Leibniz



Görünüşteki süreksizliğin altında Leibniz'in eseri değişik birçok alanın bir araya gelmesiyle sürekli bir sistem oluşturur. Kendisi de temel düşüncelerinin iki şey üzerine dayandığını ifade eder: birlik ve sonsuz. «Ruhlar birliklerdir, cisimler ise çokluktur, ama ruhlar aynı zamanda sonsuzdurlar, tıpkı küçük bir toz tanesinin sonsuz sayıda yaratıktan oluşan bir dünya içermesi gibi.» 

Tüm sisteminin ekseni varlığın bir ve sonsuz olduğu kabulüne dayanır; bu kabul olumsal varlık için olduğu kadar zorunlu varlık için de geçerlidir, çünkü birincisi ikincinin aynası ve ifadesidir.

Leibniz'in felsefesinin temel savlarından biri, hiçbir şeyin sebepsiz, düzensiz, mutlak zorunluluk (mutlak zorunluluk özlere hükmeden tek ilke olan çelişmezlik ilkesine bağlıdır) veya varsayımsal zorunluluk olmadan (varoluşlara hükmeden ve önceden var olan koşullara dayanan) ortaya çıkamayacağıdır. Her şey bir uyuma göredir, üstelik en üst, en yetkin bir düzene göre. Tanrı yaratmak için başka bir dünya yerine bu dünyayı seçerek en zengin uyumu ve insanlar için de en yetkini gerçekleştirmek istemiştir. Yetkinlik iki ilkeye dayanır: süreklilik ilkesi ve benzerlik (girilmezlik) ilkesi. Süreklilik ilkesine göre «doğada hiçbir sıçrama yoktur»;benzerlik ilkesine göre ise, doğada özdeş iki varlık yoktur, çünkü varlıklar arasında çok küçük de olsa farklılıklar vardır.
Leibnizci görüşe göre her şey varlığın ve bilginin sonsuz çeşitliliğini ortaya çıkaracak şekilde düzenlenmiştir ve her şey söz  konusu çeşitliliğe bir kanıt oluşturmaktadır. Birliği ortaya çıkarmak ve asıl gerçekliğe (önceleri töz, daha sonra monad adı verilmiştir) ulaşma çabası, Leibniz'in kapsamlı öğretisini oluşturan her dalda kendini gösterir.

Geometri ve metafizik
Leibniz, Raymond Lulle'un 1275'te yazdığı Ars Magna'sınm izinde 1666'dan itibaren, insan düşüncesinin bütün olası birleşimlerinin (yani çelişik olmayan) gerçekleşmesine imkân tanıyan gösterge veya değişmez temel karakterlerden oluşan alfabesini oluşturmaya çalışıyordu. Söz konusu olan bu genel nitelikli bilimin evrensel bir simgebilim olmasını düşünüyordu: bu «evrensel karakteristik» (alfabetik veya sayısal) özel dillerden bağımsız daha zengin, daha kesin ve aynı zamanda da daha basit fakat kullanımı daha kolay ve özellikle geometri olmak üzere bütün bilim dallarına uyarlanabilecek ti.

Leibniz, aritmetikle çözümlenemeyen bir alanda bir hesap yöntemi ve işaretleme sistemi buldu: sonsuz büyüklükler. Sonsuz küçük nicelikleri toplamayı ve integrallemeyi sağlayan bir yöntem geliştirdi ve 1675'te Newton'un sonsuz küçükler hesabından farklı olan ve her bir büyüklük için sonsuz küçükler hesabına olanak tanıyan algoritmayı buldu.

Sonsuz küçüklerin analizi Leibniz'i, uzay ve zamanı bir arada var olan ve ardışık kavramlar olarak değerlendirmeye yöneltti ve böylece Descartesçı uzam kavramına karşı çıktı: sonsuza dek bölünebilen uzam, maddenin özü olamazdı. Leibniz atomculuğa da karşı çıkıyordu; ona göre çözümlenemeyecek, bölünmesi mümkün olmayan hiçbir maddî parça yoktu. Leibniz, hareketi de gözle görülebilen bir yer değiştirme olarak değil, görülemeyen bir kuvvetin ifadesi olan bir süreç olarak değerlendirir.

Descartesçı aksiyom, hareketi momentum veya kütlelerle hızın çarpımı» (yani mv) olarak tanımlarken, Leibniz'in dinamik kavrama, hareketi «canlı kuvvetin niceliği veya kütlelerin, kendi hızlarının kareleriyle çarpımı» (yani mv2) olarak tanımlıyordu. Bu, 1570'ten itibaren etkin kuvvet (vis activa) öğretisini hazırlayan conatus kavramıdır (hareketin sonsuz küçük, içsel ilkesi, tinsel öğe).
Mekanik ilkelerinin kendisi, yani genel doğa yasaları bile,çok yüksek ilkelerden doğar ve yalnızca nicelikle ve geometrik değerlendirmelerle açıklanamazlar» düşüncesini kabul etmiş olan Leibniz, saf geometriciliği (yani fiziğin geometriden ibaret olduğu düşüncesini) yadsır. Leibniz, Descartesçı töz kavramını özellikle hareket kavramının esas niteliği olan değişimi ifade etmeyen yer kaplayan töz kavramını) kabul etmez ve maddeyi,uzayı ve zamanı töz olarak düşünmeyi reddeder. Leibniz için bunlar, bizim algımıza ve anlama yetimize bağlı olgulardır. Bu olguların ardındaki tek gerçek varlık olan tözü açığa çıkarmak gerekir. Böylece Leibniz'de fizik, metafiziğe bağlıdır.

Tek tözsel birlik, monad
Dışardan belirlenmiş olarak töz, kuvvettir; içerden belirlenmiş olarak ise, biçim, ruh ve tindir. Tözsel birlik yalındır, yer kaplamaz, şekilsizdir ve bölünemez: doğal olarak monad ne başlar, ne de sona erer, monadın içi başka bir yaratığın etkisiyle değiştirilemez. Monad kendisiyle değil yalnızca diğer monadlarla olan ilişkisiyle tanımlanır.

Monadlar «penceresiz»dir, yani kendi dışlarını algılayamazlar, ama algılama yetisiyle (çokluğun birlikte temsili) ve istek eğilimi (daha seçik anlayışa ulaşma eğilimi) ile zenginleşen monadların tümü aynı yetkinlik derecesinde değildir. Canlılarda monadlar hafızası olmayan basit tözlerden (entelekheia), hafızaya ve duygulara sahip olan ruha ve insana özgü olan, düşünebilen tine kadar uzanır. Tinlerin yaşamı iki büyük ilkeye dayanır: çelişmezlik ilkesi ile yeter sebep ilkesi. Ve «Şeylerin en büyük sebebi ise zorunlu ve mükemmel bir tözde olmalıydı»; bu da Tanrı'ydı.



Sebepler dizisinin ilk ve son noktası olarak yalnızca Tanrı, olmuş, olan ve olacak her şeyin tam kavrayışına sahiptir. Yalnızca Tanrı zorunludur ve «var olma olanağının zorunlu olması gibi bir ayrıcalığa yalnızca Tanrı sahiptir». Tanrı'nın özü varlığına işaret eder. Metafizik zorunluluk, fiziksel ve varsayımsal zorunluluğun, yani olumsal varlıklar dünyasındaki (yani var olmaması çelişki içermeyen varlıkların) zorunluluğun temelini ve düzenim oluşturur. Monadların monadı olarak yalnızca Tanrı ilksel birliktir veya kökendeki yalın tözdür ve bütün monadlar onun ürünüdür.

Önceden kurulmuş uyum
Leibniz önce, iki doğal âlemin uyumunu ortaya koymaya çalışır. Bu iki âlem, etkin kuvvetler tarafından yönetilen cisim âlemi ve ereksel nedenler tarafından yönetilen ruh âlemidir. Daha sonra «tüm zamanların önceden kurulmuş uyumu» düşüncesinin, bir yandan farklı monadlar arasındaki ilişkiyi diğer yandan da doğanın fiziksel hâkimiyeti ile inayetin ahlakî hâkimiyeti arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Çünkü en başından beri Tanrı, tüm tözler arasında bir düzen kurmuş, doğayı, onu mükemmelleştiren inayete götürmüştür. Filozof burada da süreklilik ilkesini uygulamaktadır.

«Olanaklı en yüksek mutluluğu ve neşeyi kendinden dağıtan dünyanın uyumlu güzelliği ve iyiliği fikri, görünüşte, acıya ve akıldışı kararlara neden olan kötülük fikriyle çelişmektedir. Ama, iyiliğin gölgesi, uyumun daha iyi ve daha fazla değerinin bilinmesini sağlayan uyumsuzluk olarak kötülük, uyum ilkesini tartışma konusu yapmaz: kötülük derin acıların kaynağıdır, ama aslında daha üst bir yetkinliğe giden kısa yoldur.

Kötülüğün hiçbir şekilde uyum ilkesini sarsamaması gibi, aynı biçimde zorunluluk düşüncesi de özgürlüğü ortadan kaldırmaz. «Zorunlu kılınmamış eğilime sahip olan» özgür seçim insan ruhuna ve zihnine ait bir tasarruftur ve Tanrı katında akla uygun gerekçelerle ve istençle belirlenmiştir. Dolayısıyla kayıtsız şartsız bir özgürlük düşüncesi Leibniz'e göre tam bir saçmalık ve kurgudan başka bir şey değildir.

Leibniz'in duyusal olmayan algılamalarla ilgili öğretisi, düşünce sisteminin temel öğelerini oluşturur: ruhun ve bedenin önceden kurulmuş uyumu olduğu kadar monadların da uyumu; özgürlük ve seçme kuramı; ruhların ve şeylerin içkin farklılıkları üzerine sav; sonsuz küçükler ölçeğinde ölüm ve yaşam kavramları; sonsuz küçük hareketin tanımı; bilgi kuramı. Bilgi kuramı geleneksel olarak karşıt durumdaki iki yaklaşımı (akılcılık ve deneycilik) uzlaştırmak eğilimindedir.

Leibniz «tabula rasa» (boş levha) savım çürütmüştür; bu sava göre tüm bilgiler duyular aracılığıyla elde edilmektedir ve «boş levha» olan insan ruhu ancak bu yolla doldurulur. Leibniz, insan ruhunu maddî bir varlığa indirgeyen bu görüşe karşı çıkıyordu. «Ruhumuzda duyulardan gelmeyen bir şey olmadığı» düşüncesini kabul etmekle birlikte, duyuların bize yalnızca bireysel örnekler verebileceğini savunur; yani duyular, zorunlu doğrulukların hüküm sürdüğü bilimlerin temelim oluşturamaz. Leibniz'e göre «varlığı, tözü, biri, aymyı, nedeni, algı ve anlayışı, akıl yürütmeyi ve duyuların veremeyeceği diğer birçok kavramı barındıran» ruhtur. Bununla birlikte zihinde tüm deneyimlerden önce içerilen duyusal olmayan küçük algılar vardır; bunlar öylesine küçüktürler ki, bizim onları kavramamız imkânsızdır.

Leibniz «biçimciliğe ve özdekçiliğe aynı ölçüde mesafeliydi. Karşı uçları bir araya getiren sistemi Aristotelesçi ideale yönelmekteydi; orta noktayı, yetkin matematiksel noktayı hedefliyordu.   
 Axis 2000





Saffet Babür

Leibniz Giriş Monad Öğretisi, Çetin Türkyılmaz


Çetin Türkyılmaz


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder