[Alm. Bestimmung]
[Fr. determination] [İng. determination] [Lat. determination] [es.t. tayin] : 1- Sınırlanma; bir kavramın anlamının, içeriğinin saptanması; bir düşünce nesnesinin yapısının ya da sınırlarının tam olarak belirlenmesi işi: 2- (Mantıkta) Belirtilerin katılmasıyla kavramın kapsamının daraltılması. (Böylece daha geniş kavramdan daha dar kavrama geçiş. ) 3- (Fizikötesi ve ahlak felsefesinde) a- İstencin ya da olayların, bir başka şeyle belirlenmiş olması. Bir varlık biçiminin, bir davranışın gerekçe ve nedenlerle sınırlanması, saptanması. b- İki bilgi öğesi arasında, birinci konmuşsa ikincinin de olmasını gerektiren bağıntı. 4- Bir varlığın anlamı, ereği. (Ör. Fichte'nin "İnsanın belirlenimi" adlı yapıtında.) |
Belirlenemezcilik
[Alm. indeterminismus]
[Fr. indeterminisme] [İng. indeterminism ] [Lat. in-de-terminare = sınırlanmama, belirlenmeme] [es. t. laicabiye]: 1- (Genel olarak) Nedensellik yasasına bağlı olmayan, bir nedene bağlanmayan olay ve durumların da bulunduğunu öne süren görüş.
2- (Özellikle ahlak felsefesinde) İnsan istencinin hiçbir koşula bağlı olmadığını, içinde bulunduğu koşullarla belirlenmediğini, insanın özgür istencinin nedensellik yasasına bağlı olmadığını savunan görüş.
|
Belirlenimcilik [Alm.Determinismus]
[Fr.determinisme]
(İng.determinism] [Lat. determinare = sınırlama, belirleme ] [es. t. icabiye ]:
I. (Doğa bilimlerinde) Evrende bütün olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş.
II. (Tanrıbilimde) Evrendeki olayların yanısıra insanın istencini de Tanrının belirlediğini öne süren öğreti.
III. (Ahlak felsefesinde)
1-İnsanın isteme ve eylemlerinin iç ve dış nedenlerle belirlenmiş olduğunu, dolayısıyla salt bir istenç özgürlüğü olamayacağını savunan görüş. Buna göre:
a-İstenç ve eylem dış etkenlerin ürünüdür (mekanist belirlenimcilik).
b-İnsanın istemeleri her zaman içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlıdır; bu koşullar istenci belirler (toplumsal belirlenimcilik).
c-İnsanın eylemlerini tarih belirler (tarihsel belirlenimcilik).
2-İstenç ve eylemleri iç etkenlerin, ben'in, kişiliğin ürünü olarak gören anlayış. // İstencin ve eylemin nedeni kişilik olarak alındığından özgürlüğe de yer verilmiş olur (özbelirlenim: autodeterminismus).
|
Belirsiz
Alm. indefinit, unbestimmt, Fr. indefini, İng. indifinite, Lat. in- definitus, es. t. gayr-i muayyen
1- Sonu nereye varacağı bilinmeyen, böylece sonlu mu sonsuz mu olduğu üzerinde bir şey söylenemeyen dizi.
2- Verilmiş bir terimin yalın ve salt değillenmesiyle kurulmuş kavram (ör, insan-olmayan).
3- Bir yargıda yada yargıyı dile getiren önermede önermeyi oluşturan öğelerin anlamca belgin olmayışı. (Ür. "Rektör, düzeltim tasarısına karşı çıktı." önermesinde, hangi, rektör, hangi tasarı, belirsizdir.) |
Belit
Os: Mütearife
Alm: Axiom Fr: Axiome İng: Axism Yun: Axioma İt: Assioma 1- Başka bir önermeye geri götürülemeyen ve tanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve ön dayanağı olan temel önerme. 2- (Daha genel olarak) Apaçık olsun ya da olmasın tündengelimli bir dizgenin başında yer alan, kendisi tanıtlanamayan, ama öteki önermelerin tanıtlanmasına yarayan önerme.(TDK)
***
Bir gerçeği tanımlamak için dayanılan tanıtlanması gerekmeyecek kadar açık ilke.
Descartes’çılar ve özellikle Spinoza bir geometri terimi olan beliti felsefeye uygulamışlardır. Örneğin; Descartes, felsefesini şu belite dayamaktadır: Düşünüyorum, demek ki varım... Bu konuda önemli olan şudur: Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Belitlere dayanan bir felsefe, belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca, çöker. Örneğin; A’nın A’ya eşit olduğu özdeşlik beliti Hegel’in diyalektiğiyle yıkılınca bu belite dayanan bütün spekülatif felsefeler çöküvermiştir. Hegel, A’nın A’ya eşit olamayacağını, çünkü değişmekte bulunduğunu tanıtlamıştır. (O.H)
|
Bellek
Alm. Gedtichtnis, Fr. memoire, İng. memory, Lat. memoria, es.t. hafıza
1- İzlenimleri, algıları vb. saklama ve yeniden bilinçte canlandırma yetisi.
2- İzlenimlerin, algıların vb. saklandığı yer.
|
Ben
Alm. Ich, Fr. mai, İng. myself, Lat. ego, es.t. ene
1- Bilinçli bireyin kendini başkalarından ayırmasını dile getiren sözcük.
2- Bilinç edimlerinin taşıyıcısı . (Ör. Descartes'ta düşünen varlık, düşünen töz; Hume'da tasarımlar demeti.)
|
Bencilik
Alm. Egoismus, Fr. egoisme, İng. egoism, es. t. hodkâmlık, egoizm
1- (Genel anlamı): Ben düşkünlüğü; kendine düşkünlük, başkalarını göz önüne almadan yalnız kendini, kendi çıkarını düşünme.
2- İnsanın bütün eylemlerinin "ben sevgisi"yle belirlenmiş olduğunu, buna göre ahlaklılığın da yalnızca kendini koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu, bütün eylemlerin kendini koruma içgüdüsünden ve "ben sevgi- si"nden çıktığını öne süren öğreti (Hobbes).
3- Kendi ben'ini ve çıkarını yaşamın mutlak ilkesi yapan anlayış. Karşıtı bkz. özgecilik.
|
Benzeşen
Alm. analog, Fr. analogue, İng. analogous, Yun. analogos = logosa uygun olan, karşılık olan, es. t. Mümasi
1- (Aristoteles'te) Çeşitli nesnelere uygulanabilip de tıpatıp aynı anlamda geçerli olmayan bir kavram. (Ör. sağlam bir ayakkabı, sağlam bir uyku, sağlam bir karakter; masanın varlığı, güzelin varlığı, sayıların varlığı.)
2- Bir terimin bir başkasına olan oranının, bir üçüncünün dördüncüye olan oranı ile ayııı bağıntıda olması. // Bu oran matematik büyüklük oranı da ola- bilir (sözcüğün ilk anlamı budur), durum, süre, ereklilik vb. oranı da olabilir. "Sinir sistemi telgraf ağlarına benzer" şu demektir: telgraf ağlarının ülkeye ilintisi ne ise sinir sisteminin organizmaya ilintisi odur.
3- Terimlerinden her birinin her birine karşılık olduğu iki öbeği niteleler.
4- Aralarında, özellikle etkilerinde az ya da çok bir benzerlik bulunan iki terimi niteler. |
Bağlam
Alm: Zusammenhang, Koharenz Fr: Cohérence İng: Coherence Lat: Cahaerentia,
cohaerare = ile bağlı olmak Bir düşüncenin, bir yapıtın bir öğretinin bölümleri arasındaki çelişmeye yer vermeyen bağlantı. (TDK) |
Bireysellik
Al.: İndividualitaet, İng: İndividualiser, Fr: İndividualite
Ferdileştirmek. Bir şeyi ayrı olarak, bireysel olarak göz önüne almak. |
Bireşim
Os. Terkip, Te’lif, Telfik; Fr., Al. Synthese, İng. Synthesis, İt. Sintesi
Birleştirme... Bireşim ya da Türkçe’de de kullanılan sentez terimi, çözümleme karşıtı olarak, çözümleme yoluyla ayrılmış bulunan öğelerin yeniden birleştirilmeleri anlamını dile getirir. Terim, özellikle Hegel’in diyalektiğinde önem kazanmıştır. Alman düşünürü Hegel bunu, olumlama ve yadsıma çatışmasının daha yüksek bir düzeyde yeniden olumlanması anlamında yadsımanın yadsınması deyimiyle dile getirir. Örneğin yumurta kendi kendine uygun bir nesnedir, kendisini olumlamıştır. Ama yumurtanın içindeki tohum gittikçe o yumurtayı kendi yararına kemirerek yadsır. Ancak bu amaçsız bir yadsıma değildir, daha yeni yumurtalar meydana getirecek olan civciv yumurtanın kabuğunu delerek ortaya çıkar, böylelikle tohumun yumurtayı yadsımasını yadsımış olur. İşte bu yadsımanın yadsınması bir bireşimdir, civciv varlığını kazanmakla kendisini olumlamıştır. Her yadsımanın yadsınması ya da bireşim yeni bir olumlama ya da sav (Fr. These)’dır.
Çatışma çözülmüş ve çelişme şimdilik aşılmıştır ama meydana gelen bu yeni bireşim kendi çelişmesini de birlikte getirmektedir. O da kendisini yıpratacak ve yadsıyacak olan yumurtalar verecektir. Çünkü birlik geçici ve çelişme süreklidir. Böylece her bireşim yeni bir sav olarak karşısav (Fr. Antithese)’ını içerir. Civcivin tavuklaşarak meydana getirdiği yumurtalar kendisini yadsıyacaklar, o yumurtalardan çıkan yeni civcivler de bu yadsımayı yadsıyacaklardır.
Hegel’in diyalektiğinde evrensel oluşma yasası budur. Ne var ki Hegel bu yasayı idealist bir anlayışla, bir mantık, eş deyişle düşünce yasası olarak ileri sürmektedir. Mantık Bilgisi adlı yapıtının Giriş’inde şöyle der: “bilgide ilerlemeyi gerçekleştirmek için gereken, bu mantık yasasını kavramaktır. Buna göre yadsılı olan aynı zamanda olumlu olan’dır. Başka bir deyişle karşı durulan şey yoklukta sıfıra varmaz, sadece içeriğinin yadsınmasında sıfıra varır. Sonuç şudur: Yadsıma, belli bir yadsıma olmakla, aynı zamanda belli bir içerik taşır. Bu yeni bir kavramdır. Ama öncekinden daha yüksek, daha zengin bir kavramdır. Çünkü yadsınması ya da karşıtıyla yükselmiş, zenginleşmiştir. Öyleyse onu içermektedir ama kendisinden fazla olarak hem kendisini hem karşıtını içermektedir. Kavramlar böylelikle meydana gelir ve sürekli bir akış içinde gelişir.”. bilimsel bir yöntem olarak bireşim ve çözümleme çok önemli bulgu araçları olarak bilme sürecinin her aşamasında kullanılır. Herhangi bir bütün, kendisini meydana getiren öğelerine çözümlemeyle ayrılır ve bu öğeler teker teker bilinip tanındıktan sonra bireşimle yeniden kurulur. Böylelikle o bütünün özü anlaşılmış ve ortaya konmuş olur.
Metafizik düşünce bireşim’le çözümleme’yi saltıklaştırıp birbirleriyle karşıtlaştırmak yanılgısına düşmüştür. Oysa bilimsel bir yöntem olarak bireşimsel yöntem (Os. Usuli terkibi, Fr. Methode synthetique)’le çözümsel yöntem (Os. Usuli tahlili, Fr. Methode analytique) birbirlerinden asla ayrılamazlar, çünkü birbirlerinin tamamlayıcısı olarak sıkıca bağımlıdırlar ve ikisi birden kullanılmakla yararlı olabilirler. Mantık açısından bireşim bir tümdengelim, çözümleme bir tümevarımdır. Çünkü bireşim yalını karmaşığa götürür, çözümlemeyse karmaşığı yalına indirger. Böylelikle bireşim genel olanla bireysel olanı, bir olanla farklı olanı; çözümleme de temel olanla temel olmayanı ayırt etme olanağını sağlar.
Orhan Hançerlioğlu (Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi)
|
Biçim
Os. Şekil, Suret, Nevi, Hey’et, Temsil, Remiz, Mecaz, İstiare, Kinaye, Sureti hariciye, Bediai lafzıye, Bediai maneviye; Fr. Forme, Figure; Al. Form, Figur, Schluss, Gestalt; İng. Form, Figure, Shape; İt. Forma, Figura
Özdek ve içeriğin karşıtı. "Ne" olana karşıt olarak "nasıl" olan. Kaos durumunda, düzensiz ve belirlenmemiş olana karşılık sınırlanmış, düzenlenmiş olan.
Bir nesnenin, biçim almamış özdeğinden, içeriğinden ayırmak üzere, onun dışını, dış çizgilerini, aynı zamanda iç yapısını, kuruluşunu, düzenini belirleyen. Biçim almamış özdeğe karşılık, belli bir düzene girmiş olan.//
Özellikle bu anlamıyla felsefede (mantık, bilgi öğretisi, varlıkbilim, ahlak felsefesi, estetik, doğa ve tarih felsefesi) biçim kavramının önemli bir yeri vardır. Platon'da biçim, idea ile aynı anlamda kullanılır; genel olanı, değişmez olanı ve kendinden var olanı gösterir; bireysel ve değişen görüngülerin üstünde ve arkasında ilkörnek olarak bulunur. Aristoteles'te, her somut nesne, özdek ve biçimden kuruludur. Başka deyişle, "Biçim kazanmış olan özdektir"; biçim, gerçeklik veren, gerçekleştiren etkendir (causa formalis), aynı zamanda oluş sürecinin ereğini belirler (causa finalis). Özdek, ancak biçim yüzünden 'gerçeklik kazanmış olan bir olabilirliktir. Bu düşünce ortaçağda özellikle skolastik dizgelerce benimsenmiştir.
Aquinolu Thomas'a göre nesnenin özü ve varoluşu biçimden oluşur; ruh bedenin bi· çimidir; salt tinsel tözler ayrık biçimlerdir; Tanrı salt biçimdir. Yeniçağ felsefesi nesnel varlık öğretisinden ayrıldığı ölçüde biçim kavramının anlamı ve durumu da değişir.
Kant'ta görü biçimleri (uzay ve zaman; ve düşünce biçimleri (kategoriler) artık nesnel varlık bağıntıları olmaktan çıkarlar, bilgi ve deneyin, insan duyarlılığında ve anlağında bulunan, zorunlu koşulları olurlar.
Sınırlanmakla belirlenmiş özdek ya da uzay...
Antikçağ Yunan felsefesinde biçim kavramı, ilkin Anaksagoras felsefesinde önem kazanmıştır. Anaksagoras’a göre biçim, evrensel oluşmada düzenlenmemiş özdek (Yu. Khaos) karşıtı olarak düzenlenmiş özdek (Yu. Kosmos)’tir. Aristoteles ünlü eidos (biçim) kavramının düzenleyicilik ve yetkinleştiricilik anlamlarını Anaksagoras’dan almış olsa gerektir. Aristoteles, deyimi, nesnenin niteliklerinin tümü anlamında ve özdek ile içerik karşıtı olarak kullanmaktadır. Ona göre ilk özdek (Yu. Prote hyle) biçim’sizdir ve sadece bir güç (Yu. Dynamis)’tür.; onu edim (Yu. Energia)’e geçirip gerçekleştiren, görünümlü ve yetkin kılan biçim (Yu. Eidos)’dir.
Biçim, özdeğin gerçekleşmesidir, gerçek olmayanın gerçek haline geçmesidir. Biçimsiz olan özdek, biçimle gerçekleşmektedir; eşdeyişle kumaş biçimlenerek pantolon, ceket, perde, masa örtüsü olmaktadır. Evrendeki her varlık, biçim kazanmış olan bir özdektir. Demek ki her varlığın bir özdeği, bir de biçimi vardır. Özdek, güç halinde (Os. Kuvve halinde) bulunan biçimdir. Demek ki her varlık, kendinden daha yetkin olan varlığın özdeği ve her yetkin varlık, kendinden daha az yetkin olan varlığın biçimidir. Eytişimsel özdekçi mantıkta biçim, içeriğin (öz’ün) yapısıdır ve yüzyılımıza gelinceye kadar sanıla geldiği gibi onun karşıtı değil, tersine, onun sıkıca bağımlısıdır. Biçim ve içerik (öz) ancak birlikte varolabilirler, biçimsiz öz olamayacağı gibi özsüz biçim de olamaz. Bu bağımlılıkta içerik (öz) temel, biçim ikincildir. Çünkü belirleyici olan özdür, özün çelişkileri onu geliştirirler, gelişen öz de yeni değişimlerine göre biçimini etkiler ve değiştirir. Biçim, öz tarafından meydana getirilmekle beraber yaratıcısıyla karşılıklı etki ilişkisi içinde bulunur, bu etkisiyle özünün gelişmesini hızlandırır ya da engeller. Aynı öz çeşitli biçimlerde gelişebildiği gibi aynı biçim çeşitli özleri yapılaştırabilir. Eytişimsel özdekçiliğin bu konuda ortaya koyduğu çok önemli bir bilgi de biçim’in özsel bir dışlık değil, özün iç yapısını temsil ettiği ölçüde onun gerçek bir parçası oluşudur.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Orhan Hançerlioğlu(Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi)
Yunanca anda, teriminin karşılığı olarak, gizilgücün karşısında edimselliği, eksikliğin karşısında yetkinliği, parçalanmışlığın karşısında bütünlüğü temsil eden şey: varlığa temel özelliklerini kazandırarak onun özünü belirleyen, “madde”ye karşıt ilke. İlkçağ Yunan felsefesinde özellikle Platon ve Aristoteles’in merafizikte tinde kullandıkları “biçim” kavramı, ortaçağ felsefesinde de skolastikler aracılığıyla varlığın sürdürmüş, daha sonra Kant’ın eleştirel felsefesi eliyle (lırklı bir anlam kazanarak günümüz felsefesine dek ulaşmıştır.
|
Bilinç
Osm. Şuur, İstiş'ar, Zamir, Hatır, İdrâk, İlim, Vukûf, Vicdân, Hissi bâtın, Hissi nefis, Akide, İtikat, İnsâf, Derûn; Fr. Conscience, Al. Bewusstsein, Selbstbewusstsein; İng. Consciousness, İt. Coscienza
İnsanın çevresini ve kendisini anlamasını sağlayan anlıksal süreçlerin toplamı.
1. Etimoloji: Osmanlıca şuur anlamını veren Türkçe bilinç terimi bilmek mastarından, Osmanlıca vicdan anlamını veren Türkçe bulunç terimi bulmak mastarından türetilmiştir. Bu türetimde Osmanlıca terimlerin Arapça anlamları göz önünde tutulmuştur. Her iki anlam da Hint-Avrupa dil grubuna bağlı Fransızca, İngilizce ve İtalyancada aynı terimle dile getirilir. Terim, Hint-Avrupa dil grubunun kesmek ve yarmak anlamlarını veren skei kökünden türemiş, Latince aynı bilgilere sahip olduklarından ötürü kişiler arasında kurulan dayanışma anlamını veren conscientia sözcüğü aracılığıyla bu dillere geçmiştir. Terimin bu dillerdeki ilk anlamı bulunç (Fr. Conscience morale)'tu, sonradan bilinç (Fr. Conscience psychologique) anlamına kaymıştır.
2. Metafizik: Metafizikte bilinç insandan bağımsız bir güçtür ve insana verilmiştir, evrensel ya da Tanrısaldır. Metafizik düşünme dizgesi içinde yer alan idealizme göre de bilinç, maddeden ayrı ve bağımsız bir güçtür. Bu savda temellenen idealizm antikçağ Yunan düşünürü Anaksagorasla başlar. Anaksagoras nus adı altında bir evrensel us düşünmüş ve onu maddenin karşısına koymuştur. Aristoteles'in deyişiyle, "Anaksagoras, nus un yaratan ve maddenin yaratılan olduğunu söylemiştir. Çünkü her şey bir aradayken nus gelip düzenlemiştir". Bu anlayış, bilinç'le maddeyi birbirinden tümüyle ayrı şeyler sayan Descartes'dan geçerek, onu, evrenselleştiren Hegel'de ulaşır. Hegel'e göre önce evrensel bir bilinç vardı ve bütün doğa bu evrensel bilincin ürünüdür, doğa diyalektik evriminin sonunda, gene bu bilince ulaşarak kendi kendini tanıyacak ve evrim böylelikle son bulmuş olacaktır. İdealist akımın karşısında yer alan ve antikçağ Yunan düşünürü Demokritosla başlayan materyalist akım, kaba ya da Vülger materyalistler adıyla adlandırılan bilim-öncesi materyalistlerinin bilinci maddeyle aynılaştırmalarıyla uçlaşır. Bunlara göre de, "Karaciğerin safra salması gibi beyin de bilinç salar". İdealist akımın düştüğü yanılgı kadar yanlış olan bu sonuç, bilim-öncesi materyalistlerinin gerçekte tekyanlı metafizik düşünme sistemine bağlılıklarından doğmaktadır.
3. Ruhbilim: Ruhbilimde bilinç terimi, öznenin kendini sezişi ya da kendinin farkına varışı anlamında kullanılır, algı ve bilgilerin anlıkta izlenmesi süreci olarak tanımlanır. Geniş anlamda bilinç, usun kullanılmasıdır. Ruhbilimsel açıdan insan, kendi varlığını ancak bilinciyle aşabilir. Türk Dil Kur umunca bilinç'le ilgili çeşitli ruhbilim terimleri önerilmiştir (Bk. Ruhbilim Terimleri Sözlüğü, TDK. yayını, birinci baskı, s. 35-36): Anımsamayı sağlayamayacak aşamadaki öğrenme bilinçdışı öğrenme (İng. Subliminal learning), belli bir anda insanın aynı zamanda algılayabileceği nesnelerin toplamı bilinç genişliği (İng. Span of consciousness), bilinç sürecini denetlediği ileri sürülen beyin yeri bilinç katı (İng. Seat of consciousness), hekime duyulan güvensizlik ya da utançtan ötürü verilmesi gereken bilgileri saklama bilinçli direnç (İng. Conscious resistance), bir küme yaşantının ötekilerden ayrılarak kendi içlerinde örgütlenmesi bilinçliliğin bölünmesi (İng. Split-off consciousness), nesne ve olaylara karşı uyanık bulunma durumu bilinçlilik (İng. Consciousness), belli bir anda bilinçte bulunmayen ama anımsanıp bilince çağrılabilen anıların bilinçteki yeri bilinç öncesi (İng. Foreconscious, Preconscious), Fröydcülüğe göre baskıya alındıklarından ötürü doğrudan anımsanmamakla beraber gizli yollardan bilinci ve davranışları etkileyen etkenlerin tümü bilinçsiz bellek (İng. Unconscious memory), kişinin bilincinde olmadığı ve ancak davranışlarıyla yansıtabildiği eyleme geçme isteği bilinçsiz güdülenme (İng. Unconscious motivation) terimleriyle dile getirilmektedir.
4. Diyalektik: Diyalektik materyalist felsefeye göre bilinç; insanın düşüncesi, duygusu, iradesi, karakteri, heyecanı, anlağı, kanısı, sezisi vb. gibi bütün anlıksal süreçlerinin toplamıdır. Nesnel gerçekliğin insandaki yansıtıcısıdır. Maddesel olan insan beyninin bir özelliğidir. Önce maddesel doğa vardı. Doğasal evrim insana ve bilinç'e kadar gelişti. Bilinç elbette doğasal, eş deyişle maddi bir üründür ama maddeyle ayrılaştırılamayacağı kadar aynılaştırılamaz da. Nitekim çocuk da annesinin ürünüdür ama annesinin aynı değildir. Bilinç, toplumsal bir üründür ve dil'le sımsıkı bağımlıdır. Dil olmaksızın bilinç de olamaz. Çünkü dil, başkaları için gerçekleşen pratik bilinçtir. Hayvanın ön ayaklarının elleşmesi ve ellerin emekte kullanılmasıyla başlayan insanlaşma, zorunlu toplumsallaşma olgusundan geçerek, dil-bilinç olgusunu meydana getirmiştir. Bilinç olgusu, insanların yaşma biçimlerinin ürünüdür. Öyleyse pek açıktır ki bilinç, insanların yaşama biçimlerini yansıtır. Ama bilinç sadece yansıtmakla yetinen basit bir ayna değil, belirmesiyle birlikte diyalektiğe girmiş etken bir güçtür. "Bir sarayda, bir kulübedekinden başka türlü düşünülür". Ama saray koşullarından doğan saray düşüncesi de saray koşullarını etkiler ve değiştirir. Marksist diyalektik ipinin iki ucundan biri eylem (pratik), öbürü de bilinç (teori)'dir. Çeşitli yanlış anlamalar ve yorumlar bu ipin iki ucunu birden elde tutamamaktan doğmaktadır. İnsansal girişkenlik (Fr. Initiative), bilinç'le gerçekleşir. İnsan, olaylardan oluşan bilinciyle o olaylara egemen olabilir. Bilim-öncesi felsefede insanların yaşama biçimleri düşünme biçimleriyle açıklanırdı, oysa düşünme biçimleri yaşama biçimlerinin sonucuydu. İnsan, bilimsel olarak bunun bilincine vardıktan sonradır ki, bilinç'li etkenliğiyle yaşama biçimlerini de değiştirmeye başlamıştır. Hiç bir şeyi değiştiremeyen hayvansal çabayla her şeyi değiştirebilen insansal çaba arasındaki tek fark, insansal çabanın bilinç'li oluşudur. Engels şöyle der: "Bilinçli amaç, istenmiş bir erek olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez". Bilinç, insanın, kendisini çevreleyen şeyleri fark etmesini, algılamasını ve algıladıktan sonra kavramasını gerçekleştirdiği gibi istemesini ve istediğini yapmasını da gerçekleştirir. Marx da Alman İdeolojisi adlı yapıtında şöyle der: "İşte ancak şimdi, yani temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağını gözden geçirdikten sonra insanın bir de bilinci olduğunu görüyoruz (Marx'ın saptadığı temel tarihsel ilişkilerin dört uğrağı: 1. ihtiyaçları karşılayan araçların üretimi, 2. Yeni ihtiyaçlar üretimi, 3. Soyun üretimi, 4. İşbirliği, eşanlamda belli bir üretim tarzı üretimi uğraklarıdır. O. H.). Ama gene de bu, arı bir bilinç değildir. Çünkü ruh, daha başlangıçta hava tabakaları, sesler, kısaca konuşma biçiminde beliren maddenin yükü altına sokulmuştur. Bilinç ne kadar eskiyse dil de o kadar eskidir. Dil, başkaları için varolan ve ancak bundan ötürüdür ki benim için de gerçekten varolan pratik bilincin ta kendisidir. Dil, tıpkı bilinç gibi, başkalarıyla ilişki kurma zorunluluğundan doğmuştur. Nerede bir ilişki varsa orada insansal bir şey vardır. Hayvanın hiç bir ilişkisi yoktur, hayvanın başkalarıyla ilişkisi onun için bir ilişki değildir. Demek ki bilinç, başlangıcından beri bir toplumsal üründür, insanlar varoldukları sürece de öyle kalacaktır". Demek ki insan topluluğunun dışında insan bilinci olamaz. Bilincin ürünü olan düşünce de, kendisinin maddi iskeleti olan dilin dışında varolamaz. Bundan ötürü bilinç, ilk anından beri dil temeli üstünde biçimlenir. Engels, konuşmanın ortaya çıkışının, maymun beynini adım adım bilinçlendirerek insan beynine dönüştürdüğüne özellikle dikkatleri çekmiştir. (O.H)
...
1-İnsanın kendisi, yaşantıları ve dünya üzerindeki bilgisi; aynı zamanda da düşünme ve kendini tanıma yeteneği.
a. Benle ilgili bütün yaşantıların tümü olarak bilinç; her türlü içten yaşamalar; kendi üzerinde bilinç.
b. Bir şey üzerinde bilinç; nesnel bilinç; nesnel bilinç; düşünme, algılama, duyma, isteme, bekleme gibi bir ereği olan bir şeye yönelen edimleri olanaklı kılan (şey). (TDK)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder