1901 Jacques Marie Emile Lacan, 13 Nisan'da Alfred Lacan (1873–1960) ve Emilie Baudry'nin ilk çocuğu olarak Beaumarchais Bulvarı 95 numarada Paris'te doğar. Babası bir yüzyıldan beri sirke üretimi ve ticareti yapan bir ailedendir. Sonraları sirkeye hardal, brendi, rom, cafe ve baharat ürünleri eklenmiştir.
1902 25 Aralık'ta kızkardeşi Madeleine
doğar.
1903 Paris'te Stanislas Koleji adlı din
ağırlıklı eğitim veren bir okula verilir.
Lacan'dan bir yıl sonra Charles de
Gaulle'de 1908–1909 ders yılında burada okuyacaktır. Aynı yılın 25 Aralığında
erkek kardeşi MarcMarie doğar.
1915 Babası Alfred
savaşta çavuş olur, kolej ise yaralı askerler için bir hastaneye dönüştürülür,
Lacan Spinoza okumaktadır.
1918
Saint Jean de Lacroix üzerine bir incelemesi bulunan Katolik düşünür Jean
Baruzi, Lacan'ın felsefe hocasıdır. Lacan edebiyattaki öncü akımlara ilgi duyar.
I'Odeon sokağındaki Sylviya Beach'in işlettiği Shakespeare and Company
kitapçısına dadanır. 1919 sonbaharında Paris'teki tıp fakültesine yazılır.
1919
Lacan, Andre Breton ile karşılaşır ve gerçeküstücü akıma
yaklaşır.
1920 Aşırı
zayıflığı yüzünden askerlikten muaf tutulur. Lacan Adrienne Monnier'in
"Kitap Dostları Evi adlı dükkânında tertiplenen özel Ulysses okuma gününe
katılır. Metni, Fransızcaya çeviren Valery Larbaud okumakta, dinleyiciler
arasında James Joyce da bulunmaktadır.
1925 Lacan'ın kız kardeşi, Jacques Houlon
ile evlenerek Hindiçini'ye gider
1926
4 Kasım'da ilk Fransız psikanalitik derneği kurulur. Adı Paris Psikanalitik
Derneği'dir. Lacan Théophile Anjouanine başta olmak üzere aynı anda birçok doktorun önünde ilk hastasını tıp
dünyasına sunar.
1927
Henri Claude'un yönettiği Paris SainteAnne Hastanesi'ne bağlı ruh ve beyin
hastalıkları kliniğinde psikiyatr olarak çalışır.
1928
1929
Lacan'ın karşı gelmesine rağmen, ağabeyi papaz olmaya karar verir.
1929
Henri Rousselle Hastanesi'nde çalışır.
1930
Salvador Dali ile tanışır, onun Çürümüş Eşek adlı yapıtına ilgi duyar.
1931 Fransız
yazarı Pierre Drieu La Rochelle'le tanışır.
1929'dan
1933'e kadar yazarın ikinci karısı Olesia Sienkiewicz'in âşığı olur.
1931
SainteAnne Hastanesi'ne kapatılan Marguerite Anzieu adlı paranoyak hastayı
inceler.
1932
Fransız Psikanaliz dergisi için Freud'un bir makalesini çevirir. Haziranda
Rudolph Loewenstein onun psikanalizini yapmaya başlar. Kasımda incelediği
hastadan yola çıkarak "Kişilikle İlişkileri Açısından Paranoyak Psikoz”
tezini savunur.
1933
Neuilly Feneri dergisinde "Hiatus Irrationalis” adlı şiirini yayınlar. Tıp
fakültesinden arkadaşı Sylvain Blondin'in kız kardeşi Marie Louise Blondin'e
ilgi duyar. Ekimden itibaren Alexander Kojeve'nin Hegel seminerlerine yazılır.
Orada tanıştığı Georges Bataille ve Raymond Queneau ömür boyu arkadaşları
olacaktır. Gerçeküstücülerin dergisi Minataure'da Papin kızkardeşlerin cinayeti
ve üslup problemleri üzerine incelemeleri yayınlar
1934
Lacan ilk hastasını kabul eder. Marie Louise Blondin ile evlenir.
1936
Marienbad'ta Uluslararası Psikanaliz Derneği'nin 14. Psikanaliz Kongresi'nde
ayna evresi üzerine sunumunu yapar. 10 dakika konuşma süresini aştığı için
Ernest Jones tarafından susturulur. Almanya'daki Nazi Olimpiyatlarına gider.
1937
İlk kızı Caroline doğar.
1938
Fransız Ansiklopedisi için "Bireyin Oluşumunda Aile Kompleksleri adlı
makalesini yazar. Sylvia Maklès Bataille artık kocasından ayrı yaşamaktadır.
Lacan, ileride kocası olmayı düşlediği bu kadınla ilişkisini sürdürür.
Loewenstein ile psikanalizini bitirir. Paris Psikanaliz Derneği'nin tam üyesi
olur.
1939
İkinci çocuğu Thibaud doğar.
1940
Alman işgali altındaki Fransa'da başlangıçta Alman Psikanalitik Derneği gibi
Nazileşmeye çalışan Fransız Psikanaliz Derneği sonradan bütün etkinliklerini
durdurur.
26 Kasım'da Lacan'ın üçüncü çocuğu Sybille
Lacan doğar.
1941
Lacan ölünceye kadar oturacağı Paris, Lille Sokak, 5 numaraya taşınır. Lacan'ın
Sylvia Bataille'dan olan ilk çocuğu Judith doğar. İlk karısından resmen
boşanır.
1945
Savaş esnasındaki İngiliz psikiyatri alanını incelemek için İngiltere'ye gider.
Orada Bion‘la tanışır.
1946
Fransız Psikanaliz Derneği çalışmalarına yeniden başlar.
1948
Annesi ölür.
1949
LéviStrauss'la tanışır. Uluslararası 14. Psikanaliz
Kongresi'nde bu sefer "Ayna Evresi” sunumunu yapar.
1951
Psikanaliz seanslarının IPA tarafından 45 dakika olarak tespit edilen seans
süresini değiştirmeye başlar. Lille Sokağı'ndaki evinin yan dairesinde, 3
numarada seminerlerine başlar. İngiliz Psikanaliz Derneği üyelerine yönelik
"Some Reflections on the Ego”yu okur ve yayınlar. "Benlik Üzerine Bir
İki Düşünce” onun ilk İngilizce yayınıdır.
1953
Paris Psikanaliz Derneği'nin başkanı seçilir.
Lacan ve Slyvia en sonunda evlenirler. Fransız Psikanaliz Derneği (SFP) Françoise Dolto ve Daniel Lagache tarafından kurulur. IPA'ya karşı gelen bu kuruma geçen Lacan hayali gerçek sembolik ayrımını burada sunar.
Lacan ve Slyvia en sonunda evlenirler. Fransız Psikanaliz Derneği (SFP) Françoise Dolto ve Daniel Lagache tarafından kurulur. IPA'ya karşı gelen bu kuruma geçen Lacan hayali gerçek sembolik ayrımını burada sunar.
1955
Heidegger'in müridi olan Jean Beaufret onun analizanı olur. Lacan Freiburg’ a Heidegger'i görmeye gider. IPA, SFP'yi dışlar.
1960
Babasını kaybeder.
1961
IPA, Dolto ile Lacan'ın atılması durumunda SFP'yi tanıyacağını bildirir.
1963
SFP'deki psikanalistlerin çoğu IPA'nın ültimatomunu kabul eder. Lacan artık
Sainte Anne'dan ayrılır.
1964
Lacan seminerlerine École Normale'de devam eder. Fransız Psikanaliz Okulu
adıyla kendi okulunu kurar. 3 ay sonra Adını École Freudienne de Paris olarak
değiştirir.
1965
Lacan'ın ayrıldığı SFP dağılır.
1966
Altı Amerikan üniversitesinde bir dizi konferans verir. Burada söylediği en
ünlü söz şu olmuştur. "Bilinçdışını anlamak için en iyi söz ‘Baltimore in
the early morning'dir (Sabahın erken saatlerinde Baltimore). Judith ile Jacques
Alain Miller evlenirler.
1967
Lacan kendi okulunda "geçiş” adlı bir sınav düzenler.
1968
Paris VIII Üniversitesinde psikanaliz bölümü kurulur. Başına Serge Leclaire
getirilir.
1969
"Geçiş” adlı yeni bir sınav uygulamasının başlatılması, Lacan'ın okulunda
bazı öğrencilerin onu eleştirerek kurumdan ayrılmalarıyla sonuçlanır. Lacan,
École Normale'den ayrılarak seminerlerini Hukuk Fakültesi'nde sürdürür.
1974
Paris VIII Üniversitesi'ndeki Psikanaliz bölümü Jacques Alain Miller tarafından
yeniden organize edilir.
1975
Paris'teki Uluslararası James Joyce Sempozyumu'nda Lacan, "Sinthome Joyce
sunumunu yapar. Kasım aralık aylarında Lacan Amerika'da yeniden boy gösterir.
1978
Bir trafik kazasından sonra Lacan yorgun ve sessizdir artık.
1980
Lacan, okulunu kapatır. Miller'in kurduğu "Freudçu Dava Okulunu destekler.
Venezuela Caracas'da okulun ilk uluslararası konferansı gerçekleştirilir.
1981 9 Eylül'de bağırsak kanseri komplikasyonları
sonrası ölür.
1985
Jacques Alain Miller, seminerlerin yayımlanmasıyla ilgili suçlamada, kayıtları
düzeltip yayına hazırlarken birtakım bölümleri tahrif ettiğine dair aleyhine
açılan davayı kazanır. Fransa'da 5000 psikanalist, 20 kadar psikanaliz derneği
bulunur. Bunların 15'i Lacancı olduklarını iddia etmektedir.
Lacan,
Nami Başer, Say Yayınları, 2012
Jacques Lacan, Başta Hegel ile Heidegger olmak üzere çeşitli filozofların düşüncelerinin
ışığı altında yaptığı Freud okumalarıyla felsefeye önemli katkılarda bulunmuş; post-yapısalcılığın
önemli adları arasında yer alan Fransız ruhçözümlemeci ve felsefeci.
Lacan önemli filozoflardan esinlenmenin yanında
yapısalcı dilbilim ile insanbilim alanlarından da çok büyük ölçüde yararlanmayı bilmiş bir felsefecidir.
Freud'un kendisi doğabilimci önlüğünü giydiğini belirterek felsefeye ve
felsefece kurgulara yaşamı boyunca hiç sıcak bakmamış olsa da Lacan'ın hemen
bütün çalışmalarında ruhçözümleme yöntemini çok önemli bir felsefe konumu
olarak hep öne çıkardığı görülür. Nitekim bu bağlamda Lacan, Freudcu bilinçdışının en iyi "simgesel" diye adlandırdığı dilin insan davranışı üzerindeki etkisi olarak
anlaşılabileceğini ileri sürmüştür. "Bilinçdışı" kavramını, bilinç yaşamını zorunlu olarak kesintiye uğratana,
bilincin sürekliliğini kopartana karşılık olarak kullanan Lacan, bilinçdışı düşüncesiyle popülerleştirilmiş
klişe anlayışlara şiddetle karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkışına bağlı olarak her özdeşlikte içerimlenen ayrım üstüne kurulu bir bilinç anlayışı geliştirmiştir. Hiç kuşkusuz bu anlayışı
geliştirirken Hegel'in düşüncelerinin büyük ölçüde etkisi altındadır. Bu
anlayışı temellendirirken Lacan'ın ayrımdan tam olarak anladığı, özne ile
özneye bir özdeşlik sağlayan nesne arasındaki kavranabilir bir ayrıklıktır.
Lacan'a göre bu türden bir ayrıklık ya da uzamsal boşluk bir anlamda nesneye
ait olduğundan, öznenin özdeşliği her zaman tam bir yetkinlikten uzak
olacaktır. Nitekim Lacan bu noktada Freud'un bilinçdışı ile ilişkilendirdiği etkilerin
de bütünüyle bu yetkin olmayış durumundan kaynaklandığı saptamasında
bulunmaktadır.
Lacan bilinçdışı kuramını en genel anlamda
her biri de öznelliği tanımlayan üç ayrı alana karşılık gelen üç tarihsel aşama
içinde geliştirmiştir. Bu üç aşama sırasıyla "imgesel", "simgesel" ve "gerçek"tir. İmgesele ilişkin en ayrıntılı çözümlemesini
Lacan, daha ruhçözümleme eğitimi aldığı sıralarda yayımladığı "Ben' in Oluşturucu İşlevi Olarak Ayna
Aşaması" (1936) başlıklı yazısında
vermiştir. Bu yazısında Lacan, henüz konuşamayan sözöncesi bebeklerin ayna
karşısındaymış gibi kendilerini tanık oldukları olaylarla özdeşleştirmeleri
olarak betimlediği imgesel bir alan temellendirmesi sunmuştur. Bebeklerin
yetişkinlerle karşılaştırıldığında, henüz gelişkin bir konuma gelmemiş
oluşları nedeniyle, kendi eylemlerini denetleme yetisinden yoksunlukları
yönelmişliğin birliği için dışsal bir model gereği doğurmaktadır. Bu aynı zamanda
Lacan'a göre altı aylıktan başlamak üzere konuşma çağına gelmemiş bebeklerin
kendi imgelerini ya bir aynada ya da çoğu durumda olduğu üzere başkalarının
yüzündeki mimiklerde keşfetmesinin neden gerekli olduğunu da açık kılmaktadır.
Çocuğun aşırı sevinmesine yol açan bu imge Lacan'a göre aynı zamanda çocukta
aşırı bir kızgınlığa da yol açabilmektedir. Bu kızgınlığın başlıca nedeni imgesel özdeşleşmenin yönelmişliğin
birliğini oluşturduğu yerde ben'in kendisine yabancılaşıyor olmasıdır. Bu
anlamda Lacancı kuramda "ben", her şeyden önce bir nesnedir: öznenin
kendisini hep ben olarak gördüğü nesne. Ben yalnızca bir nesne olarak, yani
bir başkası olarak görünebildiğinden ötürü, Lacan için ben'in ortaya çıkışı
olayı kendisine karşı yönelmiş temel bir şiddet duygulanımına kaynaklık
etmektedir. (Not: Metin ekte sunulmuştur.B.Berksan.)
1950'lere gelindiğinde, Lacan'ın düşüncelerinde "Roma Söylemi"
diye anılan yazıdan (daha sonra "Ruhçözümlemede Konuşma ile Dilin İşlev ve Alanı" başlığıyla 1966 yılında Ecrits'de yayımlanmıştır) başlayarak
yeni bir boyutun baş gösterdiği görülür: "simgesel". Lacan'ın Ferdinand de Saussure'ün yapısalcı dilbilimi ve Claude Levi-Strauss'un insan-bilimi ile girdiği verimli
düşünsel alışveriş, imgesele seçenek oluşturacak yeni bir tasarım
geliştirmesinin önünü açmıştır. Buna göre imgesel nesnenin özdeşliğini saplantılı bir özdeşlik temsiliyle ya da özdeşliğin
nesnesini yok etme aracılığıyla işlerken, simgesel belli ölçülerde de olsa her iki işlevi birden yerine getirme yetisi
taşımaktadır. Simgesel bu iki işlevi göstergenin yapısına dayanarak gerçekleştirebilmektedir.
Saussure'ün söylediği gibi gerçekten gösterge hem bir maddi öğeden (gösteren)
hem de onun gösterdiği bir düşünceden (gösterilen) oluşuyorsa, o zaman bu
yapı bütün insan temsillerinin temel koşulu olmak durumundadır. Bir başka
deyişle, gösterge ancak bir gösteren aracılığıyla bir gösterilen sunabiliyorsa,
bu demektir ki her bulunuş içinde bir olmayış ya da bulunmayışın olması zorunludur;
çünkü düşünce yalnızca temsil edildiği
dil aracılığıyla sunulabilen, o olmadan olmayan bir şeydir. Daha da
önemlisi bir dili konuşmak üstü örtük bir biçimde olsa da ister istemez bu
sınırlanmışlığı kabul etmek demektir. Dil bir temsil etme işiyse, o zaman bu,
özgül nesne ya da olgu bağlamları uyarınca yabancılaşmanın zorunluluğunun da
(gösteren ile gösterilen arasındaki sürgü) her zaman için temsil edilmesi anlamına
gelmek durumundadır.
Lacan'ın Freudcu Oedipus ile "iğdiş edilme" dramalarını dile yer
etmiş bir yasağın olurlanması olarak (örneğin baba için "babanın
adı") yeniden yorumlaması, Freudcu gelişim şemasını kültürel olarak biçimlenmiş
herhangi bir aile resminden ayrı tutarak düşünebilmesine olanak tanımıştır.
Lacan'a göre simgesel çok daha somut anlamda bir talepte daha
bulunmaktadır. Gösteren ile gösterilen arasındaki sürgü, öznenin kendi
boşluğunu ya da olmak istediğini (?>ıaııqne-â-etre) temsil ediyorsa,
bu demektir ki bunu bir devini içinde temsil ediyordur. Söz konusu devini sürecini
"arzu" diye adlandıran Lacan, arzu
içindeyken dilin somut anlamda eksiksiz, aracısız bir biçimde "bulunuş"un olanaksızlığını tanıtladığını
dile getirmektedir. Hep dilin aracılık ettiği, kendisini sunan aralıksız bir
"özdeşleşimler" süreci
yaratarak dil bu olanaksızlığı tanıtlamaktadır. Arzu özdeşliği burada ben'in
özdeşliğini parçalayan kesintisiz bir devirlidir. Bu süreci düzdeğişmeceli,
bir gösterenden bir başka gösterene sıçrayarak ilerleyen bir süreç izler ama
her zaman için eskisinin yerine yeni bir özdeşlik yaratmayı da elden bırakmaz.
Bu söylenenlerden de açıkça görüleceği üzere, Freud'un çoğu çözümlemesi belli
ölçülerde ben'i güçlendirmeyi amaçlarken, Lacan'ın çözümlemelerinde temel amaç
ben'in imgesel bağlarını olabildiğince gevşetmek amacıyla öznenin arzusunu
çoğaltmaktır.
1960 ile 1970 yılları arasında, Lacan'ın çalışmaları Freud'un görece çok
daha az benimsenen bir savına yoğunlaşmıştır. Lacan bu noktada Freudcu "ölüm içgüdüsü" varsayımının biyolojik kabuklarını soyarak, onu ruh-çözümlemenin tam
odağına yerleştirme çabası içine girmiştir. Öznenin dünyasında simgesel arzu
dinamiklerinin başına gelen, bütünüyle imgesel içinde, enerjilerin ancak
şiddet aracılığıyla dışavurulmasına bağlı olarak açığa çıkmasıdır. Simgesel
söz konusu enerjileri —ki bu enerjiler özünde ölüm içgüdüsü enerjileridir- bastırarak
ya da dönüştürerek dilin özdeşliği kemirdiği süreçte kullanır. Bu düşünceleriyle
Lacan, son çalışmalarını bütünüyle "olanaksız gerçek" diye
adlandırdığı temsile girişin yasak olmasına adamıştır. Söz konusu dönemin en
belirgin düşüncesi, arzu denen en önemli insan itkisinin yeri doldurulamayacak
bir eksiklik olmasıdır. Düşlerin
dışında arzuyu bütünüyle sona erdirecek bir doyuma ulaşmak olanaklı değildir. Lacan'ın
çözümleme yöntemine en genel anlamda Freud'un arzu çözümlemeleri ile Marx'in siyasal çözümlemelerini bütünleme çabası
olarak bakılabilir. Nitekim ruhsal bastırılmışlık ile siyasal bastırılmıştık
arasında doğrudan bir bağ olduğunu düşünen Lacan, Freudcu-Marxçı bir çizgi uyarınca "doğanın iyiliği"
ile "toplumun kötülüğü" arasındaki arkaik denebilecek bir
ayrım doğrultusunda ilerleyen bir düşünme yordamını benimsemiştir.
Lacan'ın başlıca yapıtları arasında önemli
tüm yazılarını içeren Ecrits (Yazılar, 1966) ile Les Quatre concepts
fondamentaux de la psychanalyse (Ruhçözümlemenin Dört Ana Kavramı, 1973) sayılabilir. Ayrıca Lacan'ın verdiği tüm seminerler de Le Seminai) e de Jacques Lacan başlığı altında kitaplaştırılarak 20
ciltlik bir külliyat haline getirilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder