Alain Badiou (1937)
Paris'teki Uluslararası Felsefe Okulu'nda ve École Normale Supérieure'de dersler vermektedir. Akademik kariyerinin yanı sıra siyasal alandaki militan kişiliğiyle de tanınır. Uzun bir süre Fransız Genç Komünistler Birliği'nin önde gelen üyelerinden biri olan Badiou, halen L'Organisation Politique içinde siyasal mücadelesini sürdürmektedir. Birçok roman, oyun ve deneme de kaleme almış olan yazarın başlıca eserleri şunlardır: Théorie du sujet (1982; Özne Teorisi), L'Être et l'événement (1988; Varlık ve Olay), Manifeste pour la philosophie (1989; Felsefe İçin Manifesto, Aralık, 2005), L'Éthique (1993; Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Metis, 2004), Deleuze (1997), Saint Paul. La fondation de l'universalisme (1997; Aziz Paulus. Evrenselciliğin Temeli), Petit Manuel d'inesthétique (1998), Le Siècle (2005; Yüzyıl). Badiou: Etik Üzerine Özellikle Nazizm sonrasında yeni bir kimliğe bürünen etik kavramı, günümüz dünyasına gelinene değin düşün alanında gitgide daha fazla yer kapladı. Her şeyden önce insan hakları alanıyla bağlantılı olarak önümüze gelen bu kavram, tıp, medya, hukuk vb. alanlarda da sık sık tartışma konusu oluyor. Söz konusu tartışmalarda genellikle neyin etiğe uyduğu, neyin uymadığı, şu ya da bu tikel alanın etiğinin nasıl olması gerektiği üzerinde duruluyor. Ama etik kavramının kendisi sorgulanmıyor, sorgulansa dahi ürkekçe dokundurmaların ardından Kant'a kadar uzanan bir dizi referans vermekle yetiniliyor. Peki bunun ötesine geçilebilir mi? Alain Badiou bunu amaçlıyor. Badiou, aralarında başarılı oyun ve romanların da bulunduğu yirmiden fazla kitabın yazarı. Paris'te bulunan Ecole Normale Supérieure ve Collège International de Philosophie'de felsefe dersleri vermenin yanı sıra, matematikten sanata, radikal siyasete kadar pek çok alanda uğraş vermekte. 1993 yılında yazdığı ve çok yakında Metis Yayınları'ndan çıkacak olan Etik adlı eseriyle, hümanizme saygıda kusur etmeyen tüm çağdaş düşünürlerle bir hesaplaşmaya girişir yazar. Etiğin Öteki ile ilgili olduğu yolundaki adeta evrensel sayılan savı reddederek, “Ötekini tanımaya dayalı her türlü etik hüküm kesinlikle terk edilmelidir,” der. Çünkü ona göre gerçek etik, ancak özgül bir durum içinde ve ayrıştırıcı olmakla birlikte esasen farklılıklara karşı kayıtsız olan, ötekinin kendisiyle, öteki olarak ötekiyle “ilgilenmeyen” özneler içeren koşullarda ortaya çıkabilir. Günümüzdeki insan hakları etiği anlayışını tüm ikiyüzlülüğü içinde gözler önüne sererken bu anlayışın felsefi arkaplanında duran Kant'ın konumunu da irdeler. Söz konusu anlayışa göre “etik meseleleri insan hakları ve insancıl eylemler meselesine indirgeme kudretine”, daha net bir ifadeyle “kendini kurban olarak tanıma kudretine” sahip evrensel bir insan öznesi mevcuttur. Badiou bu bakışı, insanı düpedüz canlı bir organizma düzeyine indirgediği için reddeder: “Elbette ki insan bir hayvan türüdür. Ölümlü ve yırtıcıdır. Ama bu özelliklerin hiçbiri insanı canlılar dünyası içinde ayrı bir yere koyamaz. Cellat olarak insan sefil bir hayvandır, ama kurban olarak da daha değerli bir şey olmadığını buna ekleme cesaretini göstermemiz gerekir… Zindanların ve kampların işkencecileri ile bürokratları, kurbanlarına kendileriyle, yani besili canilerle hiçbir ortak yanı olmayan, mezbahaya gidecek hayvanlar gibi muamele edebiliyorlarsa, bunun nedeni kurbanların gerçekten de böyle hayvanlaşmış olmalarıdır.” Yazar Etik'te bunun yerine ölümsüz insanı koyar, yani insanın, kendini “koşulların onu maruz bırakabileceği hayvan-olma ayartısına karşı koyabilen biri olarak olumladığı anda sahip olduğu ölümsüzlük kimliğini.” Badiou ikinci olarak günümüzde “Kötü'nün tanımlanması üzerine kurulu” olan etik mutabakatın, insanları olumlu bir İyi fikri etrafında birleştirmeye yönelik her türlü çabayı mahkûm etmesi üzerinde durur. Her kolektif İyi iradesinin Kötü'yü yarattığı iddiasına açık bir şekilde karşı çıkarak, “[İnsanın] İyi'yi hayal etmesini, kolektif güçlerini ona adamasını, bilinmeyen imkânları gerçekleştirmek için çabalamasını, mevcut olandan radikal bir biçimde koparak olabileceği düşünmesini yasaklamak, ona insanlığı yasaklamaktır,” der. Üçüncü olarak da, kurbanlardan oluşan şekilsiz kalabalıklar varsayan etik anlayışın durumların tekilliğini düşünmeyi engelleyerek yol açtığı insanlık dışılığı vurgular. Bu noktada verdiği bir örnek çarpıcıdır. “Etik” savunucusu bir doktor, genel olarak hastaların durumu için her türlü müzakerede bulunacaktır. Ancak sigortası ya da parası olmayan bir hastanın hastane kapısından çevrilmesini kabullenmekte güçlük çekmeyecektir. Burada gözardı edilen şey ortada tek bir tıbbi durum olduğudur. Badiou'nun felsefi anlayışını en kaba haliyle tarif etmek gerekirse, her durumdaki radikal yenilenme potansiyelini sergileme ve anlamlandırmaya çalıştığı söylenebilir. İnsanın eylemde bulunduğu alanı birbiriyle çakışabilen, ancak kesin olarak ayrı bulunan iki alt-alanda inceler. Bunlardan birincisi “sıradan” yani onaylanmış bilgilerin, yerleşik çıkarların ve farkların bulunduğu alan, ikincisi de “istisnai” yani kendilerini bir hakikatin özneleri olarak gören sayılı insanların eylemleriyle varlığını sürdüren yenilikler alanı. Sıradan alan aslen sabittir, mevcut durumu tahakküm altında tutan ve yönlendirenlerin çıkarlara göre oluşturulmuştur. Badiou bunu “durumun statükosu” olarak adlandırır. Öte yandan istisnai alana, bir başka deyişle “hakikatler alanına” ulaşmak, tam da bu statükonun mevcut durum üzerindeki tahakkümünü saptayan ve aynı zamanda bu tahakkümden kaçmayı başaran bir yordam sayesinde mümkün olur. Söz konusu yordam tamamen özneldir. Ama etkisi ve hitap ettiği alan bakımından kesinlikle evrensel bir yeniliğe ya da kopuşa işaret eder. Badiou'ye göre “bir hakikat, içkin bir kopuştur... 1792 Fransız Devrimi, Héloïse ile Abélardus'un buluşması, Galileo'nun fiziği yaratması, Haydn'ın klasik müzik üslubunu icat etmesi... Schönberg'in on iki tonlu gamı icat etmesi” bu tür kopuşlardandır. “ ‘Schönberg' adıyla bilinen müziksel olaya sadık olan Berg ve Webern sanki hiçbir şey olmamış gibi fin-de-siécle neo-Romantizmini sürdüremezlerdi. Einstein'ın 1905 tarihli metinlerinden sonra, eğer bu metinlerin radikal yeniliklerine sadıksam, klasik çerçevesi içinde kalarak fizikle uğraşmaya devam edemem. Bir olaya sadakat, (ister siyasi, ister aşksal, ister sanatsal, ister bilimsel olsun) olayın gerçekleştiği özgül düzen içinde meydana gelen (hem düşünülmüş hem uygulanmış) gerçek bir kopuştur.” Hakikat sürecini teşvik eden şey –Badiou'nün deyişiyle “olay”– mevcut durumun egemen dili ve yerleşik bilgileri açısından bir anlam taşımaz, yani hakikat süreci mevcut durumun kurumsallaşmış bilgilerinden farklı türdendir. Badiou günümüz etiğinin içini boşalttıktan sonra, çok daha farklı bir etik, bir hakikatler etiği önerir. Hakikatler etiği dediği şey, bir hakikat sürecinin devamını sağlayan ilkedir. Bu etikte daima tek bir soru vardır: “Biri olma sıfatımla, kendi varlığımı aşmayı nasıl sürdüreceğim? Bildiğim şeyleri, bilinmeyene yakalanmanın etkileri üzerinden tutarlı bir biçimde birbirine nasıl bağlayacağım?” Hakikatler etiğinin amacı “dünyayı bir Yasa'nın soyut egemenliğine tabi tutmak ya da dışsal ve radikal bir Kötü'ye karşı mücadele etmek” değildir. Aksine, “hakikatlere gösterdiği sadakat yoluyla Kötü'yü –tam da bu hakikatlerin dublörü ya da karanlık yüzü olarak gördüğü Kötü'yü– savuşturmaya çabalar.”
Badiou hakikatler etiğinin “devam et” buyruğuna, yakalanmış olan hakikate sadakat gösterilmesini etkiyebilecek bozulma biçimlerine “kötülük” adını verir. Söz konusu kötülük hakikati saptıran başlıca üç biçimden birinde kendini gösterebilir. Bunlardan ✅ilki ihanet, yani devam ettirilmesi zor gelen bir sadakatten vazgeçmektir. Sadakatin zorunlu kıldığı yaşam biçiminden yorulma, kurulu düzenden gelen baskıya boyun eğme ya da düzenin bir parçası olmanın sunduğu avantajların cazibesine kapılma gibi nedenlerle ortaya çıkan bu vazgeçişi Badiou'nün “ihanet” olarak adlandırması anlamlıdır. Hakikatin bilincine varması sonucu kurulu düzenden kopan bir kişinin bu hakikate sadakat göstermeyi artık bırakmasını “kopuştan kopma” olarak görür. Dolayısıyla birey içsel tutarlılığını sağlamak adına, daha önce kurulu düzene karşı aldığı tavrı şimdi hakikatin ta kendisine karşı almak durumunda kalacaktır.✅ İkinci kötülük biçimi bir olayı, yani mevcut durumun boşluğuna doğan ve yeni bir dengeyi ima eden hakikati sahtesiyle karıştırmaktır ki yirminci yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan, Hitler'in ünlü “nasyonal sosyalizmi” bunun en iyi örneğidir. Sahte bir hakikatin hitap alanı sahicisinde olduğu gibi evrensel değil, belli bir cemaate, halka ya da ülkeye yöneliktir; dolayısıyla mevcut durumun boşluğuna doğduğu iddiasında bulunurken, aksine tam da bir doluluk içine yerleşmiştir, aslında yeni bir durumu değil, mevcut olandan da eski bir durumu ima eder. Nitekim Almanya'da varılan nokta faşizm olmuş, Sovyetler tarafından durdurulana kadar dünyayı kasıp kavurmuştur. ✅Üçüncü kötülük biçimi ise adlandırılamayanı adlandırma, yani bir hakikatin totaliter ve kayıtsız şartsız egemenliğini dayatmadır. Hakikati devam ettiren öznenin nihai bir hakikat düzeni dayatma ayartısına direnememesi halinde bir Pol Pot Kamboçyasında olduğu gibi ölümcül sonuçlara gidilebilir.
Kısacası Badiou'nün hakikatler etiği doğruyla yanlışı karıştırmamayı, doğruya ihanet etmemeyi, totaliter bir hakikati dayatma ayartısına kapılmamayı ön plana koyar. Badiou bir hakikati, uğruna eyleme geçilmesi gereken önceden verili aşkın bir norm olarak değil, bir üretim olarak tasarlar. Bunun anlamı da hiç kimsenin, hakikati bildiği için, kendisini onun nasıl bilinmesi gerektiğini söyleyecek kişi olarak koymasının mümkün olmadığıdır.Cogito <Sayı: 38 Güz 2003> Bülent Doğan Cogito, YKY |
📌 Badiou’nun Yapıtlarında
Marksist Damar
1. Erken Dönem (1960’lar–70’ler)
- Siyasal
Militanlık: PSU (Birleşik Sosyalist Parti) kurucularından; 1968
sonrası Maoist örgütlerde aktif.
- Metapolitika:
Politikanın özünü, devlet ya da parti aygıtından değil, olay ve
kolektif özneleşmeden türetir.
- Bu
dönemde yazdığı metinlerde Marx, Lenin ve Mao’ya doğrudan referanslar
vardır.
2. Théorie du sujet (1982)
- Burada
özne kavramını sınıf mücadelesi ve devrimci kopuş bağlamında
yeniden kurar.
- Althusser’in
“öznesiz süreç” anlayışına karşı, özneyi olaya sadakatle şekillenen bir
aktör olarak tanımlar.
- Maoist
etkiler çok belirgindir: özne, çelişkilerin içinden doğar.
3. Being and Event (1988)
- İlk
bakışta matematiksel ontoloji gibi görünür, ama Marksist damar şuradadır:
- “Bir
yoktur, yalnızca çokluk vardır” → kapitalist ideolojinin “birlik”
yanılsamasına karşı.
- Olay
→ devrimci kopuşun ontolojik modeli.
- Sadakat
→ devrimci öznenin sürekliliği.
- Marx’ın
“tarihsel kopuş” fikri, burada matematiksel bir düzleme taşınır.
4. Logics of Worlds (2006)
- Olay-sonrası
dünyaların nasıl kurulduğunu tartışır.
- Marksist
damar: devrimden sonra yeni bir düzenin inşası sorunu.
- Lenin
ve Mao’nun “devrim sonrası devlet” tartışmalarıyla paralellikler kurulur.
5. Komünizm İdeası
- Badiou
için komünizm bir program değil, bir fikirtir.
- Bu
fikir, tarihte tekrar tekrar ortaya çıkan bir hakikat prosedürüdür
(1871 Paris Komünü, 1917 Ekim Devrimi, 1966 Çin Kültür Devrimi).
- Marksist
damar burada en çıplak haliyle görünür: eşitlik, kolektivite, evrensellik.
6. Politik Yazılar ve Söyleşiler
- Metapolitics
(1998), The Communist Hypothesis (2009), Our Wound is Not So
Recent (2016) gibi eserlerde doğrudan Marksist bir dil kullanır.
- Kapitalizmi
“gezegen çapında oligarşi” olarak tanımlar.
- Lenin’i
modern çağın en büyük devrimci düşünürlerinden biri olarak savunur.
🌱 Özet
- Ontolojik
eserlerinde (Being and Event üçlemesi) Marksist damar → olay, kopuş,
özne, sadakat kavramları üzerinden.
- Politik
yazılarında Marksist damar → komünizm fikri, Lenin ve Mao savunusu,
kapitalizm eleştirisi üzerinden.
- Sanat
ve aşk üzerine yazılarında bile Marksist damar → hakikatin kolektif,
evrensel ve eşitlikçi doğasında.
📌 Badiou’nun Etik’teki
Hakikat Anlayışı
1. Evrensel Hakikatler
- Badiou’ya
göre etik, “öteki”ne duyulan merhamet ya da “insan hakları” söylemiyle
sınırlanamaz.
- Gerçek
etik, evrensel hakikatlerin ortaya çıkışı ve sürdürülmesiyle
ilgilidir.
- Hakikatler,
belirli bir olaydan doğar ve herkese hitap eder (örneğin: bir devrim, bir
bilimsel keşif, bir aşk karşılaşması, bir sanat eseri).
2. Hakikat Prosedürleri
- Hakikat,
dört alanda ortaya çıkar: bilim, sanat, politika, aşk.
- Bu
alanlarda bir “olay” gerçekleştiğinde, özne bu olaya sadakat
göstererek hakikati sürdürür.
- Etik,
işte bu sadakatin etiğidir: hakikate bağlı kalma, onu sürdürme.
3. Kötülük = Hakikatten Sapma
- Kitabın
alt başlığında da vurgulanan “kötülük” kavramı, Badiou’ya göre hakikatten
sapma biçimleridir:
- İhanet
→ Olaydan doğan hakikate sadık kalmamak.
- Felaket
(disaster) → Hakikati mutlaklaştırıp totaliterleştirmek (örneğin
devrimci hakikati “tek hakikat” ilan edip baskıya dönüştürmek).
- Simulakrum
→ Hakikat olmayan bir şeyi hakikatmiş gibi sunmak (örneğin faşizmin
“hakikat” iddiası).
4. Etik = Sadakat Etiği
- Dolayısıyla
etik, “acı çeken ötekine merhamet” değil, hakikate sadakattir.
- İnsan,
hayvansal varoluşunun ötesine ancak hakikate sadık kaldığında çıkar.
- Bu
sadakat, özneyi “ölümsüz” kılar: yani sıradan biyolojik varoluşun
ötesinde, evrensel bir hakikatin taşıyıcısı haline getirir.
🌱 Özet
- Hakikat:
Evrensel, olaydan doğan, herkese hitap eden süreç.
- Etik:
Hakikate sadakat.
- Kötülük:
Hakikatten sapma (ihanet, felaket, simulakrum).
- İnsan:
Ancak hakikate sadakatle “ölümsüz” bir özne olabilir.
Alain Badiou’nun Felsefi Temel Yapıtları
|
Yıl |
Eser (Fransızca) |
Türkçe / İngilizce Karşılığı |
Notlar |
|
1969 |
Le Concept de modèle |
Model Kavramı |
Matematiksel mantık ve model teorisi üzerine; erken dönem. |
|
1982 |
Théorie du sujet |
Özne Kuramı |
Lacan ve Althusser etkisiyle özne kavramını yeniden kurar. |
|
1988 |
L’Être et l’événement |
Varlık ve Olay (Being and Event) |
En önemli eseri; ontolojiyi küme teorisiyle temellendirir,
“olay” kavramını ortaya koyar. |
|
1998 |
Petit manuel d’inesthétique |
Estetik Üzerine Küçük El Kitabı (Handbook of
Inaesthetics) |
Sanat ve hakikat ilişkisini tartışır. |
|
2006 |
Logiques des mondes |
Dünyaların Mantıkları (Logics of Worlds) |
Being and Event’in devamı; olay-sonrası durumları
inceler. |
|
2009 |
Second manifeste pour la philosophie |
Felsefe İçin İkinci Manifesto |
Felsefenin hâlâ mümkün olduğunu savunur; çağdaş
Platonculuk. |
|
2012 |
L’Antiphilosophie de Wittgenstein |
Wittgenstein’ın Anti-Felsefesi |
Antifelsefe kavramını işler. |
|
2018 |
L’Immanence des vérités |
Hakikatlerin İmmanansı (The Immanence of Truths) |
“Hakikatler sonsuzdur” tezi; Being and Event
üçlemesinin son halkası. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder