Schelling


Friedrich Wilhelm Joseph Schelling (1775-1854)

Doğu dilleri profesörü olan Lutherci bir papazın oğluydu. Sekiz yaşına geldiğinde klasik dilleri öğrenmişti. On beş yaşında Tübingen’deki ilahiyat okuluna kabul edildi. O dönemde Tübingen’de eğitim gören gençler Fransız Devriminin  etkisiyle ilahiyat öğretisi yerine felsefeye yöneliyorlardı. Bu yıllarda Immanuel Kant’ın, Fichte’nin ve Spinoza’nın düşüncelerinden etkilenen Schelling 1795 de Genel Bir Felsefenin Biçimi ve Olanağı Üzerine adlı ilk felsefi yapıtını yayımladı. Bunu Felsefenin İlkesi Olarak Ben Üzerine adlı diğer yapıtı izledi.  Her iki yapıtta ele aldığı temel kavram Mutlak idi. Bu Mutlak, Tanrı olarak tanımlanamazdı; her kişinin kendisi, Mutlak “ben” olarak Mutlak’tı. Ebedi ve zamandışı olan bu “ben” duyusal sezginin tersine, zihinsel bir edim olarak nitelenebilecek dolaysız sezgi ile kavranabilirdi.
(…)
1798’de jena Üniversitesi’nde profesörlüğe getirilen Schelling, faha sonraki yıllarda doğa felsefesi üzerine birçok yapıt yayımladı. Ünlü yapıtı Transandantal İdealizm Sistemi (1800) nde geliştirdiği doğa kavramını, “ben”i hareket noktası alan Fichte’nin felsefesile birleştirmeye çalıştı.

Fichte 1803’te Alman romantik akımının en yetenekli kişilerinden Caroline Schlegel ile evlendi.
1806’da Plastik Sanatlar Akademisi’nin başkanlığını üstlendi.

Hegel’in Tinin Fenemonolojisi yapıtı onun düşüncelerini ikinci plana itti.
(…)

1841 de Berlin Üniversitesi’ne atanan Scheling, felsefi görüşlerini yeniden kamuoyu önünde ortaya koymaya yöneldi. Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm onun Berlin’de hegelciliğin kalıntılarıyla mücadele edeceğini umuyordu. Buradaki derslere, Engels, Kierkegaard, Bruckhardt ve Bakunin gibi isimler de katılmıştı. Schelling Berlin Üniversite’sinden önemli bir etkinlik sağlayamadan ayrıldı.
Ana Britannica’dan özet.


Doğa Felsefesi

Schelling, deneyim dünyasını zihin terimleri ile açıkladı­ğı yeni bir idealizm düşüncesi ortaya koymuştur. O, Fichte'nin mutlak egonun bir ürünü olarak doğanın özgün kav­ranması ile yetinmeyecektir. Schelling, "Doğa, bizim ödevi­mizin özdeğidir" savına karşı çıkar ve nesnel idealizm ve panteizmini geliştirir. Epistemolojinin arı egosu, metafiziğin mutlak egosu olacaktır. Eğer gerçeklik, insan tinine benzer, canlı kendini belirleyen bir oluşum ise, doğa, ölü bir meka­nik düzen olarak ya da yalnızca istence olan dışsal bir engel olarak algılanamaz. Biz doğayı anlayabiliriz çünkü o bizim ile benzerliklere sahiptir, çünkü o, dinamik bir zihinin ifade­sidir, çünkü onun içinde yaşam ve us ve erek vardır. Ancak us, zorunlu olarak bilinçli zihin değildir; Schelling, roman­tikler ve inanç-felsefecileri ile birlikte olarak, tin, zihin ya da usun kavramını genişletir.


 İlke, kör, bilinç­siz bir içtepi, biçim olarak benim bedenimde hareket eder ve kendisinin bilincine varır. Böylece kendisini, körlüğünden soyutlayacaktır. O, bilinçsiz bir seviyede varlığını sürdürmüş arı tin, arı öz-bilinçlilik olmuştur. Evrensel ego, kendisini be­nim içimde ve sayısız başka bireysel kendiler içinde ifade eder, —o, yalnızca bilinçli anlak içinde kendinden haberdar olur. Bizler, evrensel ego içinde köklü olarak gerçeğizdir; biz­ler, bağımsız, soyutlanmış bireyler olarak gerçek değilizdir: mutlak kişisel kendilik, bir yanılsamadır. Schelling'in, doğa­nın görülebilir bir tin olduğu ve tinin görülemez doğa oldu­ğu öngörüsü romantik düşgücüne bir itme gücü sağlayacak yaşamın açıklanmasında yeni şairleri cesaretlendirecektir. Böylece dünyanın ölü bir makine olduğu düşüncesi bu çev­reler tarafından terkedilmektedir.

Doğa ve zihin oluş ve düşünce, Spinoza'nın ortaya koy­duğu gibi, mutlak'ın iki paralel görünümü değil, mutlak zih­nin evrimi içindeki farklı basamak, evre ve dönemlerdir. Mutlak kendisini bir tarihe sahip olarak ortaya koyar: o, ev­rimsel bir oluşumdur, onun en yüksek ereği, öz-bilinçliliktir. Bizim kendimiz için de olduğu gibi, bilinçli-olmayan bir du­rumdan ortaya çıkar, ve alt-bilinçlilik evresine geçer. Böylece evrensel ego, karanlıktan aydınlığa geçecektir. Düzenli nes­nelerin derecelendirilmiş skalası, yaratıcı bir güce karşı çıkar. Doğanın ölü ve bilinçsiz ürünleri, doğanın kendisini ifade et­medeki başarısız girişimleridir yalnızca; ölü doğa olarak ad­landırılan şey, bir olgunlaşmamış zihindir fakat onun feno­meni bilinçsiz olarak usun izlerini sergiler. Doğa, insanda, en yüksek ereğine, öz-bilinçliliği içinde bize kendisini ortaya koyar. Bu durumda doğanın en yetkin kuramı, tüm doğa ka­nunlarının algılama ve düşünme kanunlarına indirgenebildi­ği bir kuram olacaktır; doğanın tümü onun içinde kendisini düşüncede çözümleyecektir.

Schelling'e göre, biz ister doğa isterse zihinden yola çıka­lım, bu özdeksel-olmayan bir olgudur. 'Doğa nasıl bilinçli bir zihin olabilmektedir?' ya da 'zihin nasıl bilinçsiz doğa duru­muna gelmiştir?' sorusu ortaya çıkmaktadır. Bilgi ilkeleri ve gerçeklik ilkeleri aynıdır; bilginin nasıl olanaklı olduğu ve bir dünyanın nasıl olanaklı olduğu soruları aynı koşul ve kanun­lara bağlı olarak yanıtlanır. Öz-bilinçlilik tarihindeki farklı dönemlerin izlerinde, ilkel duyumdan daha yüksek zihinsel oluşumlara kadar, doğa içinde kendini ortaya koyan mutlak il­kenin gelişiminin izlerini taşımaktadır. "Tüm nitelikler, du­yumlardır, tüm yapılar, doğanın algılarıdır; doğanın kendisi, tüm duyum ve algıları ile birlikte, donmuş bir zihindir."

Aynı kanun, herşeyi kapsamaktadır: şeylerin kökündeki ilke, aynı sabit şekilde edimde bulunur, heryerde aynı ritmde atar. Onun eylemi, bir genişleme ve karşıtlık oluşumudur: il­ke, içinde gizilgüç barındırır, kendisini nesnelleştirir, kendi­sinin ötesine geçer ve ardından daha zenginleşmiş ve donanımlı olarak kendisine geri dönecektir: doğa, öz-bilinçliliği içinde kendisini özne ve nesne olarak ifade eder, faklılaştırır ve süreç içinde kendisini bilinçlendirir.

Doğanın farklı kuv­vetleri temel olarak aynıdırlar; ısı, ışık, manyetizma, elektrik bir ve aynı ilkenin farklı evreleridir ve onlar hem organik hem de inorganik doğa için geçerlidir. Farklı organik biçim­ler içinde birlik bulunmaktadır; onlar, derecelendirilmiş bir skala oluştururlar ve organizmanın aynı ilkesinin ürünleri­dirler; onların tümü aynı plan üzerinde oluşturulmuştur. Do­ğanın tüm ürünleri, bir yaratıcı tin tarafından bir arada bulu­nurlar; doğanın her bir parçası, bütünün ilerlemesine yar­dıma olmaktadır. İnsanoğlu doğanın en yüksek ürünüdür. Doğa, insanda öz-biçimliliğinin amacının gerçekleşmesini el­de eder.

Schelling, doğayı a priori olarak oluşturma girşiminde bulunur. Fichte'nin zihnin gelişimindeki mantıksal basamakları göstermeye çalışmış olması gibi, onun evriminin oluşu­mu içindeki zorunlu evreleri ortaya koyar. Kendisinden ön­ce Herder ve Fichte gibi ve kendisinden sonra Hegel gibi, dünyanın işleyişinde diyalektik bir oluşum bulacaktır, bu iki karşıt etkinliğin—sav ve karşısavın—birleşik ve uyumlu ola­rak ya da daha yüksek bir bireşim içinde olarak ortaya ko­nuldukları bir oluşumdur. O, bunu üçlülük kanunu olarak adlandıracaktır: eylemi, tepki izleyecektir; bir uyum ya da bi­leşimin sonucu olarak ortaya çıkan karşıtlıktan ileri gelmek­tedir. Bu zamanın sonu-gelmez hareketi için çözünmüştür. Doğada ne ölü, durağan töz, ne de tam bir akış vardır. Schel­ling, inorganik ve organik doğaya olan üçlü kanunu uygular; biz onu dizi içinde ifade edilmiş olarak buluruz: çekim, geri çekilme, yerçekimi; manyetizma, elektrik, kimya; duyumsallık, alınganlık, yeniden üretim. Biz onu, şiirsellik ve bilimin, neşe ve mantığın bir arada kaynaşmış olarak bulunduğu do­ğa felsefesi içinde izlemeyiz: Schelling'in doğa konusundaki temel ideası, dinamik bir evrim olarak, çağdaş fiziğin dinamik madde düşünüşünü gölgelemektedir.

Bunun nedeni doğanın canlı olması, onun içinde kanun, us ve erek bulunmasıdır. Böylece biz onu anlayabiliriz, o bi­zim için bir anlam ifade edebilir. O, bizim kemiğimizin kemi­ği ve bizim etimizin etidir. Schelling, Fichte gibi, değişmez durağan tözün eski inanışını ve onun evrensel yaşam düşüncesinin dinamik ideası yerine geçmesini reddeder. Bu, bilinç­sizlikten bilinçliliğe bir gelişimdir, ve onun nihai ereği, insan­oğlunun öz-bilinçlilik usudur. O, doğanın matematiksel-fiziksel düşüncesine karşı çıkar ve onun yerine erekbilimsel düşü­nüş tarzını ortaya koyar. Bu, bilinçsiz amacın öğretisi tarafın­dan daha önceki erekbilim ile mekanizmin (düzenekçiliğin) uzlaşmasıdır. Daha düşük evrede, mutlak, sanki bilinçli ama­ca sahipmiş gibi hareket etmektedir; o, sezgisiz olarak edim­de bulunur, mekaniksel olarak dışarıdan itilmemiştir. Eğer gözlemci, şeyi dışarıdan izleyen birisi onu içeri yerleştirebilirse; eğer onun kendisi içtepi ya da eylemde bulunabilirse ve aynı zamanda onun bilincinde ise, içtepinin onsuz dayatılmadığını, kendisini onun içinden yönlendirdiğini farkedecektir.
Schelling'in doğa felsefesi, inandırıcı gelmeyen benzerlik­ler de taşımaktadır, kanıt ve olgulardan daha fazla olarak gözalıcı ve çarpıcı konuşmalar içermektedir. Söylemlerin mantıksal olarak ortaya konması girişiminden öte olarak, doğa­nın edimsel ayrıntıları üzerinde durulmuştur. O, tek yönlü bir mekanizmanın karşısında olarak doğa üzerinde çalışma­lar içermektedir.

Zihin felsefesi
Biz, Schelling'in zihin felsefesini, System of Transcental Idealism yapıtında olduğu gibi ayrıntılı bir şekilde inceleme­yeceğiz. O, farklı dönemlerde öz-bilinçliliğin tarihinin izleri­ni taşımaktadır. İlkel duyumdan, yaratıcı düşgücüne geçil­miştir; yaratıcı düşgücünden düşünmeye geçilmiştir; düşün­meden istencin mutlak edimine geçilmiştir. Yaşamın tüm bi­çimlerinin işleyişinde aynı ilke olduğu için, doğada bulunan bunlara ilişkin zihin etkinlikleri beklentisi içinde olacağız; doğanın kuvvetleri, insanoğlunun bilinçliliğinde işlemde bu­lunmayı sürdürmektedir. Kullanılan yöntem, Fichte'nin yöntemi ile aynıdır: mutlak ego ya da sonlu etkinlik ile sınırlı enerji olmadıkça hiçbir sonlu ego olmayacaktır; ego, öz-bilinçlilik ve özgürlük gelişiminde bulunamaz. Nesnel dünya, mutlak usun ürünüdür. O duyum algılaması, düşüncenin zorunlu kategorileri ve birey içinde öz-bilinçlilik üretir.

Öz-bilinçlilik ve yaşamın daha ileri bir önkoşulu toplum ve dü­zenli bir Devlet içindeki yaşamdır. Soyutlanmış bir ego, ger­çek bir dünyanın düşüncesine sahip olmayacaktır ve bu du­rumda özgürlüğün bilinçliliğine sahip olamaz. Bilinçsiz ev­rensel usun ifadesi olan Devlette doğal bencillik, evrensel istenç tarafından sınırlandırılır; bireyler, bilinçsiz olarak toplumsallaşmışlar ve daha yüksek törel bir evre için hazırlan­mışlardır. Onlar zorunlu olarak değil, bilinçli olarak ve iste­yerek doğruyu yapacaklardır. Öz-bilinçliliğin gelişimindeki en yüksek evreye, sanatta ulaşılır; yaratıcı sanatçı, doğanın yaratıcı eylemini taklit eder ve onun bilincinde olur, mut-ak'ın etkinliğinin bilincinde olacaktır; gerçekten de, Mutlak'ın sanatsal yaratımı içinde, onun kendi yaratıcı kuvveti­nin bilincinde olacaktır. Fichte'nin düşüncesine göre, sanat —ahlak değil— insanoğlunun en yüce işlevidir ve Alman edebiyatının altın çağında popüler olacaktır.

Mantık ve Sezgi
Schelling'in felsefesi, en gelişmiş evresinde, bir panteizm (kamutanncılık) biçimidir. Bu düşünüşte evren canlı, bir dizge içeren, bir organizma olarak algılanır. Onun herbir parçasının bir yeri vardır ve bütünün işleyişinde yardımda bulunur. Öz­ne ve nesne, biçim ve madde, ideal ve gerçek aynıdır ve ayrıla­maz; bir, çoktur ve çok birdir. Bir organizmada olduğu gibi, biz bütünü parçalayamayız ve onu bütünden ayrı olarak anla­yamayız. Parçaları olmadan bütünü anlamak olanaklı değil­dir. Gerçeklik, birbiri ile etkileşim halinde olan parçaların or­ganik bir bütünüdür. Çokluk içindeki aynı birlik ya da farklı­lık içindeki özdeşlik, doğayı karakterize eder ve zihinsel ya­şamda bulunur; bilgi edimi içinde, bilen ve bilinen şey aynıdır.

Ancak bu dizgenin doğruluğundan nasıl emin olabiliriz, onun doğruluğunu nasıl kanıtlayabiliriz? Sahip olduğumuz eylem ya da yaşam ya da istencin, şeylerin ilkesi olduğunun güvencesi nedir? ve Schelling tarafından ifade edilen evrim evreleri aracılığı ile onun geçişinin ilkesi nedir? Yanıt her zaman aynı değildir. Bazen dünya bütünüyle ussal görünür­ken, bazen tam tersi düşünülebilmektedir. Bunun ötesinde, dünyanın tarihi içinde bir mantık olduğu düşünülür. Bizler, düşünüşümüzde onun evrirninin zorunlu evrelerini yeniden üretiriz. Onun ideali, bilginin organik bir dizgesinin oluşturulmasıdır. Her yargının, diğer yargılar ve onun doğruluğu için tüm dizge üzerinde bağlantılı olarak uygun bir yeri var­dır. Schelling, bu düşünce içinde, Spinoza'yı taklit eder ve mantık-kanıtı felsefesini oluşturmak için geometrik yöntemi kullanılır. O, her ne kadar, doğa ve zihinin ilerleyen evreleri­nin ussal bir tümdengeliminde girişimde bulunmasına kar­şın, dizgesinin önsel (a priori), evrensel ve zorunlu bir öner­me üzerinde bulunması konusunda her zaman için güven dolu değildir.

Felsefe'nin idealizmi kararlamadığını söyler, o, dogmatizm ve özdekçiliği kanıtlayabilmenin ötesinde bir şey yapamaz; insanoğlunun dünya görüşü onun özgür seçeneği­dir. Özgürlüğü ya da yaratıcı ilkenin gerçekliğini kanıtlama­nın tek yol, kişinin kendisinin özgür bir kendini-belirleyen olmasıdır. Biz, kendi idealimiz olarak özgürlüğü ortaya koy­duğumuz zaman, üstü kapak olarak mutlak bir yaratıcı tinin gerçekliğinden bahsediyoruzdur; eğer dünya yalnızca mad­de ise, özgür olmak için çaba göstermek anlamsız olacaktır idealdeki inanç, tinsel bir dünyadaki inancı ifade eder. Özgür olma istenci, dünyayı idealist terimlerle yorumlamalıdır. Fichte'nin kullandığı başka bir tanıt daha vardır; özgür bir varlık, özgürlüğün ne olduğunu bilecek ve idealizmi anlaya­caktır. Biz yalnızca özgür eylem içinde ve zihinsel zeka etkinligi içinde özgürlük ya da Mutlak'tan haberdar olacağızdır; felsefecinin biricik dayanak noktası zihinsel sezgidir. Doğa» daki canlı, hareketli öğe, gerçekliğin içsel anlamı, onun uzamsal, zamansal ve nedensel kategorileri ile bilimsel ardayı tarafından elde tutulamaz.

Schelling "algılar içinde betimlenen şeyin, duran olduğunu" söyler, "çünkü yalnızca sonlu ve duyum-algılarının şeylerin kavramları olabilir. Hareket  kavramı, hareketin kendisi değildir ve sezgi olmadan devimin ne olduğunu hiçbir zaman için bilemeyiz. Bu durum özgürlük yalnızca özgürlük tarafından, etkinlik yalnızca etkinlik tarafından kavranabilir." Doğal bilim ve ortak duyu durağan bir şeyler düşüncesi ortaya koyacaktır. Onlar yalnızca onların oluşu ile kavranabilir; felsefe oluşumu içinde onları bilir, o, onların içindeki canlı, hareket eden öğe ile ilgilidir.
Doğal bilim ve ortak duyum, onları yalnızca dışarıdan görür: bizim onları kendileri içinde ve kendileri için oldukla­rı gibi içten bilmemiz gerekmektedir, ve yalnızca bu şekilde kendimizi bilebiliriz. Belki de, dünyanın ussal bir kuramını oluşturduğumuz temel üzerinde, ilkelerimiz ya da temel önermelerimizin bize verdiği sezgi ile ilgili olarak Schelling'in düşüncesindeki ussala ve sezgici eğilimleri uzlaştırabiliriz.

Schelling, yaşadığı zamandaki büyük şiirsel dönemin ve sanatsal atmosferin etkisi altında olarak, bu sezgiyi, sanatsal bir sezgi olarak değerlendirmiştir. İlk olarak, öz-bilinçlilik ya da arı kendi-düşünüşü Mutlak'ın amacı olarak, yaşam ve zihnin yaşamındaki en büyük başarı olarak değerlendirmiş ve yalnızca felsefecinin sezgisinde böyle bir deneyimin orta­ya konabileceğini düşünmüştür. Evreni, sanatın bir işleyişi olarak yorumlamaktadır: Mutlak, amacını, bir evrenin yaratı­mı içinde gerçekleştirir. En yüksek insan işlevi, felsefi bilgi değil, sanattır. Sanat ürünlerinde, özne ve nesne, ideal ve gerçek, biçim ve madde, zihin ve doğa, özgürlük ve zorunlu­luk, ayrışma ve kaynaşmada bu olgu görünmektedir. Felsefe tarafından aranılan uyum, sanatta, duyumsal bir araç içinde ortaya konmaktadır; bu, görülen, dokunulan ve duyulan bir birliktir. Doğanın kendisi, büyük bir şiirdir ve onun gizemi sanat ile ifade edilir. Yaratıcı sanatçı, idealini gerçekleştirme­de, doğanın yarattığı gibi yaratır ve doğanın işleyişi gibi bi­lir; sanatsal yaratım, dünyanın sezgisi için bir örnek olarak hizmet eder: bu felsefenin gerçek organıdır. Felsefeciler de, tıpkı sanat dehalarında olduğu gibi, evrende bir uyum ve öz­deşlik algılama niteliğine sahip olmalıdır: estetik sezgi, mut­lak bilmedir. Estetik düşünüşe benzer olarak, Schelling orga­nik düşünüşü zihinsel sezgi olarak betimler: bu, şeyleri bir bütün olarak görme niteliğidir, tikelde tümeli, çoklukta birli­ği, farklılıkta özdeşliği görme niteliğidir. O, bu işlevde hiçbir gizemin olmadığını vurgulayarak belirtir ancak hiç kimse bağlantısız, soyutlanmış deneyim bilgisine sahip olmayan birini bir felsefeci olarak kabul etmez.

Bu düşünce türü, diametrik olarak, bilimin mantıksal-matematiksel yöntemine, Alman edebiyatına ve Alman idealistik felsefesine karşı çıkmaktadır. Goethe'nin tüm doğa, sanat ve yaşam görüşü, organik ya da erekbilimsel düşünüş üze­rinde yer almaktadır; o, bütünü parçaları içinde görme yeter­liliği, somut bir gerçeklik içindeki idea ya da biçimi, bir şairin ya da düşünürün en yüksek armağını olarak düşünür. Bu, in­sanoğlunun Tanrıya olana benzerliğinin bir ipucunu ver­mektedir. Bu, "yüksek sezgi" (die hohe Intuition) olarak Faust'un şiddetle arzuladığı, Mefistonun ise dudak büktüğü bir armağandır.

Schelling felsefi gelişiminin son evresinde, dinsel bir mistizme ulaşır: dünya Tanrıdan bir düşüş olarak ve insanoğlu­nun amacı Tanrıya bir geri dönüş olarak algılanır. Bu, ruhta­ki mistik bir sezgi aracılığı ile başarılacaktır. Böylece kişi ken­disinin ötesine geçecek Mutlak içinde emilecektir. Schelling, felsefesinin her evresinde Mutlak'ı tin ve doğanın, sonsuzun ve sonsuzun bir birliği yada özdeşliği olarak tanımlar ve bazı sezgi türleri aracılığı ile, insan için mutlak'ın bilgisinin ideali olarak benimser. Bu, istencin özgür bir edimi, sanatsal yara­tım yada dinsel duygu olarak düşünülür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder