Heinrich Rickert (1863-1936), Windelband’ın öğrencisidir.
Heidelberg’de profesör olarak çalışmıştır. Hocasının izinde değerler
felsefesini geliştirmeye çalışmasının yanında, doğa bilimleri ve
tarih/tin/kültür bilimleri ayrımıyla da yoğun olarak ilgilenmiştir.
Rickert esas olarak Kant’ın aşkınsal idealizminden bir
eleştirel ontolojiye geçme girişimiyle anılır. Özellikle değer
problematiğiyle ilgilendiği dönemde bir çeşit “değer ontolojisi” geliştirmek
istemiştir. Ona göre değerlerin kültürün taşıyıcıları olduklarında, onların
kültür yaşamını belirlediklerinde hiçbir şüphe yoktur. Öyle ki, ona göre
değer bilgiyi de önceler; çünkü en nihayet bilgi de bir değerin (Doğru)
gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Bu konuda o Fichte’yi izleyerek
pratik aklın teorik akla önceliğini savunmuştur.
Rickert’in bilimler sınıflandırması ve kendi verdiği adla
“kültür bilimleri”ni temellendiriş şekli, özellikle dostu ve öğrencisi Max
Weber’in (1) bilim anlayışını ve sosyolojiyi bir bilim olarak temellendirişini
etkilemiştir. Onun bilim eleştirisinden bir diğer öğrencisi, doktora
hocalığını da yaptığı Martin Heidegger de etkilenmiştir. Rickert’e göre
pozitivist bilim anlayışı bir dogmatik natüralizme dayanmaktadır ki, bu
dogmatik natüralizm, Comte’tan beri, pozitivistlerin “sosyal bilimler” diye
adlandırdıkları “kültür bilimleri”nin de doğa bilimi modelinde kurulmaları
girişiminde yönlendirici olmuştur. Pozitivistler “bilim” kavramını
“deneyimsel bilim” ile sınırlandırdıklarından, duyusal deneyim konusu
olamayan değerlerin toplumsal yaşamdaki belirleyici rollerini
anlayamamışlardır. Bu konuda Dilthey’dan etkilenen Rickert’e göre, Comte,
kendi verdiği adla “sosyoloji”sini böyle sınırlı bir bilim anlayışına,
“pozitif bilim” modeline göre kurmakla, eksik ve hatta yanlış bir bilim ortaya
çıkarmıştır. Rickert’e göre, Kant’ta olduğu gibi, bilgi, öznenin bir
inşasıdır, bir kurgusudur. Ve bu inşada belirleyici olan, temeli oluşturan
şey, Windelband’ın da ifade ettiği gibi, mantıktır. Dolayısıyla doğa
bilimleri de, kültür bilimleri de, mantıksal kuruluşları bakımından aynı
zemin üzerindedirler. Ancak onlar farklı yöntemler kullanırlar. Çünkü, farklı
bilgisel ilgilere ve bilgisel hedeflere sahiptirler. Doğa bilimlerinin
ilgisi, Windelband’ın işaret ettiği üzere, konularını genellik tasarımı altında
bilmeye yöneliktir, hedefi ise genel yasalar (doğa yasaları) ortaya
koymaktır. Buna karşılık kültür bilimlerinin ilgisi, konularını, yine
Windelband’ın işaret ettiği üzere, bir defalık olaylar olarak ele almaya
yöneliktir; hedefi ise bu olayları bir defalık bütünlükler halinde
kavramaktır. İlgi ve hedeflerdeki bu farklılık, doğa bilimlerini
genelleştirici bilimler, kültür bilimlerini ise tekilleştirici bilimler
kılar. Ayrıca, kültür bilimleri, konusu olan sosyal gerçekliği değerlerin
güdümünde oluşan bir gerçeklik olarak ele alır. Yine Windelband’ın belirttiği
gibi, sosyal gerçeklik, insanların Doğru, İyi, Güzel gibi genel geçer
değerler (veya değer sınıfları) altında gerçekleştirdikleri her şeyi içine
alır. Ne var ki, Rickert, değerlerin her dönem ve çağda farklı şekillerde
benimsendiklerini belirtir ki, kültür bilimlerinin görevi, zaten her çağda ve
dönemde anlamları değişen değerlerle insan eylemleri arasındaki bağı kurmak
ve kavramaktır. Onları tekilleştirici kılan yön de, bizzat her dönem ve çağın
özgül kalmasıdır. Kültür bilimleri bu özgüllüğün peşinde olmalıdırlar.
Değerlerle insan eylemleri arasındaki bağı kavramak ise anlama yoluyla
olanaklıdır. Anlama, hermeneutikçilerin (örneğin çağdaşı Dilthey’ın)
belirttikleri gibi, tarihi ve kültürü kavrama biçimi ve yöntemidir. Rickert’e
göre doğa değerden yoksundur; dolayısıyla o algılanabilir ve açıklanabilir,
fakat anlaşılamaz. Doğa bilimlerinde kavram kurma yasa-olgu ilişkisi
temelinde gerçekleştirilir. Kültür bilimlerinde ise kavramlar, ancak değer-eylem
ilişkisi gözetilerek kurulabilirler. Sonuç olarak, kültür bilimleri
özgüllüğün ve tekilliğin bilimleridir. Bu nedenle özgül ve tekil olanı dışta
bırakan veya ikincil kılan genelleştirici doğa bilimlerine göre, kültür
bilimleri gerçekliğe daha yakın dururlar. Çünkü gerçek olan özgül ve tekil
olandır; genel/evrensel olan ise sadece bir soyutlamadır.
(1) Max Weber (1864-1920), Berlin’de profesör olarak
çalışmıştır. Heidelberg Okulu’yla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Rickert’in
dostu ve öğrencisi olduğu gibi, onun bilim öğretisinin izleyicisidir ve
Dilthey’ın hermeneutiği ile Rickert’in bilim öğretisini bağdaştırmaya çalışan
bir anlamacı bilim ve anlamacı sosyoloji geliştirmiştir.
Kant ve Yeni Kantçılık-Doğan
Özlem-Cogito Sayı: 41-42 2005-Yapı Kredi Yayınları
|
Akımlar
- Felsefi "izm"ler
- Sofizm
- Stoacılık
- Kuşkuculuk
- İdealizm
- Yeni Platonculuk
- İnsancılık (Hümanizm)
- Usçuluk
- Deneycilik
- Eleştiricilik (Kritisizm)
- Materyalizm
- Liberalizm
- Hiççilik (Nihilizm)
- Sosyalizm
- Marksizm
- Olguculuk (Pozitivizm)
- Postpozitivizm
- Pragmatizm
- Fenomenoloji (Görüngübilim)
- Yeni Kantçılık
- Mantıkçı Pozitivizm
- Yeni Hegelcilik
- Yapısalcılık
- Çözümleyici Felsefe
- Varoluşçuluk
- Yorumbilgisi (Hermeneutik)
- Frankfurt Okulu
- Feminizm
- Postyapısalcılık
H.Rickert
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder