KIERKEGAARD’IN YENİDEN DOĞUŞU
Danimarkalı felsefeci Sören Kierkegaard (1813-1855) ondokuzuncu
yüzyılın başlarında, uzun bir belirsizlik döneminden sonra, Birinci Dünya
Savaşı’ndan hemen önce Alman felsefeci üzerinde çok büyük bir etkiye sahip
olacaktır. İki dünya savaşı arasında
hızlı bir artış gösteren bu etki Almanya’nın sınırlarının ötesine geçecek ve
Fransa, Latin Amerika ve A.B.D.’de varoluşçuluk (existentialism) felsefesinin
yeşermesine yardımcı olacaktır.
Kierkegaard’ın felsefesi;
Erken yaşlarında tanrıbilim konusunda çalışmalarda
bulunmuş ve Protestan Hıristiyanlığının büyük öngörüsünden derin bir şekilde
etkilenmiştir —insan bireyinin özgürlüğü ve değeri düşüncesi Kierkegaard’ı
etkileyecektir. Onun sonraki dönem felsefesi bir birey olarak insanın
Hıristiyan düşüncesinin bir işlemcisidir. Kierkegaard’m radikal bireyci
Protestanlığı onu Danimarka kilisesi ile karşı karşıya getirecektir. Şiirsel
ve düşsel bir biçimde yazdığı yazılarında insan doğasının romantik bir
yorumlamasını yapacaktır.
Kierkegaard kendisini bir şair olarak görmektedir ve
yaşamöyküsünde kendisi için “din şairi” ifadesini kullanacaktır. Estetizm ve
romantizm düşüncesini insanın törel doğası ile bağlantılı olarak
açıklayacaktır. Felsefesinde hiçbir törebilim ya da ahlak dizgesi öne sürmez.
Törel felsefesi her bireyin seçeneklerle karşı karşıya kaldığında yaptığı
seçimin kendi sorumluluğu dahilinde olduğu düşünce temeli dayanmaktadır.
Kierkegaard, teknik ve dizgesel açıdan bir felsefeci değil
ör ve felsefesini biçimlendirmek için yaptığı herhangi bir girişim onun
konumunu kaçınılmaz bir şekilde yanlış bir duruma getirecektir. Varoluşçu
düşüncesinin başlıca felsefi temaları biraraya getirilerek çağdaş
varoluşçuluğun çıkış noktası ortaya konabilir. Kierkegaard’ın felsefesinin üç
temel anlayışı doğruluk, seçenek ve Tanrıdır.
Kierkegaard, Alman varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiş
olan varoluşçu bir düşünürdür fakat bir felsefe olarak varoluşçuluğun
kurucusu olarak kabul edilmez. Bunun nedeni yazılarında varoluşçu noktaları,
sabit bir öğreti olarak kristalleştirmemiş olmasıdır.
Kierkegaard “varoluş” (Existenz) terimine, Almanya ve
Fransa’da çağdaş varoluşçu felsefede bulunan özel bir anlam yüklenmiştir —bu önceki
paragrafta betimlenen ve varlığın doğal duyumundan (Dasein) farklı bir
anlamdır. Kierkegaard ve daha sonraki varoluşçu felsefeciler bireysel insanın yalnızca, mitolojideki
insan başlı atların değil, bireysel atlar ve köpeklerin doğal bir duyum içinde
varoldukları iddiasında değildir; bireysel insan seçim ile oluşmuş, bir
yegane boyuta sahip olma duyumunda varolur. Kierkegaardian “varlık”,
varoluşçu felsefeciler olan Heidegger ve Jaspers’in felsefi varoluşçuluğun
başlıca kavramı olacaktır.
Kaynak: Felsefenin Öyküsü
Frank Thilly
İzdüşüm Yayınları-2002
|
KIERKEGAARD
Sahakian
Çeviri: Aziz Yardımlı
İdea Yayınları
Kierkegaard’ın felsefesinin özü yaşam deneyiminin üç
evresi olduğu yolundaki öğretisinde görülebilir.
(1) estetik
(2) törel
(3)
dinsel evreler.
Bunlar yaşama karşı
üç tutumu, üç yaşam felsefesini temsil ederler. Kimimiz bir evreden ötekine
ilerlerken, başkaları ise hiçbir zaman ilk evreden öteye geçemezler.
Kierkegaard kimi zaman ikinci ve üçüncü evreleri birleştirerek onlardan dinsel-törel
evre olarak söz etti. Üçüncü evre öteki iki evreden daha yüksektir. Tümü de
insanın esenliğe ulaşma, henüz erişilebilirken doyumu ya da yaşamın en büyük
iyiliğini kazanma çabalarını yansıtırlar. Kierkegaard bu üç evreyi
yazılarının bir bölümünde tartıştı, ama en ünlü çalışmasını, Ya—Ya
da
yı ilk iki evrenin ayrıntılı bir çözümlemesine ayırdı.
|
Evre İki: Törel Evre. Estetik evrenin boşluk, anlamsızlık ve umutsuzluğu
bireyi törel evreye ilerlemeye itmelidir. Bu evre bir karar ve kararlı
üstenim evresidir. Bu seçme ediminde, gerçek ‘benlik’ ya da asıllık bulunur,
çünkü karar ve üstenim yoluyla ‘kendi’ estetik yaşamın (üstenimden yoksun haz
ve soyut düşüncenin) dolaysızlıklarından kurtulur ve bir birlik olarak
bütünleşir. ‘Kendi’nin bütünlük ve birliğini bulmasını sağlayan karar,
conditio sine qua non, bir ayrımsamadır. Gerçek seçimler içsellik ile, tutku,
gerilim ve duygu ile yapılır. Kierkegaard ölümle yüz yüze olan bır insanın
her zaman doğru seçimi yapacağını ileri sürer. Ölümün önceden bilinmesi bir bireyin nasıl
yaşadığını önemli bir soruna çevirir. Sanki her gün bizim için sonuncuymuş
gibi yaşamalıyız. Gerçekten önemli olan şey neyin seçildiği değil ama bu
seçimin yapılış yoludur. İçe-doğruluk tutkusu doğru seçimin ölçütüdür ve bir
seçimin yapılması, için yolu hazırlar. Seçimin içselliği kendinin-bilgisini,
kendini-üstenmeyi,asıllığa ve ‘benliğe’ erişmeyi getirir. Sokratik ‘Kendini
bil’ buyruğu ‘Kendini seç’ buyruğuna çevrilmelidir. ‘Kendi’yi seçmedeki bu
içe-doğruluk yoluyla, tamamlanmış bir bütünlük ile gerçek bir benlik bulunur.
Bütünleşmiş kişilik kendi birlik bağını anıda ve umutta
bulurken, mutsuz bilinç ise geçmiş ve gelecekten yabancılaşır./ Geçmişten
yabancılaşma bellekte bir kopuşu belirtir, ve gelecekten yabancılaşma
umutsuzluğu yansıtır. Gelecek için umut anı yitişi ile, eş deyişle,
yabancılaşmış bilinç ile yitmiştir. Karar, üstenim ve yükümlülük kıpısında
‘kendi,’ geçmişi gelecekle birleştirerek, tamamlanmış bir bütün olarak kendi
bütünlüğünü kurar.
|
Evre Üç: Dinsel Evre. Belirtmiştik ki her evre bir insanın özlem
duyduğu değerler tarafından nitelendirilir; estetik evre Hazcı düşkünlük
tarafından ıralandırılırken, türel evre ödeve saygı tarafından ve üçüncü evre
ise Tanrıya boyuneğme ve bağlılık tarafından ıralandırılır. Dinsel yaşamın
içe-doğruluğunun başlıca ayırdedici özelliği acı çekme ve inançtır. Yaşam yolundaki
evreler benliği kazanmadaki evrelerdir; buna göre, benlik verili bir insan
doğası olmaktan çok elde edilme gereken bir şeydir. Birey benlik kazanmadan
önce varolmak zorunda olduğu için, varoluş insanlığa önseldir; ya da,
Sartr’ın düşünceyi daha sonra anlattığı gibi, varoluş öze önseldir.
Dinsel yaşamdadır ki üstenim bir doruğa ulaşır ve öteki
iki evre en yüksek noktalarına çıkar. Tıpkı umutsuzluk içindeki bir kişinin
estetik evreden törel evreye ilerlemesi gibi, şimdi de yabancılaşmış kişi
törel evreden dinsel evreye ilerler. Dinsel evrede, en yüksek yeğinlik ya da
öznellik derecesi acının içe-doğruluğunda bulunur (Job’unkine
benzetilebilir). –
Ölümüne Hastalık’ta Kierkegaard inancın karşıtının günah
olduğunu, ve umutsuzluğun günah olduğunu yazdı. “Günah şudur: ‘Tanrı önünde,
ya da Tanrı karşısında kendi olmayı istememekten umutsuzluk olmak, ya da kendi olmayı istemekten
umutsuzluk içinde olmak. Böylece günah güçlendirilmiş ‘zayıflık ya da
güçlendirilmiş meydan okumadır: günah umutsuzluğun güçlendirilmesidir.”
İnanç ‘kendi’nin kendisini kendi kendisi ile
ilişkilendirme edimi tarafından, kendisi olma (asıllık) ve Tanrı önünde
saydam olarak durma (dürüstlük) isteği tarafından gösterilir. ‘Kendi’nin
bilinci belirleyici ölçüttür, çünkü ne denli ‘ kendi’nin bilinci varsa o
denli istencin bilinci’ ve ne denli istencin bilinci varsa o denli ‘kendi’nin
bilinci vardır. İstençsiz bir insan ‘kendi’siz bir insandır.
Umutsuzluk kendi olmaya isteksizliktir; Hıristiyan
umutsuzluk “ölümüne hastalık”tır, çünkü ölme isteği umutsuzluğun sonucudur,
üstelik ölüm de ‘kendi’den kurtulmanın olanaksızlığına karşın (Hıristiyan
ölümsüzlük öğretisine bağlı olarak). İyiden uzaklaşmak günahtır; günahtan
doğan umutsuzluk ancak iyiden daha öte bir uzaklaşmayı oluşturur. İnanç
yoluyladırki günah ve umutsuzluk yenilir; e.d. “kendini kendi kendisi ile
ilişkilendirerek ve kendi olmayı isteyerek, ‘kendi’ onu oluşturmuş olan Güçte
saydam olarak temellenir.”
Enson esenliğe dinsel alanda “Saltık Paradoks” yoluyla,
aşkın bengi Tanrının dünyanın zamansal alanında görünüşü ve böylelikle İsa
aracılığıyla esenliği olanaklı kılması yoluyla ulaşılır. Isa, Saltık
Paradoks, bengiliği - zamanda, bengi(ebedî) Tanrıyı zamansal Tanrıda açığa
serer, ve insanı günah- bilinçli kılarak onu günahı yenen kararlı üstenim
olarak inanca çağırır.
Kierkegaard Felsefi parçalar’ını şu ahlaksal ilke ile
sonlandırdı:
“Burada yeni ‘bir
örgen kabul etmiş oluyoruz: İnanç;
-yeni bir önerme: Günah bilinci
-yeni bir karar: Kıpı;
-yeni bir Öğretmen: Zamandaki Tanrı.”
|
” Kierkegaard’ın Varoluşçuluğu.”
Kierkegaard’ın felsefesi temel olarak Hegelciliğin
doğrudan karşısavıdır. Hegel vurguyu kurgul düşünce üzerine getirirken,
Kierkegaard onu varoluş üzerine getirdi. Hegel gerçekljği ussal dizgede
saptamışken, Kierkegaard paradoksta saptadı. O evrenseli ararken, öteki
bireyseli ya da tikeli aradı. O mantıkta karşısavların bir uzlaşmalarını
görür ve kesintisiz bir mantık
(Hegelci eytişim) formüle ederken , öteki onu sıçrama ya da mantıksal boşluk (nitel eytişim) ile
değiştirdi.
‘Ya—Ya da’
Kierkegaard’ın Hegelci bireşime ya da kanıtların birliğine yanıtıydı. Hegel
gerçeği Saltıkta ve nesnellikte bulurken, Kierkegaard onu göreli ve öznel
olanda buldu. Hegel zorunluğu vurguladı, Kierkegaard özgürlüğü.
Kierkegaard’ın Hegelci kavramların yerine geçen öteki kavramları şunlardı: anımsama
yerine yineleme, açıklık yerine gizlenme,
edimsellik
yerine , doğrudan iletişim yerine dolaylı
iletişim (Sokratik maiuetik, ebelik),
Tanrının içkinliği yerine Tanrının aşkınlığı dolaysızlık
yerine dolaylılık (ya da yansıma). Kierkegaard için ‘ bir dizge olanaksızdır,
çünkü bir dizge sonsallığı, tamamlanmışlığı imler; varoluş süreklidir, hiçbir
zaman tamamlanmış değildir. ‘ sona erdiği zaman, o zaman belki de bir dizge
formüle edilebilir. Böylece.varoluşun sürekliliğine karşın kendi Saltık
Dizgesini formüle eden Hegel gülünç bir önergeyi savunmuş oldu. Yalnızca
Tanrının bir dizgesi olabilir, çünkü yalnızca Tanrının gözlerinde olgusallık
bir dizgedir. Varolan birey için herşey bir oluş durumundadır, Hiç bir zaman
bitmiş bir durumda değil. “ bir dizge formüle edilemez.
Varoluşun kendisi
bir dizgedir—Tanrı için; ama bu dizge herhangi bir varolan tin için olamaz.
Dizge ve sonsallık birbirlerine karşılık düşerler, ama varoluş tam olarak
sonsallığın karşıtıdır.” Felsefi dizgelerin yazarları varoluş üzerine nesnel
olarak yazmak için kendilerini varoluştan çıkaramazlar; yalnızca Tanrı
varoluşu aşar.
Felsefi dizgeler varoluşu bozarlar. Hegel’in kamutanrıcı
dizgelerin tipik öğesi olan İdeası düşünceyi Varlık ile birleştirirken,
Varoluşçuluk onları ayırır. İdealizm ve Varoluşçuluk arasındaki temel ayrım
budur. Hegelci düşünmeye gömülmüşken, Varoluşçuluğun varolan öznesi kendini
etkin olarak yaşamaya vermiştir; biri kuramlar yapar ve düşünürken, öteki
varolmakta ve davranmaktadır. Hegelci dizgenin ironisi bizi bir düşünür
olmaksızın bir düşünce ile, ya da bir birey olmaksızın bir kalabalık ile
bırakmasıdır. Arı insanlık bir soyutlamadır. Hegelci dizgenin nesnelliği
varolan özneyi yitirmiştir.
Kierkegaard için gerçeklik öznelliktir, ve öznel gerçeklik
ise içe doğruluk. Gerçeklik yalnızca bir olgu bildirimi, nesnesine karşılık
düşen bir düşünce, ya da bizim iye olduğumuz birşey değildir; tersine,
gerçeklik bireyin üzerine davrandığı ş bir varoluş yoludur; birey onu vareder
ve onu yaşar. Birey gerçekliktir.
Gerçeklik öznelliktir; öznelliğin en yüksek anlatımı
tutkudur. Varoluşsal olarak düşünmek içe-doğru tutku ile düşünmektir.
Nesnellik ne söylendiğini vurgular, ama öznellik nasıl söylendiğini. içe-doğru
nasıl’ tutkudur; karar yalnızca öznellikte bulunur. Öznellik gerçekliktir;
gerçeklik “en tutkulu içe-doğruluğu edinme sürecinde sıkı sıkıya sarılınan
nesnel bir pekinlik-yoksunluğu” olarak tanımlanır. Pekinliksizlik endişe
yaratır ve bu ise bir inanç davranışıyla yatıştırılır. Önceki gerçeklik
tanımı inancın bir tanımı olarak da hizmet eder. Risk, seçim, tutku ve
içsellik olmaksızın hiçbir inanç yoktur; ne de onlarsız gerçeklik vardır.
Pekinsizlik her zaman öznelliğe eşlik eder, inanç sıçrayışı için çağrıda
bulunur.
Nesnel olarak, gerçeklik aşkın bir Tanrı için olması
dışında her zaman bir paradokstur. İnsan için, nesnel gerçeklik hiçbir zaman
pekin değildir, ve pekinliksizliği tutkulu içe-doğruluk biçiminde
görünür—endişe yara tan pekinliksizlik gerçeklik tutkusu tarafından, e.d.
içe-doğruluk ya da inanç tarafından yerinden atılır. Varolan birey ne zaman
bengi nesnel gerçeklik ile yüz yüze gelse, bu paradoksal görünür. Varolan
birey için özne ettik gerçekliktir, ve o denli de olgusallıktır. üşünce soyutlanır
çünkü varoluş düşünülemez (yaşanmalıdır) ve çünkü tikel düşünülemez (yalnızca
evrensel düşünülebilir). Bu noktada Tanrı ve insan arasındaki ayrım
görülebilir. “‘Tanrı yarattığını düşünmez; ‘Tanrı varolmaz, O bengidir. İnsan
düşünür ve vardır, ve varoluş düşünce ve varlığı ayırır.”
Sahakian
Çeviri: Aziz Yardımlı
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder