Düşüncenin Göçü- II


Batı Roma’nın çökmesi, antik düşünsel mirasın Avrupa coğrafyasında kaybına yol açtı. İstilaların, iktidar savaşlarının kaotik ortamında kilise giderek güçlenirken, düşünsel birikimin korunması ve kendi amaçları doğrultusunda kullanılması için organize olmaya çalıştı.

Kavimler Göçü

Zaman içinde oluşan göreli istikrar ortamında batıda iki güç ortaya çıkmıştı. Kilise ve İmparatorluk. Farklı nedenlerle süreç içinde ikisi de entelektüel kurumlaşma için gayret gösterecek ve manastırlardan, üniversite ve akademilere giden yolu açacaklardı.


“Ender olarak rastlanan entelektüel tutuculuk örnekleri dışında, bu dönemin alimleri pagan bilgi birikiminin değerinin tamamıyla bilincindedir ve bu bilgi birikimini bir yandan Vahiy'e uyarlamayı, bir yandan da Roma İmparatorluğu’nun çöküşü sonrası siyasal ve kültürel dağılma döneminde muhafaza etmeyi amaçlar. Felsefeye gelince, muhafaza işlemi elyazmalarının kopyalanması ve gerekli olduğu yerlerde klasik yazarların tercüme edilmesi anlamına gelir: Ancak Yunanca’nın yaygın olarak bilinmemesi ve araştırmalardaki çöküş dönemi, klasik kültürün "yeniden keşfedildiği" XIII. yüzyıla kadar felsefe üzerine sayısız metnin kaybolup gitmesine yol açar.

Erken ortaçağda Aristoteles'le ilgili bilgiler, Severinus Boethius  tarafından VI. yüzyılda tercüme edilmiş ve yorum getirilmiş olan mantık eserleriyle sınırlıdır. Platon'un  sadece Yeni-Platoncu yazar Calcidius (IV. yüzyıl) tarafından Latinceye tercüme edilip yorumlanmış Timaios' adlı eserinin bir kısmı bilinir.”
Ortaçağ. Cilt I, Umberto Eco, içinde Antik Kültürler ve Ortaçağ, Renato de Filippis,

Burada Russel’ın Boethius’un önemi üzerine düşüncelerini aktarmakla yetinelim. “ Teselliler, Sokrates, Platon ve Aristoteles’in gerçek filozoflar olduğunu ileri sürmekle başlar. Stoacılar, Epikürosçular ve geri kalanlar bu sıfatı gasp etmişlerdir. Bazı tanrıcılar onları felsefe dostu sayarlar. Boethius, Pythagoras’ın “Tanrı’yı İzle” buyruğuna uyduğunu söyler. Kutsallıkla aynı şey olan mutluluk iyidir, zevk değildir. Dostluk çok mutlu bir şeydir. Stoacı düşünceyle yakından uyuşan ve gerçekte Seneca’dan alınan pek çok ahlak ilkesine rastlanır Boethius’ta. Teselliler’in başında Platon’un Timaeos diyalogunun manzum bir özeti vardır. Bunu salt Platoncu metafiziğin geniş ölçüde ele alınması izler. ..  Boethius’ta Platon’un kötülük kuramı ele alınır. Hristiyanları şaşkına uğratacak panteizme (tümtanrıcılığa) geçilir.  “ Batı Felsefe Tarihi, Ortaçağ, Bertrand Russel

"Pagan bilgi dağarcığının daha zayıf zihinler üzerinde neden olabileceği aşırı etkiden kaynaklanan korkulara rağmen, Yunan-Roma geleneğinden devralınan bilgi ve becerilerin mirasının büyük kısmı zamanla Hristiyan aydınların eğitimine eklenir. Antikçağda gelişen teknikler ile Hristiyanlık döneminde doğan inancın birleşmesi, Batı kültürünün Roma İmparatorluğu’nun çöküş yüzyıllarında ayakta kalmasını sağlar." Ortaçağ (içinde)Hıristiyan Kültürü, Artes Liberales ve Pagan Dönemi Bilgileri, Armando Bisogno

Avrupa’daki gelişmelere ara verip yönümüzü doğuya çevirelim. Doğu Roma giderek daha Hristiyan ve Grek karakter gösteren yapısıyla antik mirasa ev sahipliğini de yapmaktaydı.  Çok dilli ve kültürlü  Bizans ilginç gelişmelere sahne oldu. Hristiyanlığın tek din olarak kabulünden sonra, pagan okulların yerini kilise okulları aldı. 529 yılında Atina Okulu kapatıldı.

Kent devletlerinin çoğulcu yapısından merkezi yönetimlere geçilmesi ki Bizans hiyerarşisi bunun tipik bir örneğidir, düşüncenin kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi olgusunu ortaya çıkarmıştır. İmparatorlar başlangıçta, Atina’da İmparatorluk tarafından finanse edilen kürsüler oluşturur. Daha sonra, Atina ve İskenderiye gibi antik düşünce merkezlerini zayıflatmak için, İstanbul’da Konstantinopolis Üniversitesi olarak anılan kurum kurulur.  

İskenderiye Hristiyanlığa daha yakın bir tutum izlerken, Atina pagan düşüncelerden taviz vermemek için çabalıyordu. Sonuçta İskenderiye yoluna devam etti.

“Johannes Malalas (VI. yüzyıl), imparatorluğun bütün kentlerinde kumarı yasaklayan emirnamenin yanında Atina'da felsefe ve nomima'dan, yani yasaların öğretilmesini yasaklayan emirnameden de söz eder. Atinalı Yeni-Platoncuların hukuki-siyasi düşüncesiyle Sasani İmparatorluğu içerisindeki reformist akımların arasındaki ilişki konusu, Justinianus'un emirnamesinin muhtevasının kavranması açısından büyük önem taşır:  Bu ilişkinin varlığı bile Sasani İmparatorluğu'ndan kaynaklanan ve dengeyi bozmak acısından son derece etkili olduğu görülmüş model ve deneyimlerin, buyruğu altındaki topraklarda yayılmasından endişelenen imparatorluk için bir sorun oluşturur.”

Farklı eğilimlere rağmen, Bizans teoloji-felsefe alanının tamamının üzerinde ne tamamıyla klasik-karşıtı yönelim ne de felsefi- akılcı yönelim baskın olmayı başarır. Bunun yanı sıra "klasikler"le temastan kirlenmeyi kelimelerle kınayan bircok yazarda bile (örneğin Evagrius Ponticus) monastik-radikal tavrın antikçağın kültürüyle belirgin bir biçimde bir arada yer aldığı görülür. Sonuçta, Sahte-Dionysios Areopagites'in geliştirdiği son derece ayrıntılı teolojik yapı bile Yeni-Platoncu felsefenin aynadaki görüntüsünden başka bir şey değildir."
Ortaçağ II, Editör Umberto Eco, Bizans İmparatorluğunda Felsefe, Marco di Branco




Burada Antakya için de parantez açmalıyız. Antakya’da daha üçüncü yüzyılın başlarında Yakubi dini çevrelerin oluşturduğu bir okul ortaya çıktı. Zaman içinde burada Yunanca’dan Süryanice’ye çeviriler yapılmaya başladı. V.yy. da Süryani Probus, Aristoteles mantığından İbare ve Kıyas kitaplarını çevirdi. Escul adı verilen diğer okul ise, Emevi halifesi II.Ömer zamanında, İskenderiye’den buraya taşınan okuldur. VIII.yy. ortasında bu okul kapanınca, bazı din ve bilim insanları Harran’daki medreseye gitmiştir  Antakya okulundaki bu çeviri etkinliğinin oluşturduğu dilbilbilimsel birikim, daha sonra felsefi yapıtların Arapçaya aktarılmasında Süryanicenin köprü dil olarak kullanılması sonucunu doğurmuştur.

Yıldız gezegen kültüne dayalı Sabiliğin merkezi Harran da, Yunan Felsefe metinlerinin aktarılmasında rol oynamıştır. Harranlılar, Hristiyan bir ortamda faklı bir düşünce adası olarak, yaptıkları çevirilerle, Yeni Platonculuk ve Pisagorculuk gibi düşüncelerin Arap-İslam çevreleri ile tanışmasında etkin olmuşlardır. Burada Sabit.b. Kurra’nın adını anmadan geçmeyelim.

Urfa da benzer bir rol oynamış, kozmopolit yapısıyla çeviri faaliyetlerinde önemli isimlere ev sahipliği yapmıştır.

Fetih sürecinde batıya giden Bizanslı düşünürlerin ve çevirmenlerin etkinliklerine daha sonra değineceğiz. Bizans yönetiminin klasik felsefeye mesafeli tutumunda rol oynayan etkenlerden biri de Sasani ilişkileri bağlamındaydı. Şimdi daha doğuya doğru giderek orada neler olup bittiğine bir göz atalım.



III. yy'ın başında, Part kralı IV. Artabenos'u yenen I. Ardaşir, 224'te, Ktesifon'da krallık tacını giyer. Böylece, adını, efsanevî atası Sasan'dan alan İran Sasanî İmparatorluğu'nu kurar.

Düşüncenin göçünde Sasani coğrafyası önemli bir rol oynar. Bölge Hristiyanları, Süryanice konuşmaktadırlar, bir dönem batıdan Yunanca konuşanlar bunlara katılır. Yahudilere de hoşgörüyle yaklaşılmaktadır. Hint komşuluğu özellikle tıp alanındaki bilgilerin aktarımında rol oynar. Sonuçta özellikle, I.Hüsrev zamanında Cündişapur, bir kültür merkezi haline gelir.

“Sasanilerin Yunan bilimine duydukları ilgi, kısmen Zerdüştçü imparatorluk ideolojisinden kaynaklanıyordu. Bu ideolojiye göre bütün bilimler aslında Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’dan doğmuştu. Belki de bu yüzden I.Hüsrev Anuşirvan döneminde doruk noktasına ulaşan Yunanca-Farsça çeviri hareketinin ürünleri bugün en iyi bu bağlamda anlaşılabilir. “ Yunanca Düşünce, Arapça Kültür Dimitri Gutas, Kitap Yayınevi.


642 yılında Sasani topraklarının İslam egemenliğine girmesi sonucu, önemli bir kültürel birikim ve yetkin idari yapı Arapların kullanımına girer. (Özellikle Abbasiler döneminde) Nitekim Müslümanlar idari yapıyı oluşturmakta, Sasani sistemini temel alırlar.

Müslüman Arapların fetihleri şaşılacak ölçüde süratli oldu. Kısa sürede bölgenin eski kültürel merkezleri Müslüman dünyanın içine dahil oldu. Konumuz gereği biz yine düşüncenin ardına düşeceğiz. Helenistik düşüncenin Arap dünyasına girmesi Abbasilerden önce başlamıştı. “Geç antik çağın İskenderiye’deki gibi okullarında bir eleme  ve yeniden gözden geçirme çalışması yapılmıştı. Hristiyan çevrelerde daha geniş çapta bir seçme-ayıklama ve önemli görünen metinlerin özetlenmesi işine girişilmişti. Öte yandan doğunun Helen olmayan halkları İslamiyet’ten önce antiğin önemli eserlerini kendi dillerine çevirmeye başlamışlardı; bu eserler özellikle Süryaniceye, bazen de orta Farsçaya (Pehleviceye) çevrilmiş ve bu çalışma İslam egemenliği döneminde de Arapça çevirilerle sürdürülmüştü” İslamiyet, Claude Cahen, Bilgi Yayınevi

Abbasiler döneminde çeviri adeta bir devlet politikası haline geldi. Bu yaklaşımın siyasi, ideolojik-teolojik boyutu ilginçtir, ancak bizim çalışmamızın sınırlarını aşacak karmaşık yönleri vardır. Bağdat ve diğer merkezlerde yürütülen çeviri hareketinin başta Halife ve yakınları olmak üzere, saraylılar, devlet görevlileri, araştırmacılar ve bilimciler olmak üzere geniş destekleyicileri oldu.

Yine de teolojik yönelim konusunda aşağıdaki alıntının bir fikir vereceğini düşünüyorum. 

"Aristoteles külliyatı içerisinde en çok önem verilenler, mantığa dair eserleriydi . Bunun böyle olmasında, İslam öncesi Ortadoğu Hristiyan okullarının Organon'u dinsel ve dinsel olmayan tüm bilimlere giriş için okunması gereken bir m etin olarak görmesi etkili olabilir. Öte yandan Araplarda "Kitabü ' l-Huruf" (Harfler Kitabı) ve"Ma Ba'de't-Tabi'a" (Fizik'ten Sonra Gelen) olarak bilinen Metafizik ' in klasik dönem Müslüman düşünürleri üzerindeki etkisi ne de özellikle değinmek gerekir. Metafizik' in bilinen ilk çevirisi, Arapların ilk filozofu olarak tanınan Kindi 'nin  istifadesine sunulmak üzere Ustas adındaki bir çevirmen tarafından yapılmıştır. Kindi çevresi içerisinde Aristoteles 'in Teolojisi gibi apokrif diğer başka metinlerle birlikte Aristoteles' in görüşlerinin İslam toplumuna tanıtılması projesinde yer alan bir yapıt olan Metafizik 'e yönelik devam eden bir ilginin olduğu söylenebilir. Bu özel ilginin nedeni , konusu dolayısıyla İslam'ın Tanrı hakkındaki öğretilerine yaklaşması olmalıdır. Nitekim İslam felsefesinin Kindi ' den sonraki önemli ismi Farabi , Aristoteles'in Metafizik Kitabı'ndaki Amacının Açıklanması (el-İbane 'an Garadi Aristutalis fi Kitabi Ma Ba'de't-Tabi'a) isimli risalesinde, Aristoteles' in eserinin neden alışılageldik bir teoloji (ilmu 't-tevhid ) kitabı olarak görülmemesi gerektiğini, kitaptaki varlık ve birlik hakkındaki araştırmaların teolojiyle nasıl bir bütünleşmesi olduğunu açıklamaya çalışır. " Aristoteles'in İslam Düşüncesindeki Dönüşümü Üzerine Notlar, Veysel Kaya

Tam burada, çeviride kullanılan dillerin akrabalık ilişkileri, dilbilimsel açıdan farklı etnik çevrelerin oynadığı rolü anlamamızda bize yardımcı olabilir.



“Mehdi döneminde Topika’nın çevrilmesini gerektiren dönemsel koşullar, bu kez kozmolojiyle ilgili Yunanca eserlerin çevrilmesini gerektiriyordu. Abbasi politikaları sonucunda başlayan dinsel tartışmalarda, tartışma yöntemini öğreten Arapça bir kaynağa ihtiyaç duyulduğu için Aristoteles’in Topika kitabı çevrilmişti; tanrıbilim (teoloji) tartışmaları için gerekli olgusal bilgiye duyulan ihtiyaç da diğer kitapların çevrilmesine neden oldu.” (Gutas)

Memun da çeviri hareketinin kültürel ikliminde yetişti ve hareketi destekledi. Bizans ile ilişkiler ve rekabet, Hristiyan Bizans’a karşı, kenara itilmiş akılcı eski Yunan felsefi metinlerini İslami kültüre ithal ederek bölge halkları üstünde kültürel üstünlük sağlamanın bir yolu olarak da görülüyordu. Bizans kütüphanelerinden eski Yunan metinlerinin talep edilmesi ve kimi zaman karşı tarafın bu pagan eserlerinden gönüllü kurtulma arzusu ile birleşince, içeriği ne olursa olsun, kurtarılan bu eserler getirilerek tercüme edildi.

"Yaklaşık 830 yılında Platon'un Timaeus ve Aristo'nun aralarında De Anima ve Prior Analytics de bulunan birkaç çalışması Arapça'ya çevrildi. Yaklaşık 900 yılında, Aristo'nun tüm çalışmaları ve Galen'in felsefi araştırmaları Arapça'ya çevrilmişti. Artık dinsel metinlerin ussal analizi için bir dizi araç bulunuyordu." Rom Harre

Çeviri hareketi devam etmekle birlikte 1000 yılına doğru hız kesti.  

"ıo. yüzyıl Büveyhiler döneminin ayırt edici özelliği olan şiyasal parçalanmışlığa ve bir "Müslüman halklar topluluğu"nun yaratılmasına paralel bir gelişmeyle, bilim ve felsefe etkinliği ilk merkezi olan Bağdat'tan koparak bütün İslam dünyasına yayıldı. İktidarın merkezi niteliğinin kaybolması kültürü himaye edenlerin de merkezi niteliğinin kaybolması demekti.
Fakat tıpkı Bağdat ve halifenin siyasal otorite modeli olarak kalışı gibi, Bağdat seçkinlerinin bilim-felsefe geleneği ve çeviri kültürü de bütün yükselme peşindeki taşra hükümdarlarının taklit etmeye çalıştığı bir model olarak kaldı. Örnek verirsek, yukarıda adlarını andığımız bilginlerden Biruni ve İbni Sina Orta Asya'da, yine İbni Sina (hayatının sonlarına doğru) ve
el-Mecusi İran dünyasında, el-Battani Rakka'da (doğu Suriye) ve İbnü'lHeysam Kahire'de çalıştılar." Yunanca Düşünce Arapça Kültür, Dimitri Gutas.

Doğuda, antik düşünsel mirasın neredeyse tamamı çeviriler yoluyla yeniden güncel kullanıma sokulması gerçekleşmişti. Şimdi bir parantez açarak, Batı Roma coğrafyasında neler olup bittiğine geri dönebiliriz.



Hristiyanlığın giderek daha geniş coğrafyada yayıldığı ve kökleştiği batıda, din dili Latinceydi. Papalık, yaygın örgütlenmesi ve hiyerarşik otoritesi ile sınırları aşan gücünü, kendi eğitim anlayışını yerleştirmek için kullandı.

Bizans’ın Batıya egemen olma çabaları, bazı başarılara karşın sonuç vermedi. Gotlar daha sonra Lombardlar ile uzun süren çatışmalar bölge için çok yıpratıcı oldu.

Kavimler göçünün kaotik ortamı geride kalırken, siyasi olarak daha istikrarlı yönetimler ortaya çıktı . Karolenjler döneminde Papa’nın İmparatorluk tacını giydirdiği Charlmagne, yönettiği topraklarda eğitimi yaygınlaştırmak için gayret gösterdi. Özellikle Alcuin yönetimindeki Aachen saray okulu anılmaya değer. Alcuin, klasik Antik incelemelerden oluşan bir programı da yürürlüğe koydu. Bir sonraki kuşakta bu eğitimin yararları görülecektir.

“Karolenj sarayı ve değişen merkezleri (Aquisgrana veya Aachen ve Compiegne gibi) bir tür uluslararası akademi işlevi görür: Buraya yıllar boyunca davet edilen  aydınlar (İtalya'dan Aquileia piskoposu Paulinus, Paulus Diaconus ve Petrus Pisanus, Ispanya'dan Theodulphus, İngiltere'den Alcuinus'un yanı sıra Wigboldus ve Exeterli Josephus, İrlanda'dan da Dungal, Dicuil ve Clemens) "Karolenj Ronesansı" adı verilecek olan reform doneminin temellerini atarlar. İlk neslin lideri olan Alcuinus, en cok rağbet goren ilmi eserlerini (gramer, retorik, diyalektik, matematik problemleri ve muhtemelen yazım konusunda), Schola Palatina adı verilen okul için yazar ve daha sonra çeşitli manastır ve piskoposlukların başına gececek olan en ünlü öğrencilerinden bazılarını (örneğin Mainzlı Rabanus Maurus ve Salzburglu Amon) bu okulda yetiştirir. Ortaça, Cilt I, Editör Umberto Eco

Şarlman’ın tahta çıkış tarihi olan768 ile 888 yılları arasındaki yaklaşık yüzyılı aşan süreye daha sonra Karolenj Rönesans’ı adı verilmiştir. Bu dönemde Latince yerel versiyonlarından arındırılarak, resmi bir kimliğe bürünür. El yazmaları onarılır, çoğaltılır, değiş tokuş edilir.

“Okulların ve kültür merkezlerinin sayısında (kuzeyden güneye en cok dikkat çekenler arasında York, Canterbury, Corbie, Tours, Saint-Denis, Fleury, Auxerre, Lorsch, Echtemach, Fulda, Sankt Gailen, Reichenau, Salzburg, Verona, Bobbio, Aquileia ve Montecassino vardır) ve elyazması üretiminde büyük bir artışa neden olur.”  Karolenjlerin çökmesi bu atılımın sonuçsuz kalmasına neden olur.

İskandinavyalıların istilasından kaçan Scotus Eriugena (İrlandalı)  gibi adalılar Yunan düşüncesinden haberdar olarak, düşüncenin göçünde önemli bir rol oynadı, ilahiyatçı olmasına karşın, Yeni Platoncu düşünceleri de dikkate aldı.

Bir İrlandalı’nın kıta Avrupası’nda önemli etkide bulunması düşüncenin göçü bağlamında üzerinde durulması gereken bir konudur. “Galya(Fransa)’nın Atilla, sonra Gotlar, Vandallar ve Alarich yönünden istilası sırasında, [O yandaki bütün bilginler denizi aşıp kaçtılar ve deniz ötesi ülkelerdeki örneğin İrlanda’da ve sığındıkları başka yerlerde ora halklarının bilgide dev adımlarla ilerlemesini sağladılar (Cambridge Ortaçağ Tarihi)] İrlanda’ya gidenler, misyonerlerle birlikte büyük ölçüde bilgi aktardı ve oraya Avrupa’da kaybolan bir uygarlık getirdiler.” Batı Felsefesi Tarihi, Ortaçağ, Bertrand Russel


Şimdi Batı ile İslam coğrafyasının temas ettiği bölgelere biraz daha yakından bakmanın tam zamanı. Abbasilerin çok geniş bir alanda merkezi yönetimlerini sürdürmeleri süreç içinde olanaksız hale geldi. Tunus bölgesine gönderilen vali İbrahim bin Agleb’in  başlattığı Aglebiler hanedanını Şii Fatimiler izledi. Sicilya Emirliği de bu yönetime bağlı olarak Güney İtalya ile kültürel alışverişin önemli yerlerinden biri oldu.

“Güney İtalya'daki Yunan kültür geleneği de kayda değer bir durum yaratır; 1160 yılına doğru Sicilya'da Catania başdiyakozu Henricus Aristippus (?-y. 1162) Platon'u ve bilimsel yazarları teşvik eder.” Ortaçağ I,Bizans Kültürü ve Doğu ile Batı Arasındaki İlişkiler, Gianfranco Agosti”


“1215’te Roma imparatoru olan II.Frederick, Müslümanlarla yakın ilişkilere girmiş, Palermo’daki Arapça hocalarından eğitim almış ve İbn Rüşd (Averroes)’e hayranlık duyan bir kişiydi. II. Frederick, İslam felsefe ve bilimlerini Avrupa’ya tanıtmak amacıyla 1224’te Napoli Krallığı”ndan Salerno’da bir üniversite kurmuş (Hill, 1993: 221) ve buraya Hristiyan, Yahudi ve Müslüman mütercimler atayarak Latince ve İbranice çeviriler yapılmasını sağlamıştır. (Stasolla, 1999: 67-86) XIII. asırda İtalya’da yoğunlaşan çeviri faaliyetleri daha sonra Fransa ve Avrupa’da yaygınlaşmıştır.” (Ülken, 1948: 161)

İspanya’daki karşılaşma ve etkileşim ise çok daha dönüşümsel sonuçlar doğurdu. “Doğu İslam dünyasından buraya gelen bilgin ve düşünürlerden başka, Endülüs'ten de Bağdad ve Kahire gibi önemli merkezlere giderek orada tahsil yapan ve dönüşlerinde Doğu İslam bilimini Endülüs'e taşıyan öğrenciler bulunmaktaydı. 

11.yy.ın başında Farabi ve İbn Sina’nın eserleri Endülüs’e geldi. Endülüs’ün ilk mantık araştırmacısı el-Öklidisi, felsefi ilimleri öğrenmek için Doğu İslam Dünyası’na gitmişti. İbn Bacce , Farabi ve İbni Sina yoluyla Aristo felsefesine ilgi duydu. 

Doğu İslam dünyasındaki düşünce hareketlerinin Endülüs'e gelmesindeki gecikme dikkat çekicidir. " Bu gecikme, Endülüs yönetimlerinin egemen anlayışı Zahirilik ve Malikilik'in akli ilimlere olan katı tutumuyla açıklanabilir. Bu durum, X.yüzyılda doğu-batı arasındaki seyahatlerin artmasıyla değişmeye başladı. Özellikle II.Hakem'in emriyle doğuda yazılan bütün kitapların birer nüshasının getirtilmesine gayret edildi. 

Böylesine yoğun bilim ve kültür trafiği içerisinde, Kurtuba birçok bilgin, düşünür ve sanatkârı barındıran çok önemli bir merkez haline gelmişti. Bu sayede büyük bir hukukçu ve sanatkar olmasının yanında ilk defa mukayeseli dinler tarihi alanındaki çalışmalarıyla tanınan lbn Hazm ile Meşşai felsefesinin son büyük temsilcisi ve Batı Ortaçağ düşünürlerini  büyük ölçüde etkilemiş olan filozof İbn Rüşd de bu ortamda yetişmişlerdir.” M.Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş.

“Kurtubalı hoca İbn Rüşd ise, Aristoteles’in eserlerinin yayıncısı ve sadık yorumcusudur. Onun Yunanca eserlerini, Arapça’ya eksiksiz ve sadıkane çevirmiş ve kendi yorum ve katkılarını eklemiştir. Bu metin ve Şerhler, Toledo’da Arapça’dan Latince’ye çevrilecek ve Avrupa’ya yayılacak, burada XIII. yy.ın devasa devrimini harekete geçirecektir. F.Braudel, Uygarlıkların Grameri.

“Bilimsel ve entelektüel değiş tokuş, çevirmenlerin temel rolüne çok şey borçluydu. En azından 13.yy. a dek entelektüel yaşam, Toledo, Narbonne ve Troyes gibi şehirlerdeki gelişen ilim merkezlerine sahip olan Hristiyanlar ve Yahudiler arasında sıkça yaşanan temaslardan da yararlandı. Yukarıdaki haritada görüldüğü gibi, İspanya'nın yeniden Hristiyanların eline geçmesi sürecinde, Kuzey Afrika ve doğuya doğru göç hareketleri de dikkat çekicidir.


"Anselmo’nun “Akıl arayışında inanç” tanımı doğrultusundaki inanç gerçeğini aklın ışığında açıklama girişimi, Avrupa düşüncesi için önemli bir kılavuzdu. 12.yy. ın ihtişamlı zihinsel mayası, entelektüel hayatı manastır hayatından kent okullarına doğru kaydırdı.

12.yy.ın kentli entelektüelleri meslek sahibi olmuşlardı. Öğretmen ve öğrencileri biraraya getiren loncalar üniversiteleri meydana getirdi. Bunlar, ister papaz sınıfından ister dışarıdan olsun, yerel ya da bölgesel güçlerden özerkliği korumak için papalık desteği almaya çalıştılar. Ayrıca sınavdan sonra mezun ve doktora dereceleri de veriyorlardı. Bu, Avrupa’da doğuma değil de sınanan değerlere dayalı ilk sosyal ilerleme örneğiydi. Temel bilimler, tıp, Roma hukuku, kilise hukuku ve teoloji fakültelerinden oluşan bu üniversiteler, programlar hazırladılar ve otorite ile aklın, hem sözlü derslere hem de kitap araştırıp incelemeye başvurarak birleştirdiği skolastik yönteme göre eğitim verdiler. Öğretmenler ile öğrenciler üniversiteler arasında dolaşıyor, Latince yazıyorlar ve iletişimlerini Latince yapıyorlar, önemli enstitülerde bütün Hristiyan dünyasında kabul edilen doktora dereceleri alıyorlardı.”  Ortaçağda Batı Avrupa, Jacques Le Goff,  Doğu Batı Dergisi Sayı: 33

Matbaa öncesi dönemde kitap giderek daha kullanışlı ve sahip olunabilir hale gelmişti. “kısaltmaların giderek bollaştığını –çabuk üretmek gerekmekledir-, sayfa numarası, başlık ve içindekiler konulmasındaki gelişmeleri, kimi zaman bir kısaltma listesi ve başvuru konulmasını, mümkün olduğu her seferinde sunumda alfabetik sıraya başvurulmasını da ekleyelim. Bütün bunlar kitaptan hızla yararlanılması için devreye sokulmuşlardır. Entelektüel mesleğin gelişmesi, elkitapları dönemini başlatmıştır -ele gelir ve elden düşmeyen kitap-. Bu da yazılı kültürün dolaşımı ve yazılma hızının artışının parlak bir tanığıdır. Bir ilk devrim gerçekleştirilmiş olmaktadır: Kitap artık lüks bir eşya değildir, bir alet olmuştur. Bu, matbaanın icadını beklerken, bir yeniden doğuştan çok, bir doğuştur.

Alet olan kitap, endüstriyel ürün ve ticari mal haline gelmiştir. Üniversitelerin çevresinde koskoca bir nüsha çoğaltıcılar –bunlar çoğu zaman bu işten ekmek paralarını kazanan fakir öğrencilerdir ve kitapçılar (stationarii) topluluğu gelişmiştir. (…)

“Faaliyetleri elden düşme bazı eserlerin perakende satışıyla sınırlı olan zanaatkarların” yanında başkaları “bu faaliyeti uluslararası yayıncılığa kadar genişletiyorlardı. ” Ortaçağda Entelektüeller, Jaques le Goff

13. yy.da artık Üniversitelerde Aristo farklı yorumlarıyla önemli bir düşünür olarak giderek yaygınlaştı. Ancak birden çok Aristo ile karşılaşıyoruz.

“XIII. yüzyılın Aristoteles’i XII. yüzyılınki değildir. Öncelikle daha karmaşıktır. XII. yüzyılın esas olarak tanıdığı mantıkçı Aristoteles’e, yeni bir çevirmenler kuşağı sayesinde fizikçi Aristoteles ve Nikomakhos'a Etik ’in ahlakçısı ve metafizikçi bir Aristoteles de eklenmiştir. Sonra da yorumlanmıştır. Başta Ibn Sina ve İbn Rüşd gibi büyük Arap filozoflarının yorumlarıyla donanmış olarak gelmektedir. Bunlar onu uç noktasına kadar ileri götürmüşler,
Hıristiyanlıktan mümkün olduğunca uzaklaştırmalardır.

Batı ' ya bir değil iki Aristoteles nüfuz etmektedir: Hakikisi ve Ibn Rüşt’ünki . Aslında çok daha fazlası vardır, çünkü her yorumcu veya hemen hemen hepsi kendi Aristoteles’ine sahiptir. Fakat bu hareket içinde iki eğilim görünmektedir: Aristoteles ile Kutsal Kitap’ı bağdaştırmak isteyen Büyük Albert ve Aquinolu Tommaso gibi büyük Dominiken bilginlerin eğilimi ve çelişki gördüklerinde bunu kabul eden ve hem Aristoteles’i hem de Kutsal Kitap’ı izlemek isteyen İbn Rüşdçülerin eğilimi.” Ortaçağda Entellektüller. Jacques le Goff,


14. yy. serüvenimiz açısından ne ifade etmektedir. Görünen, ulusçuluğun ilk izleridir. Bu dönem,ortak dilden yerel söylemeye evrilen bir sürecin başlangıçlarıdır. Krallıklara ve prensliklere bölünme giderek güçlenir. Sınırlar, ayakbastı paraları, gümrükler, geçiş paraları ile daha kalın çizgiler haline gelir. Bu da düşüncenin akışında sorunlar demektir.

“Skolastik” felsefeye adını veren üniversitelerin Papalığa karşı ağırlığı giderek artarken, üniversitelerde yetişen tanrıbilimciler siyasal yapılarda daha fazla yer almaya başlamışlardır.

Ockham’lı William ve ardıllarının görüşleri, ilk defa Aristocu düşünceyi sarsmaya başlamıştır. Zayıflayan kilisenin ve Papalığın güçlenmesini arzulayan hümanist Petrarca İbni Rüştçü düşüncelerden kaçar, dolayısıyla Aristoteles’e de karşıdır ve  Augustinizmin etkisinde kalır.

"Latini ve Dante’nin fevkalade engin bilgi birikimleri ağırlıklı olarak ortaçağ kültürünü yansıtıyor gibi görünse de, her ikisinin de ruhban sınıfından olmayışı ve her ikisinin de soyut
ve kurgusal sorunlardan (mantık, metafizik ve teoloji gibi) çok ahlaki ve siyasal pratik sorunlarla ilgilenmesi, geç ortaçağ İtalya’sının yeni toplumsal gerçekliğinin yeni kültürel girişimler doğurmakta olduğunu gösterir. Floransalı bu entelektüellerin yoksun oldukları şey, klasik yazını özümlemenin, yeniden yorumlamanın ve ortaçağ uygarlığı değerlerini bilinçli bir reddin beraberinde getireceği kapsamlı bir kültürel canlanmaya ilişkin açık seçik bir anlayıştı. Bu yeni yönelimler bir diğer Floransalı'nın, Francesco Petrarca’nın keşfiydi. 

Petrarca’nın Floransa’da hiç oturmamış bir Floransalı ve Avignon’daki papalık sarayında görev alan bir siyasal sürgünün oğlu olması önem taşıyabilir. Petrarca bundan dolayı İtalya’da değil, güney Fransa’da büyümüştür. Hiçbir zaman hukuk mesleğini icra etmediği halde Roma hukuku konusunda üniversite eğitimi alması klasik kültürde ortaya çıkan ilk canlanma örneğine uymaktadır kuşkusuz. Onunla birlikte İtalya’da yeni bir kültür ideali, Hümanizma ideali ortaya çıkmıştır." (Avrupa'da Hümanizma ve Rönesans Kültürü, Charles.G.Nauert)

Hümanist kültür'ün İtalya'nın bütününe yayılmasında ve klasik Yunan metinlerine yönelik ilginin artmasında Collucio Salutati'nin de büyük rolü olmuştur. 

"Salutati’nin Hümanizma’nın bilgisel yanına en önemli katkılarından biri de Yunan klasik mirasını yeniden canlandırmaktaki rolü olmuştu. Önde gelen Romalı yazarların dikkatli hiçbir okuru Yunan birikiminin Latin yazını üzerindeki derin etkisini gözden kaçırmaz.

"Petrarca Yunanca öğrenmek için biraz çaba gösterdiyse de, bunda pek başarılı olamamıştı. Salutati Yunan kaynaklarını bilmenin Romalı yazarlara ilişkin daha derin bir anlayış kazanmakta çok önemli olduğunu gördü. 1396’da Floransa yönetimini, yerel üniversiteye gelip ders verecek olması durumunda, önde gelen Bizanslı klasik çağ bilgini Manuel Khrysoloras’a cömert bir maaş vermeye ikna etti. Ardından kendi hümanist dostları arasından ilk öğrenci grubunu üniversiteye kaydetti. Khrysoloras’ın 1396-1400 yılları arasında verdiği eğitim önemli bir hümanist kitlenin oluşmasını sağladı. Sonraki kuşağa eğitim verebilen bu kitle Yunan yazınını incelemeye ve çevirmeye de başladı."(Charles.G.Nauert)



“XV. yüzyılda doğa filozofları, sanatçılar ve teknik ustalar arasında yaşanan son derece kapsamlı ve verimli fikir alışverişine dikkat çeker. Bu olgunun ardında hem kültürel hem de sosyolojik nedenler yatar. Kültürel nedenler arasında, ortaçağ kültürü bağlamında genelde özgür ve kültürlü insanlar için fazlasıyla değersiz ve yakışıksız sayılan faaliyetlere ("mekanik sanatlar") teorik itibar atfedilmesini sağlayan faal hayat ve yurttaşlık sorumluluğu şeklindeki hümanist idealleri unutmamak gerekir. Sosyolojik nedenler arasında, geleneksel üniversite eğitiminden yoksun, ama doymak bilmez bir merakla hareket eden yeni şahsiyetlerin üstlendiği roller öne çıkar. Nitekim faal bir hayat ve yurttaşlık sorumluluğu XV.yüzyılda üniversitelerin yanında ve bazen onlara karşıt konumda yeni araştırma ve eğitim merkezleri ortaya çıkar (saray çevreleri, kütüphaneler, hümanist çevreler, zanaatkarların ve sanatçıların atölyeleri); bu merkezlerde genelde akademik unvan sahibi olmayan, ama entelektüel becerilerle el becerilerini bir araya getirmeyi ve birbirinden farklı çevrelere gıpta edilecek bir rahatlıkla girip çıkmayı başaran insanlar faaliyet gösterir.” U.Eco, Ortaçağ 4

“XV. yüzyıl Aristotelesçiliğin gerçek anlamda yeniden doğuşuna tanık olur. Nitekim hümanistler ortaçağda tanınmayan veya az bilinen felsefi metinleri geri kazanmanın yanı sıra, XIII ve XIV. yüzyıllardaki "barbar" yorumlardan dolayı çarpıtıldığına inandıkları Aristoteles'in düşüncelerinin hakiki anlamını kavrayabilmek için bu alanı da baştan incelemeye karar verirler. Stagiralı filozofun metinlerinin Yunancadan yapılan yeni tercümeleri, Helenistik yorumcularının incelenmesi ve yayımlanması, filoloji alanına ait metin analizi tekniklerinin uygulanması ve yeni yorumlama yöntemlerine başvurulması sayesinde hümanistler, Aristotelesçi araştırmalar açısından derin bir değişim başlatır ve bu değişim kısa sürede skolastik geleneğe bağlı üniversite ortamlarını da etkisi altına alır. Platonculuk, Epikurosçuluk, Stoacılık ve şüphecilikle kıyaslanan Aristotelesçilik, hakim felsefi gelenek haline gelir ve Rönesansın tamamı boyunca büyük bir canlılık sergiler.” …

“Her ne kadar XV ve XVI. yüzyıllardaki düşüncenin en önemli yeniliğinin ortaçağda fazla bilinmeyen veya hiç tanınmayan felsefi geleneklerin (Platonculuk, şüphecilik, Epikurosçuluk ve Stoacılık) yeniden keşfi olduğu doğru olsa da, Aristotelesçiliğin yine de Rönesansın tamamına hakim olan felsefi gelenek olduğu açıktır. Aristoteles'in eserlerinin elyazmalarının, basılı nüshalarının, tercümelerinin ve halk diline uyarlamalarının sayısı bu durumu kanıtlar niteliktedir. Ayrıca Aristoteles'in eserlerini konu alan yorumların sayısı da bu gerçeği teyit eder: XV ile XVI. yüzyıllar arasında yazılan yorum sayısı, Platon'un diyaloglarını konu alan yorum sayısının on katından fazladır.” Ortaçağ 4, Luca Bianchi

“Bu yeni yorumların felsefi tartışmalar üzerinde derin bir etkisi olur; iki örnekle yetinmemiz gerekirse, Afrodisiaslı Alexander ile Simplicius'un De anima'yı konu alan yorumlan Aristotelesçi psikolojinin doğru yorumu konusundaki hararetli tartışmaları daha da alevlendirirken, Fizik ve Gökyüzü Üzerine'deki doktrinlerini eleştiren Philoponus'un yorumları
konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak, Aristoteles'in doğa felsefesinin baştan ele alınmasına neden olur. Ancak bütün bunlar, ortaçağın Arap ve Latin yorumlarının artık etkili olmadığı anlamına gelmez. XV. yüzyılda Albertus Magnus , Thomas Aquinas, Aegidius Romanus, Jean de Jandun, Walter Burley ve Jean Buridan'ın yorum eserleri hem skolastik hem de hümanist formasyona sahip Aristotelesçiler tarafından incelenmeye ve kullanılmaya devam edilir; hümanistler, XIII ve XIV. yüzyılın "barbar" hocalarına yönelttikleri sert eleştirilere rağmen, sıklıkla -ve genelde kaynağını belirtmeden- onların düşüncelerinden yararlanır. Matbaanın icadıyla Latin ortaçağın önemli Aristotelesçilerinin yorumları defalarca yayımlanır ve yaklaşık 1535 yılına kadar büyük rağbet görür.”  Ortaçağ 4, Luca Bianchi

Platoncu görüşlere gelince; "Platonculuk Yunan doğuda hâlâ yaşayan bir felsefeydi ve 1438-9’da seçkin Bizans heyetinin Ferrara-Floransa Konsili’ne gelişinin Platon konusunda genel bir merak uyandırdığı anlaşılıyor. Bizans heyetinde genç Nikaia [İznik] patriği Bessarion’un ve Yaşlı Georgios Gemistos Pletho’nun da aralarında bulunduğu, Platoncu olduklarını söyleyen bazı kimseler vardı. Pletho’nun Platoncu felsefeye verdiği onay, antik Yunan tanrılarını, Tanrısal güçlerin alegorik simgeleri olarak kabul eden Hıristiyan karşıtı ve hafiften Platonculaştırılmış tektanrıcılığı bir ölçüde maskeliyordu. Yeni İtalyan dostlarına en köktenci görüşlerini belli ki açıkça söylemediğinden, tanıştığı İtalyanlar üzerinde güçlü bir izlenim bıraktı. Pletho’nun birbirine rakip tüm Yunan felsefe dizgelerinin temelde birbiriyle uyuştuğu ve Platon’a ilişkin eksiksiz bir bilginin felsefi bağdaşım ve dinsel bir birlikle sonuçlanabileceği yönündeki iddiası, Floransalı birçok entelektüele cazip gelmişti."

Yeni Platoncu Akademi.
"Ficino’nun skolastik Aristoteles’ten Platon çalışmasına dönmesinin başlıca nedeni Aristotelesçi felsefenin insan ruhunun ölümsüzlüğünü yadsıma eğiliminden duyduğu rahatsızlıktı. Erken dönem çalışmaları sırasında kişisel bir dini bunalım geçirdi ve sonunda bunu, Platon’un felsefesinin Tanrı tarafından pagan dünyayı Hıristiyanlaşmaya hazırlamak için verilmiş olduğu inancı sayesinde çözdü. 1460 dolayına gelindiğinde, uğraşmak istediği felsefeyle, ki bu ruhun tinsel sağlığını konu ediniyor ve Platon’a dayanıyordu, üniversitelerin
dünyevi Aristotelesçi felsefesi arasında açık bir ayrım gözetti. 1462’de Cosimo ona Floransa yakınlarında Careggi’de bir kır evi verdi; ve aşağı yukarı bu dönemden itibaren Ficino, Platoncu Akademi olarak bilinecek olan gayriresmi bir topluluğa (resmi anlamda hiçbir zaman bir okul olmadı) ders vermeye başladı. Cosimo, Ficino’ya Hermes Trismegistus’a atfedilen ve eski Mısır bilgeliğinin damıtılmış halini temsil ettiğine inanılan yapıtları çevirmesi için de baskı yaptı. 1463’te Ficino Cosimo’ya Pimander'in, belli belirsiz Platoncu olan bu incelemelerden en önemlisinin Latince çevirisini sundu. Cosimo 1464’te ölmeden önce Ficino ona antikçağ Platoncularının yapıtlarından başka çeviriler de sunmuştu ve bunlar arasında Platon’un on diyaloğu da bulunuyordu. İşin aslında, Ficino henüz rahipliğe atanmamış olduğu halde, Medici takımının ölüm döşeğindeki patriğine Platoncu eserlerden avutucu sözlerle dini görevini yerine getirdiğini söyler. Ficino konferansları ve çeviri çalışmasını sürdürdü ve Platon’un bilinen otuz altı diyaloğununun hepsinin Latince bir metnini ortaya koydu. İlk baskı 1484’te basıldı. Platon’un mevcut tüm diyaloglarının tam metni ilk defa olarak Latince okurları için hazırdı. Bu kusursuz bir çeviriydi; tek tek diyalogların önceki çevirilerinden çok daha üstündü ve Platon araştırmacıları için 19. yüzyıla dek standart metin oldu. Ficino sonraki yıllarda Plotinus gibi belli başlı pagan yeni-Platonculardan ve Hıristiyan Platoncu Areopagosçu Dionysios’tan etkili Latince çeviriler yaptı. (Avrupa'da Hümanizma ve Rönesans Kültürü, Charles.G. Nauert)

Dönemin iyi bir özeti sayılabilecek aşağıdaki metni de paylaşalım.
"Platoncu ve Aristotelesçi öğretilerin fiili içeriği ve ilkeleri arasında keskin bir ayrım yerine, bu ikisinin bağdaştırıcı biçimde kaynaştırılması yolunda bir girişime rastlıyoruz. Bu girişimde en ileri giden, hakiki Platoncu mirasın  eminliğini açıkça üstlenmiş olan Floransa Akademisi'nin ta kendisiydi. Girişimin başını çeken Ficino'nun yanıbaşında, arkadaşlarının  "Princeps Concordiae" adını taktığı Pico della Mirandola bulunuyordu. Pico, felsefi düşüncenin temel amacını, skolastik ile Platonculuğun bağdaştırılması olarak görüyordu." Birey ve Evren, Rönesansın Serüveni içinde , Ernest Cassirer, YKY

"Ortaçağda Aristoteles yorumcusu denince ilk akla gelen İbn Rüşd'ün XV. yüzyılda gördüğü rağbet başlı başına ele alınmalıdır. Bu büyük Arap filozofun XIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren İtalya, Fransa ve İngiltere'de yaygın olarak bilinen yorumları, XIV. yüzyılda İtalya'da
hem akademik ortamlarda hem de bazı edebi çevrelerde -Dante örneği yeterli olacaktır-  rağbet görür. İtalya'da üniversitelerde teoloji eğitiminin başka ülkelere göre geç gelişmesi ve daha sınırlı olması sonucunda gelişen natüralist ve akılcı yaklaşım, ortodoks Hıristiyanlıkla çelişkili gibi görünebilecek İbn Rüşdçü düşüncelerin (insanlığın tamamında ortak olan aklın birliği; dünyanın ebediyeti; dinlerin siyasal işlevi. vs) bile benimsenmesini kolaylaştırır.

O dönem için farklı seslerden biri de Cusalı Nicolas’dır. Ona göre “ Dünya ne sonlu ne de sonsuz ise, Tanrı mutlak sonsuzluğu, mutlak büyüklüğü, mutlak gerçekliği temsil eder ve ayrıca Tanrı insanın kavrayamayacağı, insanın algılama ve anlama kapasitesinin tamamen dışında bir şeydir. Sonsuz evreni Tanrı'nın sonsuzluğundan ayrı tutmak gerekir; ve dünya -ki dünya devinim halindedir- evrenin merkezi değildir artık. Hiç kuşkusuz, XV. yüzyılda yaşayan Cusalı Nicolas yeni bir dönemin öncüsü olmuştur.

Cusalı Nicolas'ı öncü yapan bir başka neden daha vardır; şöyle ki, Nicolas, Efesli Heraklitos tarafından Antik dönemde dile getirilen ve büyük bir önem taşıyan değişim düşüncesini yeniden düşünce dün yasına kazandırmıştır; dolayısıyla Nicolas'la birlikte bir dönüm noktası
yaşanmıştır denilebilir, zira gerçekliğe dair dinamik bir anlayış geliştirmiştir. Değişim düşüncesi gerçekliğin basit bir boyutunu ifade etmez." Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ



15. yüzyıl sonlarına gelindiğinde, tüm Alman üniversitelerinde (bazılarıbİtalya deneyimli, bazılarıysa bütünüyle ülkesinde yetişmiş) hümanistler bulunuyordu; ama bunlar hiçbir yerde diploma koşullarının özünde anlamlı bir değişiklik yapmadıkları gibi, bunun için ciddi bir çaba bile göstermemişlerdi. Nauert

Matbaa
Düşüncenin daha geniş çevrelere, daha az maliyetli olarak yayılmasında matbaanın rolünü biliyoruz. 15.yy. matbaanın ki bir çok bileşeni geliştirilmişti ortaya çıktığı dönemdi. İlk basımcılık işlemini Çinliler gerçekleştirdi. Kağıt yapımcılığını biliyorlardı, mürekkebin temel formülü de onlar tarafından geliştiridi, oymacılık sanatı da orada uygulanıyordu.

6.yy. a kadar mermer oymalar mürekkeplenerek kalıplar baskı işleminde kullanıldı. Daha sonra ağaçbaskılı bloklar kullanılmaya başladı. Bu yöntemle 932’den başlayarak 130 cilt halinde Çin klasikleri basıldı. Marco Polo’nun Çin’de gördüğü ağaç bloklarla baskı işlemi, Avrupa’da parşömenden kağıda geçişle 14.yy. da ortaya çıktı.

1450 yılında, gelişen bir çok yöntemi birleştirerek tipo baskı tekniğini uygulayan Gütenberg oldu. Böylece, düşüncenin çoğaltılması eskisiyle kıyaslanmayacak bir hız kazandı.


Akademiler

Hümanistler tartışmalarla kendi fikirlerini geliştirdiler; ama bu tartışmalar, uzun zamandır yerleşmiş grupların yeni konulara çoğu kere hasımca davrandıkları üniversite ortamlarında cereyan etmedi; kendileri için yarattıkları yeni bir kurumda, "akademi"de geçti. Platon'dan esinlenen akademi, yeni seminerdense -içki dahil- eski şölene (symposium) daha yakındı. (Örneğin, Petrarcha'nın öğrencilerinin oluştuduğu) bir çevreden daha biçimsel ve daha uzun ömürlü, ama bir üniversite fakültesinden daha az biçimlenmiş olan akademi, yenilikleri keşfetmek için ideal bir toplumsal kalıptı. Yavaş yavaş bu gruplar, belirli üyelikleri, tüzükleri ve düzenli toplantı zamanları olan kurumlara dönüştü. 1600 yılına gelindiğinde, yalnızca İtalya'da 400'e yakın akademi kurulmuştu; ama Portekiz'den Polonya'ya Avrupa'nın başka yerlerinde de akademiler vardı .  P.Burke

"Hümanistlerin çoğunluğu, eleştirdikleri üniversitelerde okumuştu. Bununla birlikte, en yaratıcı bireylerin bazıları yaşamlarının çoğunu o sistemin dışında geçirdi. Örneğin, Petrarcha gezgin bir edebiyatçıydı. Lorenzo Valla düşünsel "otoriteler"i eleştirdikten sonra, bir bulut altında Pavia Üniversitesi'nden ayrıldı ve Napoli kralının, daha sonra da papanın hizmetine girdi. Leonardo Bruni, Floransa'nın cumhuriyet adına mektuplar yazan kançılarıydı. Marsilio Ficino, Medici'lerin hizmetinde çalışan bir hekimdi. Bunlardan daha da yaratıcıları ve daha da marjinalleri, Leonardo da Vinci, ressam olarak eğitim gördü ve kendi kendini yetiştirmiş evrensel bir adam oldu. İtalya dışında, hümanistlerin en ünlüsü Erasmus,
Paris'ten Polonya'ya kadar birçok yerden sürekli iş önerileri almasına karşın, herhangi bir üniversitede uzun süre kalmadı."Burke

Doğuya tekrar dönecek olursak, Abbasiler, kontrol ettiği İslam coğrafyasında 10.yüzyıldan itibaren yönetim etkinliğini kaybetmişti. Buna karşın düşünce hareketleri, Büveyhoğulları, Selçuklular (Merv)  himayesinde devam etti. Bağdat'ın 1258 de Moğolların eline geçmesi dengeleri değiştirdi. Bağdatın yıkımı kültürel mirasın büyük ölçüde yok olmasına yol açtı. Ancak yeni yönetimler istikrara kavuşunca, Moğol İlhanlılar döneminde Meraga ve Tebriz , Timur ve ardıllarının hükümranlığında Semerkand, Anadolu Selçuklular'da Konya, Osmanlılar ile İstanbul İslam düşünürlerinin toplandığı başlıca merkezler oldu. 

Yararlanılan Kaynaklar
1.Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ, Doğu Batı Yayınları2.Batı Felsefesi Tarihi (Ortaçağ), Bertrand Russell, Bilgi Yayınevi
3.Bilginin Toplumsal Tarihi, Peter Burke, Tarih Vakfı Yurt yayınları
4.Harran ve Bilginleri, Necati Avcı, Diyanet Yayınları
5.İslamiyet, Claude Cahen, Bilgi Yayınları,  
6.İslam Felsefesine Giriş, Mehmet Bayraktar,  Diyanet Yayınları
7.Ortaçağ Aydınlığı, Doğu Batı yayınları
8.Ortaçağ 1,2 4, Editör Umberto Eco , Alfa Yayınları
9.Ortaçada Entellektüeller, Jaqzues Le Goff, Ayrıntı Yayınları
10.Rönesans Felsefesi Üzerine Ernst Bloch, Cem yayınları10
11.Uygarlıkların Grameri, Fernand Braudel, İmge Kitabevi
12.Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, Server Tanilli, Cem Yayınları
13.Yunanca Düşünce, Arapça Kültür, Dimitri Gutas, Kitap Yayınevi.
14.Avrupa'da Hümanizma ve Rönesans Kültürü, Charles.G. Nauert, İş Bankası Yayınları


İnternet Kaynakları
1.Antakya Felsefe Okulu,Musa Kazım Arıcan
2.Avrupa'da İlk Çeviri Hareketleri, Şevket Yıldız
3.İslam Düşünce Atlası
4.İslam Kütüphaneleri, S.K.Podiver, Çeviri: Osman Ersoy-Özer Soysal
5.Süryani Bilginlerin Çeviri Faaliyetleri
6.Urfalı ve Harranlı Mütercimler, Bayram Ali Çetinkaya








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder