Zihin Felsefesi II

Paralelizm
Bir de, zihin ve bedenin aslında etkileşim içinde olmadığını savunanlar vardır. Bu yaklaşım “paralelizm” savunucularındandır. Paralelizme göre, zihin ve beden iki ayrı unsurdur, ancak, aralarında bir etkileşim veya ilişki yoktur. Örneğin: Elimize iğne battığında acı duyarız. Bu bir tür nedensel ilişkidir. Ancak, bir paralelist için, bu etkileşim tamamen yanılsamadır. Sadece, iki farklı olay aynı anda meydana gelmiştir. Zihnin materyal dünya ile ilişkide olduğu da bir yanılsamadır. Biz, iki olay yan yana olunca, birini diğerinin nedeniymiş gibi düşünürüz. A ve B olayları sürekli birlikte olunca, aralarında bir nedensellik olduğunu düşünürüz. Belki de, her ikisinin nedeni de C’dir.

Paralelizmde paralelliği sağlayan bizzat Tanrı’dır.
Descartes’ta Tanrı zihinsel tözden farklı bir tözdür. Tanrı üçüncü çeşit bir tözdür. Bu yaklaşımda da Tanrı-madde ilişkisi diye bir problem ortaya çıkar.
Aslında, paralelizme göre, Tanrı, her zaman müdahale etmek zorunda değildir. Madde, maddesel yasalara göre, bir kere düzenlendi mi, bu düzen devam eder gider. Olay, iki ayrı saatin her zaman aynı zamanı gösterecek şekilde, baştan ayarlanmasına benzemektedir. Bu şekilde ayarlanmış iki saat, aralarında hiçbir nedensel ilişki olmadan, aynı zamanı gösterirler. Bu duruma önceden kurulmuş harmoni (pre-estabilished harmony) de denir.



Zihin Felsefesi 2. Occasionalisme (Malebranche) Çetin Türkyılmaz

Paralelizmin bir başka çeşidi “occasionalism”dir. Okazyonalizm’de Tanrı, dünyada, daha etkili bir rol oynar. Bu yaklaşım daha çok Malebranehe (1638-1735) ile ilgilendirilir.
Okazyonalizm dünyadaki her olaydan Tanrı’yı sorumlu tutar. Örneğin, elinize bir iğne battığında, acınızın nedeni iğne değildir, Tanrı’dır. Elinizi çekmenize neden olan faktör de Tanrı’dır.
Leibniz yaklaşımında Tanrı’nın her an evrene müdahale etmesine gerek yoktur. Oysa, Malebranche’da Tanrı paralelizme müdahale etmektedir.
Leibniz ve Malebranche’ın yaklaşımlarının Descartes inter actionizmine bir avantaj sağlayıp sağlamadığı tartışılmaktadır. Bu iki filozof, zihin-beden ilişkisini açıklamak yerine, ilişkiyi bir yanılsama olarak göstermişlerdir.
Belki de, olaylar arasında gerçek bir nedensellik yoktur. Ortada, sadece bir olaylar dizisi vardır. Nedensellik bizim psikolojimizden kaynaklanmaktadır.




Bu çeşitten bir yaklaşım, David Hume (1711-1776) ile yakından ilgilidir. Hume, nedensellik için, bir düzenlilik (regularity) demektedir. O bir okazyonalist değildir, ancak, görüşleri okazyonalistlere destek vermektedir. Elbette ki, okazyonalist tartışmalar Hume’dan çok önce yapılmıştır.

Eğer, gerçekten, nedensellik bir yanılsama ise, zihni olaylarla fiziki olaylar arasındaki ilişkiyi açıklamak daha da zor olacaktır.

Farzedelim ki, sadece zihin-beden ilişkisi değil, dış dünyanın varlığı da bir yanılsamadır. Biz dış dünyayı yaşantılarımızdan, deneyimlerimizden bildiğimizi söylüyoruz. Dış dünyanın ve onun objelerinin bizim zihnimizin dışında olduğunu iddia ediyoruz. Belki de, bu varsayım halüsinasyondan başka bir şey değildir.

Bu türden bir yaklaşıma “idealizm” diyoruz. İdealizme göre, modeli dünya dediğimiz şey, aslında, zihin ve onun muhtevası dır. İdealizmin bir formu olan solipsizme göre, dış dünya, sadece benim zihnimin muhtevasıdır. Olayların düzeninin nedeni, dış dünya değil, benim zihnimin yapısıdır. Bu durumun garantörü de Tanrı’dır. George Berkeley (1685-1753) bu görüşün savunucularındandır. İdealizmin, düalizm üzerine olan avantajı, burada interaction probleminin olmamasıdır.

Berkeley’e göre biz objeler hakkında konuştuğumuzda gerçekte, onların görünümü, tadı, sesi, kokusu vb hakkında konuşmuş oluruz. Ancak, bu saydığımız özelliklerin hiçbiri bizim dışımızda değildir. Öyleyse, maddi sandığımız objeler gerçekte birer zihinsel yaşantıdır.

Berkeley’e göre, “şey” ve “şeyin yaşantısı” arasındaki ayrım yapaydır. Bir objeyi bilmek onun şuurunda olmaktır; “Şuurunda olmak” zihinsel bir olaydır. Eğer şeyleri, şeylerin ideaları ile biliyorsak, idea’ları zihin dışında farzetmek de saçmalıktır. Bir yaşantı ancak bir başka yaşantıyı temsil eder, maddeyi değil.

Çoğu kez idealizm inanılmaz ve bilimdışı bulunmuştur. Ancak, bu yaklaşımların gerçek bir temeli yoktur. “Fiziki olan aynı zamanda zihni olandır” demek modern bilimle çelişmemektedir. İdealizm ve bilim birlikte tutarlı olabilir.

George Berkeley - Hylas ve Philonous Arasında Üç Dialog (Lale Levin Basut)


Zihin Felsefesi, Berkeley, Çetin Türkyılmaz

Elbette ki idealizm Newtoncu bir dünya ile tutarlı değildir. Fakat Mach ve Einstein fiziği idealizme yakındır.

Tüm idealistler fiziki olanın aslında zihni olduğuna inanırlar. Ancak, yine de, aralarında farklılıklar vardır.

Modem felsefede idealizm bir İngiliz ve bir Alman hareketidir.
İdealizm, Eski Yunan’da ve Orta Çağ’da bir doktrin değildi. Ancak, 3. yy’da yaşayan Plotinus kozmik bir şuurdan bahsetmektedir. Bireysel şuur da bu kozmik şuurdan pay almaktadır.
Platon’un bir idealist mi yoksa bir zihin-beden düalisti mi olduğu tartışılmaktadır. Priest’e göre, Platon, idealar teorisinde bir idealizme gitmez. Çünkü, formlar zihni veya spiritual değildir.

Bu tespit doğruysa, batıda, ilk idealist olarak Plotinus’u kabul edebiliriz.

Bir başka ünlü idealist Hegel’dir (1770-1831). Ancak, Berkeley ve Hegel farklı iki düşünürdür. Berkeley bir empiristtir. Tüm bilgilerimiz yaşantılarımıza bağlıdır. Hegel ise bir rasyonalisttir. Bilginin kaynağında aklın bizzat kendisi de olabilir.

Kant’ta transendental idealist olarak adlandırılmaktadır. Ancak, Priest’e göre Kant tam bir idealist değildir. Hatta, materyalizme daha yakındır. Bu felsefeciye göre, Fichte ve Schelling’in elinde, transendental idealizm, idealizm olmuştur.

Fichte’de nesnel dünya “ben” tarafından kendisi için meydana getirilir. Ancak, mutlak ben, her bireysel bilinçte hüküm sürmektedir. Fichte’nin idealizmi “subjektif idealizm” olarak adlandırılabilir.

Hegel’e göre biz çocukken hepimiz düalistiz. Bu, felsefe öncesi bir karakterdir. Daha sonra biz, gözleyen-gözlenen, obje-süje ayrımına ulaşırız.

Hegel için de düalizmin en büyük problemi zihin-beden ilişkisidir.
sÄEğer, zihin ve beden tamamiyle iki farklı töz ise bunların ilişkileri nasıl açıklanabilir?
Hegel’e göre, empirik bilimler olan psikoloji ve fizyoloji de bu konuda yetersiz kalmaktadır.
Kartezyen düalizmine göre bir düşünen ben var, bir de beni çevreleyen fiziki dünya. ‘Ben’ düşünce ve algılardan oluşmaktadır ve kişiye özeldir. ‘Ben’ fiziki objelerle dolu bir dünya tarafından çevrilmiştir. ‘Ben’in düşünceleri sadece zamanda, fiziki dünya objeleri hem zamanda hem de mekan dadır.

Hegel diyor ki, bu hataya sadece Descartes değil Leibniz ve Spinoza gibi rasyonalistler de düşmüşlerdir. Hegel’in Spinoza’ya sempatisi vardır, ancak, mental ve fizikseli ilişkiye getirememesini eleştirir.

Hegel’e göre, “mental ve fiziksel nasıl ilişkiye gelir?” sorusu anlamsız bir sorudur. Çünkü cevaplanamaz. Birbirinden tamamiyle farklı iki tözün ilişkisinden söz etmek mümkün değildir. Çözüm iki tözden birini ortadan kaldırmaktır.

Hegel diyalektik bir düşünme biçimi önerir. Çünkü felsefede birbiriyle çelişen birçok kavram vardır. Bunlar:
Zihinsel-fiziksel
Özel-genel (private-public)
Objektif-subjektif
İçsel-dışsal (internal-extemal)
Zamansal-uzaysal (temporal-spotial)
Bir-çok (one-many)
Özgür-belirlenmiş
Aktif-pasif

gibi kavramlardır. Hegel’de maddesel olanla, maddesel olmayan, aynı realitenin iki farklı yönüdür. Her ikisinin de temelinde olan bu realite, Hegel’de, spiritual’dir. Hegel kendini Berkeley türünden bir idealist olarak görmez. Çünkü, Hegel’de karşıtların birliği vardır. Hegel kendini materyalist olarak da görmez. Çünkü, bu durumda, maddi olmayanın maddi olana bağımlı olması gerekir. Hegel’de temelde ruhsal olan vardır. Ruhsal olan içinde ruhsal olmayanı da barındırır.

Hegel hem geleneksel idealizme hem de geleneksel materyalizme karşıdır. Her ikisi de indirgemecidir. Aslında bunlar, birbirlerinin değillemesi sonucu ortaya çıkan felsefelerdir.
Hegel’de psiko-fiziksel (zihin-madde) arasında yakın bir ilişki vardır. Ne zihin ne de madde bağımsız tözler değillerdir. Çünkü, ikisi de birbirine bağımlıdır. Madde, zihnin bir ifadesi Hegel’de mental ve fiziksel aynı realitenin iki yönüdür. Temeldeki realite spiritual cinstendir ve diyalektik karşıtlıkları içinde barındırır. Hem geneli hem özeli içinde barındırır. Hegel spirit yerine “geist” kavramını kullanır. Bu kavram, şuurluluk (consciousness) ve kutsallık (divine) anlamlarını da kapsar.
Hegel’ in eserinin adı Ruhun (Tinin) Fenomenolojisi’dir. Bir anlam da; Hegel, bu kitabında “şuurun şuura nasıl göründüğünü” araştırır. Fenomenoloji, aslında, tüm mümkün şuur hallerinin ele alınışıdır.
Şuurun halleri şunlardır:
Ø Şuur,
ØKendinin şuuru (self-cousciouss),
Ø Akıl (reason),
ØRuh (spirit),
ØDin,
Ø Mutlak bilme (absolute knowing).
Hegel; “şuur” basamağını da üç aşamada ele alır.
- Duyum kesinliği (sense-certainity),
- Algı (perception),
- Anlayış (understanding).

Anlayış, duyum ve algının bir sentezidir. Hegel’e göre şuurun tümü duyu verileri değildir. Şuurun içinde genel kavramlar da vardır. Algı, objelerin yaşantısını mümkün kılar. Dil aracılığı ile de genellemeler yaparız.

Anlama safhasında açıklama da başlar. Bu şekilde bilimler meydana gelir. Doğa kanunları tamamen geneldir.

Kartezyen düşünme sisteminde zihinsel ve fiziksel arasındaki ilişki özelden özeledir. Bu da bizi iki substanz arasındaki ilişkiye götürür. Hegel’de ilişki genelden özeledir. “Genel”, içinde birden çok unsuru barındırandır. Farklı ve benzer şeyleri aynı terimle ifade etmektir.
Ruh-beden ilişkisine de genelden özele doğru bakmak gerekir.


Düalizm ve yakın kavramları ele aldıktan sonra düalizmin bir değerlendirmesini yapabiliriz.
Düalizmin avantajlarından birisi din ile uyumlu olmasıdır. Genelde, felsefe ile ilgisi olmayan insanların da, bilerek veya bilmeyerek düalist olduğunu söyleyebiliriz.

Elbette, düalizmin, ciddi felsefi avantajları da vardır. Bunlardan bir tanesi “içebakış”tan kaynaklanmaktadır: Ben, zihnimin muhtevasına(içeriğine) yöneldiğim zaman beyin veya sinir uçlarıyla karşılaşmıyorum. Duygu, düşünce, istek ve arzularımla karşılaşıyorum. Bu durumda, zihnimin muhtevası fiziki olandan çok farklı görünmektedir. O halde, zihnim fiziki bir şey değildir..

Bir de “indirgenemezlik” (irreducibility) tartışması vardır. Aslında, içe bakış tartışmasına benzer.
sÄAcaba zihnimdeki her olgu fizyolojime indirgenebilir mi? İçe bakışla elde ettiğim nitelikler (Qualia) indirgemeye direniyor gibi durmaktadır. Bir bilim adamı, benim fizyolojimin tüm detaylarını bilebilir. Moleküler yapıma kadar inebilir.
sÄAcaba, bu bilim adamı şu anda benim ne hissettiğimi, elindeki verilerden hareketle bilebilir mi? Eğer bilmiyorsa, bende kendini fiziki araştırmaya verme yen bir olgu olmalıdır. O halde zihni dünya, fiziki dünyadan tamamen farklıdır.
Parapsikolojik olgular da düalistlerin ilgisini çekmiştir. Telepati (zihin okuma), geleceği görme, telekinesis (materyal objeleri kontrol etme) ve clairvoyance (farklı objelerin bilgisi) bilim açısından açıklanamaz olgulardır. Eğer bu olguların doğruluk payı varsa düalistlerin iddia ettiği gibi, zihnin, doğaüstü bir yapısı olmalıdır ve bu yapı doğanın fiziğine indirgenemez.
Churchland, düalizme eleştirisel yaklaşır. İlk sorduğu soru şudur: Bilimi dine tercih etmek ne kadar doğrudur? Şu gerçeklere bakalım:
- Yıldızların her biri diğer güneşlerdir.
- Dünya, evrenin merkezinde değildir.
- Hastalıkların nedeni mikro organizmalardır.
- Dünya milyonlarca yıl yaşındadır.
- Hayat bir fizyokimyasal olgudur.
Churchland diyor ki:
 Tüm bu doğrulara din tarafından direnç gösterilmiştir. Giordano Bruno, birinci tespit yüzünden yakılmıştır.

İkinci tespit yüzünden Galileo işkence ile tehdit edildi. Avrupa’nın pek çok yerinde, hastalıklar şeytanın cezasıydı. Son iki tespite hâlâ direnç vardır diyor.

İçebakışla ilgili tartışmayı şöyle cevaplıyor: Öncelikle, içe- bakış, şeyleri olduğu gibi gördüğümüzü farz etmektedir. Oysa biz, diğer gözlemlerimizden, içsel gözlemlerimizin de hatalı olabileceğini biliyoruz. Bir elmanın moleküllerini görmüyoruz, ama moleküllerden oluştuğunu biliyoruz. Bir flütün sesi, aslın da, hava titreşimidir. Yazın hissettiğimiz sıcaklık milyonlarca küçük molekülün kinetik enerjisidir.

Dolayısıyla, içe bakışla ne kadar doğru gördüğümüz de tartışılabilir. Belki, orada gördüklerimiz de, gerçekte, elektro- kimyasal faaliyetlerdir. Bu nedenle, içebakış tartışması zorlayıcı değildir, diyor.
İndirgenemezlik konusunda da şunları söylüyor: Descartes’ ın çok etkilendiği matematiksel düşünceyi ele alalım. Hesap makinelerine bakarsak, Descartes’ı etkileyen bu olgunun, onlara uygulanabildiğini görürüz.


Anlaşılacağı gibi Churchland bir materyalisttir. Daha sonra göreceğimiz gibi, materyalizmin daha çok açıklama gücüne sahip olduğuna inanır.

Zihin Felsefesi –Şeref Günday-Asa Yayınları – 2002.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder