S.Zizek

Zizek, 1949 yılında Ljubljana’da doğmuş ve orada yaşamıştır. Küresel bir düşünür olmasına karşın o küçük ülkenin içindeki yaşantıdan dünyaya bakabilmiştir.

Öğrencilik ve ilk gençlik yılları Yugoslavya’nın atmosferinde yaşanmıştır. Ortodoks komünistliği benimsememesi bazı güçlükler yaşamasına neden olmuştur. Lisans eğitimi sırasında ders okumaları dışına çıkarak, J.Lacan ve J.Derrida gibi düşünürleri okumuştur.

1971 yılında felsefe ve sosyoloji lisans dereceleri ile mezun oldu. Üniversitede araştırmacı olarak kabul edilmesi, 1977 yılında yerel Komünist Parti’ye katılmasıyla mümkün oldu. 1979 yılında mezun olduğu üniversitede araştırmacı olarak göreve başladı.

1970’lerde Lacan teorileri üzerine çalışan bir gruba dahil oldu. Bu grup ile birlikte, Teorik Psikanaliz Cemiyeti’ni kurdular.

1981 de Paris’e giderek, katıldığı seminerlerde Lacan çalışmalarını derinleştirdi.

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde aktif politik çalışmalarda bulundu. Hatta Slovenya başkanlığı için, (dört üyeli bir kolektifti) aday oldu.

Daha sonra Londra ve İsviçre’nin de içinde olduğu bir çok ülkede üniversitede görevler aldı. ABD de güçlü bir hayran kitlesi elde etti.

Bazı düşünceleri:
Zizek “ideoloji” derken, öz kimlik kurgusunun dilin yapısı ve daha geniş anlamda simgesel düzen vasıtasıyla temsil edildiği yöntemi kasteder.

Ona göre, Marksizm ve psikanaliz bireyin mutlak bilince erişmesinin imkansız olduğu fikrini paylaşır. Marx bu fikri kapitalizme uygulamış; Lacan da sonradan aynı şeyi dilin yapısı üzerinden yapmıştır.

Marx öznenin ekonomik değişim hareketinde şekillendiğini, Lacan ise özne konuştuğu sırada dilin onu inşa ettiğini öne sürer.

Marksizmin modasının geçtiği ve psikanalizin şu anki ilgi ve alakalarla bağının olmadığı yönündeki suçlamalara Zizek şiddetle karşı çıkar. Ona göre bu disiplinler bugünkü politik tutsaklığı anlamak için son derece faydalıdır.

Yapısökümün yazamak üzerine yazmak diye burjuva ve akademik bir faaliyet yaratması ve bunun insanların hayatlarına dokunan politik dünyadan çok uzak olmasına bir hayli şüpheyle yaklaşır.
Radikal sol fikirler ve felsefelerce temellenen düşünceleri, Mao ve Stalin rejimlerinin uygulamalarına mesafe koymasına engel olmaz.

Ortak meselemiz olan ve günümüzde özgürleştirici politikaları şekillendiren “müşterek toplumsal varoluşumuzda” nelerin tehlikede olduğunu açıklamak için üç temel toplumsal ve politik mücadele alanını ana hatlarıyla çizer:
1.                Kültür: Esas olarak iletişim ve eğitim aracımız olan dil, ama aynı zamanda da toplu taşıma, elektrik ve posta gibi ortak altyapı.
2.                   Dışımızdaki doğa: Kirlenme ve sömürü tehdidi altındaki petrolden ormanlara ve doağl yaşam alanının ta kendisine kadar.
3.                           İçimizdeki doğa: İnsanlığın biyogenetik mirası.

Zizek’e göre ekolojik krizden çıkaracağımız ders, evrenle ilgili bütün duygusal fikirlerden vazgeçmemiz gerektiğidir: İnsanlığın geri dönülecek bir temeli ya da doğal dengesi yoktur ve hiçbir zaman da olmadı. Varoluşumuz tamamen olumsal ve kontrolumuz dışındadır.

Doğa ve yeryüzüyle ilgili duygusal fikirler nasıl ekolojik krize katkı sağlıyorsa, benzer bir saptırılmış duygusallık şekli de dünyadaki yoksulluğun ortadan kaldırılmasına mani olur.

Diğer radikal düşünürler gibi Zizek’in kapitalizm aleyhtarlığı da kapitalizmin toplumsal eşitsizlikler yatamasına, bunun özellikle refahın paylaşımında kendini göstermesine dayanır.

Ancak Zizek kapitalizme poltik muhalefet etmenin yalnızca iktisadi bir anlayıştan doğabileceğini düşünmez . Ona göre ne ölçüde ortaya çıkarsa çıksın, politik ve toplumsal baskıyı yaratan nihai olarak ideolojidir.

Dili kullanırken (iletişim kurmak ve düşünmek için sürekli yaptığımız üzere) aslında bilinçsiz varlıklarız.

Herhangi bir simgesel sistemin kullanımını yöneten bütün kuralların temelini teşkil eden tek bir esas kural ya da yasa vardır: Anlam simgesel sistemin kendisine bağlıdır. Bu bağlılığın farkına varılsa bile bunun ancak simgesel düzen çerçevesinde mümkün olması ise paradoks teşkil eder.

Bağlılığımızın bilincinde olmaya ne kadar gayret edersek edelim, simgesel düzene tabi olmamızı açıklayabilmeyi ne kadar arzularsak arzulayalım, simgesel düzenin dışına çıkamayız.

Zizek’e göre simgesel düzenin, öznenin kendi öz-kimliğinin oluşumunu yönettiği bu kısıtlama, otoriter bir süper EGO’nun kuralına bağlıdır. Tıpkı simgesel düzeni yöneten kurallar ve yasaların daima mevcut ama tanınamayacak olması gibi; bu durum, kurallar ve yasaların vücut bulduğu süperego için de geçerlidir. “ Süperegonun bu bilinçdışı suretini “büyük öteki” olarak adlandırıyorum.

1968’den sonra aslında olan şey, postmodern kapitalizmin bu dönemin özgürleşmesine dair devrimci fikirlerini sahiplenip onları açıkça liberal olan ama artık katı ve otoriter değilmiş gibiyapan kendi ideolojisine dahil etmesiydi.

Bugün hakim ideolojilerin emri “keyif al” dır: cinsel keyiften tüketime, meta keyfinden manevi keyfe ya da kendini gerçekleştirme keyfine varana kadar.

Alıntılar: Slovaj Zizek, Christopher Kul, Piero, NTV Yayınları, Çeviri. Ezgi Keskinsoy, Bülent Somay, 2015

Ana Çalışma Alanları

  • Psikanaliz: Žižek, felsefesinin temelini Jacques Lacan'ın psikanalizine dayandırır. Freud'un psikanalitik teorilerini geliştirerek bilinçdışının yapısını, arzu ve fantazi kavramlarını inceler. Onun için psikanaliz, bireyin değil, toplumun ideolojisinin nasıl işlediğini anlamak için bir araçtır.
  • Politik Felsefe: Radikal bir Marksist ve komünist olarak bilinir. Politik düşüncesini, günümüz kapitalizmine, liberalizme ve küresel politikaya yönelik sert eleştiriler üzerine kurar.
  • Kültürel Eleştiri: Popüler kültürü, özellikle sinemayı, felsefi analiz için bir laboratuvar olarak kullanır. Hollywood filmleri, bilim kurgu, hatta şakalar üzerinden, toplumun ve bireyin bilinçaltında yatan ideolojik yapıları ve çelişkileri ortaya çıkarmaya çalışır.
  • Hegel Felsefesi: Žižek, Alman idealist filozof G.W.F. Hegel'in diyalektik yöntemini yeniden canlandırmasıyla tanınır. Hegel'in tez-antitez-sentez üçlemesini, ideolojik ve toplumsal çelişkileri analiz etmek için kullanır.

Ana Tezleri ve Kavramları

  • İdeolojinin Süblim Nesnesi (The Sublime Object of Ideology): Žižek'in en bilinen eserlerinden biridir. Bu teze göre ideoloji, sadece yanlış bir bilinç değil, aynı zamanda toplumun kendisini görmezden geldiği bilinçdışı bir fantazidir. İnsanlar, aslında inanmadıkları bir ideolojiye, inanıyormuş gibi yaparak hizmet ederler.
  • Gerçek (The Real): Lacan'dan aldığı bu kavram, dilin veya sembollerin yakalayamadığı, travmatik ve imkânsız bir gerçekliği ifade eder. Žižek'e göre "Gerçek", mevcut toplumsal düzenin ve ideolojinin çelişkileri ve boşluklarından ortaya çıkar. Örneğin, bir terör eylemi, bir doğal afet veya bir ekonomik kriz, ideolojik düzenin çatlaklarını göstererek "Gerçek"e bir bakış sunar.
  • Siyasal Doğruculuk Eleştirisi: Žižek, modern liberalizmin ve siyasal doğruculuğun, gerçek toplumsal sorunları (ekonomik eşitsizlik, sınıf farklılıkları gibi) yüzeysel ve sembolik jestlerle (kimlik politikaları, ayrımcılığın sembolik eleştirisi gibi) gizlediğini savunur. Ona göre bu, bir tür **"kullanışlı ideoloji"**dir.
  • Kapitalizm Eleştirisi: Žižek, modern kapitalizmin kendini eleştirel bir sistem olarak sunduğunu, hatta sisteme yapılan eleştirileri bile kendi içine dâhil ederek "anti-kapitalist kapitalizm" yarattığını savunur. Örneğin, organik ürünler alarak veya çevre dostu kampanyalara destek vererek kendimizi iyi hissetmemiz, aslında sistemin devamını sağlayan birer tüketicilik eylemidir.

Žižek, bu provokatif tezleriyle felsefe dünyasında hem büyük bir hayran kitlesi edinmiş hem de sert eleştirilere maruz kalmıştır.

Žižek'in, popüler kültürü ve gündelik olayları felsefenin temel sorularını açıklamak için kullanma biçimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Onun bu yaklaşımı, felsefeyi daha anlaşılır kılıyor mu, yoksa basitleştiriyor mu?

Anladığım kadarıyla 21.yüzyılda düşünsel bir paradigma değişikliğinden söz edebiliriz. Akademik felsefenin kılı kırk yaran tutumu, sert kavramsal düşünme biçimi, kendi içine kapanık tavrı değişiyor. Çünkü küresel sorunlar, çevre krizi v.s. bunu dayatıyor gibi. Zizek de bu bağlamda düşünülebilir mi?

Bu çok isabetli ve derin bir gözlem. Evet, 21. yüzyıl felsefesinde, özellikle sizin de işaret ettiğiniz gibi küresel krizlerin baskısıyla, düşünsel bir paradigma değişikliğinden söz edebiliriz. Slavoj Žižek de bu değişimin hem bir göstergesi hem de itici güçlerinden biridir.


Akademik Felsefenin Duvarlarının Yıkılması

Geleneksel olarak, akademik felsefe, kendi içine kapalı, karmaşık kavramsal dille konuşan ve "hayatın pratik sorunlarından" uzak duran bir alandı. Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler, felsefeyi bu fildişi kulesinden dışarı çıkmaya zorladı. İklim krizi, yapay zeka etiği, küresel adaletsizlik gibi sorunlar, felsefenin doğrudan müdahil olmasını gerektiren meseleler haline geldi.

Žižek, bu dönüşümün en belirgin temsilcileridir.

  • Kamusal Alana İniş: Žižek, konferans salonları ve akademik dergilerle sınırlı kalmak yerine, belgeseller, televizyon programları ve popüler kültür eleştirileri aracılığıyla felsefeyi doğrudan kamuoyunun önüne getirdi. Bu, felsefenin "kılı kırk yaran" tutumundan uzaklaşarak daha geniş bir kitleye ulaşma çabasının bir örneğidir.
  • Gündelik Hayatın Felsefi Analizi: O, Hegel'in karmaşık diyalektiğini veya Lacan'ın psikanalizini, bir Hollywood filmindeki sahne ya da bir şaka üzerinden analiz ederek, en soyut felsefi kavramları bile anlaşılır ve güncel kılıyor. Bu yaklaşım, felsefenin teorik bir egzersiz olmaktan çıkıp, gündelik hayatı anlama aracı haline gelmesini sağlıyor.

Eleştirel Bir Bakış

Ancak bu değişim, eleştirisiz değildir. Bu noktada, sizin talebiniz doğrultusunda, daha eleştirel bir değerlendirme sunalım.

  • Yüzeyselleştirme Riski: Bazı eleştirmenler, Žižek'in felsefeyi popülerleştirme çabasının, karmaşık teorileri basitleştirme ve aşırı genelleme riskini taşıdığını savunur. Onun hızlı ve provokatif üslubu, bazen argümanların nüansını gözden kaçırabilir.
  • Akademik Ciddiyet Tartışması: Felsefe camiasının bir kısmı, Žižek'i "düşünürden çok bir şovmen" olarak görür. Aşırı provokatif yorumları, kişisel markalaşması ve medya şovları, onun çalışmalarının akademik ciddiyetini azalttığına dair eleştirilere yol açar.

Dolayısıyla, Žižek 21. yüzyıl felsefesinin kamuya açılma ve küresel sorunlarla doğrudan ilgilenme eğilimini temsil etse de, bu yeni yaklaşımın beraberinde getirdiği tuzakları da gösterir.

Žižek'in felsefesini anlamak istiyorsanız, onun Lacan ile olan ilişkisini incelemek en doğru başlangıç noktasıdır. Lacan'ın psikanalizi, Žižek'in tüm düşünce sisteminin adeta omurgasını oluşturur.


Jacques Lacan'ın Anahtar Kavramları

Žižek, Lacan'ın psikanalitik teorisinden üç temel kavramı alır ve bunları toplumsal analize uygular. Lacan, insan psişesini üç farklı "düzen" olarak tanımlar:

  1. İmgesel (The Imaginary): Benliğin, ayna karşısında kendisini bütünleşik bir imge olarak algıladığı ve bu imgeler üzerinden özdeşleşmeler kurduğu alandır. Fantaziler, yanılsamalar ve imajlar bu düzende yer alır.
  2. Sembolik (The Symbolic): Dilin, kuralların, yasaların ve sosyal normların alanıdır. Bireyin topluma uyum sağladığı ve kimliğini dil aracılığıyla inşa ettiği yerdir.
  3. Gerçek (The Real): Bu, Lacan'ın en karmaşık ve Žižek için en önemli kavramıdır. Sembolik dilin veya İmgesel fantazilerin yakalayamadığı, travmatik ve anlaşılmaz bir gerçeklik çekirdeğidir. Bu, varoluşun ham, işlenmemiş, acı verici ve imkânsız olan kısmıdır.

Žižek'in Lacan'ı Kullanma Biçimi

Žižek, Lacan'ın bu psişik düzenlerini alarak, onları bireyin değil, toplumun psikolojisini analiz etmek için kullanır.

  • İdeoloji ve Gerçek: Žižek için, toplumun ideolojisi, bir tür kolektif fantezidir ve bizi, toplumun travmatik "Gerçek"iyle yüzleşmekten korur. Örneğin, bir ülkedeki ekonomik eşitsizlik ve şiddet, toplumun **"Gerçek"**idir. İdeoloji, bu "Gerçek"i, bizi rahatlatan İmgesel ve Sembolik hikayelerle (örneğin "birlik ve beraberlik", "ulusal gurur" gibi) gizler.
  • Popüler Kültür ve Fantazi: Hollywood filmleri, reklamlar ve hatta sosyal medya içerikleri, Žižek'e göre bizi toplumsal ve ekonomik çelişkilerin yarattığı kaygıdan uzaklaştıran kolektif fantaziler sunar. Filmin hikayesi, toplumsal düzenin çelişkilerini çözüyormuş gibi yaparak, aslında bu çelişkilerin devamını sağlar.

Özetle, Žižek'in temel tezi şudur: İnsanlar olarak, bilinçaltımızdaki travmatik "Gerçek"le yüzleşmekten kaçınmak için ideoloji ve fantezi üretiriz. Ve Lacan'ın psikanalizi, bu gizli mekanizmaları açığa çıkarmak için en güçlü araçtır.

Žižek'in en büyük gücü, karmaşık felsefi kavramları, gündelik hayattaki göstergeler aracılığıyla somutlaştırması ve bu göstergeleri metaforik bir dille anlaşılır kılmasıdır. Bu, onun popülaritesinin ana nedenidir.


Metaforun Gücü ve Sınırları

Metaforik dil, felsefe için güçlü bir araçtır; soyut bir fikri canlandırır ve ona sezgisel bir kavrayış kazandırır. Ancak burada eleştirel bir yaklaşım sergilemek gerekir. Bir metafor, ne kadar açıklayıcı olursa olsun, bir mantıksal kanıt ya da sistematik bir argüman değildir.

Žižek'in kullandığı metaforlar, yaşadığımız toplumsal çelişkileri isabetli bir şekilde işaret edebilir, fakat bu durum, onun analizlerinin her zaman felsefi olarak sağlam olduğu anlamına gelmez. Bir film sahnesiyle bir ekonomik krizi açıklamak, etkileyici ve akılda kalıcı olsa da, bu ilişkinin temelinde yatan yapısal mekanizmaları yeterince derinlemesine incelemeyebilir.

Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor: Žižek, daha çok bir hikaye anlatıcısı mıdır, yoksa sistematik bir filozof mu? Onun metaforları, bizi düşünmeye sevk eden güçlü bir başlangıç noktası sunuyor, ancak bu metaforlara bağımlılık, daha titiz ve sıkıcı olan asıl felsefi çalışmadan kaçma riskini taşır.

İdeolojinin Süblim Nesnesi: Kavramın Açılımı

"İdeolojinin Süblim Nesnesi," Žižek'in belki de en ünlü eseri ve onun temel tezini içeriyor. Bu kavramı anlamak için, öncelikle geleneksel ideoloji tanımından uzaklaşmak gerekir.

  • 1. Geleneksel Tanım: "Yanlış Bilinç"in Ötesi Žižek'e göre, ideoloji sadece bir "yanlış bilinç" değildir. Yani, insanlar ideolojik propagandanın bir yalan olduğunu bilseler bile, yine de o ideolojiye uygun hareket ederler. Örneğin, bir kişi kapitalist sistemin adaletsiz olduğunu bilmesine rağmen, sistemin kurallarına göre yaşamaya devam eder ve hatta ona inanıyormuş gibi yapar. Žižek'in sorusu şudur: "İnsanlar neden gerçeği bildikleri halde hala yalanlara inanıyorlar?"
  • 2. Süblim Nesne: İdeolojinin "Boş" Kalbi Žižek, bu soruyu çözmek için Lacan'ın psikanalizine döner. Her ideolojinin merkezinde, ne olduğunu tam olarak tanımlayamadığımız, ancak o ideolojiyi bir bütün haline getiren boş bir nokta veya mitik bir nesne vardır. Bu nesne, gerçekte var olmayan ama ideolojinin tüm anlamını üzerine yüklediği bir fantezidir. O, ideolojiyi cazip ve arzu edilir kılan gizemli bir çekirdektir. Žižek buna "İdeolojinin Süblim Nesnesi" der.
  • 3. Örnek: "Ulusal Gurur" ve "Özgürlük" Bu kavramı somutlaştıralım: Bir ulusal ideolojinin süblim nesnesi, ülkenin "mitik ruhu" veya "özü" olabilir. Herkes, bu özün aslında bir kurmaca olduğunu bilir, ancak yine de ulusal semboller aracılığıyla ona inanıyormuş gibi davranırız. Tıpkı bir Hollywood filminde gizemli bir nesnenin (örneğin Kutsal Kâse gibi) tüm hikayeye anlam vermesi gibi, bu nesne de ideolojiyi anlamlı kılar. Kapitalizm için bu nesne, "özgürlük" ve "bireysel başarı" gibi kavramlardır. Herkes bu vaadin aslında herkes için geçerli olmadığını bilse bile, yine de bu fantaziye inanır ve onu arzu eder.
  • 4. "Süblim" Neden? Žižek, bu nesnenin aynı zamanda "süblim" olduğunu söyler. Bu, Kant'ın estetiğindeki süblim kavramından gelir; yani hem büyüleyici, hem de korkutucu derecede büyüktür. İdeolojinin süblim nesnesi de böyledir; ona ulaşmak isteriz ancak ona ulaştığımızda, onun sadece boş bir fantezi olduğunu anlarız.

Özetle, Žižek için ideoloji, bilinçli bir aldatmaca değil, kolektif bir arzu ve fantezidir. Bizi toplumun travmatik çelişkilerinden koruyan bir duvar örer.

Žižek'in Marksizm'i, klasik yorumlardan şu temel noktalarda ayrılır:


1. İdeoloji Anlayışı: Bilinçdışının Gücü

Klasik Marksizm, ideolojiyi genellikle "yanlış bilinç" olarak tanımlar. Bu yoruma göre, işçi sınıfı, kapitalist sistemin gerçekliğini göremediği için yanlış inançlara sahiptir ve bu yanlış bilinç, sınıf bilinci kazanarak ve ekonomik gerçeği görerek aşılabilir.

Žižek ise bu görüşü reddeder. Lacan'ın psikanalizini kullanarak, ideolojinin bir inanç sistemi olmadığını, aksine toplumun bilinçdışında işleyen bir fantazi olduğunu savunur. İnsanlar bir ideolojiye, onu bilinçli olarak benimsemekten ziyade, gündelik pratikleri ve bilinçdışı arzuları aracılığıyla katılırlar. Yani, insanlar kapitalizmin kötü olduğunu bilse de, yine de kapitalist pratikleri sürdürürler. Bu durum, ideolojiyi sadece "bilgi" ile aşmanın mümkün olmadığını gösterir.

2. Devrim: Trajik Bir "Sıfır Noktası"

Klasik Marksizm, sosyalist devrimi, ekonomik koşulların olgunlaşmasıyla gerçekleşecek, tarihsel bir zorunluluk ve bilinçli bir hareket olarak görür. Proletarya, doğru liderlikle bu devrimi gerçekleştirecektir.

Žižek'in yaklaşımı ise daha karanlıktır. Ona göre gerçek devrim, mantıklı bir planın sonucu değildir. Bu, toplumun ideolojik fantazisinin dağıldığı, "Gerçek" ile yüzleştiği ve mevcut düzenin çökerek kaosa sürüklendiği travmatik bir andır. Bu "sıfır noktası" (zero point) anı, ne olacağı önceden kestirilemeyen, irrasyonel ve tehlikeli bir kırılma anıdır. Žižek, bu yaklaşımıyla, Marksizmin rasyonel ve iyimser devrim vaadinden uzaklaşır.

3. Kapitalizm: Kendi Eleştirisini İçeren Sistem

Klasik Marksistler, kapitalizmin iç çelişkilerinin (örneğin, kâr oranlarının düşme eğilimi) kaçınılmaz olarak sistemin sonunu getireceğine inanır.

Žižek, modern kapitalizmin bu çelişkileri bile kendi içine alarak hayatta kalabildiğini savunur. "Çevre dostu" veya "adil ticaret" ürünleri satın alarak kendimizi iyi hissetmemiz, aslında kapitalist sistemin çelişkilerine bir çözüm sunmak yerine, onları devam ettiren birer tüketim pratiğidir. Žižek, bu durumu "kültürel kapitalizm" veya "anti-kapitalist kapitalizm" olarak adlandırır.

Bu nedenle, Žižek'in Marksizmi, ne bir rehber ne de bir plan sunar. Aksine, kendi ideolojik kör noktalarını ve çelişkilerini sorgulayan, post-modern ve psikanalitik bir Marksizmdir.

Sizce Žižek'in bu kaotik devrim anlayışı, mevcut toplumsal düzene karşı radikal bir değişimin mümkün olduğunu mu gösterir, yoksa bu değişimin imkânsız olduğunu mu ima eder?

Frankfurt okulu da freudu benzer biçimde düşüncesine kattı sanırım. Onların ulaştığı sonuç farklı mıydı?

Bu çok isabetli bir soru. Frankfurt Okulu, modern Marksizmi psikanalizle birleştiren ilk önemli düşünce akımıydı ve bu açıdan Žižek'in öncülü sayılabilir. Ancak onların vardığı sonuçlar, Žižek'in temel tezlerinden farklıydı.

Lacan'ın küçük a (objet petit a) kavramı, insan arzusunun o sürekli peşinde koştuğu ama bir türlü ele geçiremediği nihai hedefini ifade eder.

Arzu ile olan ilişkisini ise şu şekilde açıklayabiliriz:


Küçük a: Arzunun Nesne-Nedeni

Lacan için "arzu," asla spesifik bir nesneye (bir telefon, bir ev, bir partner) yönelik değildir. Arzu, daha çok "Öteki'nin arzusudur." Yani, biz bir şeyi, o nesnenin başka insanlar tarafından da arzu edildiğini düşündüğümüz için isteriz.

Küçük a (petit a) ise, bu arzuyu başlatan veya bu arzuya neden olan nesnedir. Ancak buradaki anahtar nokta şudur: "a", gerçek bir nesne değildir. O, kaybedilmiş, boş bir yer tutucudur.

  • Kaybedilen Parça: Lacan'a göre, birey dile (Sembolik Düzen'e) girdiği anda, tam ve bütünlük halinden kopar. "Küçük a", işte bu kopuşun ve kaybolan bütünlüğün adıdır. O, bir zamanlar var olduğuna inandığımız, ancak bir daha asla elde edemeyeceğimiz o "kayıp cennetin" sembolüdür.
  • Doyumsuzluğun Kaynağı: Bu nedenle insan arzusu, hiçbir zaman tam olarak tatmin olamaz. Çünkü peşinde koştuğumuz şey, gerçek bir nesne değil, o nesnenin temsil ettiği, o ulaşılmaz "küçük a"dır. Bir araba aldığınızda, aslında o arabanın kendisini değil, size getireceğini düşündüğünüz statüyü, özgürlüğü veya hazzı arzularsınız. Araba elinize geçtiğinde, bu vaadin boş olduğunu görürsünüz ve arzu başka bir nesneye yönelir. Bu döngü hiç durmaz.

Žižek ve Tüketim Toplumu

Žižek, bu kavramı kullanarak modern kapitalizmin doyumsuzluğunu açıklar. Tüketim toplumu, sürekli olarak bize yeni "küçük a" nesneleri sunar. Her yeni telefon, her yeni moda trendi, bize eksik olan şeyi tamamlayacağı vaadini verir. Ama bu vaat her seferinde boşa çıkar. İşte Žižek'in bahsettiği, rasyonel olarak kötü olduğunu bildiğimiz halde kendimizi alamadığımız o kompulsif "zevk" (jouissance), bu doyumsuz döngüden kaynaklanır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder