K.Popper

Karl Raimund Popper
(28 Temmuz 1902-17 Eylül 1994)

“Bilim kesinlik taşıyan bir sistem ya da iyi temellendirilmiş ifadeler değildir... Bilimimiz “episteme” anlamında bir bilgi değildir; hiçbir zaman doğruluğa ulaşmış olduğunu iddia edemez, hatta olasılıkta olduğu gibi doğruluğun yerini bile dolduramaz... Biz bilmiyoruz; yalnızca kestirimde, tahminde bulunuyoruz.” (Popper, The Logic of Scientific Discovery, Böl. 10, Kısım 85, s: 278) diyen Popper,  çağımızın açık ya da liberal toplum anlayışının önde gelen savunucularından biridir.(1)

1902 yılında Viyana’da doğan, on beş yaşında Marksist olarak Avusturya Komünist Partisine giren, ancak burada çok kısa bir süre kalan Karl R. Popper, Einstein’ın yapıtlarıyla karşılaşmış ve bu karşılaşma onun devrimci bilim anlayışı önünde yeni ufuklar açmıştır. (1)

O dönem Viyanası, başka birçokları için olduğu gibi, Popper gibi, gençlerin de yaşamaktan pek fazla heyecan duydukları bir yerdi.  Öğrencilik günlerinden sonra bir ortaokulda matematik ve fizik öğretmeni olarak yaşamını kazanmaya başlayan, ama toplumsal çalışma, sol siyaset, müzik ve felsefeyle ilgisini kesmeyen Popper, bilimler felsefesinin olguculuk anlayışıyla tanışıp onunla hesaplaşmıştır. Viyana’da olgucuların bazı seminerlerine katılan Popper de onlar gibi bilimselliğin yapısını irdelemiş bilimselliğe bir ölçüt bulmak amacıyla çalışmalar yapmıştır.(1)

Nazi tehdidinin yükselmesi üzerine gittiği Yeni Zelanda’da Canterbury University College’da felsefe dersleri verdi. (1937-45) 1945’de İngiliz Yurttaşlığına geçerek London Schools of Economics and Political Science’da ders verdi. Emekli oluncaya kadar (1949-1969 arası)  aynı kurumda mantık ve bilimsel yöntem profesörü olarak çalıştı.

Kaynak:
  1. 20.yy.Düşünce Akımları- Nejat Bozkurt-Morpa Kültür Yayınları.
  2. Ana Britannica



Karl Raimund Popper ve Eleştirel Usçuluk

20.yy.Düşünce Akımları- Nejat Bozkurt-Morpa Kültür Yayınları

1945 ‘te yayımlamış olduğu “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı kitabı, Marksizm’in yaşayan bir yazar tarafından yapılmış en titiz ve amansız bir eleştirisini içerdiğinden, bazı çevrelerde sağcı bir düşünür olarak tanınmıştır.

20. yy.ın önemli bilim felsefecilerinden biri olan Popper’in düşünsel etkinliği, giderek hükümet üyelerinden Nobel kazanmış bilim adamlarına ve sanatçılara değin uzanmış; öteki çevrelerde de yavaş da olsa yaygınlık kazanmaya başlamıştır.

Böylece insan ve doğa bilimlerini gözden geçirmeye ve değerlendirmeye girişen Popper, insan bilimlerinin zayıf yanının genelleştirilebilmekten uzak, her yeni olguyu kendilerine göre açıklayıp özümsemeleri olduğunu öne sürmüş ve bilimsel kuramların; biçimselleştirilmiş ve kendi kendilerine yeter duruma getirilmiş oldukları için, kendilerini çürütecek, dolayısıyla yerlerine daha genel bir kuram getirecek şeyler ardında koşmasına karşılık, sonunda onlarda hep kendi doğrulanışlarını bulduklarını saptamıştır.

Sol siyasetle ilgilendiği sıralarda, bilim ve felsefe çalışmalarını da sürdürmüş, bunun yanında çocukları korumayı amaçlayan A. Adler’in gözetimi altındaki toplumsal çalışma etkinliklerine katılmış, ayrıca Schönberg ‘in kurduğu Özel Konserler Demeğine de devam etmiştir.

1919 yılında bilimselliğin niteliği üzerinde düşünmeye başladığı zaman çıkış noktasının ne olduğunu kendisi şöyle anlatır: “Zihnimdeki sorunu doğuran ortamı ve uyarıcı olan örnekleri kısaca anlatmak isterim. Avusturya İmparatorluğunun çöküşünden sonra Avusturya’nın tinsel dünyasında bir devrim oldu. Kültür alanındaki otuşumların yanı sıra, ortalık devrimci slogan ve fikirlerle, yeni ve çoğunlukla saçma kavramlarla dolmuştu. Benim ilgimi çeken kavramlar arasında Einstein’ın görelilik kuramı kuşkusuz en önemli olanıydı. İlgi duyduğum öteki üç kuram da Marx’ın tarih, Freud ’un psikoanaliz ve A.Adler ’in bireysel psikoloji kuramlarıydı.

Ancak araştırmaları sonunda bulup ortaya koyduğu ölçüt, olgucuların ölçütünden ayrıldığı gibi Popper zaten her zaman pozitivizme de karşı çıkmıştır. Felsefe alanında o dönem egemen olan görüşle Viyana Çevresi’nin mantıkçı olguculuğuyla anlaşmazlık içine düşen Popper’e, bu çevrenin öncülerinden Otto Neurath, “Yanlışlamanın Pseudorasyonalizmi” (1935) adlı yazısında resmi muhalif sıfatını yakıştırmıştır. Bunun üzerine içinde daha sonraki felsefi gelişmesinin tohumlarının bulunduğu Araştırma Mantığı (Logik der Forschung, 1935) adındaki ilk yapıtını yayımlayan filozof burada, mantıkçı olguculuğa karşı o zamana değin genellikle benimsediği kanıtların başlıcalarına yer vermiştir.

“Araştırma Mantığı” nda Popper, bilimleri metafizikten ayırarak bir bilim kuramının temellerini atmaya girişir; ona göre yalnızca deney yoluyla yadsınabilen ya da çürütülebilen yani yanlışlanabilen kuramlar bilimsel olmayı hak ederler. Onun bilgi kuramında bir yanlışlanabilirlik işleminin olumlu sonucu olarak yanlışlama; bir kuramı, bir önermeyi vb. yanlışlamak, bunların yanlışlığını ortaya koymak demektir. Yanlışlanabilir olma ise, olumsuz bir deneysel teste konu olabilecek bir önerme ya da kuram için kullanılır. Örneğin, “Yarın yağmur ya yağacak ya da yağmayacak” önermesi, “Yarın yağmur yağacak” önermesinin tersine, yanlışlanabilir bir önerme değildir. Popper’in bilgi kuramında “yanlışlanabilirlik ilkesi” olarak karşımıza çıkan ölçüt, bazı kuramlarm deneysel olarak doğrulanabilir değil, ancak çürütülebilir bir nitelik taşıdığını ortaya koyarak bilimleri birbirinden ayırmak olanağı veren bir ölçüttür.

K. R.Popper’e göre, bilimin özelliği, bir kuramın doğruluğunu, deneysel doğrulamaya bağlı olmadan olumlama olanağım sağlayan negatif bir gereği yerine getirmektir. Yanlışlanabilirlik (falsifiability) ölçütü Popper’in bilim kuramının temelidir. Onun bilimsel yöntem görüşü, bütün sistemleri zorlu bir ölüm kalım savaşından geçirerek sonunda nispeten en elverişli” sistemi seçmek amacıyla, her türlü sınamadan geçirmesi gereken sistemi yanlışlamaya tabi tutmaya dayanır. Çünkü kuramlar, Popper’e göre, hiçbir zaman deneysel olarak doğrulanamaz “Logik der Forschun da o şöyle der;

“Eğer olgucu yanılgıdan kaçınmak istiyorsak deneysel bilim alanında da doğrulanamayan önermelerin varlığını kabul etmemize olanak veren bir ölçüt seçmek zorundayız. Bu düşünceler sınır çekme (demarcation) ölçütü olarak alınması gereken şeyin bir sistemin doğrulanabilirliği değil yanlışlanabilirliği olduğunu telkin ediyor”

Böylece Popper, bır sınır çekme ölçütü olarak yanlışlanabilirlik ilkesini önermekte ve ona göre yalnız deneysel kuramlar yanlışlanabilir bir nitelik taşımaktadır. Bu yapıtını yayımladığı sırada, Carnap’ın bilim araştırmasında başvurduğu tümevarımcı yönteme, mantıksal olguculuk yanlılarının önerdikleri bilimle metafızik arasındaki ayrım ölçütünü tartışma konusu yapan Popper’e göre, bilimsel araştırma, tümevarımla değil, deneme ve yanılmalarla, varsayım ve yadsımalarla ilerlemiştir.

Bir bilimsel kuramın özelliği“yanlışlanabilir” olmaktır; doğrulanabilirliğin yerini, bilimsel olanla olmayanı birbirinden ayırma ölçütü olarak yanlışlanabilirlik almalı ve bilim de, bir bilgi sisteminden çok, “nesnel bilgi”nin “tamamlanmamış bir araştırması” olarak anlaşılmalıdır.

1940’lı yıllarda iyice egemen olan Nazizm ideolojisinin Almanya’daki Nasyonal Sosyalist Partisi, çağdaş sanatçı ve bilim adamlarını olduğu gibi olgucu filozoflarla birlikte Popper’i de ülkesinden göçmek zorunda bırakmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yeni Zelanda’da bulunan Popper, 1945 ‘ten sonra Londra’nın çeşitli üniversitelerinde dersler vermiştir. Bilimin ancak eleştiri yoluyla ilerleyebileceğine inanan filozofun eleştirel usçuluk adını verdiği yöntemsel tutumuna göre, kişi her zaman yanılabilir. Buna başkalarının da “doğru”yu dile getirebileceği görüşünü eklediğimizde, tartışma ile deneye önem veren bu kritik rasyonalizm şemasıyla ortaya çıkan ve söylenmek istenen şudur.  Ben yanılıyor olabilirim sen de haklı olabilirsin; birlikte çalışarak ‘doğru’ya yaklaşabiliriz.  Böyle bir yaklaşımın bilimsel tutumla çok yakın bir ilişkisi vardır. Çünkü böyle bir tutum, herkesin hata yapabileceği, bu hatanın kendisi, başkaları ya da başkalarının yardımıyla yine kendisi tarafından keşfedilebileceği görüşüne dayanır ve kimsenin kendi kendinin yargıcı olamayacağı savını ve yansızlık düşüncesini içerir. Bu tutumun akla olan inancı, yalnızca kişinin kendi aa değil, belki daha çok, başkalarının aklına olan inançtır. “Eleştirel usçuluk” un bu belirlenişi, olgucuların bilim/metafizik ayrımının Popper’deki karşılığının usçuluk/usdışıcılık ayrımı olduğu onun yazılarında hemen görülebilir.

Popper’ in bilim felsefesine göre, bilimsel bir öndeyinin deney ve gözlemle doğru çıkmaması halinde, bilimsel kuram yanlışlanabilir; çünkü hangi kurama olursa olsun, ampirik destek bulmak kolaydır, ancak bilimsellik, ampirik (deneysel) destek sağlamada değil kuramın hangi koşullar altında yanlış olduğunu belirlemede yatmaktadır. Bilindiği gibi Popper’in bilim kuramına en önemli katkısı “yanlışlanabilirlik” ilkesidir o, eğer bir kuram yanlışlanabilir ise bilimseldir diyerek, bilim felsefesi araştırmalarına “yanlışlanabilirlik” ilkesini sokmuş ve bu ilkenin, bilimselliğin ölçütü olarak kullanılabilmesi için, bazı yöntem kurallarıyla tamamlanması gerektiğini öne sürmüştür.

 Bu kurallardan bazıları şunlardır:
è “Yardımcı varsayımlar, kuramsal bir sistemin yanlışlanabilirlik derecesini azaltamaz.”
è “Tanımlanmamış kavramların, kuram tarafından örtük olarak tanımlandığı kabul edilemez (bu durumda kuram, analitik olarak doğru olur ve yanlışlanamaz).;
 “Dil kullanımının sürekli olarak değiştirilmesi yasaktır.”

Popper, bu kurallardan başka, bilimin gelişmesine yardımcı olacak bazı başka kurallar da koymuştur. Aslında onun bilim felsefesinin temelinde yatan biricik amaç, bilimin gelişmesini sağlayacak yöntem kurallarını belirlemektir. Yukarıda sayılan kurallar, bilimselliğin asgari kuralları olup bilimselliğe bir ölçüt getirirler. Öteki kurallar ise, ifade ediliş tarzlarından da anlaşılacağı üzere, kuramların yanlışlanabilir oldukları noktasından hareket ederler.

Bu kuralların bazıları da şunlardır:
è “En çetin biçimde sınanması gereken en yüksek yanlışlanabilirlik derecesi olan kuramlara öncelik ver.”
è “Yeni bir kuram, eski kuramlardan bağımsız olarak sınanabilmelidir.”
è“Yeni bir kuram, eski kuramlardan bağımsız olarak sınanabilmelidir yeni bir kuram şimdiye değin birbirinden ayrı görünen olayları birleştiren özgün ve yalın bir düşünceye dayanmalıdır.”
è “Bir kuramın doğrulanması için, kabul temel önermelerle bağdaşması ve bu temel önermelerin bazılarının da kuramı yanlışlamak için harcanan bilinçli çabalar sırasında kabul edilmiş olması gerekir.”

Bilim felsefesinde önemli tartışmalara yol açan Popper’ in düşüncesine göre sonsuz ve ebedi hakikatlerden söz etmek saçmadır. Bilimsel hakikatten de söz edemeyiz. Kesin ve saltık gerçeği bulmak olanaksızdır. Yalnızca, yanlışlanıncaya değin geçerli olan doğruya en yakın saptamalar vardır, bilim ve eleştirel aklın işi de bunları ortaya çıkarmaktır. Popper’e göre, bilimsel araştırmanın ve mantığı, doğrulama üzerine değil, yanlışlama üzerine kurulmalıdır. Küçük ve emin adımlarla, “deneme-yanılma” yoluyla bilgiler durmadan sınanmalı, bilim ve toplum en doğruyu bulma yönünde ilerlemelidir. Elde edilen “en doğru” ise, yalnızca yanlışlanıncaya değin geçerlidir. Ona göre, bilim, kuramı doğrulayıcı kanıtlar peşinde koşmamalıdır; tersine, ortaya atılan görüş ya da kuram yanlışlanmaya çalışılmalıdır; yanlışlardan arındırıla arındırıla, en doğruya yaklaşılmalıdır. Popper, bu yanlışlama yönteminin aynı zamanda toplumsal, etik bir görev olduğunu da belirtmiştir. Elde ettiğimiz sonuçları ve kuramımızı sürekli aklın eleştirisine tabi tutmalı, aralıksız öğrenmeli, sınamalı ve elde ettiğimiz sonuçlarla da sürekli düzeltmeler yapmalıyız. Yaşama bu bakışında, bilim dünyasınca benimsenen birçok yön olup, onun bilime ve toplumsal yaşama en büyük katkısı, eleştirel aklı sürekli vurgulaması ve ön plana çıkarmasıdır.

Ne var ki topluma ilişkin görüşlerinde küçük adımlar ve el yordamlarıyla doğruya yaklaşma anlayışıyla;insanların düş kurmasına ütopyalara sığınmasına ve onların peşinden gitmesine de set çeken Popper’in felsefesinde ne düşlemlere, ne de ütopyalara yer vardı. Bu nedenle örneğin Karl Marx gibi büyük analizci toplumbilimci ve kuramcılarla Platon gibi duşçu filozoflarla Hegel gibi gorkemlı spekülasyonlarda bulunan düşünürlerlerle, kısaca geleceği düşünen ve düşleyenlerle taban tabana zıttı. Düşleri ve imgeleri yadsıyan, metafiziği dışlayan Popper’ in belki de insanlıkla düştüğü en büyük çatışma da bu olmuştur. Çünkü insan beyninin temel işlevleri arasında yarını düşünmesi hayal kurması en yetkini araması ve hatta bunu gerçekleştirmek için de yaratıcı düş gücünü işletmesi bulunur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder