Zizek, 1949 yılında Ljubljana’da doğmuş ve orada yaşamıştır.
Küresel bir düşünür olmasına karşın o küçük ülkenin içindeki yaşantıdan dünyaya
bakabilmiştir.
Öğrencilik ve ilk gençlik yılları Yugoslavya’nın
atmosferinde yaşanmıştır. Ortodoks komünistliği benimsememesi bazı güçlükler
yaşamasına neden olmuştur. Lisans eğitimi sırasında ders okumaları dışına
çıkarak, J.Lacan ve J.Derrida gibi
düşünürleri okumuştur.
1971 yılında felsefe ve sosyoloji lisans dereceleri ile
mezun oldu. Üniversitede araştırmacı olarak kabul edilmesi, 1977 yılında yerel
Komünist Parti’ye katılmasıyla mümkün oldu. 1979 yılında mezun olduğu
üniversitede araştırmacı olarak göreve başladı.
1970’lerde Lacan teorileri üzerine çalışan bir gruba dahil
oldu. Bu grup ile birlikte, Teorik Psikanaliz Cemiyeti’ni kurdular.
1981 de Paris’e giderek, katıldığı seminerlerde Lacan çalışmalarını
derinleştirdi.
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde aktif politik çalışmalarda
bulundu. Hatta Slovenya başkanlığı için, (dört üyeli bir kolektifti) aday oldu.
Daha sonra Londra ve İsviçre’nin de içinde olduğu bir çok ülkede
üniversitede görevler aldı. ABD de güçlü bir hayran kitlesi elde etti.
Bazı düşünceleri:
Zizek “ideoloji” derken, öz kimlik kurgusunun dilin yapısı
ve daha geniş anlamda simgesel düzen vasıtasıyla temsil edildiği yöntemi
kasteder.
Ona göre, Marksizm ve psikanaliz bireyin mutlak bilince
erişmesinin imkansız olduğu fikrini paylaşır. Marx bu fikri kapitalizme
uygulamış; Lacan da sonradan aynı şeyi dilin yapısı
üzerinden yapmıştır.
Marx öznenin ekonomik değişim hareketinde şekillendiğini,
Lacan ise özne konuştuğu sırada dilin onu inşa ettiğini öne sürer.
Marksizmin modasının geçtiği ve psikanalizin şu anki ilgi ve
alakalarla bağının olmadığı yönündeki suçlamalara Zizek şiddetle karşı çıkar.
Ona göre bu disiplinler bugünkü politik tutsaklığı anlamak için son derece
faydalıdır.
Yapısökümün yazamak üzerine yazmak diye burjuva ve akademik
bir faaliyet yaratması ve bunun insanların hayatlarına dokunan politik dünyadan
çok uzak olmasına bir hayli şüpheyle yaklaşır.
Radikal sol fikirler ve felsefelerce temellenen düşünceleri,
Mao ve Stalin rejimlerinin uygulamalarına mesafe koymasına engel olmaz.
Ortak meselemiz olan ve günümüzde özgürleştirici
politikaları şekillendiren “müşterek toplumsal varoluşumuzda” nelerin tehlikede
olduğunu açıklamak için üç temel toplumsal ve politik mücadele alanını ana
hatlarıyla çizer:
1. Kültür: Esas olarak iletişim ve eğitim aracımız
olan dil, ama aynı zamanda da toplu taşıma, elektrik ve posta gibi ortak
altyapı.
2. Dışımızdaki doğa: Kirlenme ve sömürü tehdidi
altındaki petrolden ormanlara ve doağl yaşam alanının ta kendisine kadar.
3. İçimizdeki doğa: İnsanlığın biyogenetik mirası.
Zizek’e
göre ekolojik krizden çıkaracağımız ders, evrenle ilgili bütün duygusal
fikirlerden vazgeçmemiz gerektiğidir: İnsanlığın geri dönülecek bir temeli ya
da doğal dengesi yoktur ve hiçbir zaman da olmadı. Varoluşumuz tamamen olumsal
ve kontrolumuz dışındadır.
Doğa
ve yeryüzüyle ilgili duygusal fikirler nasıl ekolojik krize katkı sağlıyorsa,
benzer bir saptırılmış duygusallık şekli de dünyadaki yoksulluğun ortadan
kaldırılmasına mani olur.
Diğer
radikal düşünürler gibi Zizek’in kapitalizm aleyhtarlığı da kapitalizmin
toplumsal eşitsizlikler yatamasına, bunun özellikle refahın paylaşımında
kendini göstermesine dayanır.
Ancak
Zizek kapitalizme poltik muhalefet etmenin yalnızca iktisadi bir anlayıştan
doğabileceğini düşünmez . Ona göre ne ölçüde ortaya çıkarsa çıksın, politik ve
toplumsal baskıyı yaratan nihai olarak ideolojidir.
Dili
kullanırken (iletişim kurmak ve düşünmek için sürekli yaptığımız üzere) aslında
bilinçsiz varlıklarız.
Herhangi
bir simgesel sistemin kullanımını yöneten bütün kuralların temelini teşkil eden
tek bir esas kural ya da yasa vardır: Anlam simgesel sistemin kendisine bağlıdır.
Bu bağlılığın farkına varılsa bile bunun ancak simgesel düzen çerçevesinde
mümkün olması ise paradoks teşkil eder.
Bağlılığımızın
bilincinde olmaya ne kadar gayret edersek edelim, simgesel düzene tabi olmamızı
açıklayabilmeyi ne kadar arzularsak arzulayalım, simgesel düzenin dışına
çıkamayız.
Zizek’e
göre simgesel düzenin, öznenin kendi öz-kimliğinin oluşumunu yönettiği bu
kısıtlama, otoriter bir süper EGO’nun kuralına bağlıdır. Tıpkı simgesel düzeni
yöneten kurallar ve yasaların daima mevcut ama tanınamayacak olması gibi; bu
durum, kurallar ve yasaların vücut bulduğu süperego için de geçerlidir. “
Süperegonun bu bilinçdışı suretini “büyük öteki” olarak adlandırıyorum.
1968’den
sonra aslında olan şey, postmodern kapitalizmin bu dönemin özgürleşmesine dair
devrimci fikirlerini sahiplenip onları açıkça liberal olan ama artık katı ve
otoriter değilmiş gibiyapan kendi ideolojisine dahil etmesiydi.
Bugün
hakim ideolojilerin emri “keyif al” dır: cinsel keyiften tüketime, meta
keyfinden manevi keyfe ya da kendini gerçekleştirme keyfine varana kadar.
Alıntılar:
Slovaj Zizek, Christopher Kul, Piero, NTV Yayınları, Çeviri. Ezgi Keskinsoy,
Bülent Somay, 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder