Doğu dilleri profesörü olan
Lutherci bir papazın oğluydu. Sekiz yaşına geldiğinde klasik dilleri
öğrenmişti. On beş yaşında Tübingen’deki ilahiyat okuluna kabul edildi. O
dönemde Tübingen’de eğitim gören gençler Fransız Devriminin etkisiyle ilahiyat öğretisi yerine felsefeye
yöneliyorlardı. Bu yıllarda Immanuel Kant’ın, Fichte’nin ve Spinoza’nın
düşüncelerinden etkilenen Schelling 1795 de Genel Bir Felsefenin Biçimi ve Olanağı Üzerine adlı ilk
felsefi yapıtını yayımladı. Bunu Felsefenin İlkesi
Olarak Ben Üzerine adlı diğer yapıtı izledi. Her iki yapıtta ele aldığı temel kavram Mutlak idi. Bu Mutlak, Tanrı olarak tanımlanamazdı; her
kişinin kendisi, Mutlak “ben” olarak Mutlak’tı. Ebedi ve zamandışı olan bu “ben”
duyusal sezginin tersine, zihinsel bir edim olarak nitelenebilecek dolaysız
sezgi ile kavranabilirdi.
(…)
1798’de jena Üniversitesi’nde
profesörlüğe getirilen Schelling, faha sonraki yıllarda doğa felsefesi üzerine
birçok yapıt yayımladı. Ünlü yapıtı Transandantal İdealizm Sistemi (1800) nde
geliştirdiği doğa kavramını, “ben”i hareket noktası alan Fichte’nin felsefesile
birleştirmeye çalıştı.
Fichte 1803’te Alman romantik akımının en yetenekli kişilerinden Caroline Schlegel ile evlendi.
1806’da Plastik Sanatlar
Akademisi’nin başkanlığını üstlendi.
Hegel’in Tinin Fenemonolojisi yapıtı onun düşüncelerini ikinci plana itti.
(…)
1841 de Berlin Üniversitesi’ne atanan Scheling, felsefi görüşlerini yeniden kamuoyu önünde ortaya koymaya yöneldi. Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm onun Berlin’de hegelciliğin kalıntılarıyla mücadele edeceğini umuyordu. Buradaki derslere, Engels, Kierkegaard, Bruckhardt ve Bakunin gibi isimler de katılmıştı. Schelling Berlin Üniversite’sinden önemli bir etkinlik sağlayamadan ayrıldı.
Ana Britannica’dan özet.
Doğa Felsefesi
Schelling, deneyim dünyasını zihin terimleri ile açıkladığı yeni bir
idealizm düşüncesi ortaya koymuştur. O, Fichte'nin mutlak egonun bir ürünü
olarak doğanın özgün kavranması ile yetinmeyecektir. Schelling, "Doğa,
bizim ödevimizin özdeğidir" savına karşı çıkar ve nesnel idealizm ve
panteizmini geliştirir. Epistemolojinin arı egosu, metafiziğin mutlak egosu olacaktır. Eğer gerçeklik,
insan tinine benzer, canlı kendini belirleyen bir oluşum ise, doğa, ölü bir
mekanik düzen olarak ya da yalnızca istence olan dışsal bir engel olarak
algılanamaz. Biz doğayı anlayabiliriz çünkü o bizim ile benzerliklere sahiptir,
çünkü o, dinamik bir zihinin ifadesidir, çünkü onun içinde yaşam ve us ve erek vardır. Ancak us, zorunlu olarak bilinçli
zihin değildir; Schelling, romantikler ve inanç-felsefecileri ile
birlikte olarak, tin, zihin ya da usun kavramını genişletir.
İlke, kör, bilinçsiz bir içtepi, biçim olarak benim bedenimde hareket eder
ve kendisinin bilincine varır. Böylece kendisini, körlüğünden soyutlayacaktır.
O, bilinçsiz bir seviyede varlığını sürdürmüş arı tin, arı öz-bilinçlilik olmuştur. Evrensel ego, kendisini benim içimde ve sayısız
başka bireysel kendiler içinde ifade eder, —o, yalnızca bilinçli anlak
içinde kendinden haberdar olur. Bizler, evrensel ego içinde köklü olarak
gerçeğizdir; bizler, bağımsız, soyutlanmış bireyler olarak gerçek değilizdir:
mutlak kişisel kendilik, bir yanılsamadır. Schelling'in, doğanın görülebilir bir tin olduğu ve tinin görülemez doğa olduğu öngörüsü
romantik düşgücüne bir itme gücü sağlayacak yaşamın açıklanmasında yeni
şairleri cesaretlendirecektir. Böylece dünyanın ölü bir makine olduğu düşüncesi
bu çevreler tarafından terkedilmektedir.
Doğa ve zihin oluş ve düşünce, Spinoza'nın ortaya koyduğu gibi, mutlak'ın
iki paralel görünümü değil, mutlak zihnin evrimi içindeki farklı basamak, evre
ve dönemlerdir. Mutlak kendisini bir tarihe sahip olarak ortaya koyar: o, evrimsel
bir oluşumdur, onun en yüksek ereği, öz-bilinçliliktir. Bizim kendimiz için de
olduğu gibi, bilinçli-olmayan bir durumdan ortaya çıkar, ve alt-bilinçlilik
evresine geçer. Böylece evrensel ego, karanlıktan aydınlığa geçecektir. Düzenli
nesnelerin derecelendirilmiş skalası, yaratıcı bir güce karşı çıkar. Doğanın
ölü ve bilinçsiz ürünleri, doğanın kendisini ifade etmedeki başarısız
girişimleridir yalnızca; ölü doğa olarak adlandırılan şey, bir olgunlaşmamış
zihindir fakat onun fenomeni bilinçsiz olarak usun izlerini sergiler. Doğa,
insanda, en yüksek ereğine, öz-bilinçliliği içinde bize kendisini ortaya koyar.
Bu durumda doğanın en yetkin kuramı, tüm
doğa kanunlarının algılama ve düşünme kanunlarına indirgenebildiği bir kuram
olacaktır; doğanın tümü onun içinde kendisini düşüncede çözümleyecektir.
Schelling'e göre, biz ister doğa isterse zihinden yola çıkalım, bu
özdeksel-olmayan bir olgudur. 'Doğa nasıl bilinçli bir zihin olabilmektedir?'
ya da 'zihin nasıl bilinçsiz doğa durumuna gelmiştir?' sorusu ortaya
çıkmaktadır. Bilgi ilkeleri ve gerçeklik ilkeleri aynıdır; bilginin nasıl
olanaklı olduğu ve bir dünyanın nasıl olanaklı olduğu soruları aynı koşul ve
kanunlara bağlı olarak yanıtlanır. Öz-bilinçlilik tarihindeki farklı dönemlerin
izlerinde, ilkel duyumdan daha yüksek zihinsel oluşumlara kadar, doğa içinde
kendini ortaya koyan mutlak ilkenin gelişiminin izlerini taşımaktadır.
"Tüm nitelikler, duyumlardır, tüm yapılar, doğanın algılarıdır; doğanın kendisi, tüm duyum ve algıları ile
birlikte, donmuş bir zihindir."
Aynı kanun, herşeyi kapsamaktadır: şeylerin kökündeki ilke, aynı sabit
şekilde edimde bulunur, heryerde aynı ritmde atar. Onun eylemi, bir genişleme
ve karşıtlık oluşumudur: ilke, içinde
gizilgüç barındırır, kendisini nesnelleştirir, kendisinin ötesine geçer ve
ardından daha zenginleşmiş ve donanımlı olarak kendisine geri dönecektir: doğa,
öz-bilinçliliği içinde kendisini özne ve nesne olarak ifade eder, faklılaştırır
ve süreç içinde kendisini bilinçlendirir.
Doğanın farklı kuvvetleri temel olarak aynıdırlar; ısı, ışık, manyetizma,
elektrik bir ve aynı ilkenin farklı evreleridir ve onlar hem organik hem de
inorganik doğa için geçerlidir. Farklı organik biçimler içinde birlik
bulunmaktadır; onlar, derecelendirilmiş bir skala oluştururlar ve organizmanın
aynı ilkesinin ürünleridirler; onların tümü aynı plan üzerinde
oluşturulmuştur. Doğanın tüm ürünleri, bir yaratıcı
tin tarafından bir arada bulunurlar; doğanın her bir parçası, bütünün ilerlemesine yardıma
olmaktadır. İnsanoğlu doğanın en yüksek ürünüdür. Doğa, insanda öz-biçimliliğinin
amacının gerçekleşmesini elde eder.
Schelling, doğayı a priori olarak oluşturma girşiminde
bulunur. Fichte'nin zihnin gelişimindeki mantıksal basamakları göstermeye
çalışmış olması gibi, onun evriminin oluşumu içindeki zorunlu evreleri ortaya koyar. Kendisinden önce Herder ve Fichte
gibi ve kendisinden sonra Hegel gibi, dünyanın işleyişinde diyalektik bir
oluşum bulacaktır, bu iki karşıt etkinliğin—sav ve karşısavın—birleşik ve uyumlu
olarak ya da daha yüksek bir bireşim içinde olarak ortaya konuldukları bir
oluşumdur. O, bunu üçlülük kanunu
olarak adlandıracaktır: eylemi, tepki izleyecektir; bir uyum ya da bileşimin
sonucu olarak ortaya çıkan karşıtlıktan ileri gelmektedir. Bu zamanın
sonu-gelmez hareketi için çözünmüştür. Doğada ne ölü, durağan töz, ne de tam
bir akış vardır. Schelling, inorganik ve organik doğaya olan üçlü kanunu
uygular; biz onu dizi içinde ifade edilmiş olarak buluruz: çekim, geri çekilme,
yerçekimi; manyetizma, elektrik, kimya; duyumsallık, alınganlık, yeniden
üretim. Biz onu, şiirsellik ve bilimin, neşe ve mantığın bir arada kaynaşmış
olarak bulunduğu doğa felsefesi içinde izlemeyiz: Schelling'in doğa
konusundaki temel ideası, dinamik bir evrim olarak, çağdaş fiziğin dinamik
madde düşünüşünü gölgelemektedir.
Bunun nedeni doğanın canlı olması, onun içinde kanun, us ve erek
bulunmasıdır. Böylece biz onu anlayabiliriz, o bizim için bir anlam ifade
edebilir. O, bizim kemiğimizin kemiği ve bizim etimizin etidir. Schelling,
Fichte gibi, değişmez durağan tözün eski inanışını ve onun evrensel yaşam düşüncesinin
dinamik ideası yerine geçmesini reddeder. Bu, bilinçsizlikten bilinçliliğe bir
gelişimdir, ve onun nihai ereği, insanoğlunun
öz-bilinçlilik usudur. O, doğanın matematiksel-fiziksel düşüncesine karşı
çıkar ve onun yerine erekbilimsel düşünüş tarzını ortaya koyar. Bu, bilinçsiz
amacın öğretisi tarafından daha önceki erekbilim ile mekanizmin
(düzenekçiliğin) uzlaşmasıdır. Daha düşük evrede, mutlak, sanki bilinçli amaca
sahipmiş gibi hareket etmektedir; o, sezgisiz olarak edimde bulunur,
mekaniksel olarak dışarıdan itilmemiştir. Eğer gözlemci, şeyi dışarıdan izleyen
birisi onu içeri yerleştirebilirse; eğer onun kendisi içtepi ya da eylemde
bulunabilirse ve aynı zamanda onun bilincinde ise, içtepinin onsuz dayatılmadığını,
kendisini onun içinden yönlendirdiğini farkedecektir.
Schelling'in doğa felsefesi, inandırıcı gelmeyen benzerlikler de
taşımaktadır, kanıt ve olgulardan daha fazla olarak gözalıcı ve çarpıcı
konuşmalar içermektedir. Söylemlerin mantıksal olarak ortaya konması girişiminden
öte olarak, doğanın edimsel ayrıntıları üzerinde durulmuştur. O, tek yönlü bir
mekanizmanın karşısında olarak doğa üzerinde çalışmalar içermektedir.
Zihin felsefesi
Biz, Schelling'in zihin felsefesini, System of Transcental Idealism yapıtında
olduğu gibi ayrıntılı bir şekilde incelemeyeceğiz. O, farklı dönemlerde
öz-bilinçliliğin tarihinin izlerini taşımaktadır. İlkel duyumdan, yaratıcı
düşgücüne geçilmiştir; yaratıcı düşgücünden düşünmeye geçilmiştir; düşünmeden
istencin mutlak edimine geçilmiştir. Yaşamın tüm biçimlerinin işleyişinde aynı
ilke olduğu için, doğada bulunan bunlara ilişkin zihin etkinlikleri beklentisi
içinde olacağız; doğanın kuvvetleri, insanoğlunun bilinçliliğinde işlemde bulunmayı
sürdürmektedir. Kullanılan yöntem, Fichte'nin yöntemi ile aynıdır: mutlak ego
ya da sonlu etkinlik ile sınırlı enerji olmadıkça hiçbir sonlu ego
olmayacaktır; ego, öz-bilinçlilik ve özgürlük gelişiminde bulunamaz. Nesnel dünya, mutlak usun ürünüdür. O duyum
algılaması, düşüncenin zorunlu kategorileri ve birey içinde öz-bilinçlilik
üretir.
Öz-bilinçlilik ve yaşamın daha ileri bir önkoşulu toplum ve düzenli bir
Devlet içindeki yaşamdır. Soyutlanmış bir ego, gerçek bir dünyanın düşüncesine
sahip olmayacaktır ve bu durumda özgürlüğün bilinçliliğine sahip olamaz.
Bilinçsiz evrensel usun ifadesi olan Devlette doğal bencillik, evrensel istenç tarafından sınırlandırılır; bireyler,
bilinçsiz olarak toplumsallaşmışlar ve daha yüksek törel bir evre için hazırlanmışlardır.
Onlar zorunlu olarak değil, bilinçli olarak ve isteyerek doğruyu
yapacaklardır. Öz-bilinçliliğin gelişimindeki en yüksek evreye, sanatta ulaşılır; yaratıcı sanatçı, doğanın yaratıcı eylemini
taklit eder ve onun bilincinde olur, mut-ak'ın etkinliğinin bilincinde
olacaktır; gerçekten de, Mutlak'ın sanatsal yaratımı içinde, onun kendi
yaratıcı kuvvetinin bilincinde olacaktır. Fichte'nin düşüncesine göre, sanat
—ahlak değil— insanoğlunun en yüce işlevidir ve Alman edebiyatının altın
çağında popüler olacaktır.
Mantık ve Sezgi
Schelling'in felsefesi, en gelişmiş evresinde, bir panteizm (kamutanncılık) biçimidir. Bu düşünüşte evren canlı, bir dizge içeren,
bir organizma olarak algılanır. Onun herbir parçasının bir yeri vardır ve
bütünün işleyişinde yardımda bulunur. Özne ve nesne, biçim ve madde, ideal ve
gerçek aynıdır ve ayrılamaz; bir,
çoktur ve çok birdir. Bir organizmada olduğu gibi, biz bütünü
parçalayamayız ve onu bütünden ayrı olarak anlayamayız. Parçaları olmadan
bütünü anlamak olanaklı değildir.
Gerçeklik, birbiri ile etkileşim halinde olan parçaların organik bir
bütünüdür. Çokluk içindeki aynı birlik ya da farklılık içindeki özdeşlik,
doğayı karakterize eder ve zihinsel yaşamda bulunur; bilgi edimi içinde, bilen
ve bilinen şey aynıdır.
Ancak bu dizgenin doğruluğundan nasıl emin
olabiliriz, onun doğruluğunu nasıl kanıtlayabiliriz? Sahip olduğumuz eylem ya
da yaşam ya da istencin, şeylerin ilkesi olduğunun güvencesi nedir? ve
Schelling tarafından ifade edilen evrim evreleri aracılığı ile onun geçişinin
ilkesi nedir? Yanıt her zaman aynı değildir. Bazen dünya bütünüyle ussal
görünürken, bazen tam tersi düşünülebilmektedir. Bunun ötesinde, dünyanın tarihi içinde bir mantık
olduğu düşünülür. Bizler, düşünüşümüzde onun evrirninin zorunlu evrelerini
yeniden üretiriz. Onun ideali, bilginin organik bir dizgesinin oluşturulmasıdır.
Her yargının, diğer yargılar ve onun doğruluğu için tüm dizge üzerinde
bağlantılı olarak uygun bir yeri vardır. Schelling, bu düşünce içinde,
Spinoza'yı taklit eder ve mantık-kanıtı felsefesini oluşturmak için geometrik yöntemi kullanılır. O, her ne
kadar, doğa ve zihinin ilerleyen evrelerinin ussal bir tümdengeliminde
girişimde bulunmasına karşın, dizgesinin önsel (a priori), evrensel ve
zorunlu bir önerme üzerinde bulunması konusunda her zaman için güven dolu
değildir.
Felsefe'nin idealizmi kararlamadığını
söyler, o, dogmatizm ve özdekçiliği kanıtlayabilmenin ötesinde bir şey yapamaz;
insanoğlunun dünya görüşü onun özgür seçeneğidir. Özgürlüğü ya da yaratıcı
ilkenin gerçekliğini kanıtlamanın tek yol, kişinin kendisinin özgür bir
kendini-belirleyen olmasıdır. Biz, kendi idealimiz olarak özgürlüğü ortaya koyduğumuz
zaman, üstü kapak olarak mutlak bir yaratıcı tinin gerçekliğinden
bahsediyoruzdur; eğer dünya yalnızca madde ise, özgür olmak için çaba
göstermek anlamsız olacaktır idealdeki inanç, tinsel bir dünyadaki inancı ifade
eder. Özgür olma istenci, dünyayı idealist terimlerle yorumlamalıdır.
Fichte'nin kullandığı başka bir tanıt daha vardır; özgür bir varlık, özgürlüğün
ne olduğunu bilecek ve idealizmi anlayacaktır. Biz yalnızca özgür eylem içinde
ve zihinsel zeka etkinligi içinde özgürlük ya da Mutlak'tan haberdar
olacağızdır; felsefecinin biricik dayanak
noktası zihinsel sezgidir. Doğa»
daki canlı, hareketli öğe, gerçekliğin içsel anlamı, onun uzamsal, zamansal ve
nedensel kategorileri ile bilimsel ardayı tarafından elde tutulamaz.
Schelling "algılar içinde betimlenen
şeyin, duran olduğunu" söyler, "çünkü yalnızca sonlu ve duyum-algılarının şeylerin kavramları
olabilir. Hareket kavramı, hareketin
kendisi değildir ve sezgi olmadan devimin ne olduğunu hiçbir zaman için bilemeyiz. Bu durum
özgürlük yalnızca özgürlük tarafından, etkinlik yalnızca etkinlik tarafından
kavranabilir." Doğal bilim ve ortak duyu durağan bir şeyler düşüncesi
ortaya koyacaktır. Onlar yalnızca onların oluşu ile kavranabilir; felsefe
oluşumu içinde onları bilir, o, onların içindeki canlı, hareket eden öğe ile
ilgilidir.
Doğal bilim ve ortak duyum, onları
yalnızca dışarıdan görür: bizim onları kendileri içinde ve kendileri için
oldukları gibi içten bilmemiz gerekmektedir, ve yalnızca bu şekilde kendimizi
bilebiliriz. Belki de, dünyanın ussal bir kuramını oluşturduğumuz temel üzerinde,
ilkelerimiz ya da temel önermelerimizin bize verdiği sezgi ile ilgili olarak
Schelling'in düşüncesindeki ussala ve sezgici eğilimleri uzlaştırabiliriz.
Schelling, yaşadığı zamandaki büyük şiirsel dönemin ve sanatsal atmosferin
etkisi altında olarak, bu sezgiyi, sanatsal
bir sezgi olarak değerlendirmiştir. İlk olarak, öz-bilinçlilik ya da arı
kendi-düşünüşü Mutlak'ın amacı olarak, yaşam ve zihnin yaşamındaki en büyük
başarı olarak değerlendirmiş ve yalnızca
felsefecinin sezgisinde böyle bir deneyimin ortaya konabileceğini düşünmüştür.
Evreni, sanatın bir işleyişi olarak yorumlamaktadır: Mutlak, amacını, bir
evrenin yaratımı içinde gerçekleştirir. En yüksek insan işlevi, felsefi bilgi değil, sanattır. Sanat ürünlerinde,
özne ve nesne, ideal ve gerçek, biçim ve madde, zihin ve doğa, özgürlük ve
zorunluluk, ayrışma ve kaynaşmada bu olgu görünmektedir. Felsefe tarafından
aranılan uyum, sanatta, duyumsal bir araç içinde ortaya konmaktadır; bu,
görülen, dokunulan ve duyulan bir birliktir. Doğanın kendisi, büyük bir şiirdir
ve onun gizemi sanat ile ifade edilir. Yaratıcı sanatçı, idealini
gerçekleştirmede, doğanın yarattığı gibi yaratır ve doğanın işleyişi gibi bilir;
sanatsal yaratım, dünyanın sezgisi için bir örnek olarak hizmet eder: bu
felsefenin gerçek organıdır. Felsefeciler de, tıpkı sanat dehalarında olduğu
gibi, evrende bir uyum ve özdeşlik algılama niteliğine sahip olmalıdır: estetik sezgi, mutlak bilmedir.
Estetik düşünüşe benzer olarak, Schelling organik düşünüşü zihinsel sezgi
olarak betimler: bu, şeyleri bir bütün olarak görme niteliğidir, tikelde
tümeli, çoklukta birliği, farklılıkta özdeşliği görme niteliğidir. O, bu
işlevde hiçbir gizemin olmadığını vurgulayarak belirtir ancak hiç kimse bağlantısız,
soyutlanmış deneyim bilgisine sahip olmayan birini bir felsefeci olarak kabul
etmez.
Bu düşünce türü, diametrik olarak, bilimin mantıksal-matematiksel
yöntemine, Alman edebiyatına ve Alman idealistik felsefesine karşı çıkmaktadır.
Goethe'nin tüm doğa, sanat ve yaşam görüşü, organik ya da erekbilimsel düşünüş
üzerinde yer almaktadır; o, bütünü parçaları içinde görme yeterliliği, somut
bir gerçeklik içindeki idea ya da biçimi, bir şairin ya da düşünürün en yüksek armağını olarak düşünür.
Bu, insanoğlunun Tanrıya olana benzerliğinin bir ipucunu vermektedir. Bu,
"yüksek sezgi" (die hohe Intuition) olarak Faust'un şiddetle arzuladığı, Mefistonun ise dudak büktüğü bir
armağandır.
Schelling felsefi gelişiminin son
evresinde, dinsel bir mistizme
ulaşır: dünya Tanrıdan bir düşüş olarak ve insanoğlunun amacı Tanrıya bir geri
dönüş olarak algılanır. Bu, ruhtaki mistik bir sezgi aracılığı ile başarılacaktır.
Böylece kişi kendisinin ötesine geçecek Mutlak içinde emilecektir. Schelling,
felsefesinin her evresinde Mutlak'ı tin ve doğanın, sonsuzun ve sonsuzun bir
birliği yada özdeşliği olarak tanımlar ve bazı sezgi türleri aracılığı ile,
insan için mutlak'ın bilgisinin ideali olarak benimser. Bu, istencin özgür bir
edimi, sanatsal yaratım yada dinsel duygu olarak düşünülür.
Çağdaş Felsefe- Frank Thilly- İzdüşüm Yayınları-2002
Schelling'in Kant Eleştirisi
Schelling ve İnsan
Schelling'in Sanat Felsefesine Giriş
İdealizmin Ötesinde Yeni Bir Schelling İmgesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder