Kierkegaard

KIERKEGAARD’IN YENİDEN DOĞUŞU

Danimarkalı felsefeci Sören Kierkegaard (1813-1855) ondokuzuncu yüzyılın başlarında, uzun bir belirsizlik döneminden sonra, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce Alman felsefeci üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olacaktır.  İki dünya savaşı arasında hızlı bir artış gösteren bu etki Almanya’nın sınırlarının ötesine geçecek ve Fransa, Latin Amerika ve A.B.D.’de varoluşçuluk (existentialism) felsefesinin yeşermesine yardımcı olacaktır.

Kierkegaard’ın felsefesi;
  •  çıkış noktası açısından tanrıbilimsel,
  • edebi ve şiirsel biçim açısından estetik ve
  •  etki açısından törebilimsel bir yapıya sahiptir.


Erken yaşlarında tanrıbilim konusunda çalışmalarda bulunmuş ve Protestan Hıristiyanlığının büyük öngörüsünden derin bir şekilde etkilenmiştir —insan bireyinin özgürlüğü ve değeri düşüncesi Kierkegaard’ı etkileyecektir. Onun sonraki dönem felsefesi bir birey olarak insanın Hıristiyan düşüncesinin bir işlemcisidir. Kierkegaard’m radikal bireyci Protestanlığı onu Danimarka kilisesi ile karşı karşıya getirecektir. Şiirsel ve düşsel bir biçimde yazdığı yazılarında insan doğasının romantik bir yorumlamasını yapacaktır.

Kierkegaard kendisini bir şair olarak görmektedir ve yaşamöyküsünde kendisi için “din şairi” ifadesini kullanacaktır. Estetizm ve romantizm düşüncesini insanın törel doğası ile bağlantılı olarak açıklayacaktır. Felsefesinde hiçbir törebilim ya da ahlak dizgesi öne sürmez. Törel felsefesi her bireyin seçeneklerle karşı karşıya kaldığında yaptığı seçimin kendi sorumluluğu dahilinde olduğu düşünce temeli dayanmaktadır.

Kierkegaard, teknik ve dizgesel açıdan bir felsefeci değil ör ve felsefesini biçimlendirmek için yaptığı herhangi bir girişim onun konumunu kaçınılmaz bir şekilde yanlış bir duruma getirecektir. Varoluşçu düşüncesinin başlıca felsefi temaları biraraya getirilerek çağdaş varoluşçuluğun çıkış noktası ortaya konabilir. Kierkegaard’ın felsefesinin üç temel anlayışı doğruluk, seçenek ve Tanrıdır.

ŒKierkegaard’ın felsefi doğruluk doğası düşüncesi, Sokrates’den izler taşımaktadır. “Doğruluk bireyden kopuk bir şekilde değerlendirilemez, onunla birlikte ele alınması gerekmektedir.” Kierkegaard, soyut düşünme ile varoluşçu düşüncenin keskin bir karşıtlığını ortaya koyar: soyut düşünme, mantıksal teknikler aracılığı ile olanaklılık bölgesini keşfeder ve yalnızca varsayımsal bilgilerle ilerler, varoluşçu düşünme ise gerçek, somut birey üzerine doğruluk konusunda ilerler. Varoluşçu doğruluk, nesnel ve kuramsal olarak belirsiz olan birşeyin içsel bir önsezisidir ve varolan bir birey tarafından kazanılabilen en yüksek doğruluktur. Kierkegaard’ın doğruluğu, kendi tanımlamasına göre inanca eşittir.


Kierkegaard’ın felsefesinin merkezi düşüncesi seçenek tir. ‘¨  (Ya o, ya da o) başlıklı erken dönem çalışmasında, daha sonraki tüm felsefesini de etkileyecek olan bir düşüncenin açıklamasını yapmaktadır. Either/Or”da seçenek yaşamın iki yolu arasında bir karar olarak verilmiştir:

a)estetik yaşam, sanata, müziğe, drama adanmış bir yaşam, ve

b)törel yaşam, mutluluğu evlilikte, iş hayatında arayan yaşam.

Kierkegaard’a göre, seçenek fenomeninin hiçbir tam psikolojik tanımlaması yapılamaz: onun öğrenilebilmesi için denenmesi gerekmektedir. Seçeneğin yapısı, bireysel öznel, anlık, mutlak, özgür, geri alınamaz olgularla anlaşılabilir. Bir bireyin yaşam şekli seçeneği, “cehennem üzerinde atlamaya” benzetilebilir.


ŽVaroluşçu düşüncenin toplamı, Tanrı bilgisidir. Kendi içsel seçenek deneyimindeki birey, en azından zaman zaman, sonsuz Tanrı bilgisine ulaşacaktır. “Sonsuzluk” diyor Kierkegaard, “eylem oluşumu içinde varolan bireyin üstünü amaçlamaktadır Bireyin zihin varlığı ile Tanrının sonsuz gerçekliği paradoksal olarak kabul edilmektedir, fakat bu yalnızca spekülatif anlak için varolan bir paradokstur ve inanan bir doğruluğu olarak kolayca ortaya konmuştur. Kierkegaard’m bireyin Tanrı ile olan bağlantısı düşüncesi, büyük Hıristiyan mistiklerinin geleneğinde bulunmaktadır. Kierkegaard, bireyin Tanrı ile birliğine inanan bir mistiktir, bu birliğin bireyi yok etmediğini düşünmektedir. Birey, Tanrı ile uyum içinde olduğu zaman bile, kendi bireyselliğini korur ve Tanrı, bir “Mutlak Başkası” olarak kalır.


Kierkegaard, Alman varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiş olan varoluşçu bir düşünürdür fakat bir felsefe olarak varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilmez. Bunun nedeni yazılarında varoluşçu noktaları, sabit bir öğreti olarak kristalleştirmemiş olmasıdır.

Kierkegaard “varoluş” (Existenz) terimine, Almanya ve Fransa’da çağdaş varoluşçu felsefede bulunan özel bir anlam yüklenmiştir —bu önceki paragrafta betimlenen ve varlığın doğal duyumundan (Dasein) farklı bir anlamdır. Kierkegaard ve daha sonraki varoluşçu  felsefeciler  bireysel insanın yalnızca, mitolojideki insan başlı atların değil, bireysel atlar ve köpeklerin doğal bir duyum içinde varoldukları iddiasında değildir; bireysel insan seçim ile oluşmuş, bir yegane boyuta sahip olma duyumunda varolur. Kierkegaardian “varlık”, varoluşçu felsefeciler olan Heidegger ve Jaspers’in felsefi varoluşçuluğun başlıca kavramı olacaktır.

Kaynak: Felsefenin Öyküsü
Frank Thilly
İzdüşüm Yayınları-2002


KIERKEGAARD
Sahakian
Çeviri: Aziz Yardımlı
İdea Yayınları

Kierkegaard’ın felsefesinin özü yaşam deneyiminin üç evresi olduğu yolundaki öğretisinde görülebilir.
  (1) estetik
 (2) törel
 (3) dinsel evreler.

 Bunlar yaşama karşı üç tutumu, üç yaşam felsefesini temsil ederler. Kimimiz bir evreden ötekine ilerlerken, başkaları ise hiçbir zaman ilk evreden öteye geçemezler. Kierkegaard kimi zaman ikinci ve üçüncü evreleri birleştirerek onlardan dinsel-törel evre olarak söz etti. Üçüncü evre öteki iki evreden daha yüksektir. Tümü de insanın esenliğe ulaşma, henüz erişilebilirken doyumu ya da yaşamın en büyük iyiliğini kazanma çabalarını yansıtırlar. Kierkegaard bu üç evreyi yazılarının bir bölümünde tartıştı, ama en ünlü çalışmasını, Ya—Ya da yı ilk iki evrenin ayrıntılı bir çözümlemesine ayırdı.
ŒEvre Bir: Estetik Evre. Yaşam deneyiminin ilk evresinde, estetik evrede, birey ya haz ya da romans peşinde koşan bir Hazcı, ya da başlıca soyut felsefi kurgu ile ilgilenen bir aydın olabilir. Her iki estetik tipte kendilerini belirleyici eyleme verme yeteneksizliklerinde benzerdir. Herhangi bir belirli törel hedefe erişme söz konusu olduğu ölçüde ikisi de
üstenimsiz ya da en iyisinden ancak belli bir düzeyde üstenimli kalır.

Soyut aydının tipik örneği kurgular ya da kuramlar üreten, felsefı bir dizge formüle eden, ama gerçek olaylar alanından uzakta kafasındaki fildişi kulelerde, varoluştan bütünüyle yoksun olan ve arı soyutlamalardan ya da evrensellerden oluşan kuramsal dünyasında saklanan Hegelci Ussal cıdır. Soyut aydın yalnızca dünyayı uzak ve nesnel bir yolda gözlemekle yetinip hiçbir zaman ona katılmaz. Dünyaya sanki tarih sona ermiş gibi davranarak üzerine somut değil ama soyut olarak düşünür. Hegelcilik, Kierkegaardcı felsefe ile karşılaştırıldığında, düşünürü olmayan bir düşünce gibidir.

Estetik kişinin Hazcı tipi gelecek için kaygılanmaksızın dolaysız hazlar arayışı içindedir. Yalnızca o kıpı için yaşayarak, isteğin erotik karşılanışında doyum arar. Romansı ve tensel doyumu kabul eder, afrıa kendini evlilik sevgisine ya da evliliğe bağlamayacaktır, çünkü bunlar Hazcının ürktüğü sorumlulukları, ödevleri ve ilişkileri temsil ederler. Sevdiği kadına sanki o varolan bir kişi ve bireysel bir insan değilmiş ama yalnızca hazzının kişisel-olmayan bir kaynağı imiş gibi davranır, törel üstenimin yükünden kaçar. Gelecek için kaygı duymaksızın o kıpıyı yaşar; bu yüzden yaşamı bütünlük ve süreklilikten yoksundur.

Kierkegaard estetik yaşam kipinin boşa çıktığını, çünkü bireyin can sıkıntısının pençelerine yakalandığını ve onun tarafından güdüldüğünü belirtti. Can sıkıntısı dünyaya insanın yaratılışıyla girmiştir; ve tanrılar insanı can sıkıntısından yaratmışlardır. Nüfusun artışıyla dünya en masse sıkılır olmuştur. Estetik bireyin yaşam yolu, ya haz ya da anlıksal etkinlik üzerinde yoğunlaşarak, can sıkıntısında sonuçlanır. Sıkıntı iki biçim alır, birey ya o kıpıda içine girmiş olduğu etkinlikten sıkılır, ya da kendisinden.

İkinci sıkıntı biçimi, daha gerçek bir sıkıntı tipi olarak, yaşamı anlamından yoksun bırakan anlatılmaz bir boşluktur. Can sıkıntısının boşluğu insanı kendi varoluşundan bütünüyle hoşnutsuz bırakan ve yokluğun dipsizliğine getiren açıklanamaz, bilmecemsi bir tinsel rahatsızlıktır. Estetik birey oyalanmalar yaratarak bezginliğini gizlemeye çalışır, melankolik karamsarlıkları örtecek hazlara girişir. Hazza sığınış derinleştikçe, can sıkıntısının ve umutsuzluğun ağırlığı dayanılmaz olur. Neron bu hazzı oyalayıcı bir taktik olarak kullanma yolunun örneğini verdi. Onu bezginliklerden kurtaracak geçici hazları yaratmak için boş yere haz bakanları görevlendirdikten sonra, kendini Roma’yı yakma noktasına dek sürükleyecek aşırı sıkıntı ve umutsuzluğa düştü, Neron’da insanlığın evrensel talihsizliğini görürüz.

Gerçek benliği bulmak için seçmenin olgusallığını karşımıza almalıyız; yaşamın bir ‘Ya—Ya da’ karan olduğunu bilinçli olarak anlamalıyız. Varolmak demek seçimler yapmak, kendini eyleme vermek, yaşamın kaygılarına girmek demektir, ama estetik birey soyutlama alanına çekilerek varoluştan kaçar, ve Hazcı törel olarak ilgisizleşerek ‘Ya—Ya da’ kararını geçiştirir.

Böylece, estetik yaşam umutsuzluk, boşluk duygusunda ya da boşverme de sonlanır. Estetik birey kendi yaşam yolundan,  esenliğini ister tensel haz isterse soyut düşünce (felsefe) olsun kendi dışındaki birşeyde aramaktan ayrılmalıdır. Gerçek benlik dışsal şeylerde değil, ama içerde, tutku, özgürlük, karar ve üstenimde, eş deyişle, öznellikte bulunur. Umutsuzluk, bir tür öznellik olarak, gerçek ‘benliğe’ doğru ilerlememize yardım eder. Umutsuzluğu önemseyerek ya da onu seçerek, ‘kendi’ kararsızlıktan karara, yükümlülükten kaçınmaktan. kararlı bir üstenime ilerler; ruh soyutlamadan varoluşa, estetikevreden törel evreye sıçrama yapar.

Üstenim: taahhüt: commitment




Evre İki: Törel Evre. Estetik evrenin boşluk, anlamsızlık ve umutsuzluğu bireyi törel evreye ilerlemeye itmelidir. Bu evre bir karar ve kararlı üstenim evresidir. Bu seçme ediminde, gerçek ‘benlik’ ya da asıllık bulunur, çünkü karar ve üstenim yoluyla ‘kendi’ estetik yaşamın (üstenimden yoksun haz ve soyut düşüncenin) dolaysızlıklarından kurtulur ve bir birlik olarak bütünleşir. ‘Kendi’nin bütünlük ve birliğini bulmasını sağlayan karar, conditio sine qua non, bir ayrımsamadır. Gerçek seçimler içsellik ile, tutku, gerilim ve duygu ile yapılır. Kierkegaard ölümle yüz yüze olan bır insanın her zaman doğru seçimi yapacağını ileri sürer.  Ölümün önceden bilinmesi bir bireyin nasıl yaşadığını önemli bir soruna çevirir. Sanki her gün bizim için sonuncuymuş gibi yaşamalıyız. Gerçekten önemli olan şey neyin seçildiği değil ama bu seçimin yapılış yoludur. İçe-doğruluk tutkusu doğru seçimin ölçütüdür ve bir seçimin yapılması, için yolu hazırlar. Seçimin içselliği kendinin-bilgisini, kendini-üstenmeyi,asıllığa ve ‘benliğe’ erişmeyi getirir. Sokratik ‘Kendini bil’ buyruğu ‘Kendini seç’ buyruğuna çevrilmelidir. ‘Kendi’yi seçmedeki bu içe-doğruluk yoluyla, tamamlanmış bir bütünlük ile gerçek bir benlik bulunur.

Bütünleşmiş kişilik kendi birlik bağını anıda ve umutta bulurken, mutsuz bilinç ise geçmiş ve gelecekten yabancılaşır./ Geçmişten yabancılaşma bellekte bir kopuşu belirtir, ve gelecekten yabancılaşma umutsuzluğu yansıtır. Gelecek için umut anı yitişi ile, eş deyişle, yabancılaşmış bilinç ile yitmiştir. Karar, üstenim ve yükümlülük kıpısında ‘kendi,’ geçmişi gelecekle birleştirerek, tamamlanmış bir bütün olarak kendi bütünlüğünü kurar.



ŽEvre Üç: Dinsel Evre. Belirtmiştik ki her evre bir insanın özlem duyduğu değerler tarafından nitelendirilir; estetik evre Hazcı düşkünlük tarafından ıralandırılırken, türel evre ödeve saygı tarafından ve üçüncü evre ise Tanrıya boyuneğme ve bağlılık tarafından ıralandırılır. Dinsel yaşamın içe-doğruluğunun başlıca ayırdedici özelliği acı çekme ve inançtır. Yaşam yolundaki evreler benliği kazanmadaki evrelerdir; buna göre, benlik verili bir insan doğası olmaktan çok elde edilme gereken bir şeydir. Birey benlik kazanmadan önce varolmak zorunda olduğu için, varoluş insanlığa önseldir; ya da, Sartr’ın düşünceyi daha sonra anlattığı gibi, varoluş öze önseldir.

Dinsel yaşamdadır ki üstenim bir doruğa ulaşır ve öteki iki evre en yüksek noktalarına çıkar. Tıpkı umutsuzluk içindeki bir kişinin estetik evreden törel evreye ilerlemesi gibi, şimdi de yabancılaşmış kişi törel evreden dinsel evreye ilerler. Dinsel evrede, en yüksek yeğinlik ya da öznellik derecesi acının içe-doğruluğunda bulunur (Job’unkine benzetilebilir). –

Ölümüne Hastalık’ta Kierkegaard inancın karşıtının günah olduğunu, ve umutsuzluğun günah olduğunu yazdı. “Günah şudur: ‘Tanrı önünde, ya da Tanrı karşısında kendi olmayı istememekten umutsuzluk  olmak, ya da kendi olmayı istemekten umutsuzluk içinde olmak. Böylece günah güçlendirilmiş ‘zayıflık ya da güçlendirilmiş meydan okumadır: günah umutsuzluğun güçlendirilmesidir.”

İnanç ‘kendi’nin kendisini kendi kendisi ile ilişkilendirme edimi tarafından, kendisi olma (asıllık) ve Tanrı önünde saydam olarak durma (dürüstlük) isteği tarafından gösterilir. ‘Kendi’nin bilinci belirleyici ölçüttür, çünkü ne denli ‘ kendi’nin bilinci varsa o denli istencin bilinci’ ve ne denli istencin bilinci varsa o denli ‘kendi’nin bilinci vardır. İstençsiz bir insan ‘kendi’siz bir insandır.

Umutsuzluk kendi olmaya isteksizliktir; Hıristiyan umutsuzluk “ölümüne hastalık”tır, çünkü ölme isteği umutsuzluğun sonucudur, üstelik ölüm de ‘kendi’den kurtulmanın olanaksızlığına karşın (Hıristiyan ölümsüzlük öğretisine bağlı olarak). İyiden uzaklaşmak günahtır; günahtan doğan umutsuzluk ancak iyiden daha öte bir uzaklaşmayı oluşturur. İnanç yoluyladırki günah ve umutsuzluk yenilir; e.d. “kendini kendi kendisi ile ilişkilendirerek ve kendi olmayı isteyerek, ‘kendi’ onu oluşturmuş olan Güçte saydam olarak temellenir.”

Enson esenliğe dinsel alanda “Saltık Paradoks” yoluyla, aşkın bengi Tanrının dünyanın zamansal alanında görünüşü ve böylelikle İsa aracılığıyla esenliği olanaklı kılması yoluyla ulaşılır. Isa, Saltık Paradoks, bengiliği - zamanda, bengi(ebedî) Tanrıyı zamansal Tanrıda açığa serer, ve insanı günah- bilinçli kılarak onu günahı yenen kararlı üstenim olarak inanca çağırır.

Kierkegaard Felsefi parçalar’ını şu ahlaksal ilke ile sonlandırdı:
 “Burada yeni ‘bir örgen kabul etmiş oluyoruz: İnanç;
-yeni bir önerme: Günah bilinci
-yeni bir karar: Kıpı; 
-yeni bir Öğretmen: Zamandaki Tanrı.”





” Kierkegaard’ın Varoluşçuluğu.”

Kierkegaard’ın felsefesi temel olarak Hegelciliğin doğrudan karşısavıdır. Hegel vurguyu kurgul düşünce üzerine getirirken, Kierkegaard onu varoluş üzerine getirdi. Hegel gerçekljği ussal dizgede saptamışken, Kierkegaard paradoksta saptadı. O evrenseli ararken, öteki bireyseli ya da tikeli aradı. O mantıkta karşısavların bir uzlaşmalarını görür ve kesintisiz bir  mantık (Hegelci eytişim) formüle ederken , öteki onu sıçrama  ya da mantıksal boşluk (nitel eytişim) ile değiştirdi.

 ‘Ya—Ya da’ Kierkegaard’ın Hegelci bireşime ya da kanıtların birliğine yanıtıydı. Hegel gerçeği Saltıkta ve nesnellikte bulurken, Kierkegaard onu göreli ve öznel olanda buldu. Hegel zorunluğu vurguladı, Kierkegaard özgürlüğü. Kierkegaard’ın Hegelci kavramların yerine geçen öteki kavramları şunlardı: anımsama yerine yineleme, açıklık yerine gizlenme, edimsellik yerine  , doğrudan iletişim yerine dolaylı iletişim (Sokratik maiuetik, ebelik),

Tanrının içkinliği yerine Tanrının aşkınlığı dolaysızlık yerine dolaylılık (ya da yansıma). Kierkegaard için ‘ bir dizge olanaksızdır, çünkü bir dizge sonsallığı, tamamlanmışlığı imler; varoluş süreklidir, hiçbir zaman tamamlanmış değildir. ‘ sona erdiği zaman, o zaman belki de bir dizge formüle edilebilir. Böylece.varoluşun sürekliliğine karşın kendi Saltık Dizgesini formüle eden Hegel gülünç bir önergeyi savunmuş oldu. Yalnızca Tanrının bir dizgesi olabilir, çünkü yalnızca Tanrının gözlerinde olgusallık bir dizgedir. Varolan birey için herşey bir oluş durumundadır, Hiç bir zaman bitmiş bir durumda değil. “ bir dizge formüle edilemez.

 Varoluşun kendisi bir dizgedir—Tanrı için; ama bu dizge herhangi bir varolan tin için olamaz. Dizge ve sonsallık birbirlerine karşılık düşerler, ama varoluş tam olarak sonsallığın karşıtıdır.” Felsefi dizgelerin yazarları varoluş üzerine nesnel olarak yazmak için kendilerini varoluştan çıkaramazlar; yalnızca Tanrı varoluşu aşar.

Felsefi dizgeler varoluşu bozarlar. Hegel’in kamutanrıcı dizgelerin tipik öğesi olan İdeası düşünceyi Varlık ile birleştirirken, Varoluşçuluk onları ayırır. İdealizm ve Varoluşçuluk arasındaki temel ayrım budur. Hegelci düşünmeye gömülmüşken, Varoluşçuluğun varolan öznesi kendini etkin olarak yaşamaya vermiştir; biri kuramlar yapar ve düşünürken, öteki varolmakta ve davranmaktadır. Hegelci dizgenin ironisi bizi bir düşünür olmaksızın bir düşünce ile, ya da bir birey olmaksızın bir kalabalık ile bırakmasıdır. Arı insanlık bir soyutlamadır. Hegelci dizgenin nesnelliği varolan özneyi yitirmiştir.

Kierkegaard için gerçeklik öznelliktir, ve öznel gerçeklik ise içe doğruluk. Gerçeklik yalnızca bir olgu bildirimi, nesnesine karşılık düşen bir düşünce, ya da bizim iye olduğumuz birşey değildir; tersine, gerçeklik bireyin üzerine davrandığı ş bir varoluş yoludur; birey onu vareder ve onu yaşar. Birey gerçekliktir.

Gerçeklik öznelliktir; öznelliğin en yüksek anlatımı tutkudur. Varoluşsal olarak düşünmek içe-doğru tutku ile düşünmektir. Nesnellik ne söylendiğini vurgular, ama öznellik nasıl söylendiğini. içe-doğru nasıl’ tutkudur; karar yalnızca öznellikte bulunur. Öznellik gerçekliktir; gerçeklik “en tutkulu içe-doğruluğu edinme sürecinde sıkı sıkıya sarılınan nesnel bir pekinlik-yoksunluğu” olarak tanımlanır. Pekinliksizlik endişe yaratır ve bu ise bir inanç davranışıyla yatıştırılır. Önceki gerçeklik tanımı inancın bir tanımı olarak da hizmet eder. Risk, seçim, tutku ve içsellik olmaksızın hiçbir inanç yoktur; ne de onlarsız gerçeklik vardır. Pekinsizlik her zaman öznelliğe eşlik eder, inanç sıçrayışı için çağrıda bulunur.

Nesnel olarak, gerçeklik aşkın bir Tanrı için olması dışında her zaman bir paradokstur. İnsan için, nesnel gerçeklik hiçbir zaman pekin değildir, ve pekinliksizliği tutkulu içe-doğruluk biçiminde görünür—endişe yara tan pekinliksizlik gerçeklik tutkusu tarafından, e.d. içe-doğruluk ya da inanç tarafından yerinden atılır. Varolan birey ne zaman bengi nesnel gerçeklik ile yüz yüze gelse, bu paradoksal görünür. Varolan birey için özne ettik gerçekliktir, ve o denli de olgusallıktır. üşünce soyutlanır çünkü varoluş düşünülemez (yaşanmalıdır) ve çünkü tikel düşünülemez (yalnızca evrensel düşünülebilir). Bu noktada Tanrı ve insan arasındaki ayrım görülebilir. “‘Tanrı yarattığını düşünmez; ‘Tanrı varolmaz, O bengidir. İnsan düşünür ve vardır, ve varoluş düşünce ve varlığı ayırır.”

Sahakian


Çeviri: Aziz Yardımlı





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder