Düşüncenin Göçü IV. (17. Yüzyıl)

Düşüncenin hangi yöntemlerle ve yollarla aktarıldığının (engellendiğinin)  resmini oluşturmaya gayret ettiğimiz bu derlemede konuya girmeden bir hatırlatma yapmalıyım. Metin,  tablolarda yer alan notlar ve şematik düzen içinde değerlendirildiğinde, anlaşılırlık sağlayacaktır. Onun için metne eşlik eden tabloların gözden geçirilmesi ve üzerlerinde düşünülmesini öneriyorum.


17. Yüzyıl’da bilim, teknik ve siyasal, sosyal alandaki gelişmeler, düşüncenin sürekliliğinde önemli yön değişimlerine yol açan sonuçlar doğurdu. Gözlem araçlarının gelişmesi, deneye başvurulmaya başlanması, antik dönemden gelen ve kilise tarafından kendi öğretisi için uyumlu hale getirilen bilgi birikimine kuşku yarattı. Matematik yöntemlerin, yeni evren tasarımı için uygun bir dil olarak gelişmesi de bu dönemde gerçekleşti. İngiltere’de gerçekleşen devrim, siyaset felsefesi için yeni düşüncelerin öne sürülmesine yol açtı.

Aristocu dünya merkezli dar evren tasarımı, matematik yasalarca açıklanan evren işleyişi karşısında yanlışlanınca devrimsel nitelikte değişim başlamış oldu.

17. yüzyılda düşüncenin gelenekten kopmaya başladığını söyleyebiliriz. Aristoteles, Platon’un yanısıra Kuşkucu, Epikürosçu ve Stoacı görüşler yine gündemdedir, ancak “yöntem” de farklılaşma söz konusudur. Kilisenin kontrolü dışındaki eğitim kurumları güçlenmektedir. Merkezi yönetimlerin güçlenmeleri ölçüsünde, güçlü yöneticilerin himayesinde ve onların iktidarının bir bileşeni olarak yeni kurumlar ortaya çıkmaktadır. (Kraliyet dernek ve akademileri)

Teknikte ilerlemeler, gözlem araçlarının gelişmesi, evrene bakışta yeni görüşlerin ortaya çıkmasına bu da yerleşik ve geleneksel görüşlerin sorgulanmasına yol açmaktadır. Hollandalı zanaatçıların buluşu olan gök dürbünü, Galilei tarafından geliştirilmeseydi, gözleme dayanan buluşlar da gerçekleşmeyecekti. Bu doğa felsefesi açısından önemli olduğu kadar bilginin elde edilme yöntemini de sorgulayan bir gelişmeydi.


Önceki dönemlerle bağlantılı olarak bilimsel gelişmelere bir göz atalım.



 “Evrenin sonsuzluğuyla ilgili bu yeni düşünce, 16. yüzyıl sonunda Giordano Bruno tarafından yeniden ele alınmış, ancak dünyanın küreselliği ilkesine bağlı kalan Kopernik'in (Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine, 1543) ve buna karşı matematik argümanları çıkaran Kepler'in de ilgisini çekmemiştir. Ama bu dünyanın sadece boyutlarını değil, yapısını da kesin biçimde değiştirmek için, göksel olguların yeni bir Kopernikçi açıklaması yeterli olacaktır:

Olgulara uygulanan her matematik neden, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünün ve tersinin söz konusu olmadığının düşünülmesine yol açıyorsa, doğuş ve yok oluş yeri, yani ayüstü dünya ile yok olmama yeri, yani göksel dünya arasındaki eski ayrım sona ermiştir. Ve gözlem ve hesaba dayalı dünyanın hareketi varsayımı hem Kutsal Kitap'tan hem de duyulur görünüşten ve onu açıklamaya çalışan felsefeden (Aristotelesçi) ayrılır, Antik modellerden belli belirsiz ayrılan bilimsel düşünce, böylelikle yepyeni bir özerklik içinde ortaya çıkar ve içinde muazzam yansımalar barındırır.” Modern Dünyanın Yaratılması



Kültürün denetiminin kiliseden devlet ve daha özerk girişimlerin eline geçtiği bir dönem yaşanıyordu. 

"Paris ayrıca bir bilginlik enformasyon merkeziydi de; Kraliyet Kütüphanesi, Kraliyet Bahçesi, Bilimler Akademisi, Gözlemevi ve Yazıtlar ( Inscriptions) Akademisi gibi resmi kurumlarda bilgiler toplanıyor ve tartışılıyordu. Aynı zamanda, resmi olmayan dernek ya da akademilerin de merkeziydi. Hümanist bilim adamları Dupuy kardeşlerin rue des Poitevins'deki [ Poitevins Sokağı] evinde buluşurlardı. 1617'de Dupuy'lara miras kalan bu ev, tarihçi Jacques-Auguste de Thou'nun ünlü kütüphanesiydi.


Aralarında Descartes, Pascal ve Gassendi 'nin de bulunduğu doğa felsefecileri, Place Royale (şimdi Place des Vosges) yakınlarındaki Marin Mersenne  Manastırı'nda toplanıyorlardı. 



Kraliyet Derneği enformasyon alışverişi bakımından önemli bir mekândı, ama rakipleri de vardı. 16 .yüzyıl sonlarından itibaren, Bishopsgate Street'teki Gresham Koleji'nde doğa felsefesi ve başka konular hakkında kamuya açık dersler veriliyordu. Warwick Lane'deki Hekimler Koleji'nde de dersler verilmekteydi; 1657'de bir hekim burayı gerçek bir (Baconcı! ) Süleyman'ın Evi diye nitelemişti . Londra'da resmen bir üniversite yoktu; ama bazen üçüncü üniversite diye tanımlanan, hukukçuların eğitim okulu niteliğindeki Inns of Court (lonca hanları) oradaydı.

Londra'ya Avrupa'nın başka yerlerinden gelen göçmenler, beraberlerinde bilgilerini de getiriyor ve böylelikle şehirde zaten var olan bilgiyi çoğaltıyorlardı." Burke


Bir kütüphaneler şehri olarak Paris, daha önce değilse bile, 17. yüzyıl sonlarında Roma'yı bile geçmişti. Paris'teki kaynaklar arasında, 1500 dolaylarında kataloglanmış ve 17.yüzyılda resmen kamuya açılmış olan, 12 . yüzyıl Saint-Victor Kütüphanesi; üniversite kütüphanesi; Clermont Cizvit Koleji'nin kütüphanesi; Kardinal Mazarin 'in onun ölümünden sonra halka açılan kütüphanesi; 1560'larda Blois'dan Paris'e taşınan ve 17. ve 18 . yüzyıllarda halka gitgide daha çok açılan krallık kütüphanesi bulunmaktaydı.

1692 tarihli bir Paris kılavuzu, üç halk kütüphanesinin (Mazarine, SaintVictor ve Kraliyet Bahçesi'ndeki) yanı sıra, okuyucuların "özel izin"le alındıkları en az otuz iki kütüphaneyi sıralamaktadır.

Merkezi Avrupa, üniversiteler bakımından görece iyiydi. Geçmişi 14. ve 15 . yüzyıllara kadar giden ve Prag, Krakow, Viyana, Leipzig ve Pozsony (şimdi Bratislava) üniversitelerinden oluşan bir şebekeleri vardı. İmparator II. Rudolf'un l576'dan  1612'ye kadar süren hükümranlık döneminde Prag'taki sarayı, gökbilimciler Tycho Brahe ile Johann Kepler'i, simyagerler Michael Maier ile Michael Sendivogius'u ve Macar Johannes Sambucus gibi hümanistleri ağırlamış bir düşünsel merkezdi.  Uzun dönemde daha önem kazanan, Viyana oldu. Burada hem bir üniversite hem de (kütüphaneci Peter Lambeck'in 1660'larda ayrıntılı bir biçimde betimlediği üzere daha 1600 yılında 10.000 kadar cildi olan ve 1680 yılına gelindiğinde kitap sayısı 80.000'e çıkan, 18. yüzyıl başlarında da muhteşem bir biçimde yeniden inşa edilerek kısa süre içinde halka açılan) imparatorluk kütüphanesi, HoF bibliothek vardı.

"Akademik nitelikteki bilgi, bir iki ayda bir çıkan bilginlik dergileriyle yayılmaktaydı . Bu yayın türü, 1660'larda Paris'in Journal des Savants ve Londra Kraliyet Derneği'nin Philosophical Transactions'ıyla(1665) başladı.

17. yüzyıl sonlarında Amsterdam, hem Henri Desbordes'in çıkardığı Nouvelles de la Republique de Lettres'in, hem de Jean Leclerc'in başyazarlığını yaptığı rakibi Bibliotheque Universelle et Historique'in yayım yeriydi.

Desbordes'in dergisinin adı özellikle iyi seçilmişti. Süreli yayın yapmanın amacı, ölen ünlü bilginler için anma yazıları ve ilk kez başlayan kitap eleştirileri de dahil olmak üzere tam da "Yazın Cumhuriyeti"nden, haberler vermekti. Bilginlik dergilerinin de para kazanabildiği, Journal des Savants'ın Amsterdam'da ve " Köln"de korsanlanması ve bu formülün Roma'da, Venedik'te, Leipzig'te ve başka yerlerde taklit edilmesi olgusundan anlaşılmaktadır." Burke

Görüldüğü gibi düşüncenin üretilmesi, çoğaltılması ve yayılması bağlamında  çoklu bir yapı oluşmuş ve giderek yaygınlaşmıştı.  Günümüzde de farklı yöntemlerle uygulanan "sansür" olgusu 17. yy. da da geçerliydi. İnançlıların okumaması gereken kitaplar konusunda  en etkili engelleyici Katolik kilisesinin "Yasak Kitaplar" listesiydi. Her yıl güncellenen bu liste reformcu yapıtlar dahil bir çok felsefe yayınını da kapsıyordu. Protestan sansürü de 1520 'lerde Strasbourg, Zürih, Saksonya'da başlamıştı. 





Kraliçe Elizabeth, basım denetimini sağlayabilmek için, basımcılık yerlerini Londra, Oxford, Cambridge ile sınırlamıştı. Bu sınırlamalar 17.yy. ortalarına kadar devam etti. 

XIV.Louis'nin rejimi de düşüncenin özgürlüğüne bir çok engel koymuştu. Paris basımcılığı giderek daha sınırlı hale gelmişti. Örneğin, 1500 de 181 olan basımevi sayısı 1701 yılına gelindiğinde 51'e inmişti. 

Kısaca değindiğimiz bu ortam bir çok düşünürün kitaplarını basmak için niçin Hollanda'yı tercih ettiğini de açıklamaktadır. Kalvenci Hollanda'nın da sınırsız özgürlük ortamı olmadığını biliyoruz. Bayle'nin Rotterdam'daki Protestan Akademi'de kovulduğunu, Grotius'un görüşleri nedeniyle Fransa'ya kaçmak zorunda kaldığını da belirtelim.

Düşüncelerin özgürce üretilmesinde  engel olan, ön sansür diyebileceğimiz korku ikliminin de etkisi vardı. Katolik öğretiye ters düşmemek için ayrı bir özen gösteriliyordu. Aynı baskıcı ortam Kalvenci ve kimi Protestan coğrafyalarda da geçerliydi. Descartes Fransa ve Hollanda'da her iki çevreyle de tartışmalara girmiş, sorun yaşamamak için düşüncelerini gizlemek ya da farklı yöntemlerle açıklamak zorunda kalmıştı. 

Entelektüel altyapı ve iletişim ortamının genel görünüşünü verdikten sonra, düşünürlere ve düşüncelerin hareketine geçebiliriz.




17. yüzylın büyük düşünürleri skolastik eğitimin temel alındığı üniversitelerde eğitilmişlerdir. Aristoteles'in yapıtları  yine müfredatın vazgeçilmezidir. Ancak sorgulama başlamıştır.


Bacon, eski otoritelerin "tarih" olarak okunması gerektiğini düşünüyordu. Bir çok düşüncesi onaylanmasa da "

Yine de, Bacon, birçok yenilikçi entelektüelin ruh halinin güçlü bir sözcüsü olmuştur. Cambridge ve Londra'da Gray's Inn'de eğitim gören Bacon, güncel hümanist akademisyenliği tanıyor ve onun Aristoteles mantığı ve Roma hukukuna meydan okuyuşundan haz alıyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında yetiştiğinden, Bodin ve diğerlerinin düşünerek bulduklarını o çocukluğundan beri biliyordu: Modernler, teknoloji ve felsefenin en hayati alanlarında eskileri yaya bırakmışlardı. Ayrıca, yaşadığı bilimsel keşifler dönemi -ki hepsini beğendiği söylenemez- eskilerin bilimsel otoritesini onarılmaz şekilde yerle bir etmişti." Yeni Dünyalar, Eski Metinler, Anthony Grafton, Kitap Yay.





"Descartes (Latince adı Renatus Cartesius) 17.yüzyıl başlarında bu ortamda çalışmaya başladı. “Okullardaki ve üniversitelerdeki felsefe eğitimi üstündeki egemenliğini sürdüren Aristoteles'in otoritesi de büyük ölçüde sarsılmış ve çok sayıda düşünür tarafından reddedilmiştir. Ama o dönemde skolastik sistemle rekabet edebilecek hiçbir yeni felsefe sistemi ortaya çıkmamış, hatta tasarlanmamıştır. Birkaç istisna (Ramus, Bacon) dışında, dönemin Antiaristotelesçiliği, 16. yüzyıl yayıncılık etkinliklerinin desteğiyle, Antik düşüncenin öteki akımlarının canlanmasına bağlı kalmıştır. Bu anti-Aristotelesçilik, İtalya'da Platoncu özellikler, İspanya'da ve özellikle Fransa'da Montaigne ve Charron çizgisinde septik ya da Pyrrhoncu özellikler kazanmıştır. Bu dönem, "bilge dinsizler"in dinin gerçeklerinin her türlü rasyonel olumlanma olasılıklarını sorguladıkları bir dönemdir; buna karşılık Piskoposluk Kurulu Üyesi Gassendi ( 1592- 1655), Epikuros sistemini saygınlığına kavuşturmak için çaba harcamıştır.” Modern Dünyanın Yaratılması,

Descartes’ın zihin beden dualizmi, mekândaki cisimlere ilişkin bilimsel açıklamayla, tam olarak ‘zihinsel’ amaç ve irade kategorileri haline gelen şey arasında bir yarık açmaya yarar. Mekânda yer kaplayan madde olarak katışıksız bir biçimde mekanik olan bir maddi dünya modeli, özünde cisimleşmemiş ve maddesiz bir şey olarak bir zihin resmiyle bir araya getirilir. Tanrıya her ne kadar dış dünyaya ilişkin tecrübemizin doğruluğunun nihai garantörü olarak müracaat edilse de, o dünyadaki olaylara ilişkin açıklamada önemli hiçbir rol oynamaz. Doğadaki her olayın yeter sebebi, doğanın kendisinde bulunabilir. West

"O'nun Saint Thomas, Suarez gibi skolastik selefleri, La Fleche kolejinde tanımış olduğu el kitapları, Okul'un sözcüklerini Fransızcada serbest olarak kullanışına varıncaya kadar, sorunlarıyla ve özellikle temel kavramlarıyla  mevcuttular ve kendilerini duyurmaktaydılar. O, her ne kadar teologlara karşı doğal ve yalnızca insana özgü akla dayanarak felsefe yapma hakkını bir meslek olarak savunursa da, metafizik geleneği ya da katolik rönesansını gizlice yadsımak için değil, ama, yeni, tanrıcı (theiste) bir felsefeyi bütün kesinliğiyle yeniden kurarak, tanrısal aşkınlığın o sarp ölçülemezliğini yeniden canlandırarak, dinsizlerin hafifliğine ve doğalcı (naturaliste) kolaylıklara karşı Tanrı'nın tarafını tuttu.Öznellik alanını açmış olan Cogito filozofu, bugün aynı derecede, Ortaçağ'ın teolojik düşüncelerinin mirasçısı olarak gözükmektedir." Jean- Marie Beyssade, Cogito 10.Sayı

"Hobbes, Leviathan'da ( 1651 ) siyaset bilimini güçlü temellere oturtmak istemiştir. Bu İngiliz filozof, bireylerin doğasından hareket etmiş, insanın doğal olarak sosyal olduğunu varsayan geleneksel düşünceyi (Helen kökenli) reddetmiş, insanların bir devlet içinde örgütlenmeden önceki doğal durumlarının savaş olduğunu göstermiştir. İnsanları barış yapmaya ve birliği ön plana çıkarmaya götüren, aklın yasasıdır. Devletin siyasal gücü, hayvanı insana dönüştürür ve sonuçta ilk barbarlık durumuna egemen olunur, sosyal dinamik sağlanır.



Locke'un siyaset teorisi de aynı derecede temeldir. Doğal durum, karakteri doğal hukuk olan bir barış durumuysa, başkasının özgürlüğüne zarar vermeyi yasaklasa da bir güvensizlik halini sürdürür. İnsanlar sosyal bir anlaşma temeli üstünde bir komünote oluştururlar. Bu anlaşma bireysel özgürlüklere ve mülkiyete saygıyı yok etmemelidir. Siyasal liberalizmin kurucusu Locke, güçler ayrılığı ilkesini savunmuştur. Genel olarak, 17 yüzyılda hukuk sekülerleşmiş ve ilahi düzenden ayrılmıştır. Siyasal kavramların sekülerleşmesi bu dönemin önemli verilerinden biridir." Modern Dünyanın Yaratılması, Jaqueline Russ

"Bu en yenilikçi düşünürler bile eskinin yazarlarını gayet iyi tanırlardı. Hobbes'un insanoğlu ile ilgili görüşü, Yunanca'dan çevirdiği Thukydides tarihine çok şey borçluydu. Locke'un ilk devletlerdeki yaşantıya dair iyimser görüşleri ise, alıntı yaptığı Ovidius'a ve ayrıca kitaplarını alıp incelediği modern etnograflara dayanıyordu."Yeni Dünyalar, Eski Metinler"

İngiltere'de XVII. yüzyıl ortalarında Cambridge'de usa dayanılarak kurulmuş yeni bir dinsel bakış altında, modern bilimin metafizik temellerine ilişkin bir Platonculuk anlayışının geliştiğini de not edelim. 

Malebranche bir yandan Descartes'ın düşüncelerini geliştirip insanın anlama yetisinin ötesinde olan sonsuzun varlığının ve erişilmezliğinin altını çizerken, diğer taraftan Spinoza, sonsuzun aşkınlığını ve akılcılığını ortaya koyarak bu tema üzerine özgün bir öğreti geliştirir.

Dekartçılık her yana yayıldı. 1657'de, Descartes'ın öğreti­si, Hollanda Üniversitelerinde kürsülerde açıkça öğretiliyordu. 1657-1666 yılları arasında, Latince asılları, Fransızca çevirileriyle, özellikle mektupları da katılarak, Fransa'da yayınlandı. Böyle­ce, Dekartçılık, her ülkede ve her okumuş-yazmış çevrede ilerle­yebildi. Fransa'da büyük soylular, büyük burjuvalar, serbest meslek sahipleri, büyük din tarikatları, buyur ettiler ona. Ger­çek Dekartçı akademiler kuruldu; kimi şato ve prens malikânele­rinde, Paris'in en güzel konaklarında, her hafta Dekartçı bilim­sel konferanslar verilmeye başlandı. Markiz de Sade, Madame de Sevigne, kızı Madame de Grignan, Madame de La Fayette, La Rochefoucauld, Arnault Dekartçıdırlar; Oratoryenlerde, Benediktenlerde, Augustenlerde Dekartçılık öğretilir oldu. İngilte­re'ye de geçti Dekartçılık ve Cambridge ile Oxford Üniversitele­rini ele geçirdi; Cenevre'ye de girdi, İtalya'da ve Almanya'da bir çok kültür adamını fethetti. 1686'da, Fontenelle, Dünyaların Çokluğu Üstüne Konuşmalara yayınladığında, doruk noktasına varmıştı öğreti.

Bununla beraber, Kilise hep karşı çıktı Descartes'a. Descar­tes, dini kurtarmak istemişti; oysa kurduğu sistem, din için tehli­keli oluyordu. Maddeyi uzama indirgiyordu. Öyle olunca da, Kuddas töreninde ekmekle şarabın İsa'nın etiyle kanına dönüş­mesi (transsubtantiation) nasıl anlaşılacaktı? Ekmek, uzamın bir parçası olarak bir yer tutmayı sürdürürken, yine uzamın bir parçası olarak İsa'nın eti, ekmekte olabilir miydi? Tözler öğreti­sine göre anlaşılabilir olan bir şey, Descartes'in uzama dayanan öğretisinde mutlak olarak anlaşılmaz hale geliyordu. Descar­tes'ın Tanrısı, soğuk suratlı bir geometrici, sert bir mekanikçi idi; bu sistemde İsaac'ın, İbrahim'in ve Yakub'un canlı Tanrısı tanınmaz durumdaydı. Descartes, nedentanrıcılığa (deizm)  götürüyordu ki, hemen hemen tanrıtanımazlık "kadar zıttı Hıristi­yanlığa.”  Tanilli

Belçikalı Arnold Geulincx ( 1625- 1669) ve Alman Clauberg'in (1622-1 665) yapıtları, bu kartezyen hareket dönemine denk düşer. Yine bu bağlamda, Fransa'da da Arnold ve Nicole'un La Logique ou l'art de penser (1662) adlı yapıtı dışında, Geraud de Cordemoy'nın (1626- 1684) ve ayrılıkçı Benedikten Robert Desgabets'nin (1610) yapıtlarından ve sonraki dönemde Systeme de philosophie ( 1690) adlı bir yapıt kaleme alacak olan Sylvain Regis'nin konferanslanndan söz edilebilir. Oysa bu hareket sadece üniversitelerde ya da okullarda geleneksel öğretime bağlı kalanları endişelendirecek bir hareket değildi. Protestan ülkelerde de Katolik ülkelerde de özgür düşüncenin gelişmesine karşı ve de Hıristiyan öğretisinin Janseniusçuluk gibi en uzlaşmaz biçimlerine karşı kendi bağnaz tavırlarını korumak isteyen dinsel otoritelerin genel bir tepkisiyle karşılaşıyordu.

Katolik ülkelerde kartezyencilik kuşkuyla yaklaşma, eucharistia sorunu üstünde yoğunlaşrnıştır: Saf res extensa olarak bedensel tözle ilgili kartezyen anlayış, ekmek görünümünü koruyan ekmeğin gerçekten İsa’nın bedeni olabilmesini (Trente Konsili'nin onayladığı dogmaya uygun olarak) açıklayamıyordu.

l662'de Brüksel Papalık Büyükelçiliği, Louvain Sanatlar Fakültesi'nde öğretilen kartezyen öğretinin Katolik inancıyla bağdaşmadığını ilan etti. 20 Kasım l663'te Roma'da Descartes'ın yapıtları donec corrigantur ("düzeltilinceye kadar") kaydıyla tehlikeli bulundu ve yasaklandı. Fransa'da kraliyet yönetimi şu kararları uyguladı: 25 Haziran l667'de Descartes'ın cenazesinin Paris'e getirilmesi sırasında sarayın ölüyle ilgili söylevleri yasaklaması ve 4 Ağustos l67l'de (bazı yeni polemiklerden sonra) "kralın sözlü bir emri"yle Paris Üniversitesi'nde "yönetmeliklerle uygun görülenler ve üniversite statüsünün dışında kalan hiçbir öğreti"nin okutulmaması.


SpinozaDescartes'in ilk ilkelerle oluşturulan evrenin kesinlikle matematiksel ve mantıksal anlayışını ve Hobbes'un toplumsal sözleşme kavramını paylaşıyordu. Tanrıyı ve doğayı birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak gören bir panteistti.

"Spinoza,  XV. yüzyıl ve Rönesans'la başlayan büyük düşünce hareketini doruk noktasına taşır: Sonsuzu akılcı hale getiren Spinoza, Giordano Bruno'nun öğretisine nihai şeklini verir. Spinoza, Etika adlı eserinde şunları yazar: "Tanrı dediğimde bundan mutlak sonsuz bir varlığı, yani her biri ebedi ve sonsuz bir özü ifade eden sonsuz sayıdaki sıfatlardan oluşan bir tözü anlıyorum. " Böylelikle Spinoza, Etika’nın birinci bölümünün başından itibaren (Tanım VI), Doğa'nın bütününden başka bir şey olmayan ve dünyayla iç içe geçen bir Tanrı tanımı yapar. Bu bir töz, mükemmel bir varlık, sınırları olmayan ve dolayısıyla sonsuz olan bir gerçekliktir.

Bu bağlamda, tamamıyla bilinebilir olan ve kendisine atfedilen anlaşılmaz niteliklerden arınan sonsuzluk düşüncesi Spinoza'da tamamıyla akılcı bir nitelik kazanır. Filozof, hakkında doğru bilgi sahibi olduğu tek ve sonsuz Doğa'dan başka bir şey olmayan Tanrı'nın ve kendisinin bilincinde değil midir? Burada Spinoza moderniteyle ve özellikle Giordano Bruno'yla başlayan, evrene sonsuzluk atfeden ve sonsuzluk düşüncesini bilginin temeli olarak gören sürecin tamamlayıcısı olur. Campo de Fiori'de yakılarak idam edilen büyük düşünürle birlikte (Bruno) artık evrenin ne bir sonu ne de sınırları vardır: Sonsuz sayıda dünyalar söz konusudur artık. Sonsuzluğu akla uygun bir kavram olarak gören Spinoza, modemitenin doğuşunda yer alan tinsel hareketi nihai noktasına ulaştırır." Avrupa Düşüncesinin Serüveni. J.Russ

Burada Spinoza özelinde, 17.yy. Avrupa'sında düşüncenin yayılması ve özgürlüğü önündeki engellere biraz daha yer açalım. Her şeyden önce, Spinoza'nın yaşadığı Hollanda (Birleşik Eyaletler) liberal düşüncenin ve çoklu kültürel yaşamanın  kabul gördüğü bir Avrupa ülkesiydi. Yine de bu dönemde monarşik eğilimli Oranges ailesi ile, cumhuriyetçi Regent partisi arasındaki çekişme ve gerilim politik ortama hakimdi. Doğal olarak Spinoza liberal cumhuriyetçi çevrelerin içinde yer alıyordu. 

Birleşik Eyaletler'in resmi dini Kalvencilik'di. Tutucu kesimler, liberal ve özgürlükçü politikalara karşı tutum içindeydi. Spinoza'nın Teolojik-Politik İnceleme'si bu yüzden yazar adı belirtilmeden, sahte basımyeri ve basımcı ismi ile yayınlandı. Derhal tepki gördü. Geniş çevrelere yayılmaması için Latince kaleme alınmıştı. Utrecht Eyaleti'nde kitap toplatıldı. Kitabın Hollanda diline çevrilmesi, Spinoza'nın ricası ile durduruldu.  Liberal Jan de Witt'in öldürülmesinin ardından 1674 yılında Teolojik Politik İnceleme'nin basımı, çoğaltılması, ve satılması yasaklanır. Bu olanlardan dolayı, Spinoza 1675 yılında tamamladığı Ethica'yı yayınlatmaktan vazgeçer, yapıt ölümünü izleyen 1678 yılında yayınlanır.

Düşüncenin o dönemdeki yayılma hızı bağlamında Teolojik Politik İnceleme'ye gösterilen tepkiler  örnektir. Yayınlandığı yıl, Leibniz'in hocası olan Jacob Thomasius, metnin teoloji ile ilgili bölümünde Herbert von Cherbury, son 5 bölümde ise Hobbes'un etkili olduğunu öne sürer. P.Bayle'nin "erdemli tanrıtanımaz" belirlemesi 18.yy. Spinoza resmini etkiler. O dönemde "Spinoza" cı  olarak nitelenmek olumsuz karşılanır. 




Parçalanmış Almanya coğrafyasından bir düşünüre de yer vermemiz gerekiyor. İlgi alanlarının çeşitliliği, ansiklopedik yaklaşımı, döneminin düşünce insanlarıyla kurduğu ilişkiler ve özgün düşünceleriyle Leibniz yüzyılın ikinci yarısında çok önemli bir figürdür. 

Bir çok kişinin üye olma gayretinde olduğu önemli kurumlara birikimi sonucu kabul edildi. 1673 yılında Kraliyet Cemiyeti üyeliğine seçildi, 1700 yılında Paris Kraliyet Bilimler Akademisi yabancı üyesi oldu ve nihayet, 1700 yılında Berlin Bilimler Akademisi kurucu başkanı olarak seçildi.

Onun mektuplar yoluyla kurduğu iletişim ağının detayını göstermek haddimi aşmak olur. Yazışmaları 17.yy.ın en kapsamlı bilimsel yazışmaları olarak kabul edilmektedir.( 1100 kişiyle 17 000 mektup)

Düşüncenin kültürlerarası ve sınır aşan göçünün koordinatlarını belirlemek için tek başına Leibniz'in yaptığına bakmak yeterince aydınlatıcı olacaktır.

Matematiğe kalıcı katkılar yaptı. Mantık konusundaki yenilikleri ve metafizik çıkarımları da ardıllarının ilgi konusu oldu. Doğa bilimlerindeki çalışmaları ise dönemin diğer düşünürlerinin de başına geldiği gibi, bilimlerin giderek uzmanlık alanlarına bölünmesi ve gelişmesi sonucu elde edilen buluşlar sonucu yeni elde edilen bilgiler nedeniyle kalıcı izler bırakmadı. 

İnsanlığın uyumu bağlamında evrensel bir dil tasarlamak, hesap makinaları geliştirmek, eğrilerin alanını hesaplamak kapsamında  diferansiyel ve integral  hesap icat etmeye yönelik çabalar onun farklı uğraş alanlarından bazılarıydı.

Leibniz bir ütopya peşindeydi, " bin yıllık insan düşüncesinin kazınıp ortaya çıkarılması  gerekse sürgit zihinsel alışveriş ve konuşma yoluyla keşfedilecek hakikatin evrenselliğine ve bilginin birliğine derinden inanmıştı". M.Antonozza




Burada “düşüncenin göçü” başlığıyla bağlantılı, ülkelerini terketmek zorunda kalan Fransız Protestanlarına da yer açmamız gerekiyor.

Fransız Protestanlarının oynadıkları bir aracı rol vardır ki, pek büyüktür. En önemli sığınma ülkesi de Hollanda'dır.

Ulusların gelip buluştukları bir yol ağzı olan Birleşik Eyalet­ler'de, her ülkeden insana rastlanmaktadır: İngilizler, İskoçyalılar, Danimarkalılar, İsveçliler, Polonyalılar, Macarlar, Alman­lar, oraya gitmekte, Leyde'de, Groningne'de, Utrecht'te öğre­nimde bulunmaktadırlar. Fransız Protestanlarının gelişiyle de, Avrupa'nın büyük gazeteleri kurulup yayınlanmaya başlar: Pier­re Bayle’nin Bilgi Cumhuriyeti Haberleri (1683 Martı), Jean le Clerc'in Evrensel ve Tarihsel Kitaplığı (1686 Ocağı), Basnage de Beauval'ın Bilginlerin Eserlerinin Tarihi (1687 Eylülü) ilk hatıra gelenler. Bu yayınlar, İngiliz devrimini hazırlayan, Hollanda'ya sığınmış İngilizleri de etkiler. Jean le Clerc, Basnage, du Bose, Jurieu, İngiliz Devrimine gerekçe olacak dinsel ve siyasal düşün­celerinin olgunlaşmasında Locke'a yardımcı olurlar; bu düşünce­ler, evrensel bir etki yaratacaktır sonraları.

Devrimden sonra da, İngiltere'ye sığınmış Fransız Protestanları, İngiliz eserlerini çevirdiler; aydınlık, düzen, incelik, ağırbaşlılık eklediler onlara ve, bu eserler, bütün Avrupa'ya yayıldı böylece. Bu Fransızlar­dan Pierre Coste, Londra Krallık Derneği'nin üyesi oldu üstelik; La Bruyère'i, La Fontaine'i, Montaigne'! İngilizceye çevirtip ya­yınladı; ayrıca Locke'un Felsefî Deneme'sini (1700), Newton'un Optik Üstüne Deneme'sini (1704), Shaftesbury’nin Alay Üstüne Deneme'sini çevirdi. Böylece, Fransız Protestanlarının oluştur­dukları bir büyük Cumhuriyet sayesinde, düşünceler alınıp verili­yor, birbirleriyle karşılaşıp karışıyor, giderek gelişip zenginleşiyordu.” Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, XVI. Ve XVII. Yüzyıllar, Server Tanilli,Cem Yayınevi

Yüzyıl sonuna doğru, kartezyen felsefenin prestiji açık seçik bir biçimde gerilemiştir. Fakat bu gerilemenin nedeni sansür ya da -Fransa'da- aklın etkinliklerine pek de uygun olmayan düşünce ortamı değil, daha çok, zayıf noktaları yöntemli bir biçimde tespit eden eleştirel düşüncedir. Modern Dünyanın Yaratılması

Görüldüğü gibi düşünce, 17.yüzyılda bilim ve düşünce insanlarının etkileşiminin de etkisiyle her alanda “yeni” bir bakış üretmiş, buna karşın yerleşik düşünce egemen güçlerin korumasını gerektirmiştir.

Değişen bir şey yoktur, bir yanda sansürün kullanıldığı çaresiz çabalar, diğer yanda ise suyun yolunu bularak akmasıdır. 

"Bir çok Avrupa devletinde, kiliseyi ve hükümeti fazlaca eleştiren dergiler ve kitaplar genellikle sansür ediliyor veya yasaklanıyordu, ama bu çabalar fikirlerin yayılmasını engellemek konusunda fazla etkili olmuyordu. Bir çok dildeki felsefi ve siyasi eser, hoşgörülü Amsterdam'da veya İsviçre'de yayımlanıp aç okuyucuların okuması için ülkeye kaçak olarak sokuluyor, siyasileri veya dini otoriteleri eleştiren veya taşlayan eserler ise doğru kitapçıya fısıldanan bir çift sözle kolayca elde edilebiliyordu." Merry. E. Wiesner-Hanks


Bu süreçte yeniler ve eskiler çatışması ortaya çıkar.

“1687'yılından itibaren, birbirine tamamen karşıt değer ve düşüncelerin öne çıktığı şu meşhur Eskilerle Yenilerin Kavgasının temel anlamı burada yatar. İnsanlığı daima yeni şeyler öğrenen tek bir insan olarak gören "Yeniler" Pascal'ın bakış açısını benimserler. Hiçlik Üzerine Denemede Pascal şöyle diyordu : "Eskiler dediklerimiz her türlü konuda henüz yeniydiler ve insanlığın çocukluğunu oluşturuyorlardı; ve bizler onların bilgisine yüzyılların deneyimini eklediğimizden, eski insanlarda görüp saygı duyduğumuz Antikiteyi kendi içimizde bulabiliriz."  1687'de Yenilerin (Modernler) kavgası ilan edilir: Charles Perrault bir şiir üzerine değerlendirmeler yaparken, Yenilerin Eskilerden daha bilge olduklarına vurgu yapar. 1688'den 1692'ye kadar, bilimin halk diliyle anlatıldığı bir eser olan Dünyaların Çokluğu Üzerine Konuşmanın (1686) ünlü yazarı Fontenelle Eskiler ve Yeniler Üzerine adlı oldukça anlamlı bir yazıya imza atar: Olgunluğa erişen insanlık sürekli olarak ilerlemektedir, zira bilim ileriye doğru uzanan sınırsız bir yol açmaktadır. Böylelikle "bilim-ilerleme" ve "bilim-mutluluk" temalarına dair övgüler dizilmeye başlar. J.Russ

“Değişken ve hareketli bir yüzyıl olan XVll. yüzyıl açıklık, kesinlik ve ölçülülüğün hakim olduğu klasik ideali zirveye taşır; fakat aynı zamanda Aufklärung düşüncesinin doğuşuna kaynaklık eden krizler ve çelişkilerle sonuçlanır. Düşünce dünyasının derinden yenilenmesiyle birlikte, kısa zamanda Aydınlanma çağı başlayacaktır.” J.Russ

B.Berksan

Kaynaklar:
Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Jaqueline Russ, Doğu Batı Yayınları
Batı Felsefesi Tarihi (Yeni Çağ), Bertrand Russell, Bilgi Yayınevi
Bilginin Toplumsal Tarihi, Peter Burke, Tarih Vakfı Yurt yayınları

Descartes, Desmond De Clarke, İş Bankası Kültür Yayınları
Descartes'ın Yaşamı ve Felsefesinin Gelişmesi, Geneviev Rodis-Lewis, Cogito Sayı 10, "Cogito Öyleyse Descartes " içinde
John Locke, Roger Woolhouse, İş Bankası Kültür Yayınları
Kimlik Bedenin Hapishanesidir, (17. Yüzyıldan Günümüze Bir İfade Özgürlüğü Çağrısı, Reyda Ergün)
Leibniz, Maria Rosa Antonozza, İş Bankası Kültür Yayınları
Spinoza, Bir Yaşam, Steven Nadler, İletişim Yayınları
Thomas Hobbes, A.P.Martinich, İş Bankası Kültür Yayınları
Yeni Dünyalar, Eski Metinler, Anthony Grafton, Kitap Yay.
Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, Server Tanilli, Cem Yayınları

http://bberksan.blogspot.com/p/17yuzyl.html

http://bberksan.blogspot.com/p/otuzyl-savaslar.html

http://bberksan.blogspot.com/p/ingiltere-17yuzyl.html

http://bberksan.blogspot.com/p/hollanda.html

http://bberksan.blogspot.com/p/fransa-17yuzyl.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder