Hiççilik (Nihilizm)

(fr. nihilisme\ alm. Nihilismus; ing. nihilism).

Gerçeklikle ilgili hiçbir şeyi bilemeyeceğimizi ileri süren öğreti. Tüm ahlak kurallarını ve değer ölçülerini yok sayan öğreti. XIX. yüzyılda ortaya çıkan ve kişinin toplum karşısında tam anlamında bağımsız olmasını savunan, böylece kargaşacılığa (anarşizm)  yaklaşan öğreti. Hiççiliğin bir yanı mutlak bilinemezciliğe, bir yanı kargaşıcılığa açılır. Sofistlerden Abdera’Iı Protagoras genelgeçer doğruların varlığını yadsıyordu: “Tüm bilgilerimiz duyumlardan gelir ve duyum bireylere göre değişir, buna göre insan her şeyin ölçüsüdür.” Protagoras’a göre “doğru her kişiye görünen şeydir.” Sofist Leontinoi’li Gorgias da genelgeçer bilginin olmadığını söylüyordu. Ona göre varlık var olsa da bilinemezdi, bilinse de başkasına bildirilemezdi. Aynı tutum Elis’li Pyrrhon’un kuşkuculuğunda kendini gösterir. Elis’li Pyrrhon “Bilinecek hiçbir doğru yoktur” diyor, buna göre yargının nesnel değerini yadsıyor, insanın tüm yargıları askıya alması (epoke) gerektiğini bildiriyor, kişiye düşen kendini dingin bir edilginliğe (ataraksiya) bırakmaktır diye düşünüyordu. Sokrates’çi okulların filozofları da bilimi yadsıyışlarıyla birer hiççiydiler. Ahlak kurallannı dışlayan bir öğreti olarak hiççilik Yeniçağ’ın bir ürünüdür.

Nietzsche şöyle der: “Hiççilik: amaç yokluğu, niçin sorusuna yanıt yokluğu. Hiççilik en büyük gücüne, şiddete dayalı yıkım gücü olarak, etkin hiççilikte varır. Onun karşıtı artık hiçbir şeye saldırmayan yorgun hiççilik olacaktır”



Hiççilik en yoğun ya da belirgin anlatımını çağımızın iki büyük düşünüründe Nietzsche’de ve Gide’de bulur. Nietzsche Also sprach Zarathoustra' da (Böyle buyurdu Zerdüşt) tüm geçerli ahlak değerlerini yokedecek olan Üstinsan’ın gelişini bildirir: “İnsan hayvanla Üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, bir uçurumun üstündeki bir ip. Onda yürümek tehlikelidir, yolda kalmak tehlikelidir, geriye bakmak tehlikelidir, titremek ve durmak tehlikelidir. İnsanda büyük olan şey onun bir erek oluşu değil bir köprü oluşudur.” Yeni insanın ahlakı, Nietzsche’ye göre, Tanrı’nın ölümü üzerine insan değerlerinin yeryüzünde egemen olmasını sağlayacaktır.

“Tanrı her şeyi görüyordu, insanı bile. Bu Tanrı ölmeliydi. İnsan böyle bir tanığın yaşamasına dayanamaz.” Nietzsche insanın temel niteliğini yaratıcılık olarak belirler, yaratıcılığı da onun istemi sağlayacaktır. Gerçek ahlak istemle ortaya konulmuş bir tehlikeler ahlakıdır. “Zerdüşt uzun yolculuklar yapanların ve tehlikesiz yaşayamayanların dostudur.” Böylece yaşam sürekli aşılacaktır. Nietzsche’nin bu hiççi bakış açısı, daha sonra ahlaksıza bir anlayış içinde André Gide’de ortaya çıkar. Gide Les nouritues terrestres'de (Dünya nimetleri) Nietzsche’nin yapmış olduğu gibi hıristiyan ahlakına karşı özgürlük ahlakını savunur: “Beni oku okuduktan sonra at bu kitabı - Ve çık. Kitabım sana çıkmak arzusu versin isterdim, nereden olursa olsun çıkmak, kentinden, ailenden, odandan, düşüncenden. Kitabımı yanında taşıma.” Gide’e göre insan hiçbir değişmez kural tanımadan, hiçbir sarsılmaz değere bağlanmadan, gönlünün yolundan giderek yaşamalıdır: o ancak böyle yaparsa en yüce hazza ulaşabilir. “Önem bakışında olsun, baktığın şeyde değil.” Bu bakış, bireyselliği tüm değerlerin üstüne çıkarır: önemli olan kendi olabilmektir. “Her ruh kendini başkalarından ayıran yanıyla ilgilendiriyordu beni.” Yapılması gereken nedir? Her şeyden önce dünyaya aşkla yönelmektir. (“Hayır, sevgi değil Nathanagl, aşk.”) Ve ahlaki değer yargılarına önem vermemektir. (“Eylem iyi mi kötü mü diye yargılamadan davranmak. İyi mi kötü mü diye kaygılanmadan sevmek.”) Bu tam anlamında bir ahlaksızcılıktır ya da özgürlük ahlakıdır: “Yaşamıyla ilgilenmeyi herkesin kendine bırak.” Bizi biz yapan eylemlerimizdir: “Işığı fosfora nasıl bağlanıyorsa eylemlerimiz de bize öyle bağlanıyor. Onlar bizi bitiriyorlar., doğru: ama onlar bizim yüceliğimizi de oluşturuyorlar.” Böylece tam anlamında yeniye yönelen, sürekli kendisini aşan bir insan imgesi çizilir: “Her gün yeni olsun gördüğün - Bilge kişi her şeye şaşan kişidir.” XIX. yüzyıl Rusya’sında hiççilik, özellikle İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanında yetkin anlatımını bulan bir siyasal tutum özelliği kazanır. Siyasal sıkıntılarla gelen umutsuzluk, toplumsal dağınıklığın yarattığı kırgınlık aydınları varolan yaşam koşullarını tartışmaya ve bu koşullara karşı bir tutum almaya iter. Bu yeni devinimde bilimsel bilgiden başka bir şeye güvenmeyen Auguste Comte’un büyük etkisi vardır.

Dobrolyubov ve Pissarev gibi yazarlar göreneklere ya da toplumsal önyargılara savaş açarlar. Amaçları kırık dökük bir toplumdan çağdaş bir toplum yaratmaktadır. Onlar insanla ilgili her şeyi değil, yalnızca varolan toplumsal değerleri hiçlerler. Çemişevski bu yeni arayışın siyasal itici gücü ya da düşünürü olur, Rusya’daki toplumsal yaşamı eleştirirken sermayeci düzene de eleştiriler getirir. O durumda hiççilerle kargaşacılar Rusya’da büyük bir kitle oluşturmaktadır.- Amaç çarlık rejimini yıkmaktır.

Turgenyev Babalar ve oğullar'da bu çerçevede yeni kurallarla eski kuralların kavgasını yansıttı. Romanın baş kişisi Bazarov bir hiççidir ya da düzeni kıyasıya eleştiren bir olumcudur, tüm eski değerlere ve eski kurallara savaş açmıştır, bu tutumu içinde giderek katılaşır, en temel insani eğilimlere ve isteklere bile karşı çıkar ve sonunda kendiyle çelişir: aşka karşıdır ve aşık olur. Böylece Rusya’da hiççilik, kargaşacılıkla birlikte, toplumcu dünya görüşünün ilk savlarını oluşturmuştur

Felsefe Sözlüğü- Afşar Timuçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder