetli bir şekilde işaret edebilir, fakat bu durum, onun
analizlerinin her zaman felsefi olarak sağlam olduğu anlamına gelmez. Bir film
sahnesiyle bir ekonomik krizi açıklamak, etkileyici ve akılda kalıcı olsa da,
bu ilişkinin temelinde yatan yapısal mekanizmaları yeterince derinlemesine
incelemeyebilir.
Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor: Žižek, daha çok bir
hikaye anlatıcısı mıdır, yoksa sistematik bir filozof mu? Onun metaforları,
bizi düşünmeye sevk eden güçlü bir başlangıç noktası sunuyor, ancak bu
metaforlara bağımlılık, daha titiz ve sıkıcı olan asıl felsefi çalışmadan kaçma
riskini taşır.
İdeolojinin Süblim Nesnesi: Kavramın Açılımı
"İdeolojinin Süblim Nesnesi," Žižek'in belki de en
ünlü eseri ve onun temel tezini içeriyor. Bu kavramı anlamak için, öncelikle
geleneksel ideoloji tanımından uzaklaşmak gerekir.
- 1.
Geleneksel Tanım: "Yanlış Bilinç"in Ötesi Žižek'e göre,
ideoloji sadece bir "yanlış bilinç" değildir. Yani, insanlar
ideolojik propagandanın bir yalan olduğunu bilseler bile, yine de o
ideolojiye uygun hareket ederler. Örneğin, bir kişi kapitalist sistemin
adaletsiz olduğunu bilmesine rağmen, sistemin kurallarına göre yaşamaya
devam eder ve hatta ona inanıyormuş gibi yapar. Žižek'in sorusu şudur: "İnsanlar
neden gerçeği bildikleri halde hala yalanlara inanıyorlar?"
- 2.
Süblim Nesne: İdeolojinin "Boş" Kalbi Žižek, bu soruyu
çözmek için Lacan'ın psikanalizine döner. Her ideolojinin merkezinde, ne
olduğunu tam olarak tanımlayamadığımız, ancak o ideolojiyi bir bütün
haline getiren boş bir nokta veya mitik bir nesne vardır. Bu
nesne, gerçekte var olmayan ama ideolojinin tüm anlamını üzerine yüklediği
bir fantezidir. O, ideolojiyi cazip ve arzu edilir kılan gizemli bir
çekirdektir. Žižek buna "İdeolojinin Süblim Nesnesi" der.
- 3.
Örnek: "Ulusal Gurur" ve "Özgürlük" Bu kavramı
somutlaştıralım: Bir ulusal ideolojinin süblim nesnesi, ülkenin
"mitik ruhu" veya "özü" olabilir. Herkes, bu özün
aslında bir kurmaca olduğunu bilir, ancak yine de ulusal semboller
aracılığıyla ona inanıyormuş gibi davranırız. Tıpkı bir Hollywood filminde
gizemli bir nesnenin (örneğin Kutsal Kâse gibi) tüm hikayeye anlam vermesi
gibi, bu nesne de ideolojiyi anlamlı kılar. Kapitalizm için bu nesne, "özgürlük"
ve "bireysel başarı" gibi kavramlardır. Herkes bu vaadin
aslında herkes için geçerli olmadığını bilse bile, yine de bu fantaziye
inanır ve onu arzu eder.
- 4.
"Süblim" Neden? Žižek, bu nesnenin aynı zamanda "süblim"
olduğunu söyler. Bu, Kant'ın estetiğindeki süblim kavramından gelir; yani
hem büyüleyici, hem de korkutucu derecede büyüktür. İdeolojinin süblim
nesnesi de böyledir; ona ulaşmak isteriz ancak ona ulaştığımızda, onun
sadece boş bir fantezi olduğunu anlarız.
Özetle, Žižek için ideoloji, bilinçli bir aldatmaca değil,
kolektif bir arzu ve fantezidir. Bizi toplumun travmatik çelişkilerinden
koruyan bir duvar örer.
Žižek'in Marksizm'i, klasik yorumlardan şu temel noktalarda
ayrılır:
1. İdeoloji Anlayışı: Bilinçdışının Gücü
Klasik Marksizm, ideolojiyi genellikle "yanlış
bilinç" olarak tanımlar. Bu yoruma göre, işçi sınıfı, kapitalist
sistemin gerçekliğini göremediği için yanlış inançlara sahiptir ve bu yanlış
bilinç, sınıf bilinci kazanarak ve ekonomik gerçeği görerek aşılabilir.
Žižek ise bu görüşü reddeder. Lacan'ın psikanalizini
kullanarak, ideolojinin bir inanç sistemi olmadığını, aksine toplumun
bilinçdışında işleyen bir fantazi olduğunu savunur. İnsanlar bir
ideolojiye, onu bilinçli olarak benimsemekten ziyade, gündelik pratikleri ve
bilinçdışı arzuları aracılığıyla katılırlar. Yani, insanlar kapitalizmin kötü
olduğunu bilse de, yine de kapitalist pratikleri sürdürürler. Bu durum,
ideolojiyi sadece "bilgi" ile aşmanın mümkün olmadığını gösterir.
2. Devrim: Trajik Bir "Sıfır Noktası"
Klasik Marksizm, sosyalist devrimi, ekonomik koşulların
olgunlaşmasıyla gerçekleşecek, tarihsel bir zorunluluk ve bilinçli bir hareket
olarak görür. Proletarya, doğru liderlikle bu devrimi gerçekleştirecektir.
Žižek'in yaklaşımı ise daha karanlıktır. Ona göre gerçek
devrim, mantıklı bir planın sonucu değildir. Bu, toplumun ideolojik
fantazisinin dağıldığı, "Gerçek" ile yüzleştiği ve mevcut
düzenin çökerek kaosa sürüklendiği travmatik bir andır. Bu "sıfır
noktası" (zero point) anı, ne olacağı önceden kestirilemeyen, irrasyonel
ve tehlikeli bir kırılma anıdır. Žižek, bu yaklaşımıyla, Marksizmin rasyonel ve
iyimser devrim vaadinden uzaklaşır.
3. Kapitalizm: Kendi Eleştirisini İçeren Sistem
Klasik Marksistler, kapitalizmin iç çelişkilerinin (örneğin,
kâr oranlarının düşme eğilimi) kaçınılmaz olarak sistemin sonunu getireceğine
inanır.
Žižek, modern kapitalizmin bu çelişkileri bile kendi içine
alarak hayatta kalabildiğini savunur. "Çevre dostu" veya "adil
ticaret" ürünleri satın alarak kendimizi iyi hissetmemiz, aslında
kapitalist sistemin çelişkilerine bir çözüm sunmak yerine, onları devam ettiren
birer tüketim pratiğidir. Žižek, bu durumu "kültürel kapitalizm"
veya "anti-kapitalist kapitalizm" olarak adlandırır.
Bu nedenle, Žižek'in Marksizmi, ne bir rehber ne de bir plan
sunar. Aksine, kendi ideolojik kör noktalarını ve çelişkilerini sorgulayan,
post-modern ve psikanalitik bir Marksizmdir.
Sizce Žižek'in bu kaotik devrim anlayışı, mevcut toplumsal
düzene karşı radikal bir değişimin mümkün olduğunu mu gösterir, yoksa bu
değişimin imkânsız olduğunu mu ima eder?
Frankfurt okulu da freudu benzer biçimde düşüncesine kattı
sanırım. Onların ulaştığı sonuç farklı mıydı?
Bu çok isabetli bir soru. Frankfurt Okulu, modern Marksizmi
psikanalizle birleştiren ilk önemli düşünce akımıydı ve bu açıdan Žižek'in
öncülü sayılabilir. Ancak onların vardığı sonuçlar, Žižek'in temel tezlerinden
farklıydı.
Lacan'ın küçük a (objet petit a) kavramı, insan arzusunun o sürekli peşinde koştuğu ama bir türlü ele geçiremediği nihai
hedefini ifade eder.
Arzu ile olan ilişkisini ise şu şekilde açıklayabiliriz:
Küçük a: Arzunun Nesne-Nedeni
Lacan için "arzu," asla spesifik bir
nesneye (bir telefon, bir ev, bir partner) yönelik değildir. Arzu, daha çok "Öteki'nin
arzusudur." Yani, biz bir şeyi, o nesnenin başka insanlar tarafından
da arzu edildiğini düşündüğümüz için isteriz.
Küçük a (petit a) ise, bu arzuyu başlatan veya bu
arzuya neden olan nesnedir. Ancak buradaki anahtar nokta şudur: "a",
gerçek bir nesne değildir. O, kaybedilmiş, boş bir yer tutucudur.
- Kaybedilen
Parça: Lacan'a göre, birey dile (Sembolik Düzen'e) girdiği anda, tam
ve bütünlük halinden kopar. "Küçük a", işte bu kopuşun ve
kaybolan bütünlüğün adıdır. O, bir zamanlar var olduğuna inandığımız,
ancak bir daha asla elde edemeyeceğimiz o "kayıp cennetin"
sembolüdür.
- Doyumsuzluğun
Kaynağı: Bu nedenle insan arzusu, hiçbir zaman tam olarak tatmin
olamaz. Çünkü peşinde koştuğumuz şey, gerçek bir nesne değil, o nesnenin
temsil ettiği, o ulaşılmaz "küçük a"dır. Bir araba aldığınızda,
aslında o arabanın kendisini değil, size getireceğini düşündüğünüz
statüyü, özgürlüğü veya hazzı arzularsınız. Araba elinize geçtiğinde, bu
vaadin boş olduğunu görürsünüz ve arzu başka bir nesneye yönelir. Bu döngü
hiç durmaz.
Žižek ve Tüketim Toplumu
Žižek, bu kavramı kullanarak modern kapitalizmin
doyumsuzluğunu açıklar. Tüketim toplumu, sürekli olarak bize yeni "küçük
a" nesneleri sunar. Her yeni telefon, her yeni moda trendi, bize eksik
olan şeyi tamamlayacağı vaadini verir. Ama bu vaat her seferinde boşa çıkar.
İşte Žižek'in bahsettiği, rasyonel olarak kötü olduğunu bildiğimiz halde
kendimizi alamadığımız o kompulsif "zevk" (jouissance), bu
doyumsuz döngüden kaynaklanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder