Çevre Etiği

Çevre etiği, insan ve doğa arasındaki ilişkinin ahlaki boyutlarını inceleyen bir felsefe dalıdır. Geleneksel etik, genellikle insanlar arası ilişkilerle sınırlıyken, çevre etiği ahlaki değerlerin ve sorumlulukların insan dışındaki varlıklara ve ekosistemlere de genişletilmesi gerektiğini savunur 


"Çevre Etiği, artık sadece ahlaki fail olarak insanın, diğer nesnelerle olan ilişkisini düzenleyen bir normlar bütünü değil; insan da dâhil olmak üzere, tüm eyleyenlerin içinde bulunduğu karmaşık, çok-türlü ve dinamik bir ontolojik ağın ahlaki ve varoluşsal boyutlarını sorgulayan bir disiplindir."

Bu tanım, aşağıdaki ana unsurları içerir:

  • Faillik (Agency) Kavramının Genişlemesi: Geleneksel olarak ahlaki fail sadece insanken, yeni yaklaşımlar (Yeni Materyalizm, Aktör-Ağ Teorisi) insan dışı varlıkların (canlılar, cansız madde, iklim olayları, teknoloji) da eyleyiciliğe sahip olduğunu kabul eder.
  • Ontolojik Düzleştirme: Çevre etiği, artık insan ve doğa arasında hiyerarşi kurmak yerine, tüm varlıkları eşit bir ontolojik düzlemde inceler. Bu, ahlaki sorumluluğun tek başına insana ait olmadığı anlamına gelir.
  • Ahlaki Boşluklar ve Paradokslar: Yeni çevre etiği, her şeyin eşit olduğu önermesinin getirdiği etik paradokslarla (örneğin, insan hayatı ve bir türün yok oluşu arasında nasıl bir ahlaki öncelik belirleneceği gibi) yüzleşmek zorundadır. Bu, teorik iddialarla pratik karar verme süreçleri arasında bir gerilim yaratır.
  • Varoluşsal Sorumluluk: Antroposen felsefesi, insanlığın gezegen üzerindeki devasa ve kalıcı etkisinin farkına varmasından doğan, kuşaklararası ve türel-ötesi bir varoluşsal sorumluluğu gündeme getirir. Bu, sadece eylemlerin değil, insanlığın kendi varoluş biçiminin ahlaki bir mesele hâline geldiğini gösterir.

Kısacası, 21. yüzyılın çevre etiği, sadece "ne yapmalıyız?" sorusundan çıkarak, "biz neyiz ve içinde bulunduğumuz ekolojik ağ ile nasıl bir birlikte-varoluş (sympoiesis) inşa edebiliriz?" sorusunu merkeze almıştır.

 


Çevre Etiğinin Kapsamı ve Felsefi Temellendirilmesi

Çevre etiği, temel olarak şu sorulara yanıt arar:

  • Doğal dünyaya karşı ahlaki bir sorumluluğumuz var mıdır?
  • Bu sorumluluk sadece gelecek kuşaklara mı, yoksa şu anki canlı ve cansız varlıklara mı yöneliktir?
  • İnsanların doğaya müdahale etmesinin ahlaki sınırları nelerdir?

Bu sorulara verilen yanıtlar, çevre etiği içinde farklı felsefi akımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yaklaşımlar, etik temellerini iki ana başlık altında toplar:

  • Antroposentrizm (İnsan Merkezcilik): Bu yaklaşım, ahlaki değerin tek kaynağının insan olduğunu savunur. Doğaya karşı olan sorumluluğumuz, doğrudan doğanın kendisinden değil, onun insanlığa sağladığı faydalardan (kaynak, estetik değer, yaşanabilir bir çevre) kaynaklanır. Yani, doğayı korumamız gerekir, çünkü bu koruma nihayetinde insanlığın çıkarınadır.
  • Biyosentrizm ve Ekosentrizm (Yaşam ve Ekosistem Merkezcilik): Bu yaklaşımlar, ahlaki değerin yalnızca insanlara özgü olmadığını savunur. Biyosentrizm, ahlaki değerin tüm yaşayan varlıklarda (hayvanlar, bitkiler) içkin olduğunu savunur. Ekosentrizm ise ahlaki değerin bireysel canlılardan ziyade, ekosistemlerin ve gezegenin bütünsel sağlığında bulunduğunu öne sürer. Bu yaklaşımlara göre, doğanın kendisi ahlaki bir öznedir ve kendi içinde bir değere sahiptir.

Çevre etiğinin felsefi temellerini atan ve geliştiren en önemli düşünürlerden bazıları şunlardır:

  • Aldo Leopold (1887-1948): "Kara Etiği" (Land Ethic) kavramını geliştirmiştir. Leopold, insanı toprağın (ekosistemin) bir "fatihi" olarak değil, onun bir üyesi olarak görmemiz gerektiğini savunmuştur. Ona göre, bir şey, biyotik topluluğun bütünlüğünü, istikrarını ve güzelliğini koruma eğilimindeyse doğrudur.
  • Arne Næss (1912-2009): "Derin Ekoloji" (Deep Ecology) akımının kurucusudur. İnsan ve doğa arasındaki ayrımın bir yanılsama olduğunu savunarak, ekolojik krizi aşmak için "ekolojik benlik" (Ecological Self) bilincinin geliştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
  • Peter Singer (1946-): Hayvan hakları konusundaki çalışmalarıyla tanınan Singer, utilitarist bir yaklaşımla, hayvanların da acı çekme yeteneğine sahip olmaları nedeniyle ahlaki olarak dikkate alınması gerektiğini savunur.
  • J. Baird Callicott (1941-): Aldo Leopold'un düşüncelerini sistematik bir şekilde geliştiren bir düşünürdür. Biyoçeşitliliğin ahlaki olarak içkin bir değere sahip olduğunu savunur.

Bu düşünürler, çevre etiğini sadece teorik bir alan olmaktan çıkarıp, günümüzün en acil sorunlarına felsefi bir temel sağlamıştır.

 

21. yüzyıl çevre felsefesi, daha önceki yaklaşımların aksine, ekolojik krizi sadece ahlaki bir sorun olarak değil, aynı zamanda varoluşsal ve ontolojik bir sorun olarak ele alan yeni eğilimler göstermektedir. Bu yeni yaklaşımlar, insanı merkezden çıkararak, maddenin ve diğer varlıkların eyleyiciliğine odaklanır.


1. Yeni Materyalizm ve Nesne Yönelimli Ontoloji

Bu felsefi akımlar, doğayı pasif bir kaynak olarak gören geleneksel görüşe karşı çıkar. Onlara göre, cansız kabul edilen madde, kendi başına dinamik, aktif ve "canlı"dır.

  • Düşünürler ve Tezleri:
    • Timothy Morton: "Karanlık Ekoloji" kavramıyla, ekolojik krizin karmaşık ve anlaşılması güç bir fenomen olduğunu savunur. Morton'a göre, insan ve doğa ayrımı bir yanılsamadır ve her şey (insanlar, kayalar, virüsler, fikirler) eşit bir ontolojik düzlemde var olan "nesnelerdir." Bu yaklaşım, ekolojik krizin sadece yanlış kararların bir sonucu olmadığını, aynı zamanda insan algısının ötesinde bir ağın ürünü olduğunu savunur.
    • Jane Bennett: "Canlı Madde: Şeylerin Politik Ekolojisi" adlı eseriyle, nesnelerin kendi eyleyicilikleri ve çekicilikleri olduğunu ileri sürer. Bennett'a göre, bir çöp yığını veya bir metal parçası gibi sıradan nesneler bile, insanları etkileyebilecek bir "güce" sahiptir ve bu gücün politik ve etik boyutları vardır.

2. Antroposen Felsefesi

Antroposen (İnsan Çağı), insan faaliyetlerinin gezegenin jeolojik süreçlerini geri dönülmez şekilde değiştirdiği yeni bir jeolojik dönemi ifade eder. Bu felsefe, insanlığın doğa üzerindeki devasa ve yıkıcı gücünü sorgular.

  • Düşünürler ve Tezleri:
    • Jason W. Moore: Kapitalizmi, ekolojik krizin temel nedeni olarak ele alır ve "Kapitalosen" (Capitalocene) kavramını önerir. Moore'a göre, sorun sadece insan olmak değil, kapitalist sistemin doğayı ve insanları bir "kaynak" olarak görmesidir.
    • Donna Haraway: "Sympoiesis" (Birlikte Yapma) kavramıyla, gelecekteki yaşamın sadece insan türü tarafından değil, tüm türlerin ve cansız maddelerin bir araya gelmesiyle inşa edileceğini savunur. Haraway, ekolojik krizden çıkışın, sadece insanı değil, diğer tüm varlıkları kapsayan "yoldaş türlerle" birlikte çalışmaktan geçtiğini belirtir.

Bu yeni yaklaşımlar, çevre etiğini sadece "doğaya karşı ne yapmalıyız?" sorusundan çıkarıp, "Biz doğanın içinde neyiz?" sorusuna yöneltmektedir. Geleneksel ahlakın ötesine geçerek, ekolojik krizi varoluşsal bir problem olarak ele alırlar.

Yeni felsefi yaklaşımlarla birlikte çevre etiği, sadece "ne yapmalıyız?" sorusunun ötesine geçerek, "biz kimiz ve diğer varlıklarla nasıl var oluyoruz?" sorusunu merkeze alarak daha geniş bir içerik kazanmaktadır. Geleneksel olarak insanı merkeze alan ahlaki yargılar, yerini daha kapsamlı ve karmaşık bir etik anlayışına bırakmaktadır.

1. Etik Aktör ve Ahlaki Değerin Genişlemesi

Yeni yaklaşımlar, etik bağlamında üç önemli genişleme sunar:

  • İnsan-Dışı Aktörler: Aktör-Ağ Teorisi ve Yeni Materyalizm, bir nehrin, bir virüsün, bir algoritmanın veya bir plastik parçacığının da eyleyiciliğe sahip olduğunu savunur. Bu, ahlaki bir kararı alırken sadece insan niyetlerini değil, bu insan dışı aktörlerin de davranışlarını ve potansiyel etkilerini hesaba katmamız gerektiği anlamına gelir. Etik artık sadece insan iradesiyle sınırlı değil, bu karmaşık ağın bir parçası olarak görülür.
  • "Değer"in Yeniden Tanımlanması: Klasik çevre etiği, bir türün içkin değerini (kendine özgü, insanla ilişkili olmayan değeri) savunurken, yeni felsefeler bu değeri daha dinamik ve ilişkilere dayalı hale getirir. Değer, bir nesnenin doğuştan gelen bir özelliği olmaktan çıkıp, o nesnenin içinde bulunduğu ilişkiler ağının bir sonucu olarak görülür.
  • Sorumluluğun Dönüşümü: Sorumluluk, sadece "koruma" veya "kullanma" eylemlerimizle sınırlı değildir. Antroposen felsefesi, insanlığın gezegenin geleceği üzerindeki devasa ve kalıcı etkisinin bilincinde olmanın yarattığı varoluşsal bir sorumluluğu işaret eder. Bu, artık sadece "doğaya zarar vermememiz" değil, yarattığımız sistemlerin kendisinden sorumlu olmamız gerektiği anlamına gelir.

2. Etik Paradokslar ve Yeni Çelişkiler

Ancak, bu yeni yaklaşımlar etik anlamda yeni paradokslar da yaratır:

  • Ontolojik Düzleştirme ve Etik Hiyerarşi: Karanlık Ekoloji gibi yaklaşımlar, tüm nesnelerin eşit olduğunu savunurken, pratik bir sorunla karşılaştığımızda (örneğin bir insan hayatı mı, bir arı kolonisi mi daha değerli?) etik bir hiyerarşiye ihtiyaç duyarız. Bu, teorik iddia ile pratik karar verme arasında bir gerilim yaratır.
  • İnsan-Merkezciliğin Devamlılığı: Sympoiesis gibi kavramlar, insanı merkezin dışına taşımayı amaçlasa da, bu tartışmaları yürüten ve geleceğe dair vizyonlar oluşturan yine insandır. Bu durum, insan merkezciliğin tamamen aşılamadığına dair sürekli bir eleştiriye yol açar.

Sonuç olarak, 21. yüzyıl çevre etiği, artık sadece ahlaki bir eylem kılavuzu olmaktan çıkıp, doğayla olan temel ontolojik ve varoluşsal ilişkimizi sorgulayan, daha karmaşık ve eleştirel bir düşünce alanına dönüşmüştür. Bu yeni içerik, çevresel krizi aşmanın, sadece doğru kararlar almakla değil, aynı zamanda düşünce biçimimizi temelden değiştirmekle mümkün olabileceğini göstermektedir.

Yeni Felsefelerin Önerdiği Yaklaşım

Bu yeni felsefeler, doğrudan bir "yasa" veya "motto" yerine, daha çok tutumlar ve düşünce biçimleri önerirler:

  1. "Eşitlik" Değil, "İlişki" Odaklılık: Yeni felsefe, nesnelerin ahlaki olarak eşit olduğu fikrinden yola çıkarak, eylemlerimizi bu yeni ontolojik anlayışa göre şekillendirmemizi ister. Bir nehrin kirletilmemesi gerektiğini savunan argüman, artık sadece insan sağlığı için değil, nehrin kendi içkin eyleyiciliği ve varoluşu nedeniyle de geçerlidir.
  2. Müdahale Etmekten Kaçınma: Timothy Morton, teknolojik müdahalelerle sorunları çözme yaklaşımını reddeder. Bu, "zarar verene ödetme" gibi rasyonel politikaları bile kısmen reddetmek anlamına gelebilir. Onun yaklaşımı, sorunla birlikte yaşama ve onun dinamiklerini anlamaya dayalı daha pasif bir tutumu teşvik eder.
  3. İnsan-Dışı Aktörleri Dinlemek: Yeni materyalist etik, ahlaki bir karar alırken yalnızca insan sesini değil, suyun akışını, toprağın kimyasal tepkilerini veya bir algoritmanın çıktısını da "dinlememizi" önerir. Bir karar, bu insan-dışı aktörlerin de eyleyiciliğini ve direncini dikkate alarak alınmalıdır.

Dolayısıyla, bu yeni felsefeler, bir "yap" ya da "yapma" listesi sunmaktan çok, dünyayı farklı görmemizi sağlayan bir düşünce dönüşümünü amaçlar. Bu dönüşüm, nihayetinde, daha az yıkıcı ve daha saygılı bir ilişki biçiminin kendiliğinden ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

📘 Çevre Etiği – Türkçe Kaynakça (Akademik Format)

📌 1. Kitaplar

  • Gülersoy, A. E. & Dursun, E. (2023). Çevre Etiği Yaklaşımları ve Akımları. Ankara: İksad Yayınları

  • Rolston, H. (2005). “Doğanın İçsel Değeri” (çeviri) – Felsefe Tartışmaları, 38, 55–70.

  • Des Jardins, J. R. (2013). Çevre Etiği: Çevre Felsefesine Giriş (çeviri) – Ayrıntı Yayınları.

📌 2. Akademik Makaleler

  • Omay, M. (2019). “Çevre Etiği ve Asıl Değer.” 1. İstanbul Uluslararası Coğrafya Kongresi Bildiri Kitabı, 11–22

  • Yıldız, E. (2021). “Ekolojik Etikte Holmes Rolston’un Yeri.” Çevre ve Toplum Dergisi, 12(1), 55–72.

  • Kahraman, S. (2020). “Çevre Etiği ve Antroposen.” Felsefe Dünyası, 71, 33–49.

📌 3. Tezler

  • Kahraman, S. (2020). Holmes Rolston’un Ekolojik Etik Yaklaşımı. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi.

  • Demir, B. (2022). Çevre Etiği ve Ekolojik Siyaset. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi.

📌 4. Dijital Kaynaklar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder