Düşüncenin Göçü III (16. Yüzyıl)



16.Yüzyıl yükselen Rönesans ve Reformun yüzyılı oldu. Geçen yüzyıl sonu başlayan keşifseferleri artarak devam etti ve bilinen dünyanın sınırları birden genişledi. Bilim ve teknikte bir çok ilerleme gerçekleşti.

Hümanist eğitim programı bütün Avrupa'da yaygınlaştı. ( Studia Humanitas: Dilbilgisi ve retorik, tarih ve şiir, ahlak felsefesi.) Hümanistler skolastik teolojiyi sorguluyorlardı. Üniversitelerde ise uygulamada skolastik eğitimin temel çizgileri değişmedi. Dolayısıyla 17.yy. ortalarına kadar Aristoteles'in önemi devam etti.




Antik Yunan’dan başlayan, doğuya doğru yayılan ve daha sonra Hristiyanlık ile farklı boyutlar alan “düşünce”de, bazı önemli yön değişimlerinin izleri görünmeye başladı. Kopernik’in çalışmaları sonucu dünyanın merkez olmaktan çıkması, sadece astronomik bir olgu değildir. Teolojik, düşünsel yorumları derinden etkileyen bir döneme girilmektedir.

"Kopernikus'un Ptolemeus sisteminin yerine neyi koyduğunu bir an durup düşünmek gerekir. Eskiden her şeyin merkezi sayılan, Tanrının gözbebeği olan, uğruna ayın, güneşin ve yıldızların yaratıldığı dünya, ansızın dev bir ısı ve ışık küresinin etrafında dönen birçok toptan biri olmuş; o dev ısı ve ışık küresinin sonsuzluk içinde dağılan sayısız gezegenlerin yer aldığı bir boşlukta yine sonsuz güneşlerden biri olduğu açıklanmıştı. Eski tanrıların oturdukları tunç koltuklara, tanrısal varlıklar bulutların arasından azıcık aşağıya indiğinde şöyle bir görünen , ama O'nun havarilerinin kısa bir zaman içinde görüntüsünü kaybettikleri Sema'ya ne olmuştu. Astronominin basit gerçekleri, erken Hristiyanlığın sembollerini yok etmiş, en önemli efsanelerini hiçe indirmişti. " J.Addington Symonds. İtalya'da Rönesans.

En başta kilise bu yeni duruma tepki verir. Bruno yakıldığında tarih 1600’ü göstermektedir. “Karanlık” ortaçağda görülmeyen baskılar, yasaklamalar, gelen tehlikeyi önlemeye çalışır ama başarılı olamaz. Bireyin yükselişi, doğaya bakışın değişimi, ekonomik refahın İtalya’da artması ve bir çok diğer nedenle Rönesans’ın felsefi yansıması “yeni” bir şeylerin geldiğinin habercisidir.

“Onaltıncı yüzyıl filozoflarıyla birlikte, ahlakçılar ve siyaset düşünürleri, doğaya ilişkin bilgimiz, ahlaki inançlarımız ve siyasi düzen için daha sağlam, daha rasyonel temeller bulma arayışı içinde, insanların geleneksel inançlarla dini otoriteden şüphe etmelerine yol açmaya başlamışlardı.” D.West

16. yüzyılda karşımıza çıkan ütopyalarda, Platon’un Devlet’inin gölgesi vardır. Ancak yazıldıkları çevrelerin sorunlarına yanıt arayışından kaynaklanan farklı çözümler önerilir. Thomas Morus ve Campenella ülkelerindeki anarşi ve adaletsizliğin özel mülkiyetten geldiğini düşünerek, ideal devletlerinde özel mülkiyete yer vermezler. Machievelli, tam bir monarşisttir ve İtalya’sının birleştirilmesinin araçlarını araştırmaktadır. Francis Bacon’ın devleti ise bilime dayalıdır.

Yeni bulgular yine de eskilerin düşünceleri ile felsefece temellendirilmeye çalışılıyordu. “Kepler, gezegenleri güneşten ayıran uzaklığın, titreşimli kiriş tellerinin -yani lirin- sayısal ilişkisiyle bilineceğine inanacak kadar Pythagorascıdır. (…)Newton için yerçekimi hala bir güçtü, ışık gibi bağımsız bir etkendi, mekanikteki anlamıyla basınç ve itkiydi. Bu gücün, boşlukta bile ışık ya da ses gibi yayıldığına inanıyordu. Uzaktan eylem ilkesi böyle kabul edilmişti.

Boş uzay, dural bir uzaydı ve tüm nesnelerinden boşalmış bir surdu. Bu düşünce, Sokrates öncesi filozofların "boş" kavramından türetilmişti ve yine de Platon'da bulunuyordu: Bu kavrama göre uzayı dolduranları bir yana bırakırsak, o bize bir kap gibi görünür. Bu imaj bize kendini görünmez havayla dolu bir depo, bir güğüm, bir kutu gibi kabul ettiriyordu. Newton bu uzay kavramıyla yetinir: Bu, içinde geçen her hareketten bağımsız devinimsiz uzaydır; Eukleides geometrisinin uzayıdır.” Rönesans Felsefesi Üzerine, Ernst Bloch

Katolik düşüncesi karşısında yeni bir Protestan skolastizmi temellendirmeye çalışan reformcular da yine “eskiler” e başvurmaktan kaçınmazlar.

“Almanya’da bir Protestan dizge oluşturma işini üzerine alan ilahiyatçı Melanchton (1497-1560), görevini yerine getirmek için en uygun yolun Aristocu bakış açısı olduğunu düşünmektedir. Ona göre Epikürcüler Tanrısızdır. Stoacılar ise çok fazla yazgıcıdırlar. Platon ve Yeni Platonculuğun çok belirsiz ve aykırı bir tavır içinde olduğunu düşünmektedir. Orta Akademi’yi ise gereğinden fazla kuşkucu olarak değerlendirecektir. Melenchton, kendisine rehber olarak Aristo’yu ele alarak Protestanlığın çerçevesini belirler ve praeceptor Germaniae (Almanya’nın Öğretmeni) olur. Kitapları 17.yüzyıl boyunca Almanya’da okunacaktır.” Felsefenin Öyküsü, Frank Thilly

Aykırı düşünürlerin en cesuru Bruno’dur. “giderek panteizme doğru ilerleyen Giordano Bruno -zira Bruno'ya göre, Doğa gerçek ilahi güçtür ve Tanrı dünyaya aşkın bir Yargıç olmaktan çıkıp Evrenle özdeşleşir. Ortaçağ kozmolojisini paramparça eder. Öyle ki, Güneş bile ayrıcalıklı yerini kaybeder ve yalnızca içinde yaşadığımız mekanizmanın merkezi olmakla sınırlı hale gelir. Sayısız dünyalar içeren, sürekli dönüşüm halinde olan sonsuz bir evren, ezeli ve ebedi bir madde ve onun hiç bitmeyen üretkenliği: Bunlar Giordano Bruno'nun getirdiği temel kazanımlardır.” Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ

15.yy. ortalarında geliştirilen matbaadan söz etmiştik. Ancak burada düşüncenin yayılmasındaki bu etkili araca bir kez daha değinmeliyiz.  “Matbaacılık sanatı, Avrupa kültürünü ve düşüncesini her yana yayacak ve 16. yüzyıl boyunca 150 ila 200 milyon adet kitap basılacaktır.” Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ

Düşüncenin yayılmasında hümanist eğitim anlayışının farklı bir sonucu da, seçkin de olsa kadınların eğitime katılmaları ve eğitimde rol almalarıdır. 18.yy. da yaygın olarak göreceğimiz “salon”ların ilk örnekleri yine Fransa’da ortaya çıkar.

Erken yeni çağlar Avrupa'sında, bilgi dernekleri, clerisy için bir ortaklaşa kimlik yaratılmasına yardım etmiş, birbirlerine ziyaretler ve özellikle de mektuplaşmalarla bağlanan, gerek küçük ve daha samimi, yüz yüze gruplar gerekse daha geniş Yazın Cumhuriyeti biçimindeki düşünsel toplulukların gelişmesini yüreklendirmiştir. Burke

Roma aynı zamanda, bir bilgince enformasyon merkeziydi de. Bütün Avrupa'da ünlü öğrenim kurumlan arasında Sapienza, Collegio Romana ve yabancı öğrencileri misyoner olarak yetiştirmek için kurulmuş kolejleri vardı: Alman Koleji ( 1552), Elen/Yunan Koleji ( 1577), İngiliz Koleji ( 1578), Maruni Koleji ( 1584) ve İrlandalılar Koleji ( 1628). Bu şehirde ayrıca Lincei ve Umoristi gibi akademilerle antiquarian .. Fulvio Orsini'nin, connoisseur Cassiano del Pozzo'nun, polymath Athanasius Kircher'in çevreleri gibi daha az biçimsel nitelikte şebekeler de vardı. Roma Fransa'dan, İspanya'dan, Almanya'dan ve başka yerlerden bilginleri çekiyordu . Burke

"Protestan ve Katolik reformları birçok Avrupa Üniversitesi'ni olumsuz şekilde etkiledi. Din savaşları bazı üniversitelerin yıllarca kapanmasına yol açtı; üniversiteler üzerine söz sahibi olan laik yetkililer öğrencilerden ve hocalardan yerleşik inanç üzerine yemin etmelerini istemeye başladılar.... 1600'lere gelindiğinde, kuramsal olarak bütün Avrupa'daki alimler birbirleriyle iletişim kurabilsinler diye üniversitelerdeki öğretim dilinin hala Latince olmasına karşın din faklılıkları bilimsel temasları, hareketliliği ve karşılıklı değişimi zorlaştırmıştı. " M.Wiesner- Hanks

Buna karşın, katolik Protestan rekabetinin okullaşmaya olumlu etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Protestanlar Latince öğretim okullarını desteklediler.

"16.yüzyılın sonlarında Katolik reform hareketinin bir parçası olarak başlayan yeni dini tarikatlerin üyeleri, eğitime biçim vermenin en iyi yolunun belediye okullarına karşı çıkmak değil onlara öğretmen sağlamak olduğuna karar verdiler. 1556 yılına gelindiğinde, Cizvitler yedi Avrupa ülkesinde otuz üç kolej açmışlardı; 1600'lere gelindiğinde ise, İspanya'nın her şehir ve kasabasında bir Cizvit koleji vardı ve bunlar, ücretsiz olarak Latince gramer, felsefe, teoloji, coğrafya, dini akide ve tarih öğretiyordu. M.Wiesner- Hanks

“16. yüzyılda matbaacılığın yayılması ve modern ilkelere göre düzenlenmiş el kitapları, özetler ve ilk ansiklopedilerin hazırlanmasında hümanistlerin görevlendirilmesi hümanist kültürün ayrıcalıklı seçkinlerin çok daha ötesine nüfuz ettiği bir süreci yansıtmaktadır. Belli ki hem modern Hümanizma’nın hem de onun antik çağ örneğinin tam bir takdiri yalnızca klasik bir eğitim almış olanlar için olanaklıydı. Ama 16. yüzyıl çevirmenleri, Latince bilmeyenler ya da bu dili öğrendiği halde rahat okuyamayanlar için antik Yunanistan ve Roma hazinelerinin kilidini yerel dilde birçok basımla açtılar. Orta çağda antik çağ yazınından yerel dile bazı çeviriler yapılmıştı kuşkusuz - örneğin, 14. yüzyıl başlarında Fransız sarayında ya da hatta Büyük Alfred’in Anglosakson sarayında. Ama 16. yüzyılda, matbaa aygıtının gücü, klasikleri okuma becerisinin yanı sıra arzusunu da Latince okuyan kitlenin ötesine yaydı. Buna Fransızlar önayak oldular ve peşleri sıra İtalyanlar geldiler; ama 16. yüzyıl sonlarına gelindiğinde, İngilizce ve İspanyolca okurları için zengin bir antikçağ yazarlar seçkisi hazırdayken, Almanlar bazı nedenlerden dolayı geride kalmıştı."

Platonculuk yeniden hayata geçirilen antikçağ felsefeleri arasında en yaygın felsefe olageldiği halde Lorenzo Valla Epikurosçu felsefenin önemini savunmuştu. 16. yüzyıl sonlarında Cicero, Seneca ve Marcus Aurelius gibi Romalı stoacıların ahlaki ciddiliği üzerinde duran, Michel de Montaigne ve Justus Lipsius gibi yazarların temsil ettikleri yeni-stoacılık felsefesi belirli bir rağbet görmüştü.
….
Bununla birlikte, antikçağ felsefesinin yeniden canlandırılan bu biçimlerinden hiçbiri sağda solda az sayıdaki insandan fazlasının vicdanı üzerinde derin bir etki yapmadı. Platonculuk bile Aristoteles’in akademik felsefedeki tekelini kırmakta başarılı olamadı, çünkü Aristotelesçilik öncelikle her tür felsefe konusunu kapsıyordu ve özellikle doğa felsefesini (yani, doğa bilimini) enikonu ele alan tek dizgeydi.

Bu nedenle Aristoteles’i ortaçağa özgü yorumlama geleneklerine ve çeşitli skolastik “yöntemler” arasındaki keskin bölünmelere yönelik hümanist saldırılar, rakip skolastik gelenekler arasındaki çekişmenin çoktan doğurmuş olduğu belirsizlik ve kuşkuyu artırmaktan başka bir işe yaramadı. Bu akım daha iyi Aristoteles çevirileri ortaya koydu ve onun düşüncesiyle ilgili antikçağ yorumları arasındaki uyumsuzluğa ilişkin farkındalığı destekledi.

Süregiden teolojik tartışmalar, reform sonucu ortaya çıkan yeni tezlerin de gündeme gelmesiyle, metafiziksel kesinlik konusundaki kuşkuları giderek arttırdı. Böyle bir ortamda antik felsefenin kuşkucu düşünceleri yeniden gündeme geldi. Kuşkuculara gösterilen ilgi hümanist çalışmalar sonucu yapıtlarına ulaşılan Sextus Empiricus sayesinde oldu.

“Antikçağ kuşkuculuğu ortaçağ düşünürlerinin fazla ilgisini çekmemişti. Gerçi, Akademi’ye özgü kuşkuculuk biçiminde bazı kuşkucu görüşler, Cicero ve Aziz Augustinus’un kolayca bulunabilen yapıtlarında sunulduğu biçimiyle bilinmeye (ve reddedilmeye) devam etti. Pyrrhoncu okulun daha köktenci kuşkuculuğu çok daha az biliniyordu çünkü bu okulu temsil eden yalnızca tek bir yazar, Sextus Empiricus modern zamanlara dek ulaştı; onun yapıtları 16. yüzyıl ortalarında hümanist editör ve çevirmenlerce yeniden keşfedilip yayımlanıncaya dek neredeyse hiç bilinmedi. 1562’de Paris Hümanizma’sının en önemli bilgin-matbaacıların dan Henri Estienne, Sextus’un Pyrrhoncu Hipotezler (İS 200 dolayları) adlı yapıtının Latince çevirisini yayımladı. Bunu 1569’da Sextus’un tüm yapıtlarının Latince bir basımı izledi. Özgün Yunanca metin 1621’e dek basılmadı.” Nauert


Platoncu görüşler taşımalarına karşın, doğa felsefesi konularına eğilen İtalyan düşünürlerini de burada anmalıyız. 

"Bunlar çoğunlukla “İtalyan doğa düşünürleri” olarak sınıflandırılmıştır. En önemli kişiler Francesco Patrizi (1529-97), Bernardino Telesio (1509-88) ve iki Dominiken frer, Giordano Bruno (1548-1600) ve Tommaso Campanella’ydı (1568-1639). Bunların hiçbiri geçerli ve tutarlı bir felsefi senteze ulaşamadıysa da, her biri Aristotelesçi doğabilime seçenekler öne sürmek için hümanist felsefi metin keşiflerinden yararlandı" Nauert

“16. yüzyıl başlarının ünlü hümanisti Rotterdamlı Erasmus önemli hümanistlerin eleştirel düşünme biçimini simgeliyordu ve skolastisizme yönelik yaygın düşmanlığa inandırıcı ve nükteli bir ifade verdi.”

“Montaigne örneği ise çok farklıdır. Fransızca yazılan ve 1580 ve 1595 yıllarında yayınlanan Essais [Denemeler] açıkça Sekstos Empeirikos’un Pyrrhonculuğundan etkilenmişti. Bu denemeler çabucak halkın ilgisini çekti ve Fransız yazınının başyapıtlarından biri olarak yer edindi. Yazınsal bir biçim olarak kişisel deneme, kendini yapıtının başlıca konusu olarak alan bu yazarın bir buluşudur. Montaigne dizgesel bir düşünür değildi; işin aslında, kendini düşünür olarak bile görmüyordu. Onun düşüncesinde Pyrrhoncu kuşkuculuğun yanı sıra etik konularda ılımlı Stoacı görüşlerden yana olma eğilimi başta olmak üzere daha başka birçok öğe bulunur.” Nauert

“Modern çalışmalar, Bacon’ın Telesio ve Bruno’nun düşüncelerine hayli aşina olduğunu ve dizgesinin geç Rönesans’ın büyüye ilişkin düşüncelerinin etkisi altında kaldığını göstermiştir. Descartes gençliğinde Campanella’nın etkisi altında kaldığını kabul ediyordu; modern bilginlik, onun olgun dizgesinde, Cizvit öğretmenlerinden öğrendiği Aristoteles’in ıskartaya çıkmış doğa felsefesinin birçok kalıntısının izini sürmüştür. Bununla birlikte, 17. yüzyılda Avrupa bilimi ve felsefesinin, her ne kadar her ikisi de geçmişin mirasıyla beslenmeyi -ve kösteklenmeyi- sürdürdüyse de, yeni bir başlangıç yaptığı doğrudur. Kuşkucuların geleneksel öğrenime saldırısı, hem Descartes gibi usçular hem de Bacon ve Newton gibi deneyciler için bir çıkış noktası sağladı; araştırma alanlarını ancak dikkatle ve bilinçlilikle sınırlı ve özenli bir biçimde belirlenmiş bir dizi sorunla sınırlayarak bu noktadan öteye ilerleyebilirlerdi.” Charles G.Nauert

15. ve  16. Yüzyıllar belki   büyük düşünürlerin zamanı olmadı. Ancak antik kaynakların yeniden ortaya çıkarılması için gösterilen çabalar, dilbilim alanında titiz ve sabırlı çalışmalar, özgün metinlere gidilerek yapılan çok çaba gerektiren çeviriler, düşüncenin göçünde yaşamsal bir geçiş dönemi oluşturdu. Yerleşik skolastik düşünce kalıpları giderek daha çok sorgulanırken, Aristoteles’in teolojik yapıya uyumlu hale getirilen düşünceleri de ciddi eleştirilerin hedefi oldu. 

Düşüncenin göçünün 17.Yüzyıldaki izini diğer bölümde süreceğiz.

B.Berksan.

Yararlanılan Kaynaklar:
Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ, Doğu Batı Yayınları
Bilginin Toplumsal Tarihi, Peter Burke, Tarih Vakfı Yurt yayınları
Avrupa'da Hümanizma ve Rönesans Kültürü, Charles G. Nauert, İş Bankası Yayınları
Cogito Sayı 78, Aristotelesçilik Sayısı, Editör, Kaan Öktem, Yapı Kredi Yayınları
Erken Modern Dönemde Avrupa, Merry E.Wiesner-Hanks, İş Bankası Kültür Yayınları
Felsefenin Öyküsü, Frank Thilly İzdüşüm Y.

İtalya'da Rönesans. J.Addington Symonds. 
Rönesans Felsefesi Üzerine, Ernst Bloch, Cem Yayınları
Rönesansın Serüveni, YKY



2 yorum: