N.Hartmann

Nicolai Hartmann
(1882-1950) XX. yüzyılın ilk yansında Alman felsefesini oldukça etkileyen, öğrencisi Takiyettin Mengüşoglu aracılığıyla Türkiye'deki felsefenin yol alişında da dolayli etkileri bulunan, "yeni varlıkbilgisi" akımı ve öğretisinin başlıca kurucusu Alman fılozof Hartmann 'ın çizdiği düşünsel yörünge daha ilk bakışta çağdaşı Heidegger 'inkine yakından benzemektedir. Nitekim işe öncelikle bilgi ile bilginin temelleri sorusuna yönelik Yeni Kantçı ilgilerine son vererek başlayan Hartmann, daha sonra "varlıkbilgisi", yani varlıkların Varlığı sorununa yönelmiştir.

Ama Heidegger 'in tam tersine bu bağlamda insanlara ya da "Dasein"a herhangi bir öncelik tanımamıştır. "Eleştiricilik uykusundan uyanması" ile birlikte Hartmann , aşkınsal idealizm, aşkınsal ben, pratik usun önceliği gibi pek çok Kantçı öğretiyi reddetmiştir. Bilginin varolan bilgiyi üretmediğini, bilinenleri de değiştiremeyeceğini gerekçe göstererek, bilgi kuramının kimi Yeni Kantçılar'ın sandığı gibi felsefenin tek uğraş alanı olmadığını savunmuştur. Hartmann' a göre asıl araştırılması gereken varlık; bilinen nesneler ile o nesneleri bilenin varlığıdır.

Yine de Hartmann 'ın Kantçılığı bütünüyle enson anlamda reddetmediği aşağıdaki sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır: "Filozoflar birtakım dizgeler kurmuşlar, belli sorunlar üzerine kafa yormuşlardır. Ama tam da seçtikleri dizgeden ötürü birtakım saçma sonuçlara ulaşmışlardır. Dizgeler reddedilmelidir; onlar geçmişte kalmış şeylerdir. Ancak sorunlar ölümsüzdürler fılozoflar da önerdikleri çözümlerle bu sorunlara kalıcı katkılarda bulunmuşlardır. Bu katkılardan biri Kant 'ın deneyimimizin kategorilerden oluştuğu yönündeki düşüncesidir. Kategorilerin öznel oldukları çıkarımında bulunan Kant, deneyimimizin şeylerin kendilerine uygulanamaz olduğunu göstermiştir." Kategorilerin hem bilişimizde hem de kendinde şeylerde bulunduklarını öne sürmesi Hartmann 'ın Kant ' tan ayrıldığı temel noktadır. Nitekim tam bu temel ayrılık noktasında Hartmann , etkileri özellikle görüngübilim geleneğinde son derece yakından duyumsanacak yeni bir varlıkbilgisinin temellerini atmıştır.
Kategorilerin hem bilişimizde hem de kendinde şeylerde bulunduklarını öne sürmesi Hartmann 'ın Kant 'tan ayrıldığı temel noktadır. Nitekim tam bu temel ayrılık noktasında Hartmann , etkileri özellikle görüngübilim geleneğinde son derece yakından duyumsanacak yeni bir varlıkbilgisinin temellerini atmıştır.

Hartmann 'a göre kendilikler aralarında bir düzeyler sıradüzeni oluşturmaktadır. En alt düzeyde uzay ile nedensellik kategorilerine konu fiziksel kendilikler bulunmaktadır. Bunların üstünde organik kategorilere konu bitkiler bulunmaktadır. Bitkilerden sonra gelen, bilinç ya da amaç gibi kategorilere konu çeşitli hayvan yaşamı formlarıdır. En sonra da toplumsal ve kültürel yaratılarıyla, Hegel'i alıntılayarak nitelendirdiği "nesnelleşmiş tin" olarak insanlar gelmektedir. Bu düzeyler ya da varlık katmanları çeşitli biçimlerde birbirleriyle ilintilidirler ama alttaki kendilikler hiçbir zaman için üsttekileri oluşturamazlar. Bu anlamda sözgelimi salt maddeden oluşan kendilikler bir bitkinin, hayvanın ya da insanın hiçbir bölümünde yer alamaz. Ne var ki bunun tam tersine yüksek bir varlık düzeyindeki kendilik daha aşağı düzeydeki bir kendilikte ya da ona karşılık gelen kategorilerde zorunlu olarak bulunmaktadır. Bu arı varlıkbilgisel ayrım doğrultusunda Hartmann, değerler alanını nasıl temellendirilmesi gerektiği sorusuna yönelmiştir.


Nitekim Hartmann 'ın felsefeye yaptığı en büyük katkı hiç kuşkusuz "değer- bilgisi" alanında kendisini göstermektedir. Hartmann , en genel anlamda söylenecek olursa, değerlerin ne Kant 'ın düşündüğü gibi ussal istencin yaşamasına dayalı olarak varolduklarını, ne de herhangi bir biçimde ahlâksal "yapmalısın" buyruğunca temellendirilebilir olduklarını düşünmektedir. Değerler, aynı matematik ile mantık doğruları gibi nesnel bir özler alanı oluşturmaktadırlar; dahası aynı onlar gibi a priori olarak keşfedilmeleri olanaklıdır. Değerler bu anlamda Hartmann'a göre karmaşık sıradüzenli bir dizge oluşturmaktadır. Tıpkı varlıkbilgisinde olduğu gibi, daha yüksek değerlerin gerçekleşimi, daha düşük değerlerin, yani öncelikle ahlâksal olmayan ya da en yalınkat olan değerlerin gerçekleşimine dayalıdır.

Bu anlamda Hartmann 'a göre ilişki önce aile değerlerine sahip çıkılmadan ya da toplum yaşamındaki ödevler yerine getirilmeden herhangi bir biçimde "aziz" olunması olanağı yoktur. Bununla birlikte değerler kendi aralarında bir çatışma yaşayabilirler. Nitekim böyle özel durumlarla karşılaşıldığında doğru eylemin ne olduğunu belirlemek için yapılması gereken, farklı değerlerle çoğunlukla birbiriyle çatışan erdemler arasında bir değer bileşimi oluşturmaktır. Değerlerin insan eylemleri olmadan gerçekleştirilmelerinin olanaklı olmadığını savunan Hartmann , değerlerin enson gerçekleşimine kefil olabilecek insanüstü bir güç olmadığına inanmaktadır. Bu bağlamda insanın .olmadığı bir dünyada değer ile anlamın varlığı da söz konusu değildir. Eğer bunun tersi gerçek olsaydı, Hartmann 'a göre insan özgürlüğü çok büyük ölçüde sınırlanmış olacaktı. Bu durumda önceden gaçekleştirilmiş değerleri gerçekleştiremeyeceğimiz gibi, değerlerin enson anlamda gerçekleştirilmeleri de söz konusu edilemezdi; çünkü bengisel anlamda değerlerin gerçekleşmesi Tanrı'ya özgü bir yetiyi zorunlu kılacaktı.

Hartmann 'ın felsefı düşünceleri ile XX. yüzyıl Alman düşünürleri arasında yakın benzerlikler söz konusudur. Sözgelimi, bir yandan Scheler gibi nesnel değerlerin varlığına inanan Hartmann , öte yandan Heidegger gibi varlığın bilgiden önce geldiğini düşünmektedir. Bununla birlikte aralarında birtakım ayrımlar da yok değildir. Scheler de Heidegger de kendilerini felsefenin akış yönünü değiştirme savıyla ortaya çıkmış birer devrimci olarak görmüşlerdir. Buna karşı, Hartmann 'a göre felsefe açıkça demirbaş, başsız sonsuz sorunların çözümüyle ilerlemektedir. Bu anlamda felsefe, felsefe için yapılmak zorundadır; yoksa Heidegger'in belirttiği üzere yaşama ya da varoluşa yazılmış ya da yazılacak bir önsöz değildir felsefe. Bu açıdan bakıldığında, Hartmann için herhangi bir özne tasarımına, "Dasein"ın Heidegger felsefesinde taşıdığı öncelik gibi varlıkbilgisel bir öncelik tanınamaz.

Heidegger düşüncelerinde yukarıdan aşağıya doğru ilerlerken, Hartmann tam tersi yönde ilerlemeyi doğru görerek daha aşağıda olan varlık katmanlarından başlayarak giderek daha yukarıdakilere yönelen bir düşünme yordamını benimsemiştir. Sözgelişi "gerçek zaman", fıziksel nesneler ile olayların meydana geldiği birlik içinde akan zamandır. Buna karşı insan farkındalığına karşılık gelen "yaşama zamanı", gerçek zamanı içine yerleşmiş olmakla birlikte onun doğasını belirlemek gibi bir yeti taşımamaktadır. Nietzsche ile Kierkegaard 'ın en genel anlamda varoluşçu olarak nitelenebilecek görüşlerine karşı büyük bir duygudaşlık besleyen Hartmann , şaşırtıcı bır biçimde bu iki düşünürün düşmanı Hegel ' e de büyük bir yakınlık duymaktadır. Bu ilk bakışta çelişkili görünen durum gerçekte Hartmann 'ın önyargısız bir biçimde hangi düşünürde önemli gördüğü ne varsa alabilme yetisi taşıyan esnek bir felsefe konumu geliştirebilmiş olmasının başlıca nedenidir.

Hartmann'ın felsefece düşünüşünü serimlediği başlıca yapıtları şunlardır:
Yeni Kantçı Marburg Okulu'nda yer aldığı dönemin görüşlerini yansıtan ilk yapıtı Platon Logik der Seinı (Platon'a Göre Varlığın Manası, 1909);
Philosophıe Grund frageır der Biologie (Biyolojinin Temel Felsefe Sorunları , 1912);
Grundüge einerMetaphyrsik der Erkeırntnir (Bir Bilgi Metafiziğinin Temelleri , 1921);
Yeni Kantçılık' tan kopuşunun izlerinin iyice belirginleştiği iki ciltlik Die Philosophıe der Deutschen Idealismus (Alman İdealizminin Felsefesi , 1923-1929);
Ethik (Etik, 1926);
Dar Problem der geirtigeıı Sein (Tinsel Varlık Sorunu , 1933);
Fılozofların çoğunluk düşündüğünün tersine varlıkbilgisinin bilgikuramına değil de bilgikuramının varlıkbilgisine dayanması gerektiğinin temellendirilmeye çalışıldığı, bu amaçla da bir nesnenin düşüncesinin ya da bilgisinin olabilmesi için öncelikle o nesnenin varlığını zorunlu olduğunun savunulduğu Neue Wege der Ontologie (Varlıkbilgisinin Yeni Yolu , 1942)
Son olarak Philosophıe der Nature (Doğa Felsefesi , 1950).

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları-


Nicolai Hartmann ve Yeni Ontoloji (Varlıkbilim)

Varlık kuramı ya da felsefesi diye bilinen ve N. Hartmann (20 Şubat 1882, Riga - 9 Ekim 1950, Göttingen) tarafından yeniden temellendirilen ontoloji, bir bütün olarak varlığı ele alan ve varolanların en temel niteliklerini inceleyen bir felsefe dalıdır. Yalnızca varolması açısından, varolan olarak varolan üzerine kurulan bu öğreti Parmenides ’ten beri varolmakla birlikte, ontoloji sözcüğü çok daha yenidir. Varolanın varlığı ve genel varolma ilkeleri üzerine kullanılan ontoloji terimi ilk kez 17. yy.da (1646) J. Clauberg tarafından “metafizik” sözcüğüne yakın bir anlamda kullanılmış, daha sonra D’Alembert, “Discours préliminaire de l’Encyclopedie” (Ansiklopedi’nin Giriş Yazısı)’de varlıkbilimden bu anlamda söz etmiştir.  I.Kant, varlıkbilim sorununu felsefeden Tanrıbilime geçiş olarak ele almakla birlikte, varlığı olduğu gibi inceleme düşüncesine karşı çıkmıştır.  Çünkü ona göre varlık sorunu, bilginin koşullarının incelenmesine bağlı bir sorundur. Bununla birlikte varlıkbilimin felsefi bir yaklaşım olarak ele alınması Antik Yunan’a, Parmenides ve Herakleitos’a, özellikle de Aristoteles’e değin uzanır. Aristoteles, sonradan “Ta metaphysike” adıyla derlenen metninde işlediği ve “ilk felsefe” (prote philosophia) adını verdiği disiplin için, “varlığı varlık olarak ele almak; var olanların özü üzerine bilim” ifadesini kullanmıştır.  Ama Platon’un “idea” öğretisi ya da Sokrates öncesi doğa filozoflanın “arkhe” arayışları ontoloji alanındaki ilk bilgisel çabalar sayılabilir. Ortaçağda Anselmus, Aquinolu Thomasius; yeniçağ da Leibniz-Wolff, Kant ve günümüzde de E. Husserl, Heidegger, Sartre, Jaspers ve Quine gibi filozoflarca değişik açılardan ele alınıp işlenmiş ve farklı anlamlarda yorumlanmıştır.

Günümüz felsefesine, varlık metafiziği karşılığı olarak genellikle metafiziğin temeli anlamında Christian Wolff ’un yerleştirdiği bir terim olan ontoloji, bu bağlamda temel ilkeler bilimi anlamına gelmektedir. Çağımızda ontoloji, felsefe öğretimi çerçevesinde tarihsel olarak felsefenin gelişmesinde önemli bir rol oynayan temel bir disiplin biçiminde ele alınır. Bu bağlamda felsefenin bazı temel kavramları işlenirken ontoloji geleneği içinde geliştirilmiş kavramlara da başvurulur. Böylece ontoloji çağımızda bir öz bilimi olarak fenomenoloji ile bir arada işlenmiş, özellikle de değerler alanı için de olmak üzere varolanların bilgiden bağımsızlığını çıkış noktası olarak alan Nicolai Hartmann tarafından yeniden canlandırılmıştır. Bu bakımdan N. Hartmann’ın yeni ontolojisi eleştirel ve gerçekçi bir metafizik dizge olarak karşımıza çıkar. Nicolai Hartmann’ın başlıca yapıtlan şunlardır: Platos Logik des Seins (Platon’da Varlık Mantığı, 1909); Philosophische Grundfragen der Boilogie (Biyolojinin Temel Problemleri, 1912); Grundzüge einer Metaphysik der Erkenntnis (Bir Bilgi Metafiziğinin Temelleri, 1921); Die Philosophie des Deutschen Idealismus (Alman İdealizminin Felsefesi, 1923- 29, Il c.); Ethik (Ahlak Felsefesi, 1926); Das Problem des geistigen Seins (Tinsel Varlık Problemi, 1933); Neue Wege der Ontologie (Ontoloji’nin Yeni Yolu, 1942); Philosophie der Natur (Doğa Felsefesi, 1950); Esthetik (Estetik, 1953).

Yirmi beş yaşında felsefe doktorasını tamamlayan Nicolai Hartmann, hocası Paul Natorp ’un yerine 1920’de Marburg Üniversitesine profesör oldu. Önceleri yeni Kantçı iken sonra Marburg Okulunun “varlığı” bir bütün olarak açıklamaya elverişli olmadığı kanısına vararak, “bilgi”, “değer” ve “varlık” sorunlarına başka bir yöntemle çözüm bulmaya yöneldi. Ona göre felsefenin en önemli işi “aporia” larla uğraşmaktır. “Aporie” ya da “aporia”, çözümü olmayan sorun, bir sorunda çözüme varmanın olanaksızlığı durumu, çıkış yolunun bulunmayışı gibi anlamlara gelir. Antinomiler biçiminde ortaya çıkan problemlerin (aporia), birbirlerine dolanmış, karışmış bağlarını çözmek suretiyle onlara açıklık getirmek amaçlanır; çözüm için lehte ve aleyhteki kanıtlar serimlenir. Yunanca, “aporetikhos” tan gelen bu kavram, gidilecek yolun yokluğu, çözümsüzlük karşısında bir yolun, bir geçitin bulunmaması durumunu dile getirir. Genellikle de bu durum, fenomenlerin çözümlenişi sırasında güçlükler, çelişmeler, zıtlıklar, yani aporiler şeklinde ortaya çıkar. Bunlardan çözümleri olanaksız olanlara halis aporiler denir ve onlar herhangi bir temele sahiptirler ya da aittirler.

Epistemolojiyi ontolojiye indirgemiş olan Nicolai Hartmann, varlığın çeşitlilik içinde birliği olduğunu, yine varlığın tabakalarının (stratum, strata) ve varoluş tarzlarının (modus) bulunduğunu, fakat bunların hepsinin varlığa ait şeyler ve varlığın bir yüzü olduğunu savunmuştur. Ona göre felsefenin yöntemi, “betimleyici-fenomenolojik yöntem” ve “aporetik yöntem” olmak üzere iki biçimde odaya çıkar: İlki olguların fenomenolojik bir sunuluşunu, ikincisi de olguların örtük (implicit) çelişkilerinin aporetik bir tartışılmasını, irdelenmesini içerir. Nicolai Hartmann’da gördüğümüz bu “deskript(fenomenolojik yöntem” ile “aporetik yöntem” sayesin de o, betimsel olgular üzerinde fenomenolojik bir vurgulamada bulunarak felsefe sorunlarını ampirik sorunlara yaklaştırmayı amaçlar. Yine aynı biçimde o, antinomiler üzerindeki aporetik vurgulamasıyla varlığa ilişkin antinomileri mantıksal antinomilere yaklaştırmayı denemiştir. Onun ontolojiyi kavrayışının ve felsefe yönteminin çifte değerli “ambivalan” oluşu da bu yüzdendir. (Ambivalance: Karşıt değerde iki öğenin iki bileşenin birliği.  Aynı nesneye karşı duyulan, beslenen karşıt duygular: Sevgi ve nefret; öldürme ve yaşatma gibi.)

Nicolai Hartmann’ın felsefesi, “varlık”, “bilgi” ve “değer” sorunlarından yola çıkarak varlığın temelini kuran yasaları, varlık türleri arasındaki bağlantıyı, bu bağlantının oluşumunu; varlık alanının değişik nitelikler taşıyan ve aralarında birbirini gerekli kılan katlardan kurulu bir bütün olduğunu açıklamayı amaçlamıştır. Onun yeni ontolojisi varlığın tanımlanmasından çok açıklanmasına. birbirine bağlı varlık katlarının özelliklerini göstermeye önem verir. Varlık alanları kendi başına vardır, varlığı için kendi dışında bir nedeni gerektirmez.  Varlık alanları içinde “real varlık” ile ilgili olanı en  kapsamlıdır; bu bağlamda Hartmann’ın ontolojisi, reel varlığın sorunlarını içerir (reale ontologie).

Nicolai Hartmann’a göre, değişik nitelikler taşıyan varlık alanlarını kavrayabilmek için evren bir bölümüyle değil, bütünlüğüyle ele alınmalı; olgular ve olaylar arasındaki varlık bağlantıları araştırılmalıdır. Varlık, kendi bütünlüğüyle ortadadır ve iki temel kategorisi (belirleyici ilkesi) vardır. Birincisi, zaman ve mekan boyutlarının dışında kalan ve değişmeyen “ideal varlık” kategorisi, ikincisi ise mekan ve zaman boyutları içinde yer alan “real varlık” kategorisidir.

“Real varlık” değişir, “ideal varlık” ise değişmez. Ancak bu iki varlık alanı arasında, gene varlık koşullarından kaynaklanan ortak bir bağ bulunur. Real varlık organı olan “anlık” ın, ideal varlıklarla ilgili bilgileri edinmesi bu ortak bağ nedeniyledir. Örneğin gerçek bir varlık olan “kara tahta” nın üzerine ideal bir varlık olan üçgenin çizilerek yansıtılması, bu iki varlık kategorisi arasındaki bağlantıdan kaynaklanır. Varlık kategorileri, insanın bir buluşu değildir; varlığın yapısı gereği kendinde vardır ve bir bütünlük içindedir. Her varlık türü , araştırıcıya, hangi ölçülere göre davranabileceğini, sorunlara ne gibi bir tutumla yaklaşılacağını gösterir. Yöntem, araştırma konusu olan varlığın kendisindedir. Daha önceden benimsenen belli bir yönteme, araştırmada öncelik verildiği zaman varlık sorununa kesin bir çözüm bulunamaz.
Hartmann felsefesinin odak noktası varlığın bütün ayrıntılarıyla, türleriyle, genel yasaları ve özel kategorileriyle açıklanmasıdır. Varlık bir bütündür, öznenin karşısındadır ve özneye karşı ilgisizdir. Bütün ilgi varlığı kavrama ereğini güden, özneden gelir (süje---> varlık). Hartmann’a göre varlıkları “real varlık”, “ideal varlık” ayırımı ile birlikte, varlığın bir “varoluşu” (dasein ezistenila), yani varlığın. “burada”, “şurada” oluşu; birde varlığın bir öz’ünün (so sein assentia) bulunuşu söz konusudur; bu da varlığın “şöyle” ya da “böyle” olması demektir. Varoluşla öz birbirine bağlıdır; çünkü her varolan bir varoluştur ve öz ‘dür. Yani varlık bir yerde ve bir biçimdedir. Varlığın bir de varoluş biçimi (modus) söz konusudur. Varlık modusları (kipleri), “real” ve “ideal” kipler olmak üzere ikiye ayrılır ve yeni ontolojinin çekirdeğini bu konuların ele alındığı bölüm oluşturur. Varlıkla ilgili bütün betimlemeler, yasalar, tanımlar bu varlık moduslarından, bu kiplerden çıkarılır.

Varlığın yapısı sorunu-gelince, Nicolai Hartmann’a göre, “real dünya” ayrı yasaları ve yapısı olan, birbiri üstüne gelen dört varlık tabakasından kurulu bir bütündür (seinsstufen).

I. Katman
Cansız nesnelerin bulunduğu varlık alanı olup buna ‘inorganik tabaka ya da madde katmanı adı verilir Bu katmanı konu edinen bilim fiziktir, inceleyen ise algı” edimimizdir.  Maddeden oluşan bu alan tek katmanlıdır. Burada yer kaplama, düşme, ısınınca genişleme, soğuyunca büzülme gibi olgular geçerlidir

II. Katman Canlı varlıkların bulunduğu alandır, bu organik tabaka biyolojimn konusunu oluşturur Yaşamın geçerli olduğu bu alanı sezgi edimimiz irdeler.  Bitkiler alanı iki katmanlıdır, bitkilerde yer kaplama düşme, genleşme, daralma görülür. Yaşam alanında madde ile bağlantı vardır Yaşam alanının özelliği ise üreme (çoğalma) büyüme gelişme ve beslenmedir.

III. Katman:
Burası bilinçli varlıkların alanıdır ve bu alanla da psikoloji ilgilenir.Hayvanlar üç katmanlı varlıklardır, daha önceki iki varlık alanının özelliğini taşırlar Bu alanı bilinç edimimiz ile tanırız edim türümüz ise tanıma’dır

IV. Katman: Tinsel varlıkların oluşturdukları bu alanla da felsefe uğraşır. Edim alanımız tin ya da ustur ve bu alanda bilme edimi söz konusudur. İnsanın bulunduğu alan dört katmanlıdır, başka deyişle insan dört tabakalı bir varlık alanı oluşturur Önceki üç varlık alanının dışında insanda tinsel katmanın nitelikleri de bulunur. Bu, en özgür ama en güçsüz tabakadır.
Bu dört varlık tabakası birbirleriyle karışmış, kaynaşmış olmayıp, nitelik bakımından ayrılıklar gösterirler. Yalnız bu ayrılık, bu varlık alanlarının tümüyle birbirlerinden kopuk, birbirleriyle bağlantısız oldukları anlamına gelmez. En güçlü alan 1. varlık tabakası dır Bu katman, üzerinde taşıdığı öteki katmanlara gereksinme duymaz, oysa öteki tabakalar birinci katmanı gereksinirler. I. tabaka olan madde alanında algı, II. tabakada sezgi, III. katmanda tanıma ve son tabakada da bilme edimleri geçerlidir. Bu da, madde algıyla, yaşam sezgiyle, bilinç tanımayla, tin bilmeyle kavranır demektir.

Tinsel alan en özgür, ancak en güçsüz alan olup, bu tabaka bütün insan başarılarını, uygarlık ürünlerini, insandaki yaratıcı yeteneğin ortaya koyduklarını içine alır ve en geniş varlık ortamıdır. Özgürleşme aşağıdan yukarıya doğru genişler.



Nicolai Hartmann’a göre bilgi sorunu da bir varlık sorunudur. Bilgi kuramının iki temel kavramı vardır:
1) Kendinde varlık (obje):
Bir nesnenin varolması, ancak kişi için varolmaması demektir. Nesne vardır, kendi kendisiyle bir bütünlük oluşturur; bilen özneye kar şı ilgisizdir, çünkü ilgi, bilinçli özneden gelir.
2) Aşkın varlık (süje):
Geistig (tinsel) ve ideal (düşünsel) varlık alanı olup, bilinci aşan, onun dışında kalan, bir düşünce ya da tasarım gibi yalnız bilmem içinde bulunmayan, bağımsız bir nesneye yönelmedir. Bu nedenle de “bilgi aşkın bir edimdir” önermesi; bilginin, özneyi nesneye bağlayan, nesnenin öznece kavranmasının sağlayan bir edim olduğu nu açıklar. Burada gerçek özneyle kendinde varlık arasında bir iliş ki vardır. Özne bir bilinç varlığıdır, öğrenmek istediği nesneye yaklaşması belli bir amacı içerir. “Real dünya” ile “ideal dünya” ara sındaki boşluğu kapayan varlık “insan” dır. İnsan bir yanıyla real dünyaya, öteki yanıyla da ideal dünyaya bağlı bir varlıktır (Kant’ın etkisi).

Nicolai Hartmann’m ontolojisinin temelini oluşturan “olgular (fenomenler)”, Husserl’de olduğu gibi, içkin ve aşkın diye ikiye ayrılmaz, bir bütündür. Felsefe bu olguları betimlemekle, onların birer varlık olarak sınırlarını saptamakla işe koyulur. Betimleme (description), felsefe bakımından, incelemenin birinci basamağıdır. Hartmann’ın “Phönomenologie” adını verdiği bu birinci basamak, çözülecek problemin görülmesini, bir bütünlük içinde kavranmasını öngörür. İkinci basamak olan “aporetik” ise, bu biçimde kavranan problemin, çözümlenmek üzere ele alınıp, incelenmesi, felsefe bakımından bir kurma oluşturmayı gerekli kılan yerlerin saptanması, metafizik ile ilgili olanın olmayandan ayrılması demektir. Üçüncü basamak ise kuram (theorie) basamağıdır. Bu aşamada, çözümlenen soruna son biçimi verecek olan araştırmaya girişilir.

Üzerinde durulması, araştırılması gereken ne varsa ontolojinin konu edindiği doğadadır. Düşünmenin konusu “yok olan” değil, “varolan”, özne nin karşısında bulunan “nesne” dir. Kişiyi varlık sorunu ile yüz yüze getiren, onun ilgisini çeken bu nesnedir. Bütün varlık türlerinin bilinebilen bir yanı vardır; ontoloji, bu bilinebilen yanı konu edinir. Oysa eski metafızik, varlığın bilinemeyen yanıyla ilgilendiğinden, varlığın bilinemeyen yanını bilmeye çalıştığından verimli olamamıştır. İşte bu yüzden Hartmann’ın ontoloji’sine “real ontologie” adı verilmiştir.

Nicolai Hartmann “ahlak (etik)” alanına da ontoloji açısından yaklaşmış, Max Scheler ’in geliştirmiş olduğu değerler kuramından yararlanmış ve onları yeni bir yorumla düzenlemiştir. Hartmann’a göre, ahlak değerleri bağımsız bir varlık alanı oluşturur. İnsan bir “kişi” olarak tinsel varlık alanında ortaya çıkar ve onun bir özgürlüğü vardır. Yalnız insana özgü olan bu alanda tin üçe ayrılır:
1) Kişisel tin: Belli bir insanın tinidir.
2) Nesnel tin: İnsan bireylerini belli varlık biçiminde toplayan, bireyin üstünde bir toplumun oluşmasını sağlayan “reel güç”tür.
3) Nesnelleşmiş tin: İnsan yaratmalarının, insan buluşlarının oluşturduğu bir süreç niteliğindedir; diri, canlı değildir, ancak kişisel tini gereksinir. Bütün düşünce ürünleri, sanat yapıtları, kültür varlıkları bu nesnelleşmiş tinle ilgilidir ve o nesne-konu niteliği kazanmış bir bütündür. İnsanın gelişmesini, düşünmesini, yaratmasını sağlayan yalnız nesnel tindir. Dil, hukuk, ahlak, bilim, sanat, din bu nesnel tin ile oluşur. Bütün değerlerin ortaya çıktığı bir varlık alanında kişi, özgür istencine dayanarak özel bir tutumu benimseyebilir. Değerler, bütün varlık türlerinden bağımsızdır. Birey yeterince gelişmiş, güçlenmiş ise, nesnelleşmiş tinin etkisi karşısında kendi öz yapısını korur, bunu başaramazsa, yaratıcı gücü verimsiz bir duruma düşer.

Hartmann’a göre sanat yapıtları da nesnelleşmiş tin ile ilgilidir; sanat varlıklarım içeren alanla ilgili nesnelleşmiş tin iki katmandan kurulmuştur: 1) “Real ön plan”, 2) “İrreal arka plan”. Sanat ürünlerinde bütün açıklığıyla ortaya çıkan bu varlık katmanlarına göre, sanat yapıtının biri “iç”, öteki “dış” olmak üzere iki öğesi vardır. Dış öğeyi, sanat yapıtının ortaya çıkmasını sağlayan gereçler oluşturur. Yontuda, mimaride taş ya da mermer; yazın türlerinde yazı; müzikte çalgı aleti ve nota bu dış öğeyi oluştururlar. İç öğe ise, yapıtın özünü, anlamını, içeriğini, düşünce bakımından kapsadığı varlık ortamını oluşturur. Bir yapıtın ağırlığı, güçlü öğesi içte olursa onun “yüce” liği öne sürülür. Ağırlık dışta kalırsa yapıt sevilen, beğenilen, gönül okşayan bir nitelik taşır. Bu öğelerden biri gereğinden çok abartılırsa gülünç, değersiz, önemsiz bir durum ortaya çıkar.

Nicolai Hartmann’ın felsefesini toparlayacak olursak onun realiteye dayandırılmak istenen metafiziğinin yeni Kantçılık (Marbourg okulu) ile fenomenolojiden (Husserl) kaynaklandığını görürüz. Ona göre tasarımsal imge, bilinç aracılığıyla olduğu kadar bilinçdışı aracılığıyla da kavranabilir; çünkü bu imge, gerçeğe yönelen ve ona erişen eksiksiz bir edimin geçit yeridir. Hartmann, bilgi kuramını, şeylerin özü ile varoluşunun birbirine bağlı oldukları bir ontolojiye dayandırır. Betimsel olgular üzerindeki fenomenolojik uygulaması ile Hartmann, felsefe problemlerini ampirik problemlere yaklaştırmış; yine antinomiler üzerindeki aporetik vurgulayışı ile de onları mantık problemlerine indirgemeyi denemiştir. Yeni ontoloji akımının kurucusu olan Nicolai Hartmann, 20. yy.ın ilk yarısında Alman felsefesini geniş ölçüde etkilemiş, “Neue Wege der Ontologie”de (1942) (Ontolojide Yeni Yollar), ontolojinin bilgi kuramına değil, bilgi kuramının ontolojiye dayandığını; bir nesnenin düşüncesinin ya da bilgisinin olabilmesi için nesnenin varlığının zorunlu olduğunu savunmuştur. Bu cümleden yola çıkarak varlığı, “ideal” ve “real” varlık olarak ikiye ayırmış; reel varlığı da anorganik ta baka (cansız maddeler alanı; fiziğin konusu), organik tabaka (bütün canlı varlıklar alanı; biyolojinin konusu) ve tarihsel varlık tabakası (bilinçli varlıklar ve onların ürünleri; psikolojinin konusu) olmak üzere üç ayrı varlık alanına ayırmıştır. İdeal varlık tabakası ise ti sel varlık alanı olarak ortaya çıkmıştır; bu alanda insan ve değerleri vardır ve felsefenin konusuna girer.

Hartmann’da bu dört varlık tabakası birbirlerinden kopuk değildir. Tabakalar arasındaki ilişki, zaman, mek
ân, nitelik, nicelik büyüme, gelişme, denge, yaratıcılık, özgürlük gibi “kategoriler” aracılığıyla kurulmuştur. Hartmann’da kategoriler, tarihsel ve doğasal varlık alanlarının determinasyon ilkeleridirler. İlk tabakada yalnızca zaman, mekân ve zorunluluk gibi kategoriler işlerken, ikinci tabakada ayrıca büyüme ve gelişme kategorileri etkili olur; üçüncü tabakada yaratıcılık, dördüncü tabakada ise özgürlük öteki kategorilere eklenir. Başka bir deyişle, her yeni tabakada öncekilere yeni kategoriler eklenir ve buna Hartmann “kategoriel novum” der. Filozofa göre, tinsel varlık tabakası en özgür, ama en güçsüz olanıdır. Tabakalar arasında, birinciden dördüncüye doğru bir özgürleşme, dördüncüden birinciye doğru da bir güçlenme ilişkisi vardır. İnsan, bir kişi olarak tinsel varlık tabakasında ortaya çıkar. Kişi bu tabaka da kendi kendini belirleme özgürlüğü taşır ve öteki üç tabakayı inceleyebilir. Tinsel varlık tabakasında ise tin üçe ayrılır: Belirli bir insanın tini olarak “kişisel tin”, bireylerden oluşan, ancak onların üstünde duran toplumun ve kurumların tini olarak “nesnel tin” (objektiv geist) ve insanın yarattığı ürünlerin tini olarak “nesnelleşmiş tin” (objektivierte geist). İki ayrı varlık alanı arasındaki bağlantı, (real varlık ile ideal varlık) insan aracılığıyla kurulur. Max Scheler’i izleyen Hartmann, bütünüyle kendine yabancı bir dünyada yaşayabilmek için insanın çaba harcaması gerektiğini vurgular. Felsefe araştırmaları onu Husserl ‘in vardığı noktadan uzaklaştırmış ve farklı bir yola yöneltmiştir.

Nicolai Hartmann, Husserl’in nesnel gerçeklere dayanmadan kurmak istediği fenomenolojik usçuluktan kopmuş, insan ve tarihini anlamak için, insanın koyduğu, yani anlamını kendisinin verdiği değerleri anlamaya çalışmıştır. Fenomenolojik gerçek bu değerlerde olduğu gibi, fenomenolojik yöntem değerlerin bulunduğu alana, yani ahlaka özellikle önem vermiştir. N. Hartmann, fenomenolojik yöntemle giriştiği incelemelerinin sonunda Husserl’den ayrılmış; erdem, yüreklilik gibi değerlerin yalnız ustan değil, duyulardan bile bağımsız olduklarını söylemiştir. Tanrı’nın varolmamasını, insanın varolması için gerekli bulan N. Hartmann’a göre, “insan öylesine özgürdür ki, insanın tüm özgürlük içinde bir ruh olarak varolabilmesi için Tanrı’nın varolmaması gerekmektedir. Yoksa özgürlüğü daralır ve insan ruh olmaktan çıkar.” İşte varolmasının koşulu Tanrı’sızlık olan insan, kendi değer ve tarihini yaratmakta öylesine özgürdür ki, ne us, ne de duyular onu, yani ruhu (geist) sınırlayabilir. Her ikisine göre de felsefenin görevi, nesnenin temel yapısını, özsel yanını bilebilmenin tek yolu olan nesnenin naiv betimlenme sinden yola çıkarak onu sorgulamak, ona sorular sormaktır. Bilginin objesi kendi başına vardır ve bu bilgiye göre aşkındır. Realist bir metafiziği amaçlayan Hartmann 19. yy- idealizmini ve monizmini yadsımış, ortaçağın doğa üstücülüğüne ve çeşitli teizm biçimlerine karşı çıkmıştır. Felsefi bir hümanizmin öncüsü olarak etik alanına önemli katkılarda bulunmuştur. Ülkemizde N. Hartmann’ın felsefesini temsil eden ve sürdüren Takiyettin Mengüşoğlu, onun düşüncelerini yazılarıyla özgün bir biçimde toplumumuza uygulamış ve bu felsefeye katkılarda bulunmuştur.


20. Yüzyıl Düşünce Akımları- Nejat Bozkurt- Morpa Kültür Yayınları-2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder