Tarih Felsefesi 18.yüzyıl

18.YÜZYIL
«Aydınlanma yüzyılı» olarak adlandırılan 18. yüzyılın başlarında, önceki yüzyılların tarih karşısındaki kuşkuculuğun belli oranlarda devam ettiği, ama bu arada bu kuşkuculuğun giderek azalmaya başladığı ve hatta tarihe özel bir önem ve ilginin başladığı görülür.
18. yüzyıl bir yandan 17. yüzyılın kuşkuculuğunu ilerlemeye duyduğu derin inanç ve «doğabilim» i örnek alan bir bilime beslediği güven duygusu ile aşmaya yönelirken; öbür yandan. ulusal bilinci geliştirecek her türlü çabaya, bu arada ulusal tarih yazıcılığına özel bir önem vermeye başlamıştır. Kuşkusuz. Antikçağ ve bir bölümüyle Yeniçağın koyduğu theoria - historia. felsefe - tarih karşıtlığı açısından bakıldığında, 18. yüzyılın tarihte tam bir ilerleme olduğu» konusunda bir genel yargıya bilgi kuramsal bir temellendirme ile varmadığı açıktır.
 Ama 18. yüzyıl. Ortaçağın theoria - historia, felsefe tarih karşıtlığını teolojik inanç yoluyla aşmaya çalışmış olmasına benzer bir biçimde, ilerlemeye duyduğu laik bir inanç yoluyla aynı karşıtlığı aşmayı denemiştir. Gerçekten de 18. yüzyıl. felsefe tarihi boyunca birbirlerinden ayrı tutulan ve birbirlerine karşıt kılınan «felsefe» ve «tarih» kavramlarını biraraya getirerek tarih felsefesi deyimini ilk kullanan yüzyıl olmuştur

J.ROUSSEAURousseau’nun iki bakımdan bir tarih filozofu olduğu açıktır : 1. Tarihte doğallıktan kültür varlığı olmaya doğru olanı kaçınılmaz bir süreç görmektedir, 2. İnsanların tarihe kendi özgür istemeleriyle yön verebileceklerini belirtmiş olmakla, özellikle 19. yüzyılın tüm büyük tarih felsefelerini etkileyen kişi olmuştur
 
VICORousseau’dan önce G. Vico un da, ileride Spengler ve Toynbee de örneğini göreceğimiz antikçağın döngüsel tarih anlayışına benzer bir görüşle tarihte dönenen çağlar olduğunu belirttiği, bu çağların bir çember hareketi ile birbirlerini izlediğini savunduğu görülür ki bu görüşleriyle Vico yu Yeniçağın ilk tarih filozofu sayanlar çoktur.
VOLTAIRE
"Tarih felsefesi"  terimini ilk kullanan.Kilise tarihçiliğinden beklenecek bir şey yoktur.bunun yerine  bir "akılcı tarihçilik"e, yani tarihsel olayların "doğal açıklaması"nı  verecek olan bir tarihçiliğe gerek vardır.
I.ISELINTarih ile akıl’ı theoria ile historia’yı bağdaştırmak güçtür. Ona göre filozof, insani ve tarihsel olaylar üzerinde doğru ve yeterli bir bilgi elde etmeye yönelmelidir. Ama bu bilgi, fiozofun tarihte bir "genellik"görmek istemesi dolayısıyla, daima, filozofun tarihe "müdahale etmesini" gerektiren, yani tarihteki rastlantısallığı ve düzensizliği bir genellik içine taşımaya çalışan «zorlama bilgi» olmaktan tam olarak kurtulamaz. Ama Iselin’e göre, bir rastlantısallıklar alanı olsa da tarih bir gelişme, ilerleme anlamında bir gelişme görmek de olanaklıdır. Ama bu ilerleme düz bir çizgiyi izlemez. Tarih , ilerleme yönünde uzanan tek bir ip gibi görülemez. Çünkü onda kopukluklar  vardır. Yani tarihte yükselişler kadar düşüşlere. de rastlanır; tarihte aydınlıklar kadar karanlıklar da vardır. Ama İselin’e göre, bu düşüşler ve karanlık dönemler, ipin bu kopuk yerleri, yine de tarihin ilerleyen bir süreç olarak görülmesine engel değildir. Filozofun bir görevi de, zaten, bu kopuk yerleri <tahmin> yoluyla yükselişlere ve aydınlık dönemlere bağlamaktır.
WEGELINWegelin’e göre bir theoria etkinliği olarak felsefe, genellik ve kalıcılık peşindedir. Bu yüzden bir «felsefe» olarak »tarih felsefesi» de, tarihsel olaylardaki düzenliliklere yönelecektir. Bir <>felsefe» olarak «tarih felsefesi» de bu nedenle tarihsel olayların genel düzenini dile getiren soyut ve genel kavramlarla çalışır. Ama ne var ki, tarihte hep »belirsiz bir akış» ve «belirsiz bir çeşitlilik» ile karşılaşırız. Bu yüzden, tarihsel olayların tam olarak hiçbir zaman nüfuz edilemeyen bu «belirsizlik’> ini akılcı yoldan tam olarak kavramayı ummak boşuna olur. Bu nedenledir ki, gerçi genelin peşindeki felsefe için tarihte de yasalar aramak «meşru» bir şeyse de, bir «tarih felsefesi’>, bu konuda ancak kısmi bir açıklığa kavuşabileceğini kabul etmelidir. Wegelin’e göre, tarihte de yasalar vardır, ama biz tarihteki yasaların işleyiş tarzını akılcı yoldan tam olarak asla bilemeyiz. Belki de tarihte, bizim rasyonel düşünmemize uygun doğa- bilimsel yasalardan farklı bir yasa türü egemendir. Ama böyle bir yasa türü olsa da, biz onu ancak kendi rasyonel düşüncemiz ışığın da ve kısmen tanıyabiliriz. Wegelin’e göre, tarihte ancak kısmen akıla uygun birgelişim vardır; ya da bir başka deyişle, tarihin akıla uygun bir kısmı vardır (partie raisonne). Bu yüzden bizim tarihte rasyonel yoldan ancak kısmi bir açıklıkla elde edebileceğimiz yasalarımız olabilir ye olayları birbirleriyle nedensel bir ilişkiye sokabiliriz. Ama yinelemek gerekir ki, ancak kısmi bir açıklık getirebilen bu yasalara doğabilimsel yasalar gözüyle bakamayız. Bu yüzden Wagelin’e göre «tarihsel yasa» deyimini kullanmaktan çok, «yöne odakları>’, «kategoriler» gibi deyimler kullanmalıyız.
HERDER
Tarihsel olaylar doğa olayları gibi nedensellik taşımazlar.
Tarihsel olayları her şeyden önce "bir defalık gerçeklikler"," kendine özgü ve tekrar etmeyen olaylar" olarak görmek gerekir.
Tarih felsefesinin esas görevi,  bizzat çağların, dönemlerin bu bir daha tekrar etmeyecek olan kendine özgü bütünlüklerini, insanlık tarihinde humanite'nin gerçekleştiği anlar  olarak
 O, en ünlü yapıtı "İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünceler" (1785-1792) ‘de, tarihte bir "objektiflik" aramanın ilk koşulunun, tarihsel olayları doğa yasaları altında düzenli ve tekrar eden olgular gibi görme yanılgısından sıyrılmak olduğunu belirtir. Tarihi «bütün» olarak kavramamızı sağlayacak doğa yasaları türünden yasalar yoktur. O bu konuda Wegelin gibi düşünür. Ona göre tarihte «bütünlük» deyince anlaşılması gereken şey, tüm "dünya tarihi" için genelgeçer olduğu düşünülen yasalar veya kategoriler altında «teorik» yolla açıklanabilecek bir şey değildir. Tarihte bu türden yasalar ve kategoriler aramak boşunadır. Tarihe doğal olgulardaki süreklilik ve tekrarı gözeterek oluşturulmuş yasalar ve kategorilerle yönelemeyiz.
Öbür yandan, tarihsel olaylara süreklilik ve tekrar kazandırabilecek sabit «ideler» de yoktur. Çünkü insanların ve toplumların bağlandıkları bu «ideler» de her çağ ve her dönemde değişmektedirler. ‘Bu noktaya kadar Herder’in de belli ölçülerde geleneksel theoria - historia karşıtlığını benimsediği söylenebilir .
 

Ama Herder’e göre, bu durum, tarihin bir "kaos"dan  ibaret olduğu anlamına da gelmez. Bu noktada panteist Herder, tarihe <yeryüzüne yön veren bir kavrayışın, yani tanrısallığın görü alanı» olarak bakar. Daha sonra Hegel’de de karşılaşacağımız bu görüşe göre,’ tarihte de bir <plan» bir "düzenlilik"  bir «bütünlük» vardır. Ama ne var ki, , tarafından asla kavranamaz. Çünkü tek insanın kendisi, bu tanrısal plana göre sahneye konan oyunun <belli bir episodunda» rol alan bir aktördür ve bu nedenle o, oyunun bütününü, onun başlangıcım ve sonunu göremez. Bu yüzden <bütün olarak tarih», ona, bir köşeciğinde kalakaldığı "karmaşık bir labirent" olarak görünür. 0 <tarihin bu sınırsız çeşitliliği»nde bir «genellik» arayacaksa, bunu ancak «uyum» (harmonie) idesinde bulabiir. O, kendisine hiç bir zaman açık olamayacak olan bu «bütünlük»de, ancak tanrının koyduğu bir «uyum» olduğuna inanabilir. Çünkü Herder’e göre, <benim yeryüzünde bulunduğum noktanın sınırlılığı, bakışımdaki körlük, hedeflerimdeki yanlışlıklar,... işte tüm bunlar, benim bir hiç olduğumu, ama bütünün her şey olduğunu gösterir"



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder