Adalet ve Eşitlik



  1. yüzyıl, adalet ve eşitlik kavramlarını yalnızca siyaset felsefesinin soyut tartışma alanı olmaktan çıkarıp, küresel ölçekte somut politika ve toplumsal mücadelelerin merkezine yerleştirdi. Küreselleşme, dijitalleşme, iklim krizi, göç hareketleri ve ekonomik eşitsizlikler; adaletin nasıl tanımlanacağı ve eşitliğin hangi boyutlarda sağlanacağı sorularını yeniden gündeme taşıdı.

Çağdaş düşünürler, bu iki kavramı artık tek bir düzlemde değil, çok katmanlı bir bağlamda ele alıyor:

  • Dağıtıcı adalet (John Rawls’un mirası üzerine inşa edilen, kaynakların adil paylaşımı)
  • Tanıma adaleti (Axel Honneth ve Nancy Fraser’ın geliştirdiği, kimlik ve kültürel eşitlik boyutu)
  • Küresel adalet (Thomas Pogge, Amartya Sen gibi isimlerin savunduğu, ulus-devlet sınırlarını aşan sorumluluk anlayışı)
  • Eşitlik türleri: fırsat eşitliği, sonuç eşitliği, kurumsal eşitlik, dijital erişim eşitliği
  • Biyoteknoloji ve yapay zekâ çağında adalet: teknolojik gelişmelerin yarattığı yeni eşitsizlik biçimleri ve etik sorular

21.   yüzyılın adalet anlayışı, yalnızca hukuki eşitlik veya ekonomik dağılım ile sınırlı değil; aynı zamanda katılım hakkı, temsil, çevresel sürdürülebilirlik ve dijital haklar gibi alanları da kapsıyor. Bu nedenle günümüz düşünürleri, adalet ve eşitliği dinamik, bağlamsal ve kesişen bir perspektifle ele alıyor: Bir toplumun adil olup olmadığını anlamak için artık yalnızca gelir dağılımına değil, aynı zamanda bilgiye erişim, ifade özgürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve ekolojik adalet gibi göstergelere de bakmak gerekiyor.

Burada küresel görünüme bir bakalım



 🔍 Genel Eğilimler

  • Küresel özgürlükler 19 yıldır geriliyor; 2024’te 60 ülkede düşüş, sadece 34 ülkede iyileşme görüldü.
  • En yüksek puanlı ülkeler: İskandinav ülkeleri, Kanada, Yeni Zelanda.
  • En düşük puanlı ülkeler: Suriye, Eritre, Türkmenistan, Kuzey Kore.
Bölgesel farklar: Avrupa ve Kuzey Amerika yüksek puanlı; MENA (Orta Doğu & Kuzey Afrika) ve Avrasya en düşük ortalamalara sahip.


Elizabeth Anderson’ın “demokratik eşitlik” yaklaşımı, klasik eşitlik teorilerinden ayrılarak eşitliği yalnızca kaynakların adil dağılımı üzerinden değil, insanların birbirleriyle kurduğu toplumsal ve siyasal ilişkiler üzerinden tanımlar. Onun amacı, eşitliği soyut bir ilke olmaktan çıkarıp, demokratik yurttaşlık pratiğinin merkezine yerleştirmektir.

📌 Demokratik Eşitlik – Temel Çerçeve

1. Eşitliğin İlişkisel Tanımı

  • Anderson’a göre eşitlik, insanların birbirlerini eşit yurttaşlar olarak tanıdığı ve hiyerarşik olmayan ilişkiler kurduğu bir toplumsal düzeni ifade eder.
  • Bu, yalnızca “herkese eşit hak” anlamına gelmez; aynı zamanda saygı, karşılıklılık ve kapsayıcılık kültürünü gerektirir.

2. Sosyal Hiyerarşilerin Ortadan Kaldırılması

  • Demokratik eşitlik, kast sistemleri, sınıf ayrıcalıkları, cinsiyetçi veya ırkçı yapılar gibi toplumsal hiyerarşilerin meşruiyetini reddeder.
  • Amaç, insanların yurttaş olarak eşit statüde olduğu bir kamusal alan yaratmaktır.
  • Bu, yalnızca hukuki eşitlik değil, gündelik yaşamda eşit muamele anlamına da gelir.

3. Kapsayıcı Demokrasi

  • Anderson, demokrasiyi yalnızca seçimlerden ibaret görmez; katılımın sürekli ve çok kanallı olduğu bir süreç olarak tanımlar.
  • Kapsayıcı demokrasi, dezavantajlı grupların (yoksullar, azınlıklar, engelliler, göçmenler) karar alma süreçlerine etkin katılımını garanti altına alır.
  • Bu yaklaşım, temsilin çeşitlendirilmesi ve kurumsal engellerin kaldırılması ile desteklenir.

4. Şans Eşitliği Eleştirisi

  • Anderson, “şans eşitliği”ni savunan luck egalitarianism yaklaşımını eleştirir. Ona göre bu yaklaşım, bireylerin kötü durumlarını “kendi seçimlerinin sonucu” olarak görerek toplumsal sorumluluğu daraltır.
  • Demokratik eşitlik ise, insanların toplumsal işbirliği içinde eşit statüde olmasını merkeze alır; bireysel hataları bahane ederek kimseyi dışlamaz.

5. Pratik Boyut

  • Eğitim, sağlık, barınma gibi temel alanlarda evrensel erişim sağlanması.
  • İşyerinde ve kamusal alanda ayrımcılığın önlenmesi.
  • Siyasal karar alma mekanizmalarında çeşitliliğin artırılması.
  • Sosyal güvenlik ağlarının yalnızca yoksulluk yardımı değil, eşit yurttaşlık statüsünü güçlendiren araçlar olarak tasarlanması.

💡 Özet

Elizabeth Anderson’ın demokratik eşitlik anlayışı, eşitliği statü ve ilişki temelli olarak yeniden tanımlar. Bu yaklaşım, “herkese eşit hak” söylemini aşarak, toplumsal hiyerarşilerin yıkılması, kapsayıcı demokrasi ve eşit yurttaşlık ilişkilerinin güçlendirilmesi hedeflerini bir araya getirir. Böylece eşitlik, yalnızca bir dağıtım ilkesi değil, aynı zamanda demokratik yaşamın ahlaki dokusu haline gelir.


Iris Marion Young’ın “yapısal adaletsizlik” kavramını ve buna karşı geliştirdiği katılımcı demokrasi ve kapsayıcı politika tasarımı önerilerini detaylandıralım. Young, klasik adalet teorilerinden farklı olarak, adaletsizliği yalnızca bireylerin kötü niyetli eylemleri ya da yanlış kararlarıyla değil, toplumsal yapıların ve güç ilişkilerinin sistematik işleyişiyle açıklıyor.

📌 Yapısal Adaletsizlik – Temel Çerçeve

1. Tanım

  • Yapısal adaletsizlik, belirli grupların toplumsal, ekonomik ve politik sistemlerin işleyişi nedeniyle sürekli olarak dezavantajlı konumda kalmasıdır.
  • Bu durum, tek tek bireylerin niyetlerinden bağımsız olarak, kurumsal düzenlemeler, kültürel normlar ve ekonomik ilişkiler aracılığıyla yeniden üretilir.

2. Beş Baskı Biçimi

Young, yapısal adaletsizliği somutlaştırmak için beş temel baskı biçimi tanımlar:

  1. Sömürü – Bir grubun emeğinin değerinin başka gruplarca sistematik olarak alınması.
  2. Marjinalleşme – Bazı grupların ekonomik ve toplumsal yaşamın dışına itilmesi.
  3. Güçsüzleştirme – Karar alma süreçlerinden dışlanma, özerklikten yoksun bırakılma.
  4. Kültürel Hegemonya – Bir grubun değerlerinin, normlarının ve deneyimlerinin “evrensel” olarak dayatılması.
  5. Şiddet – Fiziksel ya da sembolik şiddetin sistematik olarak belirli gruplara yönelmesi.

3. Sosyal Bağlantı Modeli

  • Young, adaletsizlikten sorumluluğu “sosyal bağlantı modeli” ile açıklar: Hepimiz, içinde bulunduğumuz ekonomik ve toplumsal ilişkiler aracılığıyla bu yapısal adaletsizliklerin sürmesine katkıda bulunuruz.
  • Bu sorumluluk kolektif ve paylaşılan bir sorumluluktur; çözüm de kolektif eylem gerektirir.

Iris Marion Young’ın yaklaşımı, adaletsizliği yalnızca “dağıtım” meselesi olarak değil, ilişkisel ve yapısal bir sorun olarak görür. Çözüm ise, farklılıkların tanındığı, güç ilişkilerinin dönüştürüldüğü ve herkesin karar süreçlerine dahil olduğu bir demokratik düzenin inşasıdır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder